13 Haziran 2012 Çarşamba

Fransa İstediğini Alamadı


Fransa favori olarak çıktığı İngiltere karşısında beklediğim oyunu sergileyemedi. 90 dakika boyunca oyun hakimiyeti birkaç pozisyon dışında ve uzaktan çekilen şutlar bir kenara bırakılırsa skor üretmekten uzaktı.


Yazının devamı burada

8 Haziran 2012 Cuma

Ribery'nin Sauna Hikayesi





Üç Silahşörler


İtalya'nın işi tıpkı 2006'da Dünya Kupası'nı kazandıkları dönemde olduğu gibi zor. Şike skandalı takımı ne kadar sarstı bilemiyoruz. Ama turnuvada ne kadar ileri gideceklerini muhtemelen bu üçlü belirleyecek. Ne yapacağı belli olmayan çılgın çocuk Balotelli, şike skandalına bir şekilde adı karışan dünyanın en iyi kalecilerinden Buffon ve kurt golcü Cassano.

7 Haziran 2012 Perşembe

Lidersiz Fransa


Biz onu sadece Dünya Kupası finalindeki bu karesi ile hatırlamasak da, Fransa ve Zidane denince akıllarda kalan en son an bu olsa gerek.

Yazının Devamı Burada

6 Haziran 2012 Çarşamba

Fransa: Son İki Hazırlık Maçı Değerlendirmesi


Fransa 4 - Estonya 0

Dün akşam son hazırlık karşılaşmasında Fransa Estonya karşısında 4-0 gibi net bir skorla galip gelirken yenilmezlik ünvanını 21 maça taşıdı. 90 dakikada Fransa'yı galibiyete taşıyan goller Ribery, Benzema (2) ve Menez'den geldi.


Yazının Devamı Burada

Fransa 2 - Sırbistan 0
Dün akşam Sırbistan ile karşılaşan Fransa yenilmezlik ünvanını 20 maça çıkarmış oldu. 10. dakikada Ribery'nin sol kanattan aldığı topla içeri driblingi sonrası verdiği pasla buluşan Clichy'nin yaptığı ortada top Sırbistan kalecisinden sekince tekrar Ribery'nin önünde kaldı. Ribery de şık bir vuruşla topu ağlara gönderdi.


Yazının Devamı Burada

1 Haziran 2012 Cuma

Artık Hayalkırıklığı İstemiyorum


Önceki turnuvaların aksine oldukça sessiz sedasız geliyorlar. Belki bir Platini ya da bir Zidane yok takımda ama bu sefer takımın başında Raymond Domenech de yok. Bu bile başlı başına bir neden Fransa için hala umut beslemek adına. Üstelik Sarkozy de cumhurbaşkanı değil artık. Bu Fransa Laurent Blanc yönetiminde öncekilerden çok daha sempatik ve takım olarak çok daha huzurlu.


Yazının devamı için buraya tıklayınız.
 
Not: Euro2012 boyunca Tribün Dergi'nin 16 Takım 16 Blogger projesi kapsamında yazılarıma yukarıda verdiğim link üzerinden ulaşabileceksiniz. Turnuva boyunca Fransa'yı yazıyor olacağım. Ayrıca turnuva geneli ile ilgili diğer yazılarıma blogumda yervermeye devam edeceğim.

29 Mayıs 2012 Salı

Emre Atletico Madrid'te


32 yaşında olan bir futbolcunun değil Türk ya da başka bir milletten İspanyol dahi olsa Atletico Madrid gibi İspanya'nın başaltı ve önde gelen kulüplerinden biriyle sözleşme imzalaması başarıdır. Hele ki bu futbolcu kronik sakatlıkları nedeniyle kariyeri boyunca Avrupa'da tam anlamıyla performans gösterememiş biri ise büyük başarıdır. Aynı zamanda bir menajer başarısıdır. Öte yandan iyi bir Emre Atletico Madrid'te kadroyu zorlar. Yolu açık olsun.

Kulübün remsi sitesinden yaptığı açıklama için: http://www.clubatleticodemadrid.com/index.php

24 Mayıs 2012 Perşembe

Beşiktaşlı Duruşu AMA


Bugün Uğur Meleke'nin "Beşiktaşlı Duruşu" yazısını sabahın ilk saatlerinde okuyanlardan biriyim. Siz de buradan okuyabilirsiniz. Bir bütün olarak ele alındığında muhteşem bir yazı. Ama gerçek hayatta benim kabul edebileceğim ve Tayfur Havutçu ile ilgili görüşlerimi değiştirecek bir yazı değil, Beşiktaşlı duruşu ya da ahlak anlayışımla ilgili olan düşüncelerimi de.

Uğur Meleke'yi ancak yazılarından tanırım, bir kez iletişime geçtim, ötesi yok. O yüzden bu yazı onun hakkında değil kesinlikle. Ama yazıda savundukları ile ilgili. Baba Hakkı'yı bana dedem anlattı, sonradan okuduklarım da var. Süleyman Seba'yı gördüm, yaşadım, saygı duydum. Tayfur Havutçu'nun futbolculuğunu izledim, teknik adamlığını, yaşadığı hapis sürecini vs. Günün sonunda hiçbirini tanımıyorum, bundan sonra tanır mıyım onu da bilemem. Dışarıdan bakınca Baba Hakkı'dan Tayfur'a bu isimlerin hepsi bana belirli bir çizgiyi korumuş insanlar olarak gözükürler. Elbette Baba Hakkı ile Tayfur Havutçu'yu karşılaştıramayız.

Sözün özü tabi ki Baba Hakkı'nın Beşiktaşlılık duruşundan bahsedemeyiz günümüzde. Ve tabi ki ahlak anlayışı tektir. Ve tabi ki de Tayfur Havutçu'nun dışarıya verdiği izlenim ile kendi içinde kamuoyunun göremediği yüzünün tutarlı olması gerekir ki kendisi içinde Beşiktaşlılık duruşundan ve güzel ahlaktan bahsedelim. Ve tabi ki o konuşmaların şık olmadığını kabul edelim. Amma velakin bu durum ne Tayfur Havutçu'nun genel Beşiktaşlılık duruşunu ortadan kaldırır, ne de ahlaksız bir adam yapar. Ben bu telefon konuşmalarının ortaya dökülmesini ve tekrar tekrar döndürülmesini daha gayri ahlaki buluyorum. Ve yine bu telefon görüşmelerini ne futbolcu performansını etkileyecek bir içerik, ne de futbolcularının cinsel tercihlerini zedeleyen bir konuşma olarak değerlendiriyorum. Günlük hayatta yaptığımız makara muhabbetinin ötesine geçmiyor benim gözümde.

Bir Beşiktaş teknik adamı bu duruma düşmeli mi? Tabi ki düşmemeli. Ama sırf bu muhabbeti yaptı diye kendisini Beşiktaşlılık duruşunun dışına itmek ve gayri ahlaki bir konuma sürüklemek hiç de doğru değil. Yazının sonunda katıldığım bir yer var ki o da Beşiktaşlılık duruşuna hiç sahip olamayan bir sürü ipsiz sapsızın bu kelime öbeğini ağızlarına sakız yapması. Ama bu ipsiz sapsızların yanında Tayfur Havutçu'yu harcamak çok içime sinmiyor. Hele ki günümüz değerleri ile Baba Hakkı'nın, Süleyman Seba'nın dönemindeki değer anlayışını birbirine kırdırarak bunu yapmak hiç içime sinmiyor. Baba Hakkıları özlüyoruz, Süleyