29 Nisan 2009 Çarşamba

Manchester United - Arsenal


Lampard Barca - Chelsea maçının en güzel yarı final maçlarından biri olacağını söylemişti ama ilk maçta hayalkırıklığına uğradık. Arsene Wenger de benzer bir açıklama yapmış:

"Manu - Arsenal eşleşmesi sizi hayalkırıklığına uğratmayacak".

Alex Ferguson ise taraftarın Arsenal karşısında itici güç olmasını bekliyor. 2-0'dan 5-2'ye çevirdikleri Tottenham maçındaki coşkuya işaret ediyor.

Benim tahminim ya da beklentim tıpkı AC Milan - Liverpool gibi bu sene de Arsenal ile Barcelona arasında bir final oynanarak rövanşın gerçekleşmesi. Ama ben tahminlerimi genelde tutturamam.

28 Nisan 2009 Salı

Rüzgar Gibi Geçti

Onun gibi bir kanat oyuncusu için ancak bu söylenebilir: Rüzgar gibi geçti... Kariyerinin Manchester forması altında on sekizinci yılında Profesyonel Futbolcular Birliği Yılın En İyi Oyuncusu ödülüne layık görülen bu adamın geçmişinden kareler ve anektodları aşağıda görebileceksiniz.

Galler formasıyla henüz 17 yaşında iken Almanya karşısında ilk Milli maçına çıkıyor.
1990'da Manchester Uited ile profesyonel sözleşmesini imzaladığının ertesinde yeni formasıyla çekilmiş bir kare
Giggs Manchester United formasıyla ilk lig şampiyonluğunu kazanmak için 1993'e kadar bekliyor ama sonrası çok keyifli.
1997'de dört yılda üçüncü kez Premier Lig şampiyonluğuna uzanırken Ekim'de Şampiyonlar Ligi maçında Old Trafford'ta Juventus ağlarına hafızalardan silinmeyen muhteşem bir gol atıyor.
2002 yılında Premier Lig'deki 100. golünün kutlaması
Geçen yıl kazandığı son Şampiyonlar Ligi Kupası, belki de sondan bir önceki???


Chelsea'nin Hazırlık Antremanından Görüntüler

90 dakika şunu gösterdi ki Chelsea maça çok iyi hazırlanmış.








Barcelona - Chelsea




Geçtiğimiz yıllarda oynanan Barcelona - Chelsea maçlarında bol gol izlemeye alışmıştık. Bu alışkanlık birçoğumuzda Salı gecesi de aynı beklentiye yol açmadı desem yalan olur.


Nitekim bugüne kadar birçok maçını ilk 30 dakikada koparmasına alıştığımız Barcelona'ya karşı Hiddink ne kadar kapanmayacaklarını ve hücum edeceklerini söylese de bunun bir kandırmaca olduğunu ilk dakikalardan itibaren anladık. Maçın ilk yarısında pozisyon namına birkaç Barcelona atağına karşılık en tehlikeli pozisyonu da Drogba ile yakalamasını bildi Chelsea. Ama zayıf halka Valdes karşı karşıya kaldığı pozisyonda çok iyi iş çıkardı.



Barcelona'nın etkinliğinin azalmasındaki temel etken Hiddink'in rakip ataklarda Ballack, Lampard ve Obi Mikel'i adeta geri dörtlünün arasına gömmesi oldu. Bu üçlü Barcelona ataklarında kendi ceza yayları üzerinde kümelenince geri dörtlü de neredeyse otomatikman altı pas çizgisine kadar geldi. Barcelona kanatlardan veya göbekten rakibin arkasına sarkmaya o kadar alışmış ve tek toplarla rakip kaleye giden bir takım ki rakip sahada tehlikeli bölgede alan bulamadıkça birşeyler üretme imkanı da olmadı. Bu durumda tek şansı uzaktan şutlarla gol aramak olabilirdi ama Barcelona'da bunu çok iyi yapan bir oyuncu ortaya çıkmadı ilk yarı boyunca.

İkinci yarıya ise önce Henry sonra da Marquez'in sakatlıkları ile başladı Barca. Nitekim Marquez'in sakatlığı hayırlı oldu çünkü defansta ciddi hatalar yapma potansiyeli gösteriyordu. Yerine kaptan Puyol'un girmesi ile Barca da karşı alana daha güvenle yüklenmeye başladı. Buna Chelsea'nin biraz daha öne çıkması ve dakikalar yetmişe geldiğinde Hiddink'in Lampard'ı çıkarıp Belletti'yi sokması da neden gösterilebilir. O dakikalara kadar Lampard pek birşey yapmıyor gözükse de alan savunmasının en önemli isimlerindendi.



