30 Kasım 2010 Salı

Elano Blumer da Gitti



















Pek Süper Lig'den bir yıldız daha kayıp gitti. Büyük ümitlerle Manchester City'den Galatasaray'a transfer olan Elano verilen bonservis ücretinin yarısından daha azına, 2,9 milyon Euro'ya Santos'un yolunu tutuyor.

Galatasaray faydalanamadı bu adamdan, yoksa geldiği günü hatırlayınca insan nereden nereye diyor. Brezilya Milli Takımı'ndaki performansı bile yeterli son Dünya Kupası'nda. Öyleyse nedenlerini artık araştırmanın vakti gelmedi mi? Neden birçok önemli isim bu lige geliyor ve neredeyse istenmeyen adam ilan edilip gidiyor. Yazık...

Bir iz bırakmadı Süper Lig'imizde Elano. Geldiği ilk haftaydı sanırım mükemmel bir gole imza atmıştı ama hangi maç olduğunu bile hatırlamıyorum. O gol bile kalmadı hatıra olarak. Geldiğinde web sitesi kitlenmişti, şimdi gitti haberini okumak için rahat rahat giriyorum Galatasaray'ın resmi sitesine.

Bir garip başlık var. Duyuru: Elano Blummer Santos FC'ye transfer oldu. Bir de büyük marifet olarak kulübün borçlarından bu transferle 9 milyon euro gibi bir rakamın azaldığı özenle belirtilmiş. Flaş haberin yerini duyuru almış evine dönenlerin arasına bir Brezilya'lı daha katılmış.

Mükemmel İkili

FIFA Golden Ball Winner 2010 ve Ballon Do'r için adaylar arasında bir değişiklik yapmak gerekiyor. Bana göre yılın futbolcusu Sneijder ancak belki de bu yıl ilk defa yılın futbolcuları arasında iki ismin tek bir isim gibi değerlendirilmesi doğru olacaktır.

Xavi'siz bir Iniesta ve Iniesta'sız bir Xavi tek başına etkisini yitiriyor. Yetkililere açık mektubumdur. Bundan sonra bu iki adam neye aday olacaksa beraber isimleri yazılmalı ve ödülü beraber paylaşmalılar. Dünya üzerine gelmiş en mükemmel ikiliyi birbirinden ayırmak haksızlık olur.

The Perfect Storm

Dün gece bir kez daha Schuster'in haklı olduğu ortaya çıktı. Real Madrid'in başındayken Barcelona'yı yenmelerinin deveye hendek atlatmaktan daha zor olduğu mealinde birşeyler fısıldamıştı. Mourinho ise maç öncesi her ne kadar rakibi fazla kışkırtıcı bir tutum takınmasa da Nou Camp'a Barcelona'yı yenmek için gittiğini herkes biliyordu.

Sahadaki takım Higuain'in yokluğunu saymazsak bu sezon ki ideal kadrosuydu ve herkes gördü ki Barcelona'ya karşı en ufak bir cüretkar hareket Katalanlar tarafından çok ağı cezalandırılıyor. Dün gece Barcelona bir kez daha gelmiş geçmiş en iyi takımlardan biri, belki de birincisi olduğunu gösterdi. Bu kadar ezici bir takım ben futbolu takip ettiğim hiçbir dönemde hatırlamıyorum. Belki Gullit'li, Van Basten'lı, Rijkaard'lı A.C. Milan. Onlar da Real Madrid'i beşlemişti. Ama o Milan  asla bir bugünkü Barca değildi.

Araya karbon kağıdı koyulmuş goller izledik, araya o kadar mükemmel toplar attı ki Barca'lılar, topa sahip olamamaktan başı dönen Real Madrid defans hattının bu araya atılan topları takip edebilecek mecali kalmamıştı. Dün gece bir tek Cassillas için üzüldüm çünkü haketmiyordu böyle bir mağlubiyet yaşamayı. Ama sahadaki halleri ile başta Sergio Ramos ve Cristiano Ronaldo olmak üzere birçok Real Madrid oyuncusu hakettiler fazlasıyla.

