31 Ekim 2009 Cumartesi

Dünya Kupası'nın İlk Maçı: FIFA Maradona'ya Karşı



FIFA Maradona'nın basın toplantısında ve canlı yayında yaptığı açıklamalardan dolayı kendisini 5 maç cezaya çarptırmayı düşünüyor. Bu da Maradonasız Dünya Kupası maçlarına çıkması demek Arjantin'in.

Arjantin Federasyonu cezanın sadece para ile geçiştirilmesi için uğraş veriyor ancak federasyonun avukatları Maradona'nın daha sonra TV'de söylediği sözlerden dolayı pişman olmadığını belirtmesinin ellerini güçsüzleştirdiğini, buna karşılık yine de aşırı duygu patlamasından oluşan bir tepki olarak nitelendirdikleri Maradona'nın sözlerini savunmayı duygusal patlamanın merkezine oturtarak yapacaklarını belirtiyorlar.

Sözkonusu Maradona olunca kendisinden hiç hazzetmeyen FIFA'nın hatırı sayılır bir ceza vermesini engelleyecek tek unsur futbol kamuoyu olabilir. Ancak bu bile zayıf bir ihtimalmiş ve Maradona'ya Dünya Kupası'nın en azından birkaç maçını kaçıracağı bir ceza verilecekmiş hissi daha güçlü ben de.

Maradona'nın doğumgünü bugün. Teknik adamlığını ne kadar tartışırsak tartışalım onu daha uzun yıllar futbol sahalarında görmek istiyoruz. Her türlü duygusal patlamasıyla... İyi ki doğdun Maradona...

In Haldun We Don't Trust


Haldun Üstünel'in dünkü açıklamalarını popülist ve yersiz olarak değerlendirenlerdenim. Geçen sene oynanan senaryo Federasyon'u topa tutma stratejisi bu yıl da kaldığı yerden devam ettiriliyor.

Ama bunlardan çok Haldun Üstünel'in konunun özünden tamamen saparak elma ile armut karşılaştırmasına gitmesi dikkatimi çekti. İnsanları gözünün içine baka baka yanıltmak olmaz. Haldun Üstünel basının son 10 yılda Fenerbahçe'nin Şükrü Saraçoğlu'ndaki üstünlüğünü gereksiz yere abarttığını ve tek taraflı psikolojik baskı oluşturduğunu falan söyleyip ardından biz de son 9 senede sadece iki kez kendi sahamızda Fenerbahçe'ye boyun eğdik diyor? Benim de aklıma tüm Galatasaraylılar ve Fenerbahçeliler adında şu sorular geliyor:
  • Neden son 10 yıl ile dokuz yılı karşılaştırıyorsun Sayın Haldun Üstünel?

Çünkü 10 yılı baz alırsa yenilgi sayısı üçe çıkacak da ondan. İyi de 10 yıl ile 10 yıl karşılaştırılır, bu dediğin elma ile armuttan öteye geçmez.

  • Serinin anlamını biliyor musun Sayın Haldun Üstünel?

Ben söyleyeyim, öncelikle Fransızca kökenli bir kelimedir. Türk dil Kurumu Herhangi bakımdan bir bütün oluşturan şeylerin tümü, dizi olarak tanımlar sözcüğü. Burada basının konu ettiği de 10 yıllık zincirin kırılamadığı gerçeğidir.

  • Bu süreçte Galatasaray kendi evindeki kaç lig maçını kazanmıştır?

Dört.

Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan maçlarda rakibinin üstünlüğünü görmemek, tıpkı Aziz Yıldırım'ın tesadüfi kazanılan UEFA Kupası açıklamasında dört yıl boyunca verilmiş emeği hiçe saymak kadar abesle iştigaldir.

Haldun Üstünel Galatasaray için bir şanstır. Yaptığı işler nedeniyle Galatasaray taraftarları ona karşı müthiş güven duymaktadır. Ama son yaptığı açıklama Ali Şen döneminden kalma ve gereksiz bir beyanattan öte gidemez benim gözümde.

Modern yöneticilik anlayışının son temsilcisinden klasik yönetici profiline uyan açıklamalar gelmesini pek de hoş göremiyorum. Açıklamasında ele alınabilecek birçok garip nokta var ama en çok dikkatimi çeken subjektivitenin en çarpıcı olduğu bu bölüm oldu.



30 Ekim 2009 Cuma

Salla Salla




Futbol maçı oynanırken çıplak bir vatandaşın sahaya dalması artık çok şaşırtıcı gelmiyor. Hibernian antremanında ise kameralara takım oyuncularından Graham Stack böyle yansıyor. Ulusal bir kanalda bir röportaj esnasında kalça şov...


Bosna Hersekli oyuncuların motivasyonu ile ilgili dudak dudağa öpüşmeleri üzerine Türk futbolculara bu konuda ne düşündüklerini sormuştu medyamız. Şimdi onları yine göreve çağırıyorum. Sormalarını beklediğim soru şu: Antreman esnasında bir ulusal kanal yayında iken kameralara kıçınızı sallar mısınız?

Bulutların Üzerinde



Futbol topuna ayağı değmiş herkesin unutumadığı bir anısı vardır. Benimkisi kolej yıllarında orta üçüncü sınıfta o yıl yeni kurulmuş lise bölümünün birinci sınıflar arasındaki şampiyonunu orta okul bölümünün şampiyonu olarak çıkıp devirdiğimiz maçtır.

Alcorconlu futbolcuların başarısının yanında oldukça mütevazi bir hatıra tabi bu. İlk yarıyı 3-0 önde kapatıp dört golle geçtikleri Los Galacticos 2 maçı sonrası ağızlarından dökülen kelimelerde haklı gururun yanısıra şaşkınlıkları da fazlasıyla belli oluyor.

"İlk yarı spektakülerdi, hatta neyi başarabildiğimize biz de inanamadık. Şimdi bulutların üzerindeyiz. Sonuçta bu futbol ve Bernabeu'daki rövanş maçında Real Madrid hala favori" sözleri dökülüyor Borja'nın ağzından.

Madrid'in 13 km kuzeybatısındaki 170.000 nüfuslu bu küçük göçmen şehrin insanları ancak Pendik'e, Erzurum'a, Çanakkale'ye gidip Türkiye Kupası'nda büyükleri eledikleri günü sorduğunuzda anlayabilirsiniz herhalde.


Ve futbolun içerisindeki sihri...



Abidal'in Maharetli Elleri



Abidal'in maharetli elleri arkadaşlarını zevkten bambaşka diyarlara götürüyor. Barcelonalı futbolcular artık yaşanan sakatlıklarda Abidal'in müdahale etmesini istiyorlarmış.

Futbolda Dünden Bugüne



Hep şanslı bir kuşak olduğumu düşünürüm. 60'lık plaklardan şarkı dinlemişliğim yoktur ama kalem ile çokça kaset sarmışımdır, en çok da Barış Manço'nun sarı etiketli ve teybin mikrofonu ile bir yerlerden kaydedilmiş hafif cazırtılı kasedini.

İlk futbol maçını siyay beyaz ekranda izleme şerefine erişenlerdenim. Schaub Lorenz marka TV'lerde kanal ayarlamaya çalışıp Tv kutusuna iki şaplak indirilen günleri de görenlerdenim. Şimdi full Hd olmayınca burun kıvırıyoruz. Yarın IPTV'nin eli kulağında.

Siyah beyaz ekranda piero yokken çubuklu formayla karşısındaki parçalı futbolcuların arasından ofsayt olup olmadığını pek ayıramazdık. Sonra sanırım 2-2 biten ve topun çizgiyi geçip geçmediği uzunca bir süre tartışılan Ahmet Çakar'ın yönettiği Beşiktaş-Fenerbahçe maçının oynandığı yıllarda girdi piero hayatımıza, biz de top çizgiyi geçmiş mi öğrendik.

Bolca radyodan maç dinlemişliğimde vardır, İlker Yasin'in bozulmamış amatör ruhla anlattığı maçlar, Levent Özdilek'in şimdilerde çok güldüğümüz maç oynanırken TRT forsuyla sahanın içerisinde dalıp sakat futbolcularla röportaj yapışına canlı şahitlik ettiğimiz günler.

Dedim ya garip yıllarda sevdi futbolu bizim kuşak, şimdi ile dün arasında belki de o yüzden en iyi karşılaştırmayı yapabilecek deneyimlerimiz oldu.

Garip yıllardı, Maradona'nın plakları aldı götürdü beni.

Benitez'e Ballon Merde Ödülü


Benitez'e de bu sene ödül vermek gerekir.


Kurtaramazsan Kurtarırlar Canım



Real Madrid'in kurtarıcısı ben değilim buyurmuş Cristiano Ronaldo. Yok ya diyorum ben de. O kadar parayı alırken ben daha fazlasını ederim babında ortalıkta dolaşmak kolaydı ama.

Yakala Yakalayabilirsen



Rio Ferdinand futbol kariyerinde en çok zorlandığı rakip oyuncu olarak Raul'u göstermiş. Ferdinand Raul için "Size karşı oynamıyor, her zaman sizden uzakta oynuyor".

Belki de bu kadar yıldır Real Madrid'te vazgeçilmez olmasının nedeni aslında Rio'nun sözlerinde saklı.

Pellegrini'nin Yerine Benitez


Hiç kimse alt kümelerdeki bir takımdan dört yemek için yüzlerce milyon euro (sanırım 260 milyon euro civarındaydı) parayı sokağa dökmez. Ve eğer hasbelkader böyle birşey gerçekleşirse her kim o parayı saçtı ise teknik adamın kellesini alır.

Teknik adam istenmediği için mi takım dört yemiştir yoksa basiretsiziliğinden mi bilinmez. Ama İspanya'da bugünlerde başı bir hayli sıkışık olan bir başka teknik adamın, Rafael Benitez'in ismi sıkça yazılıp çiziliyor Real Madrid ile.

Sonuçta Marca'yı takip etmek lazım bu konuda ama Pellegrini'nin artık bu takımın başında olamayacağını %100 eminim. Sezon başında da yazdığımız gibi Pellegrini'nin bu toplulukla uyum sağlaması biraz zor görünüyordu.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Rijkaard'ı Eleştirmek


Türkiye'de şöyle bir hava var: Birinci grup Rijkaard'ın değerini düşürmek için elinden geleni yapıyor. İkinci grup ise Rijkaard'ı eleştirmeyi bir tabu haline getirerek onu erişilmez bir futbol dahisi kılmaya çalışıyor.

Burada Flying Dutchman'dan bir alıntı yapacağım: "Her yerde ve her koşulda dogru sistem/dizilis/oyun felsefesi yoktur ve bu yüzden eldeki mevcut kadro ve bu kadronun oynadığı ligin genel yapısına en uygun olan en dogru sistemdir. Türkiye Süper Liginde Barcelona olabilirsiniz belki ama sürüyle Hiddink Chelseasi de sizi bekleyebilir. O zaman Barca olmak pek bir ise yaramayabilir".

Galatasaray'ın durumu tam da böyle değil tabi. Bir kere Rijkaard'ın futbola bakışı ne olursa olsun Galatasaray'ın oyuncu yapısı itibariyle ne total futbol oynamaya uygun olduğunu ne de oynadığını söyleyebiliriz. Şu anki görünümü itibariyle ne takım halinde hücum edebilmektedir Galatasaray ne de savunma yapabilmektedir. Servet'in deli danalar gibi rakip ceza sahasında gezinmesi ve gol araması değildir çünkü total futbol. Ve nitekim bu oyunun dizilişle de alakası yoktur aslında.

Rijkaard'ın Galatasaray'ı ne oynuyor peki? Hücumda öndeki dörtlünün kişisel becerilerini ön plana çıkaran, savunma ve orta sahanın desteklediği, savunmada ise öndeki dörtlünün savunma anlayışına neredeyse hiç katkı vermediği bir oyun düzeni. Aksini iddia eden var mı?

Bu durum Rijkaard'ın kabahati değil doğal olarak çünkü kadroyu kendisi oluşturmayan hiçbir teknik adam eleştiriyi hakketmez. Arogones'i geçen sene Fenerbahçe'de geçirdiği dönemden dolayı sırf bu yüzden eleştirmem mesela.

Rijkaard her ne oynatmak isterse istesin benim sürekli eleştirdiğim konu Elano'yu bir türlü devreye sokacak oyun düzenini oturtamamış olmasıdır. Bunu ister total futbol adı altında isterse başka bir isim adı altında yapın ne olursa olsun ortadaki gerçeklik Arda ile birlikte sezonun en flaş isminin Galatasaray'da yokları oynamasıdır sorun. Ha yokları oynayabilir ve siz başka bir oyuncu tercihi ile başka bir futbol oynatma yoluna gidebilirsiniz ama bu tercihte olmayınca eleştirmek gerekir.