Oyunun son çeyreği için belki de şunu söylemek mümkün: Barca golü atmak için baskısını daha da artırdı ancak bir türlü kilidi açacak anahtarı bulamadı. Pep'in son Krkic hamlesi bu anahtarı bulmak için yapıldı aslında. Ama 90'da altıpasın içinde direk koysan çarpıp girecek pozisyonda Krkic kafayı dışarı vurdu. Öte yandan belki de Barca'nın maç boyunca en tehlikeli gözüken adamı Henry de 87.dakikada kenara alınınca Pep'in Hleb hamlesinin tek anlamı , her ne kadar o da 90+3'te kritik bir pozisyonu harcasa da, bu dakikadan sonra oyunu tutmak gibi geldi bana. Henry tek etkili gözüken isimdi demişken ceza sahasında sanırım Bosingwa'nın kendisini çektiği pozisyonda Barca'nın bir penaltısının güme gittiğini de belirtelim.

Tüm bunlara rağmen üretken olamayan Barca mıydı yoksa Chelsea oyunu iyi mi kilitledi derseniz ben ikincisini tercih ederim. İkinci maçta ne Chelsea bu kadar çok oyunu tutmak için oynar ne de Barca bu kadar etkisiz. Hele ki oyunun başında bir gol gelirse daha farklı bir maç izlememiz mümkün olur.


Maçın en önmli notu seyirciler arasında gizliydi aslında. Capello İngiliz Milli Takımı için Chelsea'yi mi izliyordu, yoksa Hiddink'in Chelsea'yi sezon sonunda bırakma ısrarı Abramovic'i Capello'ya mı yönlendirdi. Ne de olsa yeni trend hem Milli Takım hem de kulüp takımı çalıştırmak.

Futbolcu Tarlası


Bir zamanlar Ajax'ta biri gitmeden öteki yetişirdi. Van Basten'ın Ajax'taki yılları ama hemen ardından resimde de görüldüğü gibi Kluivert geliyor. Ne altyapıymış be...

Leo Franco Galatasaray Flörtü



El Mundo Top Secret koduyla veriyor, Leo Franco Galatasaray ile anlaştı diye. Eğer De Sanctis gidecekse ve bu takımın kalesini koruyan Mondragon, Taffarel gibi isimler de düşünülürse Hayrettin'den bugüne kadar Galatasaray kalesine geçecek en kötü isim diyebiliriz. Leo Franco'nun La Liga'da yediği golleri kimse izlemiyor mu Galatasaray yönetiminde. Allah'tan Betis de peşindeymiş belki onlar alır.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Barcelona - Chelsea


Ülke futboluna girdik çıkamıyoruz, Barcelona - Chelsea maçı var Salı günü ŞL'de. Çarşamba gecesi Manchester- Arsenal. Hafta sonu El Classico.

Barca - Chelsea maçına dönelim. Hiddink açıklamış: "Maçı kafamda iki kere oynadım". Mustafa Denizli'ye özenmiş olsa gerek. Bosingwa'nın Messi'yi durduracağını düşünüyor. En azından kafasındaki maçlar öyle geçmiş. Evdeki hesap çarşıya uyacak mı göreceğiz.

Lampard kuralar çekildiğinde tarihin gördüğü en iyi yarı final maçı olacağını hissetiğini söylemiş. Bundan önceki iki eşleşmeleri hakikaten oturup tekrar izlenmeye değer maçlardı.

Pique'den de ilginç bir açıklama gelmiş: "Chelsea finale çıkmak konusunda bir adım daha önde". Buna neden olarak da ikinci maçın rakip sahada olması.

Her yönüyle müthiş bir maç bekliyor bizi Salı akşamı. Maçın adamı kim olur, bana göre Xavi. Peki Xavi ne demiş? "Bana göre La Liga Premier Lig'den daha zorlu. Premier Lig yoğunluk ve rtmi nedeniyle kazanıyor olabilir. Son yollarda İngiliz takımları yarı finallerde olabilir ama biz de buraya tesadüfen gelmedik."

Başarı Kıstası

Geçmişte yazdığım bir yazıyı tekrar gündemime taşıyorum, nedeni istikrara fazlasıyla inanmam. Yazıyı blogu yazmaya başlamamın ikinci ayında kaleme almıştım ya da klavyeye almıştım mı demek daha doğru olur artık. Başarı Kıstası adlı yazım benim için bu ülke futbolunda her kulübün bina girişine, tesislerine asması gereken bir yazı. Tabi bence... Ama okuyun sonuna kadar, uzun ama pişman olmazsınız...Pişman olursanız yorumlarda taşlamak serbest...Kabul ediyorum çok egosu yüksek bir söylem oldu ama bence öyle...İyi yazı:-)

Sistemli Karmaşa



Trabzonspor en son 1983-84 sezonunda şampiyon oldu. Şampiyon olduğu tarihten bugüne kadar üşenmedim saydım, tam 44 teknik direktör değişikliği yapmışlar. Yirmi beş yılda 44 teknik direktör değişikliği, bununla birlikte 45. değişiklik olacak.

