31 Ağustos 2010 Salı

Misimovic ve Elimizdeki Bombalar

Misimovic transferini sonunda patlatan Galatasaray şu an ki kadrosu itibariyle elinde Kewell, Elano, Arda ve Baros gibi hücum etkinliği kusursuz olan bir dörtlüye aynı kusursuzlukta bir başka isim eklemiş oldu. Günün sonunda ise bu transfer ülke gündeminin eline şu bombaları bıraktı:
  • Eğer Galatasaray Misimovic'e ve bu hücum hattına rağmen hala şampiyonluk yolundan uzakta kalırsa bu durumda Rijkaard başarısı olmuş anlamına gelir. Aksini kimse iddia etmesin bugün pekçok teknik adamın hayalini süsleyen isimler bu beşli. Ha keza fena bir savunma hattı da yoktur Galatasaray'ın son Insua transferini de bir kenara koyduğumuzda. Belki tek tartışılacak isim kaleci olabilir ama bu Galatasaray'ın zirveye oynamasını engellemez. Asıl sorun Rijkaard'ın bu fantastik beşlinin tamamına ya da bir kısmına sahada nasıl bir dizilişle yer vereceğidir.
  • Total futbolun öğretisine sahip Rijkaard Misimovic gibi sahada "ASLA" koşmayan bir futbolcunun alınmasına izin verirken, Aykut Kocaman "KOŞAN TAKIM" adına Alex'ten vazgeçebiliyorsa yine bu iki adamın sezon sonu performansına göre teknik adamlıkları sorgulanır. Kazanan ya da kaybeden ikisi de olabilir ama felsefedeki bu tezatlık gözlerden kaçmamalıdır. Total futbol nerede, koşan takım olmuyor bombalarına hazırlıklı olun.
  • Alex'e tukaka deyip bugün Misimovic'i göklere çıkaran bazı köşe olmuş yazarlar için ne denir bilemiyorum. Ama ben her ikisini de göklere çıkarırım. Futbol bir koşu oyunu değildir tek başına. Savunma da sadece koşarak yapılan bir iş değildir. Yine de herkesin eline bir bomba verilmiştir bu adam iyi mi olur kötü mü olur diye şimdiden.
  • Sezon boyunca gösterdikleri performansa göre Alex'i ve Misimovic'i Guti ile kıyaslayanlar olacaktır. Bu saçmalığa şimdiden gelmeyin derim. Birincisi aynı bölgenin adamı değildir Guti ve ikincisi herbiri kendi çaplarında çok önemli isimlerdir. Bu yüzden ben bir teknik adam olsam ve sezon başında sana bu üçünden birini alıyoruz deseler illa şunu alın demem. Ben geleni nasıl kullanırım ona bakarım. Üç büyük kulübün teknik adamının da yapması gereken budur. Bu da bir kişiye bağlı sistem anlamına gelmez malesef. Sistem içerisinde o adamı en verimli kullanabilmek anlamına gelir. Maradona birincisini yani kişiye bağlı takımı sahaya sürerken, Guardiola'nın yaptığı sistem içerisinde Messi'yi en iyi şekilde kullanabilmektir. Ama Messi olmazsa Barcelona sistemi de sıkıntı yaşar (Bu Messi örneklemelerinden de çok sıkıldım ama herkes öyle anlıyor). Alın size bir de sistem ve kişiye bağlı oyundüzeni bombası.
  • Ligin değeri artmış mıdır hiç kuşkusuz ama bu futbolumuzun değeri arttığı anlamına gelmez. Futbolumuzu değerli kılacak olan yine bu adamları nasıl değerlendirdiğimizle ilgilidir. Bugün itibariyle futbolumuzun değeri Avrupa sahnesinden elenmiş 3 takımımızla birlikte yerlerdedir. Ama önümüzdeki sezon çok daha farklı olabilir. Yine de sezon boyunca bu değer kavramı çokça sorgulanacaktır ama sanırım bu paragraf neyin değeri arttığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bir ligde Guti, Quaresma, Alex, Niang, Lugano, Elano, Baros, Misimovic, Kewell gibi isimler varsa bu adamları izlemek için para verilir ama futbolumuz nereye gider bilemeyiz.
  • 6+2+2 gelmesine rağmen üç büyüklerden hiçbiri yabancı bir kaleci getirmeyerek Türk kalecilerine olan güvenlerini mi ortaya koymuşlardır, yoksa kaleci pozisyonunu önemsememekte midirlerdir, yoksa yine bir transfer politikasızlığı mı vardır bilemeyiz ama sıkça tartışacağız en nihayetinde. Bu konu sadece Misimovic'i bağlamamakla birlikte tüm yabancı transfer tercihleri için üzerinde durulması gerekir.
Misimovic ve gelen tüm kaliteli yabancılar vatana millete hayırlı olsun. Bu kısır tartışmaları okuyacak ve dinleyecek olanlara da şimdiden geçmiş olsun.

Baba Basket Koyyy

Son günlerde FIBA World Cup'ın başlamasıyla birlikte futbol "out", basketbol "in" oldu biraz hayatımda. Bu da yarı İngilizce yarı Türkçe berbat bir cümle oldu ya neyse. Pazartesi günü Abdi İpekçi'nin yolunu tutarak Slovenya-Hırvatistan ve A.B.D-Brezilya maçlarını da eşli-çocuklu, bir arkadaş grubumuzla birlikte yerinde izleme şerefine nail oldum.

Maçlardan önce birkaç şey hakkında bahsetmek istiyorum. Organizasyonun birkaç sıkıntısı var, mesela yurtdışından bayağı bir seyirci gelmesine rağmen Abdi İpekçi'nin çevresi yiyecek içecek vs. anlamında çok yetersiz. Herhangi bir fan zone bulunmamakta. Salonun içinde ise bir küçük bardak çayı 5 TL'ye kaktırıyorlar, sosisli almaktan vazgeçtim herhalde 20 TL falandır diye. Saha içi organizasyonlar da ponpon kızlar dışında çok amatörce. Sponsorların ne olduğu belirsiz hediye dağıtışı tam bir curcuna ve gürültü silsilesi. Velhasıl maçlar süper ama gerisi yalan.

Günün ilk maçında Slovenya favorimdi ve ilk iki periyot sonunda Hırvatistan önde olsa da uzunlarının faul problemi ve Tomiç'in beş faulle oyun dışında kalması nedeniyle Ukic ve Popovic'in dışarıdan ürettikleri sayılara rağmen mağlubiyete engel olamadılar.

Esas önemlisi günün üçüncü maçıydı, zira ikinci maçta İran ve Tunus karşılaşıyordu ki biz bir AVM'ye kapak atıp yemek yemeyi tercih ettik. Üçüncü maçta herkes A.B.D'yi görmeye gelmiş olsa da müthiş bir Brezilya izledik. Maç son topa kaldı ve son saniyeye kadar da Brezilya'nın şansı vardı. Biraz basketboldan anlayan biraz da güçlüye karşı zayıfı tutmayı yeğleyen biri olarak maçın başından beri Brezilya'yı desteklemenin haklı gururunu ise dördüncü periyotta tüm Türkler'in de A.B.D'den umduğunu bulamaması sonucu Brezilya'ya dönmesiyle yaşadım.

Salon son saniyeye kadar dördüncü periyotta "Brasil, Brasil" diye inledi. Az bi Brezilyalı da yoktu hani. Eğer Splitter'ın faul problemi olmasa ve Barbosa'nın nefesi yetse ya da en azından Nene de olsa maçı alma ihtimali yüksekti G.Amerika temsilcisinin. A.B.D mi? Sadece Durant ve sadece Durant ile nereye kadar gidecekler hiçbir fikrim yok. Hatta gruptan çıkış sıramıza göre çeyrek finalde onlarla karşılaşırsak bu kadar seyirci baskısını kaldırabilirler mi emin olamıyorum.

Zira Brezilya maçının son çeyreğindeki uğultu bile onların elini ayağını titretti. Fotografa gelince: Bizim oğlan 2,5 yaşında NBA yıldızlarını izlemiş oldu. Patırtı ve gürültüden ilk başka biraz korktu ama sonradan çoştu velet. "Baba basket koyyy" diye bağırıyordu son çeyrekte o da.

29 Ağustos 2010 Pazar

Ibra Milano'ya Döndü

Ibrakadabra'nın İspanya macerası kısa sürdü ve bir başka Milano takımı AC Milan ile 4 yıllık anlaşmaya vardı. Bosna asıllı İsveç'li futbolcu. Zlatan Ibrahimovic karşılığında dört yıl için ödenecek bonservis bedeli 24 milyon euro. İlk yıl kiralık olarak oynayacak ancak satın alma opsiyonu sezon sonunda Milano ekibinde.

Prosedürel olarak Pazartesi sağlık kontolü gerçekleştirildikten sonra sözleşme imzalanmış olacak. Şimdi İtalyan medyası daha bir gaz verecek hiç kuşkusuz Inter karşısında AC Milan'a. Son dönemlerde bir İtalyan takımının flaş transfer yapmasını özlemiştik ama öte yandan Barca açısından baktığımızda büyük takas fiyasko oldu diyebiliriz. Zira Ibrahimovic için Eto'o+45 milyon euro ödemişti İspanyollar (Hleb düzeltmesi için teşekkürler). Bedeli bence ağır oldu. Satınalma opsiyonunu kullandıklarında Barca'nın kasasına girecek 24 milyon euro onu transfer ettikleri bedelin çok gerisinde kalacak.