Mourinho'nun kariyerinde yaşadığı en büyük hezimet. Bugün Salı ve Portekizli işine bakacak. Ancak işler bugüne kadar ki olduğu kadar rahat olmayacak hiç kuşkusuz. Artık onun da bildiği gerçek bu maçla tüm dünyanın  yüzüne çarpılmış durumda. İyi bir Barcelona'yı kimse yenemez. Mourinho'nun taktiksel dehası bile. Çünkü karşısında kusursuz bir futbol fırtınası var ve bu fırtına daha birkaç sezon esmeye devam edecek gözüküyor.

29 Kasım 2010 Pazartesi

Tatsız Tuzsuz Bir Derbi

İki testi çarpıştı, kırılan Galatasaray oldu. Kazanan her zaman haklıdır mottosuyla hareket edecek olursak beşiktaş lige tutunma anlamında önemli bir adım attı. Her ne kadar benim izlediğim Beşiktaş Galatasaray karşısında 2000'lerin oyunundan çok 60'ların oyununa yakın bir tempoda ve oyun kurgusunda olsa da üç puan çok değerliydi Ali Sami Yen deplasmanında.

Yine de skor yazarlığı yapmadan, tarafsız bir gözle şunu söyleyebilirim: Her iki takımın da futbol oynayacak hali yoktu. 45. dakika ile 70. dakika arası bir ara futbolsuzluktan bayılacaktım. 90 dakika geneline baktığımızda ise özellikle ilk yarıda Beşiktaş'ın maçı verebileceği pozisyonlar verdiğini de gözardı etmemek gerekir. Eğer Ali Turan Holosko'yu düşürmek gibi bir saçmalık yapmasa ya da Galatasaray girdiği çok net 2-3 pozisyonu değerlendirebilse çok farklı konuşuyor olacaktık.

Bu Galatasaray'ın iyi olduğu anlamına gelmiyor aslında sadece iki kötü arasında fırsatları iyi değerlendirenin kazandığı bir oyun izledik. Ancak bu oyunla nereye kadar gidecekleri konusunda Beşiktaş da ciddi soru işaretleri yaratıyor. Sezon başında benim de futbol şöleni beklediğim takım pek ortalarda yok. Son derece temposuz ve Rıdvan Dilmen birşeyler yapmaya çalışan tek takım olarak gösterse de ne yapmaya çalıştığını anlayamadığım bir Beşiktaş var.

Derbinin tek özel ve aklımda kalan hareketi için Lucas Neill'a ayrı bir paragraf açmak gerekir. Nobre ile girdiği pozisyonda hakemin rakibine çıkardığı sarı karta onun da itiraz etmesi 90 dakikanın tek güzelliğiydi.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Andersen'den Masallar: Dörtte Devre Sekizde Biter

Kabak tadı verdi artık. dörtte devre sekizde biter bir maç oluyor şu anda Valencia ile Bursaspor arasında. İlk yarı bitti ben de mutfağa çekildim laptopmı açtım internette surf yapıyorum. Telefonumun mesaj sesini duydum bir onbeş yirmi dakika sonra.

Kim mesaj atmıştır diye elimi uzatıp bakmadım bile yanıbaşımdaki masanın üzerinde duran telefona , çünkü adım gibi biliyordum ki gelen bilgi mesajıydı ve skor 5-0 olmuştu. Yine de sağlamasını internetten yaptım ve yanışmadığımı gördüm.

Son kaç yılın bilmiyorum ama herhalde böyle rezil bir Avrupa performansını ülke bazında yaşamayalı on beş yıl olmuştur. Daha kötüsünü hatırlamıyorum bile. Beşiktaş da fazla ileri gidemeyecek, Bursaspor Şampiyonlar Ligi'nden biran önce elense de diye bakıyoruz artık. Zaten diğerleri yok.

Benim gibi düşünen üç beş kişi Andersen'den Masallar anlatıyor tabi, basında ise oturup Türk futbolu nereye gidiyor diye bir tane kafa patlatan adam yok. Böyle devam ederse daha çok muz orta yeriz Avrupa'da.