Eleştirmek ister pozitif isterse negatif olsun kötü birşey değildir. Rijkaard'ın mutlaka Galatasaray'a ve Türk futboluna katacakları vardır. Buyüzden uzun yıllar Galatasaray'ın başında olmasını da isterim canı gönülden.

Ama ne Rijkaard'ı yerden yere vurarak onun sırtından rating yapmak, ne de onu erişilmez kılarak dokunulmaz hale getirmektir aslolan. Aslolan Rijkaard'ın uzun vadede yapacağı işlere bakmaktır. Maç performansını da eleştirebilirsiniz ama bu eleştirinin ömrü tıpkı oynanan oyun gibi 90 dakikayı geçmez.


Rijkaard ile Galatasaray bu sezon başarılı olamayabilir ancak Rijkaard için esas sınav önümüzdeki yıl olacaktır. Şu anki oyun için biraz ağır kaçacak olsa da dilimin ucuna gelen oyun düzeni total futbol değil topal futboldur.

Sezonun başından bugüne yediğinden fazlasını atmaya çalışan bir takım vardır sahada ve Türkiye içerisinde lokal başarıyı sağlayabilir bu oyun. Yuarıda bahsettiğimiz olası başarısızlığın tersine başarıda da Rijkaard'ın futbol anlayışının izlerinden çok bu gerçeklikle yüzleşmemiz gerekir.

Ve eğer Rijkaard gerçekten total futbolu oynatacaksa bunun için de önümüzdeki yaz döneminde istediği transferleri yapıp gelecek seneyi beklemek gerekir.

Korkak Taraftarın Abdul Kader Keita Suikasti


Türkiye'de vizyona girdiği ismiyle Korkak Robert Ford'un Jesse James Suikasti yaklaşık 160 dakikalık izlenmesi ve hazmedilmesi zor bir filmdir. Ama filmin başından beri bilirsiniz ki katil Robert Ford'tur.

Keita'nın hikayesi ise biraz farklı, hedef Keita mı yan hakem mi tartışmaları oturdu gündeme. Atan Fenerbahçe taraftarı mıydı yoksa fotografta gösterildiği gibi Galatasaray taraftarı mı? Ne farkeder ki, bugün o su bardağını atan korkak adam elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Yarın diğerleri de atacaklar ve yine ellerini kollarını sallayarak dolaşacaklar.

Kendisini binlerce taraftarın arasında kamufle ederek hiçbir şeyin farkında olmayan bir oyuncuyu ya da hakemi hedef alarak zarar verici bir madde fırlatmak korkaklıktan başka birşey olamaz.

Tek başına iken bir hiç olup on kişi bir araya geldi mi kaplan kesilen (aslan demeyeceğim çünkü küçük beyinler bunu da yanlış yorumlarlar) bu garip zihniyet ister Fenerbahçeli olsun ister Galatasaraylı camialar için utanç kaynağından öteye gidemezler.

Jesse James'i unutturmayan Amerika'nın Robin Hood'u imajıdır, Keita'yı unutturmayacak olan ise kafasına yediği bardağı 70 milyonun gözüne sokuşu olacak. Korkak taraftarları kim hatırlayacak? Kimse...

Cumhuriyet ile Gelen Gol



Fotograf Zeki Rıza Sporel'in Cumhuriyet tarihinin Milli Takımlar düzeyinde yapılmış ilk maçında Romanya'ya attığı gole ait. 26 Ekim 1923'te oynanan müsabaka Cumhuriyet'in ilanından 3 gün öncesi olmasına rağmen ilk milli maçımız kabul edilir.

Dönemin şartlarında antrenör bulunamadığı için sahaya Sami Yen Bey'in yönetiminde çıkmıştık. O gün sahaya antrenörsüz çıkan (şu anda da antrenörsüz gerçi) Milli Takımımız Taksim Stadyumu'nda Romanya ile 2-2 berabere kalmıştı. Takımımızın kadrosu şöyleydi: Nedim Kaleci (Altınordu), Hasan Kamil Sporel (Fenerbahçe), Cafer Çağatay (Fenerbahçe), İsmet Uluğ (Fenerbahçe), Nihat Bekdik (Galatasaray), Baron Feyzi (Altınordu), Emin (Altınordu), Alâeddin Baydar (Fenerbahçe), Zeki Rıza Sporel (Fenerbahçe), Sabih Arca (Fenerbahçe), Bedri Gürsoy (Fenerbahçe)

Üzerinden tam 86 yıl geçti. Yarın Cumhuriyet Bayramını kutlayacağız. O gün o sahada görev alanların anısına yarınlarda bu golü ve Cumhuriyet'i nasıl kurduğumuzu hiç unutmamak adına herkesin Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyorum.

27 Ekim 2009 Salı

Tükürmek Yasak


Bugünün en sıcak gelişmesi İngiltere'de futbol federasyonunun yaygınlaşan domuz gribi nedeniyle futbolcuların saha içerisinde tükürmelerini yasaklamış olması.


Tüküren futbolcuya yaptırım ne olacak bilemiyorum, muhtemelen bir sarı kart bile olabilir ama Blackburn Rovers başta olmak üzere bazı takımların salgın nedeniyle sıkıntı yaşadıkları biliniyor.


Yasak Türkiye'de uygulanırsa ve cezası sarı kart olursa sahada pek kimse kalmaz herhalde. Bundan en büyük zararı da hiç kuşkusuz Servet görecektir.

Millwall'lu Galatasaraylılar



Fotograf Sami Yen'den değil. Zaten tiplerinde klasik Türk tipi ile hiç alakası yok. Millwall'un evinde Leeds United'ı 2-1 yendiği maçta bir taraftar 2000 yılındaki Galatasaray-Leeds eşleşmesinde yaşanan ve iki Leeds taraftarının ölümüyle sonuçlanan olaylara gönderme yaparak rakibini tahrik etmeye çalışıyor olsa gerek. Başka bir anlamı yok çünkü. Adam Galatasaray sempatizanı değilse ki Türk olmadığı çok aşikar başka bir anlamı yok.