Üstelik Kaka ve Ronaldo transferlerine karşı hamlesiydi Ibra Barcelona'nın. Tabi şimdi ellerinde çok daha iyisi var bana göre de. Ibra Barcelona'ya pek birşey katamadı ama İtalya performansı gayet iyiydi. Bu nedenle Milan'a çok şey katabilir.

İlginç olan Eto'o ile Milano derbisinde karşı karşıya gelecek olmaları tabi. "Milano'ya Şampiyonlar Ligi'ni ve herşeyi kazanmak için geliyorum" demiş ama zor.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Dört Büyükten Biri Düşer

Yüzyılı aşkın süredir bu ülke topraklarında üç büyükler var. Ve 50'li yılların sonundan itibaren bir futbol federasyonu çatısı altında ligler oynanıyor. İlk kez bir takım üç büyüklere eklenen dördüncü büyük Trabzonspor'u da kattığımızda bu dört büyük takımın hegemonyasını kaldırarak geçen yıl şampiyon oldu.

Türk futbolunda devrim niteliği taşıyan bu olaydan sonra sırada ne olabilir diye düşündüm. Geçen hafta içi özellikle Fenerbahçe ve Galatasaray'ın içler acısı durumunu izleyip, aslında dört büyüklerin nasıl bir yönetim anlayışıyla yönetildiklerini de az çok içerisini de gözlemleyebilen biri olarak değerlendirdim. Geldiğim noktaya tekrar bir göz attığımda asıl devrimin bu dört kulüpten birinin ve hatta mümkünse İstanbul'lu olanların Süper Lig'e veda etmesiyle gerçekleşeceğine inanıyorum artık.

Ve bu durum da hiç uzak gelmiyor bana. Belki bir beş yıl içinde, çoğu okuyucuya  komik gelse de kimse son hafta hatta Fenerbahçe-Trabzonspor maçının son dakikalarında dahi inanıyor muydu Bursaspor'un şampiyon olacağına? O yüzden muhtemeldir bir beş yıl içerisinde bir büyüğün düşmesi de. Beş yıl olmaz ama birgün olur.

İşte o gün belki diğerleri de bir ders çıkarır kendisine umudundayım. Zira 300 milyonun üzerinde bir para ödenen bu ligin üç takımının Avrupa'ya daha ön eleme turlarında veda etmesini hazmedemiyorum hala. Ve ne kadar zevkli geçerse geçsin bu sezon ligi izlemek bir yük gibi geliyor bana. Çünkü kendi yağımızla kavrulup günlük yorumların peşinde savrulacağız yine. Belki Beşiktaş, belki Bursaspor ilerilere gidecekler ama bu Türk futbolunun yine bir iki takımın sırtına binmiş olmasından öteye giden bir başarı olmayacak.

Total futbol tartışmaları içerisinde total bir Türk futbolu başarısından bu sezon da bahsedemeyeceğiz. Elbette Türk futbolu gelişti, hele ki Türk futbolunun son 20 yılını bilnçli denebilecek düzeyde takip etmiş biri olarak bunu görmemek mümkün değil. Tabi ki lig daha kaliteli son on yılda ama bir çıt üzerine de çıkamıyoruz, saplandık kaldık.

Futbolun gelişimine devam etmesi için bir silkelenmeye ihtiyacı var. Bu silkelenme Avrupa'da daha ön elemede veda ederek olmuyor. Ancak yerelde müthiş bir başarısızlıkla olabilir. Dört büyüklerden bir ikisinin bu lige veda etmesini o yüzden dört gözle bekliyorum artık. Kalanlar ve gidenler kendilerine çeki düzen versinler diye.

27 Ağustos 2010 Cuma

Yönetememe Sanatı

Hadi oturup futbolculara sayalım şimdi. Milyarlık eşşekler diye bir tezahürat vardı benim çocukluğumda. İyi de kardeşim aklın nerdeydi demezler mi yönetime. Transfer dönemi bitti ne Galatasaray ne de Fenerbahçe gerekli transferleri yapamadı. Trabzonspor Jaja'yı getirdi yaya kaldı. Rijkaard'ın belki de en haklı olduğu konu gelen yabancı transferler sakat olması.Zaten Rijkaard'ın istediği adamlar mı alındı o da tartışılır.

Galatasaray'da Rijkaard'ın istedikleri yapılmıyor peki Fenerbahçe'de. Orada da yapılıyor ama eksik. Aylarca takım santraforunu bulamıyor, hala orta saha ve defansa takviye yok, Aykut Kocaman koşan takım diyor ne işe yarayacaksa bizimkiler Robinho sevdasında. Niye: Çünkü Demirören'le sidik yarışı mevzusu. Trabzonspor farklı mı? Değil. Aylardır kimi istedikleri, kimi alacakları, ne yapmak istedikleri belli değil. Kimse kimseyi uyutmasın, Trabzonspor çok iyi falan başlamadı lige. Ya da Trabzonspor Trabzonspor gibi olsa bu Liverpool'u sürklase ederdi. Geçmişte örnekleri çok bunun. Şimdi ne değişti?

Her üç takımda turu geçebilirdi, Trabzonspor dahi çünkü karşısında Liverpool falan yoktu. Ama her üçü de kendi liglerine dönmek istediler. Ve burada bir suçlu aranacaksa bunu futbolcudan, teknik adamdan önce yönetimlerde aramak gerekiyor. Öyle köşeye yaslanıp iki tane yürekli adam vardı, gerisi şöyle böyle diye yazmak kolay.

Bugün futbolda Avrupa'da yoksan futbolda yoksun anlamına geliyor. Üç büyük takım da Türkiye'yi Avrupa futbol haritasından sildiler dün akşam. Hazır değillerdi, sezon başıydı gibi hikayelere gelmemek lazım. Demin de dedim ya sorumlu aranıyorsa yönetimlerdir. Adı üzerinde yönetim. Sonuç: Elde var sıfır.

O zaman ilkokul çocuğunun bile anlayacağı basit bir mantığı var: Yönetememişsiniz kardeşim. Eğer yönetememe sanatı diye bir ders olursa Türk futbol takımı yönetici kadrosunu uzman olarak çağırmak gerekir.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Sergen'den İnciler

Bugün mail adresime bir arkadaşımdan Sergen Yalçın derlemeleri ulaştı. Kaynağını bilmiyorum ya da internette nerede yayınlanmış olduğunu. O yüzden daha önce yayınlayan bir blogger arkadaşımız varsa şimdiden özür dilerim.

Saba Tümer'le Bu Gece'de anlattığı anısı


-Sergen çok hoşlandığı bir kıza mesaj atmak için arkadaşından yardım istemiş.Arkadaşı da ona 'bu dünyada iki kör tanıdım, biri senden başka hiç kimseyi görmeyen ben, diğeri beni hiç görmeyen sen...' diye bir mesaj yazmasını tavsiye etmiş.Sergen de mesajı çok uzun bulunca kısaltıv...ermiş. 'Bu dünyada iki kör tanıdım biri sen,diğeride ben'

Rize maçında 85 metre topu sürüp kaleciyi çalımlayarak attığı golü soran gazetecilere verdiği cevap;

"olur böyle şeyler büyütmeyin"

-------------

Muhabir: çok koşsaydın nasıl bir futbolcu olurdun?

Sergen: çok koşsaydım atlet olurdum, futbolcu değil..!

-------------

Vedat Okyar: "Sergen koşmadığın için çok eleştiriliyorsun, ne diyorsun bu konuda?"

Sergen: "Ya Vedat Abi, ben koşunca yoruluyorum, bunu kimseye anlatamıyorum bir türlü."

-------------

Muhabir: Hiçbir golü kız arkadaşına hediye ettiğin oldu mu?

Sergen: Aynı golü iki farklı kıza hediye ettiğim bile oldu.

-------------

Muhabir: Hasan Şaş için yıldız diyorlar sergen, bu olaya ne diyeceksin ?

Sergen: Hasan Şaş yıldızsa, ben kuyruklu yildizım.

-------------

Muhabir: Sergen yeni sezona baslıyorsunuz kendini nasıl hissediyorsun

Sergen: 2.7 kilo verdim kendimi kuş gibi hissediyorum

-------------
Belçikayla oynanan milli maçtan sonra PLATİNİ kendisi için şunu demiştir. '' ben böyle bir oyuncu görmedim oyuna girdi 10 dakikada bir asist yaptı, bir gol attı, birde kırmızı kart gördü''

-------------
Kadıköy'de oynanıp 2-2 biten fenerbahçe maçı sonrası, maç esnasında bir pozisyon hakkında yorumu;

"Alex'le aynı topu almak için yanyana koşu yaptık, kendimi Carl Lewis gibi hissettim."

-------------
Telegoldeki röportajında şunları söylemiştir:

Sergen: Benim tahminim 40-42 yaşına kadar futbol oynarım,kendimi yorgun hissetmiyorum..

Muhabir: Yorulmuyormusun Sergen?

Sergen: Evet.

Muhabir: Neden?