Kırmızı Gör Demenin Belgesi Olur mu?

Meşhur bir lafı vardır ülkemin: "Rüşvetin belgesi olur mu?"

Mourinho ekibiyle ve futbolcularıyla kulaktan kulağa Sergio Ramos'a bir mesaj iletiyor. Gruptan çıkmayı garantileyen ve son maçta oynamamaları göze alınan oyunculardan Sergio Ramos her nasılsa 4-0 önde götürdükleri Ajax maçının son dakikalarında ikinci sarıdan kırmızı kartı görüyor.

Sanırım Mourinho Sergio Ramos'a şu mesajı gönderdi: "Sergio'ya söyleyin komşusu aradı. Evini su basmış, hemen eve gitmesi gerekiyor."

23 Kasım 2010 Salı

Mourinho'dan Inter Değerlendirmesi

"İnanamıyorum, ama nasıl , bu çok şaşırtıcı. Yine mi yenilmişler? Daha şimdiden 9 puan geriye düştüler. Emin olun İtalya İngiltere'den çok daha farklı bir lig".

Bu arada unutmadan Mourinho'nun İtalya'da Inter ile yaptığı üçleme ve İngiltere'de kazandığı 6 kupa var. Çok büyük adam öyle değil mi?

Ben Nerede Yanlış Yaptım?

Haftasonu Londra derbisi çok güzel başlayıp bir felaketle bitti Arsenal için. 2-0 öne geçtikleri karşılaşmada ikinci yarıda yedikleri 3 golle boyun eğdiler tothenham Hutspur'a. Açıkçası yenebilirlerdi ve yenebilecekleri oyun karakterini gösterdiler. Ama bu mağlubiyetle haftayı lider kapatma şansı Wenger'in avuçlarının arasından kayıp gitti.

Wenger de "Küççük Emrah" gibi çöktü kaldı ben nerede yanlış yaptım diye.

22 Kasım 2010 Pazartesi

İyi de Kimse Sana Futbolcu Olamazsın Demedi ki...

Şenol Hoca'ya oyundan alınırken yaptığın hareketi kimseye açıklayamazsın. Yaptın madem sonra niye kıvırıyorsun o da ayrı. Yaptığın hareketten sonra hazırladığın kılıf vücut dilinin kimyasına, fizik kurallarına aykırı. Seni hiç unutmayacağım Engin Baytar. Yazdım deftere...

Not: Yakında bir Şenol Güneş yazısı yazacağım, o da duruşuyla, karizmasıyla (bence hep vardı) adam gibi adam.

3000 Golün En Güzeli

Birileri adını kazıyıp atmak istedikçe bu adam daha bir derinden kazıyor ismini Fenerbahçe tarihine.

Birileri fırlatıp atmaya çalıştıkça o sırtına alıp taşıyor takımını.

Büyük maçların oyuncusu değil diyorlar, o Inter'i, PSV'yi, Galatasaray'ı, Beşiktaş'ı, Sevilla'yı siliyor sahadan.

Artık bitti, yaşlandı diyorlar o gidiyor  hat trick yapıyor.

Alex gibisi değil Fenerbahçe tarihine, Türk futboluna gelmedi. Sadece futbolu için söylemiyorum bunu. Birçok yıldız oyuncu geldi geçti ama bu adam sadece futboluyla ders vermedi futbolseverlere. Sahada çirkeflik yapmadan, rakibine saygısızlık etmeden, işini ciddiye almamazlık yapmadan, bildiğini söyleyip sahada ayaklarını konuşturarak...

Hala Alex'i ağzına alıp sakız edenler sussun artık. Çünkü tarih onları yazmayacak. Ama ben bu Alex'i torunlarıma anlatacağım. Tıpkı dedemin Lefter'i anlattığı gibi. Devam et Alex, birileri de saymaya devam etsin: 3000, 3001, 3002...