Nike vs. Adidas: Futbolda Marka Savaşları



Dünya futbolu aslında sportif bir mücadeleden markalar arası savaşa yıllar önce döndü. Kuşkusuz bu savaşın bayraktarlığını yapan iki marka spora en yakın olan Nike ve Adidas.

İki firmanın sponsor olduğu oyuncuların listesine Adidas ve Nike linklerinden wikipedia'dan ulaşabilirsiniz. İki markanın başını Nike için Cristiano Ronaldo ve Ibrahimovic, Adidas için Messi ve Kaka çekiyor.

Marka savaşları öyle bir hale geldi ki 98 Dünya Kupası'nda sara krizi geçirdiği ileri sürülen Ronaldo Milli Takı sponsoru Nike'ın baskısıyla zorla final maçına çıkarıldı. Sponsorların bu kadar etkin olduğu bir dönemde artık takıma sponsor olmak birşey ifade etmiyor. Çünkü rakip o takımdaki bir futbolcuya sponsor ise basın önünde futbolcunun arkasında fonda kendi logonuz kaybolurken rakip markanın ismi ve logosu tişörtünün önünde kocaman ekranı kaplayabiliyor.

Sonuçta marka savaşları futbolu bu kadar üst düzeye getiren ancak marka savaşları artık fakirin eğlence kaynağı olan futbolu onların elinden alan ve zenginlerin, elitlerin sporu haline getiren en önemli unsurlardan biri.

Futbolun zenginlerin sporu haline dönüşümünü önümüzdeki günlerde yazacağım, şimdilik bu konuda en büyük etkenlerden biri olan Nike ve Adidas'ın adını anıyorum sadece.

Marka savaşları biz futbol aşıklarını tribünlerden uzaklaştıran, firmaların futbolu keşfetmesiyle onu ulaşılmaz kılmaya başlayan en önemli etken oldular. Ortalama bir Türk vatandaşının Şampiyonlar Ligi, Premier Lig, TSL hatta Bank Asya dahil birçok futbol maçını izleyemediğinin farkında mısınız?




Milanlı Oyuncular A7'lerine Kavuştu



Audi pazarlama iletişimi konusunda feci atakta. Dünyanın dört bir yanında şimdi pr yapılmış oldu markaya. Önce Real Madridli futbolcularla reklam filmi, sonra Milanlı oyunculara sponsorluk nedeniyle teslim edilen araçlar. Yeni Audi A7'ler 2010 gelmeden kapanın elinde kalacak bu gidişle.



Etrafı Kolla Oğlum Ben Açacağım Kilidi



Mahalle arasında dolaşıp otomobil çalan çakal hırsızlardan farkı yok, öyle bir poz ki sanırsın Benzama ve Ronaldo etrafı kolluyor, Kaka'da koşup açacak kilidi sonra vın. Audi mi? Valla ben olsam ben de kaçırırım...

Keita'nın Ardından


Keita'nın saha içi ve dışı olaylarını, son maçta Roberto Carlos'a vurduğu darbeyi başka bir yerde tartışabiliriz. Ama bu yazıda bize öğrettiğini konu edeceğim.

İyi ki Keita daha önceki Sami Yen'de ve Şükrü Saraçoğlu'ndaki maçları görmedi. Bu haftasonu atılan su bardağını saha komiserine ve gözlemcilerin yanına kadar koşarak burunlarına sokmasını ayakta alkışlamak lazım. Bu bir toplum olarak ne kadar duyarsız, ne kadar çevremizdeki olaylara toplumsal ve bireysel tepkiden yoksun yaşadığımızı bir tokat gibi çarptı yüzümüze.

Eğer Keita bundan önceki derbileri yaşamış olsaydı hiç kuşkum yok mbavulu toplar gider biz de ona yamyam kaçtı diye başlık atardık. Çünkü bu toplum içerisinde yaşaya yaşaya artık her türlü çirkinliği göremez hale geldik.

Derbi atmosferi, yaşanan gerginlikler değil beni kızdıran. Elbette gerginleşen bir oyun, seyirci herşey bu futbol denen zilletin parçaları. Hem de olması gereken parçaları. Ama bu gerginlikte seyircinin saha içerisine müdahale etmesi gibi bir lüksü yok. Adı üzerinde onlar seyirci. İzlemek ve desteklemek için oradalar. Rakibe bağırmak çağırmakta da sorun yok, rakip taraftarı kızdırmakta da.

Ta ki işin içerisine başkasına zarar vermek için yapılan fiili eylem girene kadar. İşte biz bunu o kadar benimsedik ki artık gözlerimiz köreldi. Keita da körelen gözlerimizi açmak için saha komiseri ve gözlemcilerin burnunun dibine kadar o su bardağını götürmek zorunda kaldı.


Kazım'a Ne Lazım


Yoğunluktan bloga bakamıyorum, gece 11:00 -12:00'de işten çıkınca evde de yazamıyor insan gündemi kaybediyor. Ama Kazım'a ne olursa olsun birşeyler yazmak gerekir.

Kazım'ın kaderi de, fiziği ve oyun stili de Anelka'yı hatırlatıyor bana. Çok teknik, gol vuruşları ise Anelka gibi ya da Fransız oyuncuların geneli gibi ince değil, sert vurmayı seviyor bazen dağa taşa gitse de. O da Fransız gibi sağ kanatta oynuyor Fenerbahçe'de. Anelka da sağ kanada atılırdı bolca. Ama forvette oynadığında Fransız'dan fiziksel mücadele açısından daha güçlü.

Tıpkı Anelka gibi boş koşuların adamı Kazım, açık alanda yakalanmayacaksın. Aynı şeyi Chelsea'ye de yaptı, Galatasaray defansının sorunlu olması değil Kazım'ın performansının üst seviyeye çıkması. Premier Lig'de ne kadar sert oynayabiliyorsan bu oyunu o kadar sert oynayacak potansiyeli var.

Kazım takım oyuncusu değil, futbolu bilmiyor tek sorunu o. Top ayağında iken fanteziye kaçmaya çalışıyor. Bunu bir aşabilse, biraz Alex olabilse ondaki kumaş dünyanın sayılı forvetlerinde yok.

Her iş karakter meselesi, Kazım'ın da karakter olarak ciddi bir olgunlaşmaya ihtiyacı var. En iyi performanslarından birini sergilediği Galatasaray maçında bile küfür yiyiyor mesela. Hoş çıkarken alkışlandı ama maç içinde görüyorum ben ona yönelen kızgınlığı. Duyuyorum arkamdan uçuşan galiz ifadeleri.