Sergen: Fazla antreman yapmadıgım için vücudum yıpranmadı

-------------

Basından kaçmak için gay barlara gidiyorum.Müzikleride gayet iyi

-------------

Muhabir: Sergen, Pierre van hooijdonk senden daha iyi frikik atıyor diyorlar, ne diyorsun?

Sergen: O çalışmış yapmış, bizimki allah vergisi.

-------------

Mircea Lucescu'nun deyimiyle:

"Türk futbol tarihinin son 25 yildaki en iyi oyuncusu. Becerisi ile Platini, Maradona ve Zidane seviyesinde diyebilirim. 40 yildir futbolun icindeyim ve boyle futbol yetenegi bulunan oyuncu görmedim

-------------

Muhabir: Sergen chelsea macı için 80.000 dolar bahis oynadıgın söyleniyor ne diyeceksin

Sergen: O kadar büyük oynamasaydım 2 gol atmazdım herhalde

-------------

100. yıldaki Denizlispor maçında üç beş kişiyi seri çalımladıktan sonra kaleciyi de geçmiş ancak açısını kaybettiğinden dolayı ortaya çıkardığı topa hiçbir takım arkadaşı dokunamamıştı. maçtan sonra olaya en yakın beşiktaşlı olan giunti'ye pozisyon hakkındaki düşünceleri sorulduğunda ise italyan oyuncu yorumu koparmıştır:

"Biz de herkes gibi sergen'in yaptığı hareketleri hayranlıkla izledik. o kadar ki topa hareketlenmeyi bile unuttuk!"

-------------

Muhabir: Sergen, Hagi basketbol potasına sırtını dönüp basket atabiliyor ne diyeceksin

Sergen: Bende ayakla atıyorum yani ne olmuş

-------------

O Liverpool'da Fowler'a asist yapmalı, Barcelona'da Guardiola topu kaptığında oyunu kurması için o binlerce maçın kaderini tek başına değiştirecek kudretteki sol ayağa vermeliydi, Cantona golü attığında ilk sarıldığı kişi kendisine ortayı yapan Sergen olmalıydı; ara sıra Maldini'den savunmaya yardım etmediği için fırça yemeli ama yine de Capello'nun kadroyu yazdığı ilk isim olmalıydı..

Serpil Hamdi Tüzün

-------------

Ercan Taner : Şimdi bakıldığında Bosna takımı da can yakabilicek bi takım değil mi Sergen Yalçın?

Sergen Yalçın : Ya tabii ki can yakabilirler de yakcaklarsa da bizim canımızı yakmasınlar.. gitsinler belçika'nın canını yaksınlar..

-------------

Ömer Güvenc ile röportaj yapıyorlar..

ÖG: Sigara içmezsin, alkol almazsın ne anlıyorsun bu gece hayatından?

SY: Yoo ıcıyoruz bazen guzel oluyooor..
ÖG: Yurtdısına gidip cok meshur olabılırdın, neden gitmedin?

SY: Uçak param yoktu gidemedim.

ÖG: Sergen bir kız arkadasın da yok, senin için evde kaldı diyebilirmiyiz?

SY: Diyebiliriz..

-------------

Birgün, Feyyaz ve Metin Sergen'in atina para yatirmişlar, yarişi seyrediyorlar, son saniyeler, Sergen'in ati ile başka bi at fotofinişe geliyor, resim falan bakiliyor ki Sergen'in ati burun farki ile geride kalmiş:

Metin Tekin: Ulan Sergen kulağini uzatsaydin kazanmiştik

Feyyaz Uçar: Ya da Recep burnunu uzatsaydi

-------------

Sergen, bir gazetecinin, ''Fuhuş operasyonunda sizin de adınız geçti. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?'' şeklindeki sorusuna, şu yanıtı verdi:

''Bekar bir insanım. Telefonum bir çok insanda var. Beni herkes arayabiliyor açık açık. Her türlü de konuşabiliyor. O yüzden verilecek bir hesap yok. Bu benim özel hayatım. Beni aramış olabilirler, ben de konuşmuş olabilirim, çok doğal bir şey bu.''

-------------

İlk Fortis Türkiye Kupası'nı aldıklarında kaptan olarak kupayı kaldırmak isteyen Üzülmez'le diyaloğu ;

Üzülmez : Sergen kupayı ben kaldırcam.

Sergen : Bi dergi seni Türkiye'nin en çirkin futbolcusu seçmiş.. Kaldıramazsın!

VE sonuç; kupayı Sergen kaldırır.

-------------

Muhabir: Sergen kız arkadasın seni göbeginden öpmüş ne diyeceksin

Sergen: En kral yerimden öpmüş valla

-------------

Gökhan Keskin: Sergen daha yeni çıkmış,oda arkadaşıyız.Bir yönetici geldi:''Sergen sen salı,çarşamba,perşembe günleri bir yerlerdeymişsin diye bir haber aldık doğru mu bu?

Sergen: Doğru ama eksik.

Yönetici:Anlamadım?

Sergen:Cuma da ordaydım.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ben Almam

Bu saç traşıyla Mesut değil feriştahı gelse Madrid kapısından içeri almazlar adamı. Ergenlik dönemi işte deyip geçeceğiz.

Futbolda Mizahın Adresi

Bazen gerçekler yüzümüze fena çarpar, sarsıcı olur. http://krampon.net/ işte gerçeği yüzümüze çok sert çarpan bir futbol mizah sitesi. Ben bugün keşfettim ama okumaya doyamadım.

Futbol işte bu kadar ciddiye alınması gereken bir oyun mu yani biz mi onu çok ciddiye alıp anlamlar yüklüyoruz oturup sabahlara kadar konuşabiliriz. Sadece şunu söylemek istiyorum, sanal ortamda futbol üzerine mizah yapmak konusunda bir boşluk vardı ve her kim bunu görüp bu siteyi oluşturduysa bravo...

24 Ağustos 2010 Salı

Robinho Açıkladı: Türkiye Planlarım Arasında Yok






















Gece Milliyet'te gördüm, kaynak Globoesporte olarak gösterilmişti, oradan asıl yazıyı okudum. Çevirebildiğim kadarıyla da haber doğruydu. Robinho kariyerine İtalya ya da İspanya'da devam etmek konusunda kararlı. Fenerbahçe'nin resmi teklifini ve Beşiktaş'ın da kendisiyle ilgilendiğini doğruluyor ama Türkiye yakın dönem planları arasında yok.

Üstelik İngiliz basınında da haberler yeralıyor ve Fenerbahçe'nin yarın City ile resmi bir görüşme yapacakları da yazıyor. Ama Robinho için adres Milan ya da Barcelona olursa balıklama atlayacak, Türkiye'ye çok uzak. Okumak isteyenler buradan yazıya ulaşabilir. Sanırım bu hikaye kesin olarak kapandı.

Anlayamıyorum

Bir iki yüzlülüğü de yazmadan geçmeyelim. Bugün Alex koşmuyor diyenlere ve dün ki oyun yüzünden Yattara'yı göklere çıkaranlara: Yattara Trabzon için ne yapmıştır ve kaç maç oynamıştır? Trabzonspor Yattara geldiğinden beri her sene iki kupa kaldırıyor, Yattara her sezon 20 gol 15 asistle oynuyor da bizim mi haberimiz yok? Anlayamıyorum...

Yattara'yı oynatan Şenol Güneş bir taktik ustası oluyor ama Alex'i oynatmayan Aykut Kocaman'a da övgüler gidiyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Beşiktaş'ın Devri

Hiç kuşku yok ki tüm Beşiktaş'lı arkadaşlar çıldırmış durumda, yolda yürüyen insanların yüzüne bakarak "Aha bu adam Beşiktaş'lı" demek mümkün çünkü hepsinin ağzı kulaklarında. O kadar ki Aurelio transferi bile pek bir heyecan yaratmıyor bu sezon.

Ben bu anlamda hepsini yürekten tebrik ediyorum çünkü şampiyon olmaları önemli değil, zevk alacakları bir takımları var. İnönü'ye gittiklerinde biliyorlar ki Quaresma nefis bir iki çalımdan sonra harika bir orta kesecek, Guti rakibin atağını engelleyip derinlemesine mükemmel bir top atacak. Bu da Beşiktaş'ı izlemek için yeterli nedenler. Birkaç sezon önce Anelka'lı, Alex'li, Hoijdoonk'lu, Tuncay'lı Fenerbahçe'yi izleyip alınan keyif gibi ki eğer şampiyon olamasalar bile son haftaya lider girip maçı kaybederek şampiyonluğu bırakmazlarsa Fenerbahçe'de olduğu gibi travmatik bir durum yaşamazlar ve sezon sonunda yine mutlu olurlar eminim ki.

Gelelim Yıldırım Demirören'e, bu bir Yıldırım Demirören başarısı olmasa gerek. Olsa senelerdir bu transferler yapılıyor olurdu. Ancak transfer başarısında en büyük payeyi onun alacağı ve yine başarısızlık da "eh tabi başkan elinden geleni yaptı, daha ne yapsın" dedirteceği bir pozisyona geldi kendisi. Demirören için bulunmaz bir ortam. Beşiktaş'a tüm kapılar açılıyor, istediğimiz oyuncuyu alacak güçteyiz cümleleriyle ortalığa sıkmak için de en uygun durum mevcut şu aşamada.