Peki Trabzonspor şampiyon olabilmiş mi? Hayır...Bu dönemde 7 başkan bunlardan birkaçı gelip gitmesine rağmen dönem dönem Trabzonspor'un başkanlığını yapmış. Trabzonspor camiası başkanlarına sabrettiği kadar teknik direktörlerinden birine sahip çıkabilseydi 25 yılda birkaç şampiyonluk alırdı. Bir başkan ortalama 3,5 yıl görev yaparken bir teknik direktörün ortalama ömrü 6 aydan biraz daha uzun.

Mesela aynı tarihten bugüne kadar ki Fenerbahçe teknik adamlarından bazılarını bir gözönüne getirelim. Hiddink, Löw, Daum, Zico... Teknik adam değiller o yüzden kovmaktan beter ettik.

Galatasaray'da Hagi, Gerets, Souness, Beşiktaş'ta yine Daum, Tigana, Del Bosque, Toschak...Bu adamlar bugün nerelerde hepimiz biliyoruz. Yerli çalışanları yani Terim'i, Denizli'yi vs. saymadım bile.



Bülent Uygun'u sevmem, bulunduğu pozisyonu hazmedemediğini düşünüyorum. Ama Sivasspor bu sene şampiyon olacaksa 2006-2007 sezonundan itibaren istikrarlı bir şekilde yönetilmesi sayesinde olacak. Lig ikinciliği bile Şampiyonlar Ligi'ne dört büyükler dışında bir takımın katılabilmesi anlamında Bülent Uygun'u efsane yapmaya yeter. Ama Sivasspor'un başarısında ne kadar istikrarlı olması önplanda ise, rakiplerini n istikrarsızlığı da o oranda yardımcı oluyor kendilerine.

Not: Trabzonspor kimi teknik direktör yapacak takımın başına Allahaşkına???

Bayern'de Yeni Dönem



Issız / İşsiz Adam diye yazdık Nisan ayının başında. Gerçi kovulma haberi birkaç blogda girilmiş ama biz farklı bir açıdan bakalım. Yeni dönemde göreve gelen Heynckes'li Bayern Münih tarihine.

64 yaşındaki Jupp Heynckes Bayern Münih'i 1987-91 yılları arasında çalıştırdı. Bu dönemde iki kez Bayern Münih ile Fc. Köln'ün önünde Bundesliga'yı kazandı. O dönemden Aumann, Augunthaler, Olaf Thon, Wolhfarth, Jürgen Kohler, Mihajlovic, McInally Heynckes yönetimindeki Byern Münih'ten aklımda kalan isimler. 1561 gün kaldığı görevinde Avrupa Kupaları düzeyinde ise bir başarısı yok. Yanlış hatırlamıyorsam 1987'de kaybedilen Porto finalinden sonra Sören Lerby'nin yerine takımın başına gelmişti.
Kendi kariyerindeki başarıların en tepesinde 1997-98 sezonunda Real Madrid ile kazandığı Şampiyonlar Ligi geliyor. İyi teknik direktördür ama futbolculuk yıllarındaki başarıları teknik direktörlük yıllarında daha parlak. 283 maçta 195 gol attığı Borussia Mönchengladbach formasıyla 1971, 75,76 ve 77'de şampiyonluğu kucaklarken Almanya Milli Takımı ile de 1972'de Avrupa Şampiyonası ve 1974'te de Dünya Kupası'nı kaldırma başarısını gösterdi.
Bayern Münih için yine yeni yeniden bir Hynckes dönemi. Ama Franz Beckenbauer, Karl-Heinz Rummenigge, Uli Hoeness, ve Karl Hopfner gibi akıl hocalarının arasında işinin pek kolay olmayacağı kesin.
Son bir not: 1-0'lık Schalke mağlubiyeti işin tuzu biberi oldu ama Wolfsburg depremi ve arkasında Camp Nou'da yaşananlar zaten Klinsman'ı bitirmişti.

Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım


Ryan Giggs: Player of the Year


Bu fotograf istikrar abidesi olmanın ödülü, profesyonel olmanın, adam gibi futbolcu olmanın... Ryan Giggs 18. Premier Lig sezonunda Profesyonel Futbolcular Birliği Yılın Oyuncusu ödülünü kazandı. Bu ödül için yarıştığı Nemanja Vidic, Rio Ferdinand, Edwin van der Sar, Cristiano Ronaldo ve Steven Gerrard'ı geride bırakarak.

Ashley Young'ın bu sene kazandığı yılın genç oyuncusu ödülünü iki kez kazanan Giggs kariyerinin sonunda aldığı bu ödülün ise anlamının çok büyük olduğunu ifade etti. Manchester City Akademi'de iken henüz 13 yaşında onu keşfeden ve :Manu'ya getiren adam olan Ferguson'a da teşekkürlerini sundu.

Gigs'in bu sezon sadece 12 kez ilk onbirde yeralmasına rağmen bu ödülü almış olması onun ne kadar etkili bir futbol karakteri olduğunu belgeleyen bir başka gerçek. Zaten önemli olan her zaman kadroda yeralması değil mi? Kulübede onun varlığı bile birçok şeye yetiyor Manu'da. Arsenal karşısında forma giyerse 800. maçına çıkmış olacak Kırmızı Şeytanlar ile. Ben nereye kadar gidebileceğini merak ediyorum. Ve Türkiye'de 35 yaşındaki futbolcuları gömmeye meraklı futbol çevrelerinin ile bu yaşlara gelip göbek bağlayan futbolcuların Ryan Giggs ile ilgili daha fazla bilgi sahibi olması gerektiğini düşünüyorum.

Real Madrid Şampiyonluğu Çok İstiyor


Raul Sevilla karşısında hat-trick yaptı ve Real maçı 4-2 aldı. Bir gece önce Valencia deplasmanında 2-2 berabere kalan Barcelona haftaya Real Madrid deplasmanına gidiyor. Puan farkı dört ve kimse Real Madrid'in şampiyonluk yarışını buraya kadar getirebileceğini düşünmüyordu. Getafe maçındaki geri dönüşüne ve Raul'un Sevilla'ya attığı gol sonrası sevincine bakmak yeterli Real Madrid'in şampiyonluk arzusunu görebilmek için.

26 Nisan 2009 Pazar

Onlar Şampiyon Olduğunda Biz Mahallede Top Tepiyorduk



Avrupa'da çok uzun bir aradan sonra yepyeni şampiyonlar çıkıyor ve daha da çıkacak galiba. Önce geçen hafta AZ Alkmaar Hollanda'da şampiyonluğunu ilan etti. 1981 yılından sonra ipi ilk kez göğüslüyorlar.

Wolfsburg bu hafta Cottbus karşısında 2-0 yenilmesine rağmen halen 2 puan farkla liderliğini koruyor Bundesliga'nın bitmesine 5 hafta kala. Kendi sahasında Stuttgart ile oynayacağı maç dışında kritik bir maçı yok gibi duruyor. Wolfsburg'un Bundesliga'da hiç şampiyonluğu yok.


Turkcell Süper Lig'de de bitime 5 hafta kala Sivasspor Beşiktaş ile zirve mücadelesinde başbaşa kaldı. Kalan 5 maçının üçü dışarıda ama en büyük şansı belki de Beşiktaş'ın bile kendilerine hala şans vermiyor olması olabilir. Herkes Sivasspor'un bu baskıyı kaldıramayacağını düşünüyor ve herşeye rağmen. Unutmadan Sivasspor'un da Turkcell Süper Lig'de hiç şampiyonluğu yok.


Fransa'da Lyon'un 2001-2002 yılından beri süren hakimiyeti bu sene sona erecek gözüküyor. Marsilya en son 1991-92 sezonunda kazanmıştı şampiyonluğu. Bugün Lille maçını kazanarak son altı hafta için puan farkını beşe çıkarmış oldular.

Liverpool Premier Ligi en son 1989-1990 yılında kazandı. Bir daha da şampiyonluğu göremediler. Bu sene işler yolunda giderse Manchester United'ı yakalama şansları var. Manchester United bir maçı eksik olmasına rağmen 3 puan farkla önde ama daha bitime dört hafta var ve herşey olabilir.

Bu takımlardan şampiyonluk yaşamış olanlar arasında herhangi birinin şampiyonluğunu hatırlayan adam varsa yaşı 25-26 civarında olması gerekir. En yakın tarih Marsilya'ya ait ve üzerinden tam 18 sene geçti.

25 Nisan 2009 Cumartesi

Adriano Dönmeyecek


Adriano tarafından açıklama geldi. Futbolcunun menajeri Adriano için: "Bir daha İtalya'ya dönmeyecek, hatta muhtemelen Avrupa'ya da" dedi.

"Adriano bir Milli Takım oyuncusu, şu anda kafasında netleşmiş birşey yok ama 27 yaşında ve kariyerine Brezilya'da devam edebilir" diye de ekledi.