Yoksa Kazım'ın Servet ve zaman zaman Gökhan Zan ile gösterdiği mücadele kolay değildir, insanüstü bir güç gerektirir. Ama genlerindeki o siyah ırkın vurdumduymazlığını bir türlü yıkamıyor. Daum onun için çok önemli sözler söylemiş.
Farklı kişiliği yüzünden yalnızlığa itildiği Fenerbahçe'de ona paylaşımcı olmasını ve öncelikle kendisinin arkadaşlık kurmasını öğütlemiş. Bunu saha dışında yaptıkça takımın bir parçası haline geldi Kazım.
Artık saha içinde de daha paylaşımcı olması gerekiyor. Üçe bir hücum ederken 30 metreden şut çekmeyi bıraktığı gün Kazım Türk futbolundaki en büyük yıldız adayıdır.


25 Ekim 2009 Pazar

Bir Derbi Klasiği



Yukarıdaki görüntü maç öncesinden, normalde maç içi ya da sonrası olmasını beklersiniz ama değil. Sinir harbi ısınırken başladı her iki takım içinde.

Bu sinir harbini her zaman rakibinden daha sakin olmasını bilen Fenerbahçe kazandı. Maç öncesi Galatasaray'ın defasın göbeğinde oynayan ikilisinden bahsetmiştik. Yumuşak karnından vuruldu Galatasaray. Fenerbahçe galibiyete yetecek pozisyonu buldu. Öyle dalga dalga gelmedi ama göbe kesilen yan toplarda, yapılan driblinglerde golü atacağını hissettirdi. Galatasaray ise hücum hattında her varyasyonu denemesine rağmen kısır bir görüntüdeydi. Yere göğe sığdıramadığımız forvet hattı karşısında Volkan'ın çıkardığı top yok.

Fenerbahçe maçı kazanmasına rağmen 30 ila 40. dakikalar ve Keita kırmızı kart gördükten sonra yine oyunu rölanti alma hastalığına yakalandı. Ama rölantiye alacağım derken oyunun bütün insiyatifini rakibine verdiği için kaza golü yeme ihtimali de vardı. Pozisyon vermedi ama insiyatifi bu kadar verdiğinde oyunun kontrolü her an kaçabilir.

Sakin olan kazandı dedik, Keita'nın önceki vukuatlarını biliyorduk ama o dün gece bu yüzünü Fenerbahçe sendromu yüzünden çıkarmış olamaz herhalde. Yoksa gelen herkes mi bu sendroma giriyor?



Iker




Cassilas'ın GQ dergisine verdiği pozlar. Bence sahaya takım elbiseyle çıkıp 90 dakikayı tamamlamalı Iker.

Fenerbahçe mi Galatasaray mı?


Dünyanın ve bizim dünyamızın en büyük iki derbisi oynanıyor bugün. Boca ve River yeryüzünün diğer yarım küresinde karşı karşıya gelirlerken Şükrü Saraçoğlu'nda Fenerbahçe de Galatasaray'ı ağırlayacak. Ben de bu maçla ilgili olarak her iki takımı da teraziye koymak istedim.

Her iki takımda 4-2-3-1 oynuyor genel olarak. Ancak Fenerbahçe'nin ikilisi Cristian ve Emre zaman zaman oyunu daha geride kabul ediyorlar. Bu da oyunun bazı bölümlerinde rakibin etkinliğini artırıyor. Bu nedenle bu akşam da sahada Galatasaray'ın daha çok yapması Fenerbahçe'nin ise kurduğu baskılı pres ile (bunu bazen ön alanda da çok iyi yapıyorlar) kontra pozisyonlar yakalaması beklentilerim arasında.

Takımları blok olarak incelersek Fenerbahçe'nin kaleci, defans ve önlerindeki ikili açısından daha iyi olduğunu görüyoruz. Galatasaray'ın ise öndeki dörtlü hücum hattı muazzam. Fenerbahçe'nin yumuşak karnı Carlos olabilir çünkü karşısında Keita oynayacak. Keita'nın özellikleri itibariyle hem Carlos'a hem de Vederson'a üstünlük sağlaması mümkün. Burada kademe anlayışı çok önem kazanacak. Bilica'nın bazı pozisyonlarda Carlos'a daha yakın durması gerekir.

Galatasaray'da da benzer bir sorun var o da defansın göbeğindeki ikilinin uyumsuzluğu ve oyun disiplininden uzaklaşması. Bu da Güiza, Semih, Kazım gibi araya iyi koşular yapan bir forvet hattına karşı büyük problem.
Hiç kuşku yok ki iki takım da güney yarım küredeki meslekdaşlarına oranla daha formdalar. Galatasaray'ın Fenerbahçe maçlarındaki psikolojik sıkıntısına rağmen ben bu akşam kimseyi favori göstermeden bol gollü bir maç bekliyorum. İki takıma baktığımda oldukça gollü bir maç vaadediyorlar.


24 Ekim 2009 Cumartesi

Fabio ve Futbol Üzerine


Fabio Capello'nun en önemli özelliğidir gittiği her takımda başarılı olmak. Size her zaman iyi futbol vaad etmez ama taktik zekası üst düzeydedir. Ve bu yüzdendir ki belirli bir sistem adamı olmamış, takımdaki oyuncu yapısına göre oyun düzenini belirlemiştir hep.

Başarısının sırrını açıklarken devre aralarında futbolcularına üzerilerindeki zihinsel ve fiziksel yorgunluğu atabilmeleri için beş dakika boyunca konuşmamalarını ve kendilerini dinlemelerini istediğini söylemişti bir zaman önce.

Capello'nun bir başka sırrı da hemen hemen her spordan feyz alabilmesi ve bunu futbola uyarlaması. Tüm sporların içinde barındırdığı psikolojik unsurları bilmek gerektiğini düşünüyor Capello. Bunun kendi teknik adamlık tarzına olumlu yansımaları olduğuna inanıyor. Sonuçta tüm sporların içerisinde barındırdığı düşünce yapısı farklı. Ama hepsi de birbiri ile etkileşim içerisinde. Mesela rugby ya da buz hokeyi savaşmayı, voleybol dengeyi, beyzbol konsantrasyonu daha ön plana çıkaran sporlar. Bir teknik adamın her spor dalındaki öne çıkan unsurları sentezlemesi gerekiyor ona göre.