Gelgelelim nasıl bir bütçelendirme ile hareket edildiği konusunda ciddi endişelerim var. Bir sezon önce iflas etti denilen bir takım bir sezon sonra milyon euroları hiç hesapsız çılgınca harcayabiliyor ve hatta harcadığı kadarını Robinho'ya yatırarak toplam harcamasını iki katına çıkarabiliyor. Şimdilik bu durum soru işareti. Ancak benim tanıdığım Yıldırm Demirören eğer Robinho gelmeyi kabul ettiyse bütçeye falan bakmaz bu adamı alır. Olmadı Klose alır ama alır. Yıldırım Demirören şu anda daha düne kadar oyuncağı alınmış ama şimdi bir oyuncak havuzuna düşmüş çocuk gibi şen.

Beşiktaş'lı arkadaşlara sadece bir tavsiyem var. Devir Beşiktaş'ın devri ve önümüzdeki birkaç sezon en az iki şampiyonluk çıkaracak bir takım kurmuş durumdalar. Ama yarın konusunu da bir ara gündemlerine almaları gerekir. Bugün 24 Ağustos 2010 ve bana öyle geliyor ki en geç 2015'te arşivden bu yazıyı alıp çıkarmak zorunda kalacağım. Eğer bu transferlerin finansmanı konusunda kuzeyden gelen bilmediğimiz ve karşılıksız gelen bir finansman sözkonusu değilse.

Aykut Hoca'nın Devrimi İlk Türk Otomobili Gibi Yolda Kaldı






















Fenerbahçe sonunda devrim yaptı diye maç öncesi ve maç sonrasında bolca yorum okumanın verdiği gerginlikle yazmayacağım bu yazıyı. Daha soğukkanlı ele alarak bakacağım olaylara. Dün akşam 4-4-2 ile sahaya dizilen Fenerbahçe'de geçen sezon ki kadrodan kaleci Mert'i saymazsak bir tek Alex ile Niang değişikliği sözkonusuydu.

Gazete sütunlarında, yorumcuların ağızlarında olan devrim Niang'ın ilk onbire girip Alex'in takımdan kesilmesi oldu. Fenerbahçe'de herkesin koşacağı ve rakibe basacağı bir oyun düzenini oturtacağım diye yola çıkan Aykut Kocaman'ın ilk onbiri 30 dakika dolmadan ve doğru dürüst pozisyon vermeden 3 golü görüverdi kalesinde. Goller de Topuz'un kendi kalesine gönderdiği dışında kollektif bir defans zaafiyeti var ama neredeyse bu 30 dakikada hiç pozisyon vermemesi bir anlamda iyi olandı Fenerbahçe için.

Kötü olansa sadece 1 pozisyon bulabilmiş olması ve o basan takımın yerinde yeller esiyor olmasıydı. Orta sahadaki geniş boşluklar bu devrim ile ortaya çıkacak tablo değildi. Alex olmadan takım koşuyor ama bu koşan takımın nereye koştuğu pek belli değildi. 4-4-1-1'in 4-4-2'ye dönüşümünü devrim olarak kabul ettik de daha büyük devrim Semih'in sakatlanmasıyla oyuna Stoch'un girmesi ve takımın 4-2-3-1 düzenine gelmesiydi aslında. Özer'i soldan orta üçlünün arasına alan Aykut Kocaman ne hikmetse buraya Alex'i koymayı 75 dakika boyunca düşünmedi.

Ben futbolun iyi oyuncularla oynanacağına inananlardanım. O yüzden sahada gördüğüm kadroya baktığımda ister istemez şunu düşünüyorum: "Maça kalecisiz çıkacağımı bilsem yine Alex'i o takıma koyarım". Çokça saçmalanan birşey Alex savunma yapmıyor ve koşmuyor safsatası. Ama ben Alex'in gerektiği kadar topun arkasına geçtiğini düşünüyorum. Alex'in gerektiğinde bu takımı çok hızlı oynatabiliğini de düşünüyorum. Mehmet Demirkol dün akşam Alex'in attığı gol ve yaptığı asistlerin yanında kaç final kazanamadığının da bir istatistik olduğunu söyledi. Haklıdır ama o maçlarda Alex'in yanında kimler vardı bunu bir incelemek gerekir.

Messi de Dünya Kupası'nda yarı yolda kaldı ama Alex gibi onunda en üst seviyeye çıktığı noktalarda yanındaki adamlar muhteşem asistanlardı. Alex ilk önce Appi'li, Aurelio'lu, Tuncay'lı asistanlarını kaybetti. Ta ki Zico'lu sezona kadar. Orada da Brezilyalı'ların üstün grafiği, Uğur Boral'ın yükselişi, Semih'in üstün performansı vs. Alex'i bir kademe daha yukarı taşıdı. Ama bu işler Maldonado ya da türevleri ile olacak işler değil. Ayrıca Arogones dönemi dışında kariyerinde sadece şampiyonluk ve ikincilik bulunan bir futbolcu için "Büyük futbolcu final kazanan adamdır" demek de bence pek doğru değil.

Aykut Hoca şunu anlamalı: Elindeki malzeme Alex'siz eli kolu kesilmiş bir ressam gibi. Ağzıyla fırçayı tuale sürüp duruyor ama bir türlü istediği resim çıkmıyor ortaya. Hele ki sahadaki diziliş tam da Alex'e "gel, gel" diyorsa hiç makul değil onsuz oynamak. Sahaya ilk çıkan tertibe bir derece saygı duyalım her ne kadar performansları Aykut Kocaman'ın kafasındaki oyunun kenarından geçmese de ama herkesin kendisine saygı duyduğu kadar o da Alex'e saygı duysun.

Alex'i 75. dakikada oyuna soktuğunda birşey daha hissetim ben sahada. Sahadakilerin sanki saygısı kalmamıştı Brezilya'lıya. Hani bir frikik olduğunda yine Alex kullandı ama neredeyse birileri gelip sen atma ben kullanayım diyecekti. Fenerbahçe bu gidişle kendi hiyerarşisini de yitiriyor. Saha içi lider olamamakla suçlanan Alex olmadığında Trabzonspor karşısında saha içinde vasıfsız liderler vardı.

Anlamadığım bir başka konuda şu: Stoch kenarda oyun taktiği gereği tamam, Niang bir hafta oldu geleli oyunda yine oyun taktiği gereği ki Allah'ı var iyi oyuncu tamam, Alex'i oturttuk kulübeye eyvallah değil de eyvallah peki bu dökülen haliyle Özer (iyi futbolcudur kabul ama hala ne gücü var ne de form düzeyi iyi), orta sahada yokları oynayan Cristian (yok kere yok adam), Santos dersek başka bir halde (Yattara fena harcadı ama sol kanadın da yardım etmeyişini bir kenara koyalım), Mehmet Topuz hayatında bir kenara Gökhan Gönül'e yardım etmek için dönmüyor ve bunun adı Dervim oluyor.

Bu Devrim yolda kalmaya mahkum. Tekrar ediyorum bu halleriyle bakınca Alex'i Santos'un yerine bile oynatasım geliyor.  Tabi ki saçma ama bu düzen de saçma şu anda. Tek sevindirici olan iyi bir kalecinin daha geldiğinin sinyallerini alıyor olmak. Bravo Mert diyerek yazıyı kapatalım.

Zalayeta Kayseri'ye İndi

Mido'ya benzemesin Kayserispor'da Zalayeta'yı Türkiye'ye getirdi. Serie A'da senelerdir kah yedek kah ilk onbirde takılan Juventus'tan Napoli'ye 4-5 takımı dolaşan, Kayserispor'da ve Süper Lig'de etkili olabilecek bir isim.

Mehmet Aurelio Beşiktaş'ta

Akıllı iş Beşiktaş için, Serdar Adalı gitti Aurelio'yu aldı geldi. Aziz Yıldırım kına yaksın, senelerdir Aurelio'nun boşluğunu dolduramıyor Fenerbahçe ama Beşiktaş o bölgeyi TC vatandaşı ile doldurarak o kadar akıllı bir iş yaptı ki Aurelio ilk onbirde oynamasa dahi mükemmel bir transfer hamlesi.

Real Betis'e ne kadar bonservis ödendi henüz bilmiyorum ama milli oyuncumuzla iki yıllık sözleşme imzaladı Kara Kartal. Bu kadro derinliği hem ligi hem de Avrupa kulvarını rahat rahat taşır.
Beşiktaş bu transferi Ernst ile beraber Aurelio'yu oynatıp Guti'yi ileri atmak için mi yaptı bilinmez, Necip'in önünü kesecektir bu da doğru ama rekabet her zaman iyidir. Öte yandan Ernst'in de yeri garanti değil tabi. Kadroda yabancı kontenjanını açmak açısından süper bir hamle. Ağır bir sakatlıktan çıktı ama iyi döndü.

Beşiktaş'ın sağ kanatta savunmaya ve forvete de takviye yapması durumunda inanılmaz bir kadro yapısı olacak karşımızda. Yıldırım Demirören yılların intikamını alıyor sanki.

Fenerbahçe'nin 3-2'lik mağlubiyetini yarın yazacağım, Aziz Başkan sen de bu transferi yaz tahtaya diyorum şimdilik.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Gemi Yan Yattı

Oturup da skor yazarlığı yapacak olsak Galatasaray'ı yerin dibine geçirmek gerekir. Oysa dün Galatasaray Bursaspor'dan daha iyi oynadı ve daha iyi oynaması bir kıstastır çünkü kabul etsek de etmesekde ligin beşinci ve son büyüğü ile mücadele verdiler.