8 yıllık Inter kariyerinden sonra onun formda olduğu dönemleri bilen biri olarak üzülmemek elde değil. Buldozer diye yazmıştım hakikaten ağır sıklet bir forvet oyuncusuydu rakip defanslar için.

24 Nisan 2009 Cuma

Ayrıldılar


Inter Adriano'nun sözleşmesini feshetti. Ne diyelim kendi düşen ağlamaz, artık evinde bol bol kısa şortla dolaşır, mahalle bakkalından alkolü yüklenebilir Adriano.

Başkan'ın Adamları

Peki Başkan Hangisi?


Eski Dostlar - Sabin Ilie


Fenerbahçe 1997 sezonuna Galatasaray'ın gölgesinde giriyordu. Adrian Ilie'ye Galatasaray formasını giydirmiş olan rakibine karşı her sezon transfer bombası patlatmaya alışmış Fenerbahçe'nin yanıtı gecikmedi ve kardeşini yani Sabin Ilie'yi İstanbul'a getirdiler. Her yabancı futbolcuya olduğu gibi anlı şanlı bir karşılamanın ardından Ali Şen yönetiminde o sezona Fenerbahçe formasıyla giriş yaptı Sabin Ilie de.
2,5 milyon dolar bonservisi Steau'ya yıllık 700.000 dolar kendisine ödenmek üzere üç yıllık sözleşme imzaladığı Fenerbahçe'de daha sonra iyi ki bir oy farkla başkanlık yarışını Aziz Yıldırım'a kaybetti diye Fenerbahçelilerin çokça dua ettiği Vefa Küçük "Çok iyi bir futbolcuyu kadromuza kattık. Forvet eksiğimizi giderdik ve kadromuzu en iyi duruma getirdik" açıklamasını yapmıştı.



Sezonun ortalarına doğru ise dönemin teknik direktörü Otto Bariç onun hakkında açtı ağzını yumdu gözünü: "Ülkesinde 38 gol atmış ama bize katkısı yok.. Boliç'in yerine başka oyuncu monte edeceğim". Bu sözler Ilie'nin Fenerbahçe'deki süresinin dolduğunu gösteren sözler oldular. Kendisi de Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra sıkça kongrelerde Aziz Yıldırım ve Ali Şen arasındaki atışmalarda meze oldu.

Burada tarihe bir not düşmek de yarar var. Hıncal Uluç Sabin Ilie'nin Kocaelispor'a verilmesinden sonra köşesinde şu satırlara yervermiştir: "Sabin İlie, çok yeniydi. Ama Romen futbolunun, bu Dünya Kupası finallerinden sonra kabuk değiştirecek Romen futbolunun en gözde ümidi idi. Onu sabırla bekletmek Fener'e kısa zamanda bir süperstar kazandırabilirdi". Bu satırlar tek başına bile Hıncal Uluç'un futbol bilgeliğine delil niteliğindedir.
Aslında hep ağabeyinden daha yetenekli olduğu çokça konuşulmuş ancak malesef görebilen olmamıştır. O sezon da pek görebilen olmadı zaten. 1993'te Electroputere Craiova ile başlayan profesyonel kariyeri 1995'te Steau Bükreş ile zirveye çıkmış bir oyuncunun kalan yıllarında bir sezonda dört kulüp dolaştığını görebilmek mümkün. Zaten bugün Çin'de forma giyen Sabin Ilie'nin 1993'ten bugüne 22 takımda forma giydiğini söylememiz sanırım onun futbolda bir Evliya Çelebi olduğunu söylemek için yeterli bir sayı olsa gerek.

Futbol hayatının sonunda Futbolname diye bir kitap çıkartırsa şaşırmayacağım. Biz onun futbol geçmişine tekrar dönelim. Fenerbahçe'de dikiş tutturamayan ve 12 maçta 3 gol atabilen Ilie bir sonraki sezon şansını Kocaelispor'da denedi. Ancak orada da istenen performansı veremeyince hiç forma giyemese de Valencia'dan başlayan çeşitli Romanya takımlarında devam eden bir dönem Çin Süper Ligi'ne uzanan ancak tekrar Romanya'ya geri dönüşü olan bir hikaye çıkıyor karşımıza.