Bu yaklaşımın son derece doğru olduğuna inanıyorum. Biz futbol yazan insanlar da bu durumu teyit ediyoruz aslında yazılarımızda. Çok atletik ya da rugby takımı gibi güçlü bir takım diyoruz, futbolu bir santranç maçına benzetiyoruz özellikle teknik adam yorumlarımızda. Öyle anlar oluyor ki 90 dakika dayak yiyen takım bir kontra yumruk çıkartarak maçı alıyor bokstaki gibi. Bazen müsabaka güreşe dönüyor, nasıl ki zevksiz bir güreş maçı bitmek bilmez 90 dakikada 90 gün geliyor.

Tüm bu benzerlikler içerisindeki fiziksel, taktiksel ve psikolojik faktörleri ile futbolu besleyebiliyor. Futbolun bu kadar güzel olmasının nedeni belki de en çok spor dalından beslenen bir etkinlik olmasında yatıyor. Tabi bu sadece bir yönü futbolu çekici kılan. Geniş kitleler tarafından benimsenmesinin ekonomik, psikolojik hatta devlet politikasının bile etkin olduğunu ve daha birçok faktör sayabileceğimizi unutmadan yapıyorum bu yorumu. Futbol öyle bir spor haline geldi ki ceza sahası içerisine gönderilen her ölü topta basketboldaki bir pota altı mücadelesi yaşıyoruz.

İşte tüm bu beslenme teknik adamlara da aslında birer spor adamı olma vizyonu yüklüyor. Bir spor dalı bu kadar beslenirken teknik adamın beslenmemesi kabul edilemez. Bir önceki yazımda Luis Van Gaal'i ele almıştım Luis Van Terim başlığı altında. Kendini Tanrı gibi görmekten bahsetmiş ve onun kendi sistemine hayranlığını Terim'e yapılan eleştiriler üzerinden ele alarak kendi kritiğimi yapmıştım. "Ders almam, ders veririm" de bu tutumun bir yansıması. Ancak Terim'in ders almam ders veririm söyleminde ben her zaman ağırlıklı olarak Türk medyasına karşı konulmuş bir kalkan niteliği taşıdığına inandım. Terim Capello gibi kendini sürekli geliştiren bir teknik adam olamadı bunu da kabul ederek söylemini Luis Van Gaal'in ki kadar sığ bulmuyorum.

Capello'ya dönecek olursak: Makbul teknik adamdır benim için. Türk futbolsever sevmez meşhur Roma-Galatasaray maçlarındaki Eser hocanın saçını çekmesi ve ortalığı alevlendirmesi nedeniyle. Çirkef bir tarafı vardır ama konu teknik adamlık ise bu kadar beslenen, sisteme değil, oyuncu yapısına göre düzenini kuran bir teknik adam işini çok iyi yapıyor demektir benim için.


Luis Van Terim


Luis Van Gaal'i öve öve yere göğe sığdıramayız ama Terim'i yerden yere vururuz değil mi? Terim olması değil önemli olan Ahmet'i, Mehmet'i de vururuz yerden yere.

"Ben Tanrı'yım. Herzaman herşeyi doğru yaparım" sözü size birşey hatırlatıyor mu? Van Gaal bu sözü soyunma odasında futbolcularına söylemiş.
Kibir, özgüven, ego, çevresindekileri küçük görme... Say say bitmez ama bu sözü kimse görmez herkes ders almam ders veririm etrafında dolanır durur.
Hadi Van Gaal'in yanına aldığı kararlara itiraz edecek bir yardımcı koysanıza...


Politikadan Kuma Atladı



Politika derken kumlara atıldı ve özüne döndü Romario. Plaj volybolu sahasında futbol becerilerini sergilerken yeteneğinden hiç birşey kaybetmemiş gözüküyor. Mayo tam bir fiyasko ama o konuya girmeyeceğim.

23 Ekim 2009 Cuma

Barca Olmadı Arsenal



"En güzel futbol burada değil Barcelona'da oynanıyor. Ama onlarda sonra muhtemelen biz de. Barcelona'ya tarnsferim yattığında elbette hayal kırıklığına uğramıştım. Ama sonra bu gerçeği kabul ettim. Bu benim kaderimdi. Sonrasında da Arsenal'in yolunu tuttum. Bence kulübüm modern futbolda en eğlenceli oyunu oynayan ikinci takım. Geldiğime değdi".

Arshavin'in günümüz futbolu ve Arsenal üzerine sözleri

22 Ekim 2009 Perşembe

Hocamızın Arkasındayız



Kötü sonuçlara rağmen hocamızın arkasındayız sözü ligimizde başkanların ağzından hiç eksik olmaz. Bir benzer açıklama George Gillett ve Liverpool yönetiminden geldi.

Rafa'nın kontratını daha yeni uzatmış olduklarını, ona güvenlerinin tam olduğunu söyledi Georger Gillett. Tüm taraftarlar gibi Rafa'nın da hayal kırıklığı yaşadığını ancak Liverpool'da işinin garantide olduğunu sözlerine ekledi.

Rafa'ya bir tavsiye: Hiç kimseye arkanı dönme. Bu açıklamanın ne anlama geldiği ile ilgili Türk meslekdaşlarına danış. Herkes Türk futbolundaki yönetiiler gibi değil tabi ama sen yine de Türk teknik adamların sözlerini de bir kenara yaz. Gün olur lazım olur.

Düşler Sahnesinde Yola Devam


Fenerbahçe Alex'in, Güiza'nın ve Semih'in oynamadığı bir maçta rakip ceza sahasına kadar çok etkili olup o bölgede biraz ne yapacağını şaşırdığı için genelde on sekiz üzerinden yaptığı vuruşlarla etkili oldu 90 dakika boyunca.

Hücum hattını klasik düzenine uyarak çıkartmıştı sahaya Daum, sadece isimler farklıydı. Santos sol, Topuz sağ kanattaydı, ortalarında Özer ve önlerinde Kazım oynuyordu. Kazım zaman zaman takımı 4-6-0'a çevirdi, zaman zaman 4-2-3-1'i yakaladı takım. Zapata'nın cepheden gelen toplardaki başarısı Fenerbahçe'nin bu hüum düzeninde daha rahat bir skor almasını engelledi. Ama deplasmandan çok önemli bir üç puan çıkardı sarı larcivertliler.

Steau Bükreş galibiyetini nasıl görmeliyiz? Avrupa'da transfer harcamasında ilk 20'de olan bir kulüple karşılaştıracak olursanız az bile atmış Fenerbahçe diyebilirsiniz. Geçen sezon Galatasaray'ı ön eleme maçında safdışı edip Şampiyonlar Ligi'ne katılmış bir takım gözüyle bakarsanız başarılı bir sonuç olur. Hagili ekolün temsilcisi derseniz başarıyı daha da büyütürsünüz. Aslında olması gereken oldu. Başarılı bir sonuç ama büyütmemek de yarar var.

Rakibin Nicolita gibi etkili ve deneyimli bir oyunusu var. Kolombiyalılar fena değil, kalecileri yan toplarda ortalama bir kaleci ama cepheden mükemmel oynadı. Ama Romanya ekibi için işler kolay gözükmüyor. Sheriff'in Twente karşısında 2-0 önde olduğu haberi de düşünülünce Fenerbahçe iyi iş çıkardı bu gece.


Tilev Emre


Emre Tilev dilini eşek arısı soksun emi...Niye Wederson Gökçek dersin adama? Biz sana Tilev Emre diyor muyuz? Roberto Carlos'a Carlos Roberto, Lugano'ya Lugano Diego, Özer'e Hurmacı Özer mi diyorsun ki? Derdin nedir abi o zaman, niye böyle kasıyorsun?


Tehlikenin Farkında mısınız: Dijital Platform Savaşları




Maçı Digiturk üzerinden TNT kanalından izledim. Ve maç boyunca D-Smart'ın Emre Tilev'in ağzından yasal uyarı anonsları, alttan ve üstten geçen uyarı bantlar, yayının donması, kesilmesi, ekranın ortasında çıkan D-Smart logosu maç keyfini ikiye katladı.

Evimizin içine girdiler, artık evimin salonunda dijital platform savaşlarını yaşıyorum. Ben tüketiciyim bu maçı izlemek için D-Smart kutusu alırım veya almam. Ola ki almış olsaydım D-Smart'ın yasal uyarılarına maruz kalacaktım. Ekran donmayacaktı belki, ekranın ortasında logo da çıkmayacaktı. Ama verdiğim parayla rezil olacaktım. Hiç olmazsa bu rezilliği para ödemeden yaşadım.

Evimin ortasında şifreler algoritmalar, Emre Tilev'in dayanılmaz ses tonuyla yaptığı anonslar yüzünden oluşan konuşma baloncukları uçuşuyor. Beynimi kemirdiniz adeta.
Varsa bir sıkıntınız gidin mahkemede halledin. Kutu var veya yok ben maçı keyifle izlemek istiyorum. Açtırmayın kutuyu, söyletmeyin kötüyü. Düşler sahnesi kabusum oldu bu gece...


Garip Bir Şampiyonlar Ligi Haftası


Eğer bahis yaptıysanız hepiniz yattınız. Uzun zamandır bu kadar garip sonuçların alındığı bir ŞL haftası yaşamamıştık. Dün gerçekleşen sonuçlarla ilgili yorumlarımı yapmıştım.


Çarşamba gecesi ile ilgili en büyük bomba Milan'ın dirilişi olsa gerek. Madrid ekibini 3-2 ile deplasmanda geçmeleri hala yaşamsal belirtiler olduğunu gösteriyor. Hem Barca hem de Real Madrid'in kendi sahalarında yenilmeleri pek çok takımın iştahını kabartmıştır.

Beşiktaş beklenilmeyeni gerçekleştirdi. Herkes Wolfsburg'un farklı kazanmasını beklerken bir puanla dönüyorlar. Bir sıfırdan iyidir.

Bir de bu hafta Chelsea açısından gövde gösterisi oldu. 4-0 ve İspanyollar yine yerde. İspanya'nın yüzünü ağırtan tek takım Sevilla.


Peki bu sene sürpriz bir final izleyebilir miyiz? Mesela Porto, Bordeaux, Lyon, Sevilla ya da İtalyan takımlarından herhangi ikisi finale ulaşabilirler mi? Neden olmasın...

21 Ekim 2009 Çarşamba

Örnek Hakem



Her hakem sahada plaj topuna, balona falan izin vermiyor tabi. İşte yılın hakemi. Sanki gole gidiyormuş izlenimi verse de plaj topunu dışarı çıkaracağını ummak istiyorum. Bu durumun akıbeti ne oldu bilen varsa tez elden yorum yazsın:-) Zira gole gitmek gibi bir amacı varsa başlığı hemen Ördek Hakem diye değiştireceğim.

Yolcudur Abbas



Bu bakışlar hiç hayra alamet değil. Çaresizlik, umutsuzluk, tükenmişlik ve şaşkınlık. Hepsi bu bakışlarda toplanmış. Liverpool SOS veriyor ve yapılacak ilk operasyon belli gibi gözüküyor.

Dualarla mı Kazandılar?



Beşiktaş kulübünün yöneticilerinden Levent Erdoğan geçtiğimiz yıl taraftarların dualarıyla şampiyon olduk diye bir açıklama yapmıştı.

Benzer bir açıklama Rubin Kazan yönetiminden gelir mi acaba? Maçı teknik direktörümüzün dualarıyla kazandık diye...Öyle sanıyorum teknik direktör Kurban Berdyev son bir yıla damga vuran bir takımı devirmenin huzuruyla ya çok güzel bir uyku çekti ya da gözüne hiç uyku girmedi dün gece.

Yine de Rubin Kazan'ın şanslı olduğunu belirtmek gerekir. 90 dakika içerisinde 3 şutları var ve ikisini gol yaparak %66 gibi mükemmel bir yüzde yakaladılar. Maç boyu topa sahip olabildikleri oran sadece %31. Ve kendi kalelerinde tam 22 şut gördüler.

Akıllara Barca'nın yıkılması ile hemen şu soru geldi tabi: Bu sezon geçen yıla göre onlar için farklı olabilir mi? Çünkü biz onları için aşağıdaki gibi perişan görmedik.

Kuşkusuz geneç sezon ki başarıyı tekrarlamaları zor, ama Levent Erdoğan'ın Beşiktaş için bir sezon gösterilen performansı sadece dualara bağlaması ne kadar abesle iştigalse dün akşamki skoru da genele yaymak aynı şey olur. Rubin biraz da dualarla kazandı gibi gözüküyor.