Not: 100. gol tartışması yapıladursun Alex 3000. golü yanlış hesaplamalara karşı iyice sağlama aldı 2999, 3000, 3001, 3002. golleri atarak arada bir yanlış hesaplama varsa bile elbet bir tanesi 3000. gole denk geliyordur.

60'larda Bile 60 Metre Deparla Gol Yemezler Hocam

Schuster ve Beşiktaş konusunda yazmak için biraz daha bekleyeceğim ama Schuster'in 1960'ların futbolunu oynuyorlar dediği bazı Anadolu takımları için birkaç kelam edesim geldi açıkçası.

Schuster'in açıksözlülüğüne diyecek yok, düşündüğünü söyleyen bir adam. Futbolculuk hayatında da, teknik adamlığında da böyleydi. Bu yüzden kalkıp da ne konuşuyor bu adam yahu demek abesle iştigal olur. Yürekli de bir adamdır zira bir Real Madrid-Barcelona maçı öncesi şanslarının olmadığını ve rakiplerinin oynadığı futbolun başka bir düzeyde olduğunu söylemek Madrid eşrafınca aforoz edilmek için yeterli olduğu halde bunu söyleyebilmiştir.

Ama şu 1960'ların futbolunu oynuyorlar lafına pek katılmıyorum. Zira La Liga'da oynayan tepedeki 3-4 takımla ligin dibindekiler arasındaki uçurum Süper Lig'de bile yok. Eğer 60'ların futbolundan bahsediliyorsa bu haftasonu Barcelona karşısındaki Almeria'nın ortaya koyduğu oyun için de farklı birşey düşünülemez. Günümüz futbolunda bu kadar pozisyon verecek romantikliği göstermek artık çağdışı bir hal almıştır. Ha seyir zevki açısından mest oldum mu derseniz oldum ama asli görevi Almeria taraftarlarını mutlu etmek olan bir takımın beni mutlu etmesi bir başarı göstergesi olamaz. Tıpkı Konyaspor'un Beşiktaş'a farklı yenilip kendi şehrindeki taraftarlarını mutsuz etmesi gibi.

60'ların futbolundan konuşmak gerekirse bana göre Beşiktaş-Konyaspor maçına dair o yıllarda dahi görülmemesi gereken bir enstantane var: O da topla 60 metre depar atıp takımını 1-0 öne geçiren Grajciar'ın golü. Ne Grajciar o yetenekte bir adam ne de Beşiktaş kadrosu bu deparı attıracak fiziksel yetersizlik ve savunma zaafiyeti içerisinde oyunculardan kurulu.

O zaman sorunu başka bir yerlerde aramak gerek. Ama 60'ların futbolunda değil...

20 Kasım 2010 Cumartesi

Boca, Maradona, La Bombonera

Ole'nin anketi: River mağlubiyeti sonrası boşalan Boca'nın teknik direktörlük koltuğuna kim gelsin? Tabi ki Maradona %31 ile önde gidiyor oylamada. En yakın takipçisi Banfield'i tarihinde ilk kez Apertura 2009'da şampiyonluğa taşıyan Falcioni.

Vicky ,Cristina, Barcelona ve Xavi, Iniesta, Barcelona'dan daha iyi bir üçlü ne olabilir ki? Cevabı başlıkta...

Boca'yı teknk direktörü olup eski günlerine taşırsa muhteşem bir son imza atmış olur, yok tersi olursa tıpkı Milli Takım ile Dünya Kupası'nda yaşadığı hayalkırıklığında olduğu gibi Arjantinliler ve Bocalılar onu yine bağırlarına basarlar.

Sıkı Dostlar


Maradona ve Mourinho'nun önceki açıklamalarından birbirilerine sempati ile baktıklarını artık herkes biliyor. Dün Real Madrid antremanını izleyen Maradona, teknik adam olarak çok beğendiği Mourinho için ona inanıldığında herşeyi başarabileceğini söylemiş.

Biri genel futbol kamuoyunca sevilen diğeri ise pek sevilmeyen iki adamın yakınlığı görülmeye değer. Bana, ikisini de sevdiğim için ayrı bir anlam ifade ediyor bu dostluk.

19 Kasım 2010 Cuma

Ribery'nin Donu























Mükemmel seçim...Cristiano Ronaldo'nun İzinde diyelim...

Mourinho Nereye Topukliyore?

Mourinho'nun bu fotograf karesi bana "Nereye Topukliyore?" dedirtti.

İspanya'nın Karizmasını Çizen İkili

Dünya Kupası'nda çok zorlamıştı Portekiz İspanya'yı, acısını hafta içi oynanan hazırlık maçında çıkardılar. 4-0'lık skor her ne kadar İspanya'nın doygunluğuna ve yorgunluğuna dem vurulsa da aynı zamanda Portekiz'in açlığını gösteriyor. Eğer santrafor problemini aşarlarsa bundan sonraki turnuvalarda Portekiz başaltı kalmaktan kurtulabilir. Uzun zamandır izlediğim en iyi Portekiz vardı sahada. Ve Roanldo-Nani ikilisi. Galiba Morinho'nun gelişi de Real Madrid'te en çok Cristiano Ronaldo'ya yaradı.

Galatasaray Çağ Dışı Kaldı, Misimovic Kadro Dışı Kalsa Ne Olur?

Misimovic kadro dışı haberi üzerine şimdi burada biraz durmak gerekiyor. Lincoln karakterli oyuncu değildi, zaten gitti. Jo aşısı tutmadı, Keita o paraya satılırdı, Dos Santos o paraya alınmazdı. Elano ile Galatasaray'ın kanı uyuşmadı. Günlerce Misimovic'in kapısında yatıldı ama bugün itibariyle kadro dışı.

Biri bu isimlerden herhangi bir tanesine transferi gerçekleşeceği zaman itiraz etti mi? Hayır, tüm Galatasaraylılar bayram yaptılar her bir isim bu takıma gelirken. Bir tanesi de yar olmadı Galatasaray'a. Galatasaray'da yabancı transferlerde alınan isimlere bakıyorum, neredeyse tamamı Galatasaray'a gelmeden önce zevkle izlediğim isimler.

Peki neler oluyor bu yabancı futbolcu öğütme değirmeni Galatasaray'da?  Neler oluyor da Galatasaray bu isimlerden verim alabilecek formülü bir türlü üretemiyor? Misimovic daha iki sezon önce Dzeko, Grafite gibi isimlerle Bundesliga'da tarih yazdı. Geçen sene Milli Takımı bitiren isimdi. Ne oldu da Galatasaray'da birkaç ayda kadro dışı kalacak hale geldi? Elano sakatlanmasa muhtemel bir İspanya-Brezilya finali izlettirecek kadar etkiliydi. Dünya Kupası'nın en etkili Brezilyalı'sı ara transferde gitmekten bahsediyor.

Galatasaray bu adamlardan verim alamıyorsa Türk Telekom Arena'da Servet'i, Ali Turan'ı, Barış'ı mı izletecek taraftarlarına? İyi de taraftar bu adamları mı izlemeyi hak ediyor yeni stadında?

Hepsinin cevabı Fenerbahçe'nin Denizli'de şampiyonluğu Galatasaray'a kaybettiği günde saklı aslında. O gün Fenerbahçe çok büyük bir travma yaşadı ama asıl büyük travma bugünlerde başgösteriyor. O gün öyle bir güç yükledi ki Galatasaray taraftarı Adnan Polat'a birkaç sezon sonra Gerets ile kazanılan şampiyonluk bile takımı istikrarlı bir çizgiye sokamadı.

O gün şampiyonluğu getiren Hakan Şükür, Hasana Şaş gibi takımın abilerinin kelleleri öyle bir kopartıldı ki bugün takımı saha içinde derleyip toparlayacak bir adam bulunamıyor. O gün yokluklar içerisinde öyle bir şampiyonluk kazanıldı ki bugün eldeki değerlerin kıymeti bilinemiyor. O gün Adnan A.Ş.'nin şampiyon yaptığı o kadar benimsendi ki, bugün Gerets, Rijkaard, Skibbe hatta kulübün öz evladı Bülent Korkmaz göz kırpmadan harcanabiliyor.

Son zamanlarda çokça yazılan bir gerçek: Galatasaray gitgide Fenerbahçeleşiyor. Hakikaten doğru... Her ne kadar mevcut Aziz Yıldırım yönetimini eleştirsem de bugün Fenerbahçe daha bir Galatasaray gibi, Galatasaraysa daha bir Fenerbahçe gibi yönetilir hale geldi.

Yazık...

17 Kasım 2010 Çarşamba

Rüya























Geldiğinde birçokları onun için sönmüş yıldız yakıştırması yaptı. Birçokları ise Iverson'ın ölüsü oynar dediler. Dün akşam Hemofarm karşısında Iverson'ın ölüsü 15 sayı attı. Maçı Beşiktaş'ın 17 sayıdan nasıl geri verdiğini koça sormak lazım ama 87-84 gibi bir skor ve birkaç dakika vardı sanırım. Iverson öyle bir el üstü üçlük gönderip rakip oyuncu Abdul Hamid'in faulüne maruz kalarak basket attı ki dünya gözüyle bu adamı bir kez daha Türkiye'de izleyeceğimiz için gurur duydum.

Portakal Devrim

Türk futbolunun çehresini değiştiren ilk iki isim Jupp Derwall ve Sepp Piontek'ten sonra Fenerbahçe'deki başarısız 3-5-2 deneyimini devrime dönüştüremeyen Hiddink üçüncü devrimi Milli Takımı'mızın başında gerçekleştirmeye çok yakın. Bunun adı da Portakal Devrim olacak hiç şüphesiz.

Hiddink Milli Takımı'n başına geldiğinde iki şeyi gördü: Ya kısayoldan Euro 2012'ye gidecek ya da kadroyu tamamen revize edecekti. İlk yolu kamuoyu baskısıyla seçse de, alınan iki yenilgi tam bir U dönüşü yaptırdı kendisine. Bugün gelinen noktada kurtların arasına kuzuları koymaktansa, kuzulardan oluşan bir takımı kurtlar sofrasına dönüştürme çabası var ki bu dönem biraz sancılı geçecektir.

Hele ki bu döneme Hollanda Milli maçı ile başlamak bu sancıyı daha da çekilmez hale getirebilir. Ama Piontek'li Milli Takım da onun yönetiminde çok büyük bir başarı kazanmadı. Kazandığı mental değişimdi. Bugün çoğu altyapı olarak Almanya eğitimli Nuri Şahin önderliğindeki gençler için de beklenmesi gereken bu olmalı.

Yoksa Türk futbolu bugün Avrupa'da geldiği 8-12 arası sıralamadan bir adım öteye gidemeyecek. Bu yüzden futbolumuzun içine girdiği Lale Devri'ni ancak Portakal Devrim bitirebilir.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Fenerbahçe Alex'in Sırtına Binmekten Vazgeçmeli






















Sezon başından beri yerden yere vurmadım değil Aykut'u. Gaziantepspor maçı da yerden yere vurmak için mükemmel bir fırsat aslında. Ama Gaziantepspor mağlubiyetinin arkasında yatan nedenleri sadece Aykut Kocaman'a bağlamak da haksızlık olur: Asıl suçlu Alex'tir. niyesine birazdan geleceğiz ama önce maç içi performansları bir değerlendirelim.

Niang ve Emre gibi iki önemli isimin yokluğunda (gördük ki Niang oynayabilecek durumdaymış), sadece Alex'in sırtına binen bir hücum gücü Fenerbahçe'nin temel sorunu. Zira Mehmet Topuz ve Cristian asla orta saha yükünü kaldıracak performansı gösteremiyorlar. Semih ise Gaziantepspor'un Kamerun'lu stoperi Dany karşısında genetik kodlarındaki eksiklikten başarılı olamadı, zira Dany bir atlete taş çıkaracak hızdaydı ve her pozisyonda Semih'ten bir adım öndeydi.

Aykut Kocaman'ın Mehmet Topuz ve Cristian'ın yerine bir alternatifi var mıydı tartışılır ama elindeki en iyi alternatif bu ikiliydi. Selçuk'un sakatlığı şimdi daha da önem kazandı tabi o da ayrı mevzu. Mehmet Topuz tamamlayıcı bir oyuncu, Emre varken performansı bir kat daha artıyor ama asla bir lider kimliği sergileyemiyor. Cristian ise geldiğinden bugüne kadar geçen sürede iyice dibe vurdu. Bir oyuncu orta sahanın göbeğinde oynayıp tek bir top kazanamaz mı?

Kazım yine yokları oynuyor, zaten niye Fenerbahçe kadrosunda, hatta niye kulübün kapısının içerisinden sokuluyor anlamak mümkün değil. Stoch ise koskoca 90 dakikada sadece iki hareketiyle var: Birisi goldeki asisti, diğeri ise maç 2-1'e gelmişken soldan getirdiği top.

Tüm bunların üzerine yazının başına dönüyorum ve Alex suçludur diyorum tekrar. Gaziantep karşısında tel tel dökülen Mehmet Topuz'u, Cristian'ı, Stoch'u ve Kazım'ı oynatamadığı için. Madem Alex büyük oyuncu onbir kişiyi de, Aykut Kocaman'ı da sırtına alıp taşıyacak. Maçta golünü atmış olabilir, topla takımını zaman zaman ileriye çıkaracak klasta hareketler yapmış olabilir, rakibe basmış hatta bu yüzden sarı kart da görmüş olabilir. Önemli olan Aykut Kocaman'ın bu takıma kalitekli yabancı diye kazandırdığı Cristian'ı, Stoch'u, kapıdan içeri aldığı Kazım'ı ve geçen yıl takımın menajeri iken bu kadroya katılan Mehmet Topuz'u sırtına alıp taşıdı mı sorusuna verilecek cevaptadır.

Yoksa Aykut Kocaman'ın hiçbir günahı yoktur. Koşan takım yaratmak için yola çıkmış bir teknik adamın elinde eskiden beri koşan Gökhan Gönül gibi isimlere sadece eskiye göre bayağı daha çok koşan bir Alex eklenmiştir. Bu yüzdendir ki Fenerbahçe'nin sıkıntısı kronik bir hale gelmiş durumda. Sezon başında herşeyi Alex'e bağlarken bugün gelinen noktada ancak Alex'e başkalarını da sırtına alıp taşımıyorsun denebilir.

Bu yüzden Fenerbahçe'nin derdi Aykut Kocaman değil Alex'tir. Aykut Kocaman dahil birçok Fenerbahçeli oyuncu artık Alex'in sırtına binmekten vazgeçmeli. Basında yazan birkaç kalemde. Alex hepinizi sırtına alıp taşıyamaz, Alex değil on Alex gelse bunu yapamaz.

7 Kasım 2010 Pazar

Fight Club

Bu Ibrahimovic bu kafayla giderse bir iki yıla kalmaz kendisini ya Katar'da bulur ya da İsveç liginde.Eminim ki A.C. Milan'da da onu sven pek kimse kalmadı. Antremanda Onyewu'ya yaptığı sert müdahalenin sonrasında A.B.D'li oyuncu ile yumruk yumruğa birbirilerine girmişler.

Araya girmeseler ne olurdu tahmin etmek zor değil. Bence Onyewu fena yerdi Bosna asıllı İsveçli oyuncuyu.

Muhteşem Üçlü: Lugano - Taraftar - Cristian

Fenerbahçe Eskişehirspor karşısında çok rahat alacağı maçı çok rahat tempoda götürerek ama yürekleri de ağızlara getirerek kazandı. 90 dakika içerisinde takım olarak ne kadar şanssızlık yaşadıysa bireysel performans ve taraftar olarak da o kadar takımı oyundan düşüren etken vardı.

Öncelikle bu maçta biri eleştirilecekse listenin en başında geliyor Lugano. İlk devreyi 3-1 önde kapadığın ve rakibini rahatlıkla geçebileceğin bir maçın devra arasında soyunma odasına giderken Sezer ile birbirilerine girmesi affedilir gibi değil. Bu maçı tehlikeye atarken önümüzdeki haftada takımı yalnız bırakarak birkaç kere ihanet etti takıma. Yerine oyuna giren Bilica'nın ıska geçtiği top da anlaşılır gibi değil ama Fenerbahçe taraftarının maç 3-2'ye gelimişken sürekli Bilica'yı ıslıklaması en az Lugano kadar takıma ihanet. Bir diğer hayalkırıklığı ise oyunu açmak, kanatlara yaymak gibi hiçbir opsiyonu kullanmayan, sürekli yana vce geriye oynayıp oyunu sıkıştıran Cristian olsa gerek.

Bu üç etkeni bir kenara bırakırsak özellikle Emre sakatlanana kadar ki Fenerbahçe oldukça iyiydi. Gökhan Gönül'ün iki asist ve bir gollük performasının yanısıra devamlı sağ kanadı etkili kullanan oyun tarzı Fenerbahçe'ye büyük bir dinamizm getirdi. Nöbetçi golcü Semih işini çok iyi yaptı. Emre'nin ve Mehmet Topuz'un mücadeleciliğine Alex'in orkestra şefliğini de ekleyince iyi hazırlanmış atak kombinasyonları izledik.

Eskişehirspor ise izleyenlere zevk veren ancak oldukça dağınık bir görüntüde. Özellikle ciddi defansif zaaflar yaşıyorlar ancak ileri uç ve orta sahanın savunma katkısının azlığı da bunda bir etken. Bülent Uygun'un uygunsuz durumu ve PDFK'ya sevkedilmiş olması bir ilahi adalet midir bilinmez ama bunu Eskişehirspor'u bu camiaya layık olmayan ellere teslim edenler düşünsün.

Fenerbahçe açısından kalan haftalar Emre'nin muhtemelen uzun bir süre oynayamayacak olması, Lugano'nun cezası ve diğer sakatlıklar nedeniyle oldukça kritik bir hale geldi. Bu noktada iş futbolcular kadar Aykut Kocaman'a da düşüyor. Ne kadar iyi bir teknik adam olduğunu bu haftalar daha net gösterecek.

4 Kasım 2010 Perşembe

Ben İzlemeye Dayanamıyorum Artık

Şampiyonlar Ligi'nde grupların dördüncü maçları sonunda 0 puan, 0 gol ve -9 averaj ile 32 takım arasında 31. sırada Bursaspor. Önünde olduğu tek takım Zilina. Varın siz hesap edin bu sezon ki Şampiyonlar Ligi bilançosunu.


Sercan Manchester semalarına ancak uçakla gider sonra da döner. Volkan niye Milli Takıma alınmıyor diye soranlar cevabını uluslararası arenada verdiği sınavlara bakarak bulabilirler. Bursaspor hiç küçümsenmeyecek bir şekilde Şampiyonlar Ligi'ne Türkiye Şampiyonu olarak gitmiştir ancak başarılı olamamıştır. Ha dört büyüklerden biri olsaydı ne değişirdi derseniz 2-3 puandan öteye gidemezlerdi yine.

Felaket bir girdap bu. Gelirler arttı, daha iyi yabancılar gelmeye devam ediyor ama uluslararası arenada elde var sıfır. Milli Takım gibi kulüp takımları da berbat bir performan sergilemeye devam ediyor. Bursaspor'un ŞL'de sahada ortaya koyduğu oyun komedinin ötesinde. Ceza sahasında rüzgar alsalar bile penaltı diye kendini atanlar mı istersiniz, üst üste çalışm yiyen oyuncular mı? Herşey var.

Süper Lig şampiyonu ve halen lideri olan takım bu durumda ise vay halimize. Almayın abi bizi bir süre Şampiyonlar Ligi'ne. İzlerken boğuluyorum.