Adrian ılie'den daha yetenekli gösterilip bir türlü istenilen performans düzeyine ulaşmamasında alkol önemli bir etkendir diye söylenir. Oturmamış kişiliği hep sorun olmuştur gittiği kulüplerde. En son Romanya'nın Arad takımında forma giyerken bir gece kulüünde arkadaşı ile birlikte iki bayana asılması sonucu olay çıkarması, gece kulübü çıkışı kulübün camlarını taşlamaları nedeniyle en sonunda gece kulübü çalışanlarının polise şikayet etmesi ile bir süre nezarethanede alıkonulmasına kadar uzanan kötü anıları da az değildir. Nitekim Cleopatra Gece Kulübünde yaşanan bu olay sonucu Arad'tan da ayrılmak zorunda kalmış, bir sene Yunanistan'da, bir sene tekrar Romanya'da oynadıktan sonra kendisini tekrar Çi Süper Ligi'nde bulmuştur. Kariyeri boyunca aslında hiç de kötü bir istatistiği yoktur. Forma giydiği maçlarda 297 maçta 131 gole imza atmıştır. Nitekim Çin Süper Ligi'nde Qingdao Hailifeng formasıyla 22 maçta 18 golle geçtiğimiz senenin gol kralı ünvanına sahip olmuştur. Zaten Çin'e dönüşünde de esas referans daha önce 2005'te 11 maçta formasını giydiği Changchun Yatai takımında attığı 14 goldür. Şu an 33 yaşında olan Sabin Ilie halen Changchun Yatai formasını giyiyor ve dördüncü hafta sonunda ligin dibine demir atmış takımında bu sezon içerisinde iki gole imza atmış durumda.



Her ne kadar Fenerbahçe'nin yabancı transferleri arasında yanlışlıkla alınan Danimarkalı Sarı Tay Nielsen ile çekişse de kariyeri ondan daha başarılıdır!!! En azında Çin'de idol olacak kadar.

Alkışlar Iniesta'ya


Birçoklarına göre İspanya Milli Takımı ve Barcelona'nın başarısının mimarı olarak Xavi ile birlikte ilk sıraya konuyor. Iniesta akıcı oyunu ve durmak bilmeyen enerjisi hem Milli Takım'ın hem de Barcelona'nın kolay kolay vazgeçemeyeceği bir isim. Barca taraftarları oyundan alınan Iniesta'yı nasıl da hayranlık dolu bakışlarla alkışlıyorlar.

Ayrılmaz İkili: Hamburg-Werder Bremen


Bundesliga'yı çok yakından takip etmem. O yüzden Bundesliga takımları ile ilgili çok yazı yazdığımı da göremezsiniz. Yine de evvelsi gün oynanan maç ve oynayan iki takım konu olabildi yazıma. Hamburg ve Werder Bremen Almanya Kupası yarı finalinde karşılaştılar. Per Mertesacker'in golü ile öne geçen Werder Bremen 66. dakikada Ilic'in golüne engel olamayınca normal süre 1-1 sonuçlandı. Uzatmalarda da eşitlik bozulmayınca penaltılara kalan maçı Wiese 3 penaltı kurtararak Werder Bremen lehine çevirdi.

Almanya Kupası'nda randevu Werder Bremen lehine sonuçlandı. Ama hikaye bitmiyor. Bu iki takım sezon sonuna kadar 3 maç daha oynayacaklar. İkinci randevuları 30 Nisan'da UEFA Kupası yarıfinal müsabakasında. Bir önceki turda Werder Bremen Uidenese'yi, Hamburg da Manchester City'i eleyerek gelmişlerdi yarıfinale. Doğal olarak 7 Mayıs'ta bu maçın rövanşını yapacaklar.
UEFA Kupası'nda Werder Bremen bugüne kadar üç kez yarı final oynamış ancak daha önce hiç finale çıkamamış. Hamburg'un ise bir Avrupa Kupası var ama bu başarıyı bir daha tekrarlayamadığını görüyoruz.
İki takımın son randevusu ise Bundesliga'da 10 Mayıs'ta oynanacak. Yani iki takım 3 hafta ya da yaklaşık 20 gün içerisinde tam dört kez karşılaşmış olacaklar. Ligdeki mücadele Hamburg açısından daha kritik çünkü bitime 6 hafta kala şu anda Wolfsburg'un 3 puan gerisinde Bayern Münih ile birlite zirve takibini sürdürüyorlar. Ligin ilk yarısındaki maçı Hamburg kendi sahasında 2-1 kazanmıştı.
Bir sezonda bu kadar maç oynamak garip tabi. Artık birbirilerinden sıkılacak hale geleceklerdir önümüzdeki maçlardan sonra.

23 Nisan 2009 Perşembe

Morinho'nun Şifresi


Biz Akdenizliler birbirimize fazlasıyla benziyoruz, plansız, spontan bir yaşam tarzı var bizde. İster Yunanlı olsun, ister İtalyan, isterse Türk. O anın keyfini fazlasıyla çıkartır ama yarını düşünmeyiz, acıyı en uç noktada yaşar kendimizi perişan ederiz. Program diye birşey yoktur, çünkü politika dahi günlük yapılır bu ülkelerde. Günü kurtarmak asıl olandır.

Morinho ilginç bir adam bazen hakikaten ilginç açıklamalar yapıyor. Çoğunda da doğruluk payı var. Bazen anlaşılmaz oluyor ama bazen taşı gediğine koyuyor. Başarısının sırrı bir Akdenizli yüreğine sahip olup bir Alman gibi programlı olabilmesi, bir İngiliz gibi soğukkanlı davranıp aynı zamanda bir İtalyan gibi ateşli hissedebilmesi.

Serie A'da teknik adamlığın bir kısır döngü olduğunu, İngiltere'de ise teknik direktörlük yapmanın cennette olmaya benzediğini söylemiş. Bunu söylerken İngiltere'de teknik adamların baskı altında olmadan geleceği planlayabildiğini kanıt olarak gösteriyor. Arsene Wenger'den dem vuruyor ve onun işini sükunet içerisinde yapabildiğini anlatıyor. Arsenal'in son dört yılda herhangi bir başarısı olmamasına rağmen gençlerle çalışmaya devam edebildiğini söylüyor. Rafa'nın Premier Lig'deki beşinci sezonunda şampiyonluk yaşamadığını ama onun da kontratını uzatıldığını belirtiyor. Serie A'da ise sezon başında beri on civarında teknik adamın görevini bıraktığını hatırlatıyor.

Bu açıklamaları yapan Morinho. Çok kaliteli, düzgün bir bakış açısı var bu açıklamalarda. Tam da yazının başında belirttiğimiz gibi plan ve programın başarıyı getireceğini hissediyorsunuz. Ama altını biraz deşince Wenger'e ve Benitez'e giden ufak taşlar da var. Plan ve programa rağmen onların başarısızlığına vurgu var. Morinho aynı zamanda çok kurnaz bir adam. Yer mi yapıyor dersiniz.

UEFA Kupası İstanbul'a Geldi



Galatasaray'ın şampiyonluğundan sonra ikinci kez yurdum insanı UEFA Kupası'nı görüyor. Kupa bugün yapılan törenle Türkiye Futbol Federasyonu'na teslim edildi. UEFA'nın resmi internet sitesinde bu törene geniş yerayrılırken finalin oynanacağı Şükrü Saraçoğlu Stadı'ndan da bir fotografa yerverilmiş. 23 Nisan gibi anlamlı bir günde kupanın İstanbul'a gelmesi de ayrı bir keyif veriyor insana.
Diğer taraftan Esma Sultan Yalısı'nda yapılan bu törende kupayı bir çocuğun emanet olarak alması daha güzel ve anlamlı olmaz mıydı diye de düşünüyorum. Madem Atatürk bu ülkenin geleceğini çocuklarımıza emanet etti, bir kupayı da UEFA ve Türkiye Futbol Federasyonu emanet edebilirdi herhalde.

Roy Keane Galeri

En sevdiğim oyuncu karakterlerindendir, ben genelde böyle adamlara daha bir farklı bakarım. Onun geçmişinden bazı kareler:


1993'te Manchester United'ın Afrika turunda yerel halktan çocuklarla birlikte


1997 Wembley'de Chelsea'yi yenip FA cup'ı kazandıklarında Schmeichel ile birlikte


1994 Şampiyonlar Ligi eşleşmesi, Ali Sami Yen'den bir enstantane


2002 Dünya Kupası'nda İrlanda Milli Takımkampından ayrıldıktan sonra köpeği ile yürüyüş yaparken

Roy Keane


Bazı Hollywood yıldızları vardır, yaş aldıkça daha da karizmatik olurlar. Sean Connery, Robert De Niro, Al Pacino gibi adamlar olgun yaşlarında bu gerçeğe örnek teşkil edenlerden bazıları.

Aynı durum futbolun yıldızları için de geçerli. Sunderland'in eski, Ipswich'in yeni teknik direktörü Manchester Unitedlı unutulmaz İrlandalı futbolcu Roy Keane de böyle bir adam. Her geçen gün daha karizmatik olmaya başladı. Aslında İrlandalılar da çokça gördüğüm birşey bu. Bence Roy Keane'e bir film teklifi yapılmalı. Rol yeteneği nasıldır bilemem ama fotograflardaki duruşu tam bir karakter oyuncusu hissiyatı veriyor.

Manu Cepleri Yakıyor


Premier Lig'de birçok takım ekonomik krizin etkisiyle bilet fiyatlarını önümüzdeki sezon için aşağı çekeceğini deklare etti. Birçoğu da fiyatları dondurarak bu sezonun fiyatlarını uygulamaya devam edeceğini açıkladı.