Galatasaray'ın kaybetmesinin birkaç nedeni var. 17 korner atıp da rakibinize iyi bastığını ve bolca da pozisyon bulduğunuz bir maçta ancak bu nedenlerle kaybedebilirsiniz.
  • Galatasaray'da defans aksıyor, en başta Ali Turan ama dün ona Hakan Balta da katıldı. Neill ve Servet de müdahalede geç kalabiliyorlar. Ufuk mu Aykut mu diye bir sezon geçmez. Rijkaard birine karar vermeli ve sonuna kadar arkasında durmalı ya da yeni bir kaleci getirmeliler.
  • Milan Baros varsa bu takımda yeri garantidir. Ancak sakatlık sonrası eski form durumuna kavuşması birkaç haftayı alacaktır. Pozisyona giriyor ancak biraz ağır kalıyor. Formda bir Milan Baros dün kafadan hat-trick yapardı.
  • Ayhan, Mustafa Sarp ve Barış'tan kurulu orta sahanın hücuma desteği çok kısıtlı. Barış zaten bu takımın oyuncusu değil. Ayhan da artık iyi bir yedek olarak kalmalı takımda. Mustafa Sarp duran toplarda katkı sağlıyor ve hücumu beslemeye çalışıyor ama kısıtlı. Galatasaray'ın bu bölgede bir Guti'ye ihtiyacı var.
  • Yönetim-Rijkaard-futbolcu ve taraftar dörtgeninde müthiş bir güvensizlik hakim. Hiç kimse artık hiç kimseye güvenmiyor. Taraftar kendince haklı çünkü geçen sezondan beri bekledikleri total futbol yok sahada. Total futbolu oynayacak kadro da. Rijkaard da haklı çünkü istediği transferler yapılamıyor. Futbolcu bu karmaşada en suçsuz olanı belki de. Ama yönetim için de borçlanma konusunda tereddütlü bir tutum var. Yine geçen sene ki transfer politikasıyla mümkünse bonservissiz alalım amacındalar ama nereye kadar.
İşin özü Bursaspor vasat bir performansa rağmen geçen sezondan getirdiği düzen ve özgüven ile yıktı rakibini. Yoksa sahada ortaya konan futbol için Galatasaray hiç de yazılıp çizildiği kadar kötü değildi. Eksikler var tabi ama esas sıkıntı yönetim-Rijkaard-futbolcu ve taraftar arasında.

20 Ağustos 2010 Cuma

İngiliz'den Al Haberi

Basında çokça okuruz İngiliz basını şunu yazdı, Fransız basını böyle dedi diye. Çoğu zaman o haber ya yoktur ya da kaynak Türk gazeteleri olarak gösterildiğinden bomba haberdir. The Guardian kaynaklı haber ise doğru gözüküyor.

Ben de kulübün içinden aldığım kendi duyumumu ekleyeyim habere: Bu transfer 48 saate kadar netleşecek. Yani haftasonu ajanslara Robinho artık Kartal diye bir haber düşebilir.

İyi, Kötü ve Çirkin






















Dün geceki Avrupa Ligi macerası herhalde bu üç kelimeyle özetlenebilir. İyi olan izleyemediğim maçta aldığı sonuçla ve kalede parlayan Onur'uyla Trabzonspor'du. Ne olursa olsun Gerrard'sız da olsa Anfield Road'tan 1-0 ile çıkmak Trabzonspor'un Şenol Güneş ile iyi yolda olduğunu gösterir.

Gecenin kötüsü ise Galatasaray'dı. Ve kötülerin başında sezon başından beri vasatın çok altında kalan Ali Turan vardı. Galatasaray ilk 45 dakika hiçbir şey yapmadığı karşılaşmada golleri de adeta bağıra bağıra yedi. Kuzmanov'un bindirmelerinde Ali Turan bir figüran gibiydi. Tıpkı daha önceki maçlarda rakip takımda o kanadı kullanan oyuncuların karşısında da figüran olduğu gibi.

Mehmed Batdal'ı kurtlar sofrasına atmak ne kadar doğru bilemiyorum ama Milan Baros eğer oynayabilecek durumda ise banko oynar. İkinci yarıdaki Harry Kewell- Milan Baros yapımı goller usta işiydi. Eğer ilk yarıda bu düzende başlamış olsalardı daha farklı bir skor gelebilirdi Galatasaray adına ancak böyle başlamamak Galatasaray'ın saha içi akordunu tamamen bozdu, seyircinin de telleri attı.

Fenerbahçe adına iyi sonuç gibi görünse de 1-0 çok sevimsiz hatta çirkin bir skor. Zira kendi sahanızda gol yemeden 2 gol atma yükümlülüğünü getiriyor ki bu da Fenerbahçe'nin son sezonlardaki eleme maçlarına baktığımızda altından kalkabileceği bir durum değil pek.

Maçı berabere de bitirebilirdi sarı larcivertliler ancak bazen öyle garip pozisyonlar verdiler ki, PAOK bu pozisyonları değerlendirebilse turu Selanik'te bırakmış olacaklardı. Fenerbahçe'yi genelde iyi bulmama rağmen ikinci yarıda rakibi karşısında bir fazla adamla beraberliği yakalayamamasını pek kabulenemedim. Aykut Hoca'nın tüm değişikliklerini beğendim ama klişe forveti ikileme yolu basında çokça takdir görse ve hatta geç kalınmış bir hareket olarak değerlendirildiği halde bana gereksiz geldi. Yine kimsenin beğen mediği Selçuk'un özellikle rakibin ekik kaldığı bu dönemde saha içerisinde daha fazla katkı vereceğine inananlardanım.

Jenerik Adam Gitti

Kezman ile birlikte geldiğinde ben bu adam Kezman'dan daha faydalı olacak dediğimde çevremedeki herkes dalga geçiyordu benimle. Deivid De Souza o sezon zaman zaman parlasa da bir sonraki sezon haklı çıkardı beni. Sonrası malum sakatlıklar ve kadroda pek göremediğimiz bir Deivid de Souza.

Fenerbahçe'deki Brezilya ekolünün önemli temsilcilerindendi. Roberto Carlos'la birlikte Galatasaray maçında attığı golden sonra yaptığı yengeç dansı unutulmazları arasına girdi. Inter'e Alex'in muhteşem asistinde attığı gol yılın en güzel golüydü. Ve uzun yıllar jeneriklerde kalacak tıpkı Prekazi'nin Monaco'ya attığı gol gibi. Cuducini kalecilik hayatında yediği en güzel gollerden biri Deivid'in şutuyla geldi. Ama en unutulmazı 3-1 giden maçta Sevilla kalesine adeta iteleyerek bıraktığı, o topu itelerken tüm Fenerbahçeli'lerin de koltuklarında ayaklarının önündeki sephayı iteledikleri gol olsa gerek. Bu golle maçı penaltılara götürüp Fenerbahçe tarihindeki en büyük Avrupa Kupaları başarısına yelken açtırdı takımı. O yıl kadroda yeralan hiçbir futbolcu unutulmayacaktır ki bunların en başında gelen isimlerdendir Deivid..

Herhalde onun için söylenecek söz de bu olsa gerek. Jenerik bir adamdı, Fenerbahçe'nin iyi günlerinde genelde başrolde yeralmasını bildi ama asla star kaprisi yapmadı. Fenebahçe'deki misyonunu o da tamamlamıştı ve kendisi için de çok iyi oldu Flamengo transferi.

19 Ağustos 2010 Perşembe

Sammyh

Semih hakkında çokça yazmışımdır ama bizim yazdığımız yazılar usta bir kalemden çıkanın yanında saman alevi gibi. Hasan Pulur'un yazdığı o yazı ve basında bugün sıkça yeraldığı haliyle Semih'in teşekkür etmek için kendisinden oğlum diye bahseden yazarı aradığında oğlunun öldüğünü öğrenmiş olması inanılır gibi değil.

Ne garip bir dünya...Yazının yayınlandığı tarih ile Hasan Pulur'un - Allah rahmet eylesin- oğlunun ölüm haberinin yayınlandığı tarih aynı güne denk geliyor. Artık Semih kendisine yazısında oğlum diye hitap eden usta kalemi dinler mi bilemem ama bence dinlemelidir. Semih'in Fenerbahçe'den gitme zamanı çoktan gelmiştir.

Hasan Pulur'un yazısında Semih'e tavsiyesi: "Semih, şunu iyi bil ki bu memlekette başarı ve sadakat mutlaka cezalandırılır". Ben de eğer adın Semih değil de Sammyh olsaydı eminim Türk futboluna gelmiş en iyi yabancılardan biri olarak anılıyor ve ligde 34 maç ilk onbirde oynuyor olurdun diyorum.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Oynayacağım Tek Mavi Chelsea

Fransa Futbol Federasyonu'nun verdiği ceza karşısında Anelka "gülmekten yarıldım" anlamında bir cevap veriyor basın aracılığıyla. Buraya kadar herşey normal çünkü teknik direktörü ile söylenen sözler hala net olarak bilinmese de devre arasında kavga edip takımdan kovulan bir adama 18 maç ceza verilirken bu durumu antremana çıkmayarak protesto edenlerden sadece Evra, Ribery ve Toulalan 1 ila 5 maç ceza alır, diğerleri tek maç ceza almazsa buna ancak gülünür.

İnsanın adı çıkmasın, kabak fazlasıyla Anelka'ya patlarken diğer üç oyuncuya göstermelik bir ceza verildi. Daha vahimi karakterini çok iyi bildiğimiz Ribery'nin yanar döner açıklamaları ve bu durumu anlayamadığını ve cezası biter bitmez forma giymeyi dört gözle beklediğini ifade etmesi.

Anelka ise tam tersi bir açıklamayla bir daha Fransa adına forma giymek istediğimi kim söyledi demişti. Dürüst adam vesselam. Ribery gibi dansözlük yapmıyor ve tavrının arkasında duruyor. Üstelik Domenech gibi bir adam için onu harcayanlara neden bir daha tamah etsin ki?

Ve Mesut (Bir Türk) Uzaya Ayak Bastı

Türk olmanın getirdiği bazı sıkıntılar vardır dünya üzerinde. Benim yalnız ve güzel ülkem edebiyatı boşuna değildir. Bu yalnızlığın eseri olsa gerek ki uluslararası platformda ses getiren her olaya büyük bir coşkuyla yaklaşırız.

Yıllar önce Abdülkerim Wembley'e ilk ayak basan Türk olmak için takım otobüsünden stadyuma yaptığı depar sanki Türklerin aya çıkması gibi anlatılır durur. Öyle ya bir Türk uzaya giderse bu da çoşkuyla kutlanacaktır ama o yıllarda Wembley'e ayak basmak da Türk futbolu adına uzaya gitmek ile eş değerdir. Hep ithalat ülkesi olmamız hiç ihraç edemememiz futbolumuza da sirayet etmiştir. O çok gelişen futbolumuzda son 20 yılda ihracat da hareketlenmiş ama topu topu 3 futbolcumuz (Tugay, Nihat ve Tuncay) tutunabilmiştir Avrupa semalarında.

Bugün ihraç etmesek de hammaddesi bize ait olan bir Türk gencinin gururunu yaşıyor herkes. Mesut'un Real Madrid'e gitmesi Türk spor medyasında Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazandığı yılların ertesinde Inter'e, Milan'a yaptığımız ihracatın çok ötesinde. Tamam kabul ediyoruz ihraç eden biz değiliz, hatta hiç emeğimiz yok ama olsun hamuru bizim değil mi?

Los Galacticos 2 diye anılan bir takımın Kaka'lı, Ronaldo'lu bir ekibin parçası olacak hatta belki de vazgeçilmezi olacak isim konumunda değil midir Mesut? Dünya Kupası'nda Müller ile birlikte Almanya'yı sırtına alan Mesut Özil'in bir dünya devinin formasını giyecek olması ve bunu Mourinho'nun istemiş olması gerçekten gurur verici.

Bazıları o bir Alman diyor ki doğrudur Alman'dır ve tercihini Alman Milli Takımı'ndan yana kullanmıştır. Ve doğru tercih yaptığının da işaretidir bu transfer. Ama onun Türk Milli Takımı'nda oynamaması sorun edilecek bir konu değildir. %100 Türk olan ama kendisini Alman gibi hisseden bir adam bizi de temsil edecektir en nihayetinde. İspanyol basınında Türk asıllı diyecektir. Röportaj verirken Türkiye'den de bahsedecektir. Gerektiğinde Türkiye'nin yanında bir Alman vatandaşı olarak durabilecektir. Ve bu ülke sınırları dışında hiç olmayan Türkiye lobisini bir alman kimliğiyle yapabilecektir. Bu bile yeterli. Zaten yıllarca Almancı olarak ikinci sınıf muamelesi gören bir kesimin daha fazlasını vermesine de gerek yoktur kanımca. Zira almanlar da ondan bahsederken hep Türk asıllı olduğu kafalarının bir köşesinde yeralacak. Ve belki de 2. Dünya Savaşı sonrası o ülkeyi ayağa kaldıran emekçiler daha bir saygıyla bakacaklar ki bu hissi Borges çok güzel anlatmıştı bu topluluğun içerisinde yeralan biri olarak.

Özil için Real Madrid'in Werder Bremen'e ödeyeceği bonservis bedeli 15 milyon euro ve sözleşmesi bu sene sonunda biten bir futbolcu için çok iyi bir para. Ama bu paraya değer. Bu sene bizim için La Liga her zamankinden daha heyecan verici olacak. Ve Mesut Abdülkerim'in takım otobüsünü terkedip Wembley'e ayak basması gibi Santiago Bernabeu'ya koşarak ayak basmak zorunda kalmayacak, stada soyunma odasından emin adımlarla çıkacak.

17 Ağustos 2010 Salı

Haftanın Sözü - V1

Efsane ikili buluştu ya artık malzeme çok. Erman Hoca ile Ahmet Çakar çıkarlar meydane başlarlar Galatasaray'ın yediği gol öncesi Neill ile Mehmet Yıldız'ın girdiği mücadelenin faul olup olmadığını tartışmaya. Yetmez ayağa kalkar ve pozisyonun mizansenini yaparlar:

Ahmet Çakar: Sok Erman bacağını şöyle
Erman Toroğlu: Tamam soktum hocam.
Ahmet Çakar: Sok Erman çekinme iyice sok.
Erman Toroğlu: Sokuyorum ya hocam daha ne yapayım?

Bu arada Telegol'ün maç görüntüsü gösteremediği için pozisyonları bir playstation simülasyonu ile gösteriyor olmasını ayakta alkışlıyorum. Serhat Ulueren yine yapmış bir cinlik.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

E Hani Gol Olmamıştı

Maçta 90. dakika oynanıyor, rakip takım soldan bir orta yapıyor. Defans oyuncusu sizsiniz ve rakip takımın bu sezon ki flaş transferi bir anda önünüzde kafaya yükselip çakıyor topu kaleye doğru.

Üstelik kalecinizle beraber siz de müdahale edememişsiniz. Topun kaleye doğru gidişini ardasından takip ederken o süre birkaç salisede olsa size birkaç yıl gibi geliyor. Neyseki top direkte patlıyor ve kalecinizin kucağına doğru yuvarlanıyor. Siz de hışımla dönüyorsunuz ve etrafınıza bağıracaksınız: "Oğlum orta yaptırmasana, basın beyler" gibi. En azından sizin de içinde bulunduğunuz ve hatalı olduğunuz pozisyon ucuz atlatılmış ama boşalmanız gerekiyor. Dakikalardır 10 kişi oynuyorsunuz ve rakibinzden daha iyi bir oyun çıkardığınız maçı yok pahasına kaybediyordunuz sonuçta. Ama o da ne? Etrafınıza baktığınızda rahatlayan yüzlerden çok acı bir ifade ve rakip futbolcuların gol sevincini görüyorsunuz. Tekrar arkanıza baktığınızda da kaleciniz topla beraber içeride.

İşte yıkıldığınız andır. Liverpool'lu Skrtel için bu haftasınu yaşadıklarının kısa bir özeti. Daha fazlasını izlemek için tıklayın.

Futbol A.Ş: Alex-Semih

Zafer naraları atmak için erken ama dün ki oyun ideal kadrosuyla Fenerbahçe'nin kendisini hafife alan Medical Park Antalya karşısında neler yapabileceğini gösterdi. Sahada Aykut Kocaman'ın idealize ettiği koşan takım yoktu ancak topu koşturan adamlar vardı.

Alex-Semih A.Ş. beraber oynadıkları her maçta olduğu gibi iyi bir işbirliği içerisindeydiler. Gökhan Gönül bu takımın en hazır oyuncusu ve sağ kanadı etkin kullanmaya devam ediyor. Stoch belki Tuncay'dan beri Fenerbahçe'nin bir türlü yapamadığı sol kanat organizasyonlarını yapar hale getirdi takımı. Santos ve Roberto Carlos da bu kanadı iyi kullanıyorlardı ama esas sıkıntı ne Santos'un ne de Carlos'un tam bir kanat oyuncusu olmamalarıydı.

Defansa Lugano geldi işler düzeldi ama ya Lugano'nun olmadığı haftalarda ne olacak sorusunun cevabı hala yok. Aykut Kocaman'ın bu takıma en büyük katkısı her maçı önemseyen bir futbolcular bütünü oluşturacağı yönünde yarattığı düşünce. Ama bu takım bu kadroyla onun bahsettiği koşan takım asla olmayacak. Olması da gerekmiyor bence.

Neden olmayacağını ayrıca başka bir yazıda yazacağım sadece şunun altını çizmek yeterli: Eğer gerçekten Fenerbahçe yönetimi Robinho ile ilgileniyorsa Aykut'un eline bir bomba daha bırakacaklar. O zaman da Aykut ile yönetim arasında ciddi bir kaos başlayacak. Çünkü Robinho tarzı bir oyuncu ile Stoch'lu, Dia'lı, Alex'li bir takım asla onun istediği önde basan ve koşan bir takım kimliğine sahip olamaz. Şimdi bile olması mümkün değilken böyle bir bombayı Aykut'un eline bırakmak da nasıl bir yöneticilik vizyonudur üzerine ayrı bir ikinci yazı daha yazılır.

Sonuçta Fenerbahçe ilk hafta itibariyle korkulandan uzak rahat bir skorla lige merhaba dedi. Önünde PAOK ve Trabzonspor maçları var ki bu maçlar öncesinde moral bulması önemliydi. Ama takvimin ilk iki sırasında yeralan PAOK ve Trabzonspor maçlarından ne sonuç çıkacağı hala soru işareti.

15 Ağustos 2010 Pazar

Geri Döndüler

Sivasspor'un geri dönüşünün mü yoksa Galatasaray'ın bu sezon çöküşünün mü başlangıcı bilemem, zaten bunu söylemek için de çok erken. Ama Galatasaray da ciddi birkaç sorundan bahsetmek ve Sivasspor'daki iyileri yazmak için değil.

Galatasaray taraftarı o zamanında epey küfrettiği Sabri'yi çok arar. Ali Turan daha Dostluk Kupası'nda Santos karşısında yerlerde sürünerek bu takımın oyuncusu olamayacağını göstermişti ama Sivasspor maçı ile tescilledi. Kendi görev alanında yaptığı hatalara bir de Aykut'un da kımıldamadığı son dakika yan topunda rakibi Zita'nın 2 metre uzağında kalarak bir yenisini eklemesi maçı beraberliğe getirdi.

Baros dönmeden genç Mehmet Batdal ile bir yere kadar. Rijkaard ta bunun farkında olsa gerek ki onu ilk onbirde başlatmadı. Çok yetenekli bir oyuncu ama zaman ihtiyacı var. Bu sezon bolca şans bulmalı ve mümkünse Baros ile oynamalı. Ama tek başına takımın yükünü taşıyamaz. Yine mevcut kadroda gole en yakın ismin Kewell olması problem. Çünkü herkes biliyor ki Kewell 20 maç oynayacak yine bu sezon bilemedin 25. Ve Kewell'dan santrafor yaratmak da ayrı bir problem.

Sivasspor'a gelince Ceyhun mükemmel döndü Süper Lig'e. Mehmet Yıldız sakatlığı sonrası bu sezon çok iyi form tutmuş ve Sivasspor'u yine sırtlayacak. Golü atan Chan Yılmaz oyun içerisinde de oldukça etkiliydi. Bu Sivasspor yine ilk beşe oynayacak gibi gözüküyor.

 Hakemi yerden yere vuranlar da olacaktır elbet ama ben Dünya Kupası sonrasında bu sezon pek hakemlere saldırmamaya karar verdim. Zaten penaltı pozisyonları çokça tartışılır ve Emre Çolak'ın düşürülmesi dışında hiçbirine penaltı diyemiyorum. O pozisyonda da yan hakem müdahil olmalıydı.

Sezon Galatasaray adına sıkıntılı başladı. Ama geçen sezona fırtına gibi girmişlerdi. Bu yüzden ligin neler getireceğini bilemeyiz. Sadece şu an ki görüntü ile ilk beş şansı bile yokdemek yeterli.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Niang Fenerbahçe'de

Beklenen açıklama geldi Fenerbahçe'nin resmi internet sitesinden. Mamadaou Niang artık Fenerbahçe'li oldu. Önemli bir isim ve Fenerbahçe'nin forvet hattına zenginlik katacak. Marsilya formasıyla çıktığı 236 maçta 0,44 maç başına gol ortalaması Ligue 1 için hiç fena bir ortalama değil.

Niang ile birlikte takımda 5 gol kralı oyuncu var artık ve sanırım takımdan Semih ayrılacak Gökhan Ünal tercihi devam ederse. Güiza'da Kazan'a gitti gidecek gözüküyor. Ama Niang'ın Fenerbahçe'nin hücum hattına hareket getireceği kesin. Ne kadar koşan ve baskı yapan bir oyuncu olduğu konusunda kesin bir şey söyleyemeyeceğim gerçi Aykut Kocaman'ın koşan takım kurgusu için. Ya da Semih kadar bu işi yapacak mı sorusunun cevabını göreceğiz önümüzdeki haftalarda. Ama son derece süratli, ayaklarına hakim ve güçlü bir oyuncu Niang. Ve geçen sene ki performansını gösterirse Fenerbahçe'de de 20 gole ulaşır.

Ne diyelim: Fenerbahçe yönetimi yattı kalktı Marsilya yönetiminin kapısında sonunda Fenerbahçeli yaptı Senegalli Fransız'ı.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Sıcak Gecenin Uyuşturucu Maçı






















Adı üzerinde hazırlık maçı ama sıcaklık nemle birlikte bastırırken bir de temposuz bir hazırlık maçını izlemek, hele bir gece öncesinden 4 saat uyuduysanız imkansız hale geliyor. Nitekim bu imkansızlık içerisinde ikinci yarıda 10-15 dakika daldığımı da itiraf etmeliyim.

Hiddink'in takımı değil bu takım halen birincisi bunu söylemek gerekir. Belli ki oyuncu seçimlerinde insiyatifi daha çok bir önceki dönemin oyuncularını tutma yönünde kullanıyor Hiddink. Ben bu noktada kendisinin de söylediği gibi büyük revizyonlardan kaçındığını görüyorum. Ama bu durum Semih gibi bir oyuncunun formsuzluğu nedeniyle yeralamaması, Nihat'ın da keza yerini kaybetmiş gibi gözükmesi nedeniyle gol bölgelerinde takımı zorluyor. Mevlüt Fransa Ligi'ndeki performansını bir türlü Milli Takıma yansıtamıyor.

Bunun tam tersi orta saha oldukça etkili, topu maç içerisinde istedikleri gibi yönlendirebildiler ama son noktada gol bölgelerine adam sokmakta sıkıntı yaşadılar. Gökhan Gönül'ün sakatlığı sonrası dönüşü hem Fenerbahçe hem de milli takım adına muhteşem.

80 dakika zorlukla izlediğimiz maçta özellikle Arda'nın ikinci golü izlemeye değerdi. Benim en sevdiğim gollerden. Kalecinin o pozisyonda topu görebildiği ilk nokta kurtarış yapabilmesi için yeterli zamanı taşımaktan çok uzak. 2-0 herşeye rağmen güzel sonuç ve Hiddink ile İstanbul'da grup maçları öncesinde umutlu bir başlangıç oldu.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Van Gaal 59 Yaşında

Louis Van Gaal bu haftasonu 59 yaşına bastı. Kariyerinde kazandığı önemli kupalarla pastasını süslemişler. Tabi ancak en önemlileri, yoksa tamamı için bayağı büyük ölçekte bir pasta gerekecekti. Ribery de pastaya müşteri çıkmış hemen.

Fener'in Malı Deniz

Gyan %100 bitmişti aldığım duyumlara göre ama şu an ki durum bunun aksini gösteriyor. Gyan olmadı, o olsun, bu olsun diye Fransa'da ne kadar santrafor varsa ismi geçti. Sonunda Niang ön plana çıktı.

Fenerbahçe omuz omuza vermiş bonservisi en az 10 milyon euro tutacak ve yıllık 2,5-3 milyon euro verilmesi planlanan Niang için Marsilya kulübünün kapısında yatıp kalkıyor. Herhalde bu durum bir zamanlar bol keseden atıp Fenerbahçe'nin alamayacağı oyuncu yoktur desturunu savuran ve birçok menajein Fenerbahçe'nin kapısında yattığını söyleyen yönetim için açıklanabilir bir şeydir de bizim aklımız almıyor.

Sanırsınız ki transfer edilecek adam Rooney ya da David Villa. Yumurta kapıya dayandığı ve yine yeni yeniden transferde çıkmaza girildiği için milyon eurolar havada uçuşturularak bir santrafor bulacak yönetim en nihayetinde. Hayretler içerisindeyim...

8 Ağustos 2010 Pazar

Milli Takımlar Kulüp Takımlarına Karşı

Dünya Kupası sonrasında genelde yıldızların performanslarında yorgunluk nedeniyle bir düşüş ya da uzun süren sakatlıklar sıkça karşımıza çıkan bir durum. Kaka da zaten hazır olmadığı Dünya Kupası sonrasında ağır bir sakatlık geçirerek sezonun ilk yarısını neredeyse oynamadan geçirecek.

68.5 milyon Euro bonservis ödeyip üstelik geçen sezon yine sakatlıkların etkisiyle tam da faydalanamadığınız bir oyuncuyu düşündüğünüzde ciddi bir maddi zarar sözkonusu Real Madrid için. Benzer bir durum Bayern Munchen'de Arien Robben için geçerli. O da iki ay kadar sahada yeralamayacak gözüküyor. Ve Alman takımı Hollanda Federasyonu'na dava açmaya hazırlanıyor. Kulüpler açısından son derece makul bir talep aslında.

Bu noktada bu kadar büyük maliyetlerle oyuncuyu alan bir kulübün ulusal takımındaki sakatlıklar nedeniyle oyuncudan faydalanamaması ciddi bir tartışma konusu. Ve bence de FIFA'nın bu konuda ulusal takım federasyonlarına yaptırımlar getirmesi şart. Belki Kaka ve Robben'i Dünya Kupası'nda izlemek mümkün olamayacaktı ama bunun yerine kendi liglerinde ya da Şampiyonlar Ligi'nde sağlam bir Kaka'yı ya da Robben'i izlemeyi daha çok tercih ederdim.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Alex'i de Kurtlara Yem Yapalım: Sırada Kim Var?






















Ben iyi bir taraftarım ama asla tarafsızlığımı başkalarının yanında kaybetmem. Blogda yazarken kimseyi kırmamaya özen gösteririm, camiaları suçlamam kişileri suçlarım. O yüzden ne Fenerbahçe camiası, ne Galatasaray camiası ne de Beşiktaş camiası için onlar zaten böyledir diye bir yazımı bulamazsınız. Eleştirilerim hep kişiler üzerinedir.

Konu Fenerbahçe olunca daha acımasız yazarım. Sezon başlarken de o kadar çok malzeme verdi ki bana yazmadan edemiyorum. İki gün önce "Ben İstemiyorum" diye yazdım ya, yetmemiş hala yazasım var. Ben yapılan her şeyin bu dünyada mutlaka bir şekilde çıktığına inanan bir insanım. Bunu yazarken dini inancımı ortaya koyarak ya da bir inancın borazancılığını yaparak yazmıyorum. Bugün Fenerbahçe'nin bulunduğu durumu biraz da bu maneviyatıma dayandırarak yazıyorum.

Appiah'ı hatırlar mısınız? Kim hatırlamaz ki... Peki bu kulüpten nasıl gittiğini de hatırlıyorsunuz değil mi? Edu Dracena... Luciano... Çok geçmişe gitmeyelim Daum'un gidişi bile kendi başına bir palyaço gösterisi değil miydi? Peki Zico? Yazmaya devam edersem onlarca isim girecek eminim.

Ama şimdi bu listeye Alex de girecek hiç şüphem yok. Tamam Aykut Kocaman bu takımın evladıdır da Alex başka birinden mi peydahlandı? Senelerdir bu taraftarı ayağa kaldıran, mutlu eden ve Fenerbahçe tarihinde hiçbir futbolcunun yanına yaklaşamyacağı istatistiklere sahip olan bu adam şimdi mi sahada koşmuyor oldu? Hagi koşar mıydı? Allah aşkına Messi Iniesta ya da Xavi kadar koşup pres yapıyor mu? Ya da Cristiano Ronaldo her maçta 90 dakika rakibi kovalıyor da ben mi görmüyorum? Zidane, Ronaldinho vesaire... Ya da Fenerbahçe'nin içine bakalım. Yeni gelenlerden Stoch ve Dia 90 dakika oyunun iki yönünü oynadılar da bizim mi haberimiz olmadı? Peki Kazım? Cristian oyunun hangi yönünü doğru dürüst oynuyor Allah aşkına?

Elbette takım savunmasına Alex de yardım edecek ama aynı zamanda kendini diri tutacak ki bu kadar beceri yoksunu adamın işini de sırtlanıp Fenerbahçe'yi skora taşısın. Fenerbahçe'de başka bir oyuncu atakları organize edip golleri sıralıyor da ben mi göremiyorum dört beş sezondur?

Aykut mu, Alex mi sorununa Aykut hoca çözüm bulamazsa en azından Alex kadar zararlı çıkar bu durumdan. Ve eğer konuşulduğu gibi bu takımın lideri Emre yapılmak isteniyorsa bunu değil Fenerbahçe taraftarı, futbolcuların bünyesi kabul etmez öncelikle. Nifak tohumunu atmış olursunuz, hatta tohum değil bombadır bu kurulmak istenen düzen. Fenerbahçe'nin öz evladı diyeceğiniz bir adam varsa kadroda bu Alex'tir Emre değil. Semih'tir ama Gökhan Ünal'ın bile arkasına koyulan Semih Şentürk'e bugün bu kulübün evladı diye hepimizin sahip çıktığı Aykut Kocaman'ın sahip çıkması gerekmez mi?

Aziz Yıldırım yönetimi yukarıda saydığım bir sürü vefasızlık örneğine şimdi de Alex ve Semih'i mi dahil edecekler? Futbola müdahale etmeyi çok seven yönetim şimdi aykut Hoca'nın kararlarına müdahale etmeyip niye onun arkasına saklanıyor sizce? Kendi başarısızlıklarını Aykut'u medyanın önüne atarak mı gizleyecekler? Yarın takım başarısız olduğunda öz evladımızı koyduk takımın başına ama yapamadı, bizim ne suçumuz var demenin altyapısı değil midir bu tavır? Biz Aykut'a çok güveniyoruz deyip sonra da güvendiğimiz dağlara kar yağdı senaryosunu izleyeceğiz emin olun. Bugün Aykut hoca evladımız deyip Alex'e toprlan kardeşim diyen yönetim yarın da Aykut hocaya kendine gel yoksa kapı orada der. İşin özü budur.

Peki Aykut hoca neden anlamaz kulübün öz evlatlarının ruh halini? Aykut Hoca'yı teknik ve taktik açıdan değil bu boyutta eleştiriyorum ben şu anda. Reçetesi Alex'i ve Semih'i kesmekse teşhis yanlış bence. Reçete bu iki adamı yanına almak olmalıydı. Birşey daha var aklıma takılan ki bir takımı sezon yeni başlarken fizik kondüsyon açıdan eleştirmek pek doğru olmasa da bugün izlediğim Fenerbahçe son 10 yılda izlediğim en kötü fizik kondüsyona sahip takım bana göre.

Basında bu işi çok bilen bazıları Alex koşmuyor, Semih çok ağır diye Aykut Kocaman'a destek çıkıyorlarsa da şöyle bir gerçeklik var o da takımın Gökhan Gönül dışında hazır oyuncusu yok. Gökhan Gönül de kendine baktığı için. O zaman Aykut Hoca'nın fizik kondüsyona yönelik yaptırdığı çalışmaları da oturup birinin analiz etmesi gerekir. Ama bunu yönetimin sorgulaması şimdilik işlerine gelmiyor. Yumurta kapıya dayandığında nasıl olsa harcanacak adam Aykut, şimdi ise onun rüzgarını kullanma zamanı.

Ben Fenerbahçe'nin durumunu hala çözümsüz olarak görüyorum. Bu sezon kazanılacak bir şampiyonluk değil Fenerbahçe'nin sorununu çözecek olan. Kendi Fatih Terim'ini yaratıp dört sene Aykut hoca ile şampiyon olmak da değil. Sorun günlük politikalarla insan öğütme makinesine dönüşen ve kimse Fenerbahçe'den büyük değildire sığınarak herkesi harcayan yönetimdir.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Ben İstemiyorum

Eveleyip gevelemeden yazıyorum ben Fenerbahçe'de Kazım'ı istemiyorum. Çünkü Kazım futbol ciddiyetinden uzak ve asla büyüyemeyecek bir çocuk.

Ben Güiza'yı istemiyorum. Kale bomboşken kaçırdığı gollerden dolayı değil, her sene yaptığı binbir dansözlükten ve kişiliğine hiç güvenmediğimden dolayı.

Ben bu takımda her sezon başında yeni bir hoca görmek istemiyorum. Ben hocaya inanıyorum Arogones dahil, iç çamaşırı gibi değiştiriliyor olmalarına inanmıyorum.

Ben bu takımda aptalca ve disiplinsiz şekilde kırmızı kart görülmesini istemiyorum. Emre, Selçuk, diğerleri... Kim bu aptallığa devam edecekse onları da Fenerbahçe'de görmek istemiyorum.

Ben iki sezondur Deivid gibi yatan yabancı futbolcuları bu takımda görmek istemiyorum. Deivid iyidir hoştur ama iki senedir sıfır katkısı vardır bu takıma.

Şampiyonlar Ligi'nde bu takımı izleyemeyeceksem Turkcell Süper Lig'de de hiçbir maçını izlemek istemiyorum. O yüzden Brezilya yeşili, Chelsea mavisi formalar da al mak gelmiyor içimden. Kulübe katkı yapacağım diye avanak yerine konmak istemiyorum.


Ben bu takımı herkesten çok seviyorum ve bu takıma herkesten daha fazla şey verdim deyip taraftarı kahreden bir Başkan görmek istemiyorum. İşin budur, bu takıma çok şey vermek. Eminim o koltuğun onlarca talibi vardır. Ve eminim Fenerbahçe'ye verdiğin kadar Fenerbahçe başkanlığı da sana çok şey vermiştir.

Sorun dün Young Boys'a yenilip elenmek değildir. Sorun bu takımın yürüyecek hali olmaması ve vasat yabancılarla insanların kandırılmasıdır. Sorun Kocaman değildir ama kocamandır çünkü o meşhur kurumsallaşan Fenerbahçe kimliksiz bir takımdır aslında.

Fenerbahçe'yi kimliksizleştirenler bir kez daha düşünmeli acaba gerçekten Fenerbahçe'yi mi seviyorlar yoksa Fenerbahçe'nin başkanlığı bir saplantı haline mi geldi.

Taraftar tek kelime etmez Aykut'a o yüzden şimdi esas belayı Aykut'u takımın başına getirerek aldılar. Ve bu yönetimi götürürse Aykut götürür en sonunda.

Ha unutmadan ne oldu 3 senede 3 şampiyonluk? İlk sezonda lastik patladı, ŞL ön elemesiyle de yokuş aşağı gidiyor kamyon.