20 Ekim 2009 Salı

Geceye Damgasını Vuran Türk


Şampiyonlar Ligi maçlarını malum sebepten izleyemiyorum. Hafta içi işten çıkıp eve gelip onca yorgunluğun ve aileyle geçecek kısıtlı zaman diliminin içerisinde bir de dışarı çıkıp bizim sitenin kafesine gitmek zor geliyor.

Ben de uefa.com'dan takip ediyorum, bu satırları yazmaya başladığım an itibariyle Rubin Kazan pek çok bahisçinin kuponunu yatıracak bir sonuca doğru gidiyordu. 1-0 öne geçtikleri maçta Ibrahimovic ile beraberliği yakalayan Barca bu skoru koruyamadı. Rubin Kazan'ı öne geçiren golü de Gökdeniz Karadeniz kaydetti. Ben bu satırları bitirene kadar skoru koruyabildikleri takdirde geceye damgasını vuran adam olacaktı Gökdeniz ve oldu da.

Rubin Kazan ilk maçta son dakikalarda Dinamo Kiev'e boyun eğmiş, ikinci maçta ise Inter ile 1-1 berabere kalırken Morinho bu skora dua etmişti. İlk iki maçta şanssızdılar ama bu sonuçla grupta yeniden iddalı duruma gelecekler. Şans bu kez Rubin'in kapısını çaldı.

Inter de kendi evinde Dinamo Kiev ile 2-2 berabere kalınca bu grupta işler iyice karışmış oldu.

Geceden iki çarpıcı sonuç daha var. Unirea Glaskow Rangers'ı gömdü adeta ve 4-1'lik deplasman galibiyetine imza attı. Benitez fena sallanıyor, kendi sahalarında Lyon'a 2-1 kaybettiler. Sevilla da artık grubun kapısını deplasmanda aldığı 3-1'lik Stutgart galibiyeti ile ardına kadar araladı. Diğer sonuçlar şöyle:

Debrecen 3 - Fiorentina 4
AZ 1 - Arsenal 1
Olympiakos 2 Standard 1 (Zicolu Olympiakos iyi gidiyor).


Serie A'da Yılın Pankartları



"Şükürler olsun, sarhoşuz". Eleonora Ingrassia isimli Torino taraftarı takımının küme düşmesi sonucu astığı bu pankartla yılın en iyi pankartı ödülünü kazandı.

Sezonun diğer ödül alan pankartları şöyle:

"Babişko bana Adebayor'u al" İmza: Noemi. Taraftar son dönemdeki zayıf transfer politikası karşısında Berlusconi'nin genç sevgilisinin ağzından talebini dile getiriyor.

"Morinho İtalyanca'yı bayağı konuştuğu için öğrenebildi". Morinho'nun sivri diline küçük bir dokundurma.

"Cassano için 700 kadın ama onun beyni bakir ve el değmemiş". Cassano'nun 700 kadınla olduğunu söylemesine atıfta bulunarak zekasına dokunduruyorlar.

Turkcell SüperLig'de uzun zamandır Çarşı dışında ki onlarda genelde karşı olma üzerine kurgular yaratıyorlar, böyle ince dokundurmalar göremiyoruz. Benim en son hatırladığım Mesut Yılmaz'a yazılan "Sandıkta görüşürüz" ve Beşiktaş taraftarlarının Ortega için yazıp Fenerbahçe taraftarlarını kandırarak açtırdıkları İspanyolca "korkak tavuk" pankartlarıydı.

Haftanın Golü #6

Tartışmasız olarak Stankovic'in Genoa'ya attığı ve maçı 3-0'a getiren golü listenin başına koyuyoruz bu hafta. Orta sahadan topun gelişine yaptığı vuruş bugüne kadar o mesafeden atılan bir çok golden de ayrıştırıyor kendisini.



Sakar Kaleci Alves



Hiç kuşkusuz kendi oynadığı bölgenin en iyilerinden Dani Alves. Ama kalecilik pek ona göre değil. Bacaklar bir pergel gibi açılmış kollar birbirine dolanmış. Pep'e bir uyarı: Maçta Valdes atılır da değişiklik haklarını tamamlarsan Alves'i koyma bence kaleye.

Kardeş Blogdan Serie A Yorumu


Büyük Artistler yazısında http://golcusansi.blogspot.com/ İtalyan futbolcuların artistik futbol ilkelerine olan yeteneğinden bahsediyor. Serie A'nın seyir zevki açısından La Liga ve Premier Lig'in gerisinde kalmadığını düşünenlerin okumasını tavsiye ediyorum. Fotograftaki üç maymuna da dikkat edin derim.

Bir de Kadınların En Zor Dönemi yazısındaki video var ki...Anlatmayayım siz girip bakın bence.


Korkuluk



Rivayet odur ki Arsenal'in antremanlarına kargalar dadanmış. Wenger de çözümü her futbolcusunu bir saat korkuluk olarak sahanın ortasına dikmekte bulmuş. Arsenal'deki alışkanlıkları fotografta görüldüğü gibi Rus Milli Takımı'nda da devam ediyor Arshavin'in.

Not: Uykusuzluk, dikkatsizlik ne derseniz deyin Arsenal antremanı diye girmiştim postu. Ama bir arkadaşımız düzeltti bana gönderdi yorumla. Yanlışlık için kusura bakmayın. Dün post bile giremeyecek kadar yoğundum. Bugün gözümü açtı yazı yazmaya başladım. Ama yorgun kafayla böyle bir hata yapmışım. Affola:-(

İş İlanı: Denizlispor Teknik Dalkavuk Arıyor


Bir takımın başkanı maç sonrası soyunma odasına giriyor, futbolcularına ve teknik adamına bağırıp çağırıyorsa o teknik adam istifa eder. Nurullah Sağlam da yapılması gerekeni yaptı.

Benim şimdi merak ettiğim Denizlispor'un başına hangi şerefli teknik adamın geleceği. Öyle ya gelen adam aynı zamanda başkana ister bana bağır , ister futbolcuları fırçala ne yaparsan yap diyor. Bu iş ekmek parası muhabbeti falan değil. Hiç bir teknik adamın da ekmek parası kazanmayı bu kadar yerlerde süründürmeye hakkı yok.

Bir teknik adam daha işin başında başkanın bu davranışına boyun eğerek görevi kabul ederse, o adama teknik adam demem, çünkü adam değildir en başta. Olsa olsa teknik dalkavuk olur.