Bu durumun bir istinası var o da Manchester United. Dün Manchester United önümüzdeki sezon için taraftarların maç başına 1 pound daha fazla ödemek zorunda kalacaklarını duyurdu. Bu artırım ile birlikte Manchester United'ın kasasına önümüzdeki sezon 1.045.000 pound daha fazla gireceği hesaplanıyor. Tabi taraftarlar bu artıştan hiç memnun değiller.

22 Nisan 2009 Çarşamba

Kendi İle Başbaşa


İnsanoğlu ancak kendi ile başbaşa kaldığında insani duygularının dışına çıkar. Çok nadirdir mesela insanların gözü önünde cinayet, tecavüz vs. gibi olayların yaşandığı. Genelde çevrelerinde kimsecikler yokken işlenir böyle suçlar. Siz hiç onbinlerce çift göz sizin üzerinizde iken insanlığınızdan çıkabilir misiniz? Pepe'nin çıktığı andır.

Tanrı İle Başbaşa


Onbinlerce çift göz sizin üzerinize çevrilmişken Tanrı ile başbaşa kalabilir misiniz? Higuain'in kaldığı andır.

Liverpool 4 - Arsenal 4



Kendimi şanslı mı sayayım şanssız mı bilemiyorum. Real Madrid- Getafe maçının sarhoşluğunu yaşarken, Liverpool - Arsenal maçını izleyememenin üzüntüsünü hissediyorum. Neyse en azından özetlerine bakabildim.

Liverpool'un 6 gün arayla Chelsea'ye ve Arsenal'e dört attığını düşündüğünüzde maçların skorlarını bilmeyen herhangi biri herhalde "vay anasını" şeklinde bir tepki verir. Maçların 4-4 bittiğini söylediğinizde ise düşüp bayılacaktır.

Arshavin'in yaptığı ayıp değil midir peki? Sen git üçüncü golü at sonra da parmaklarınla üç yap tribünlere. Sonra dördüncüyü at bu sefer dört göster. Bir maçta hele ki Liverpool'a dört gol atılır mı? Vallahi ayıp ki ne ayıp. Bunu en son Dennis Westcott Wolverhampton formasıyla 1946-47 sezonunda gerçekleştirmiş. O zamanda bu zamana başka yapabilen adam yok.

Arshavin için şimdi Rus Pele diyorlar. Rus'un minimalist dokunuşları maksimum zarar verecek boyutta tarzında yorumlar yapıyor İngiliz basını.
Liverpool için iki maçta alınan dört dörtlük skordan sonra ancak şunu söyleyebiliriz. Benitez'in oyun stratejisi (4-4)*2. Bu strateji ile Liverpool için beraberlik cepte diyebiliriz.

21 Nisan 2009 Salı

Real Madrid Öldü Öldü Dirildi



La Liga'da Barcelona'yı takibini sürdüren Real Madrid belalısı Getafe karşısındaydı Salı gecesi. Puan kaybı lige de havlu atmak anlamına gelecekti onlar için. Maçın ilk yarısı 1-1 sonuçlandı. Son üç sezondur kendi sahasında bir kez bile öne geçemediği rakibi Getafe karşısında 9. dakikada Soldado'nun golüyle yine yenik duruma düşen Real Madrid, Higuain ile 45. dakikada beraberliği yakaladı.



Son on dakikaya gelene kadar Real Madrid dünyaları kaçırdı. Sonrası ise nefes kesti. Ben son yıllarda böyle bir son on dakika izlemedim. Önce 83. dakikada Albin Getafe'yi 2-1 öne geçirdi. Ardından Guti 85'te sol ayağıyla frikikten beraberliği getirdi takımına. 86. dakikada Higuain ceza sahası içerisinde yerde kaldı ama hakem sarı kartını gösterip oyunu devam ettirdi. O top Getafe atağına dönüştü. 87. dakikada Pepe Getafeli Casquero'yu düşürdü. Düşürmekle kalmadı hakemin penaltıyı vermesi üzerine yerde yatan rakibine de tekmeler savurarak kırmızı kart gördü. Casquero topun başına geçtiğinde Santiago Bernabau'da herkes gözlerini kapatmış filmin sonunu bekliyordu. Casquero topun dibine girip saçma sapan bir vuruş yapınca Casillas için kurtarmak kolay oldu.



Real Madrid maçı o kadar çok istedi ki, son dakikalarda 10 kişi ile yirmi kişilik oyun oynadı. 90+3' te Higuain Hagi'nin yıllar önce GS formasıyla Athletico Bilbao'ya Şampiyonlar Ligi Eleme Grubunda attığı golün bir benzerini gönderdi Getafe ağlarına.
Real Madrid son yılların en sansasyonel galibiyetini aldı. Bu maçta bana göre Chelsea - Liverpool maçı ile birlikte yılın maçı olmaya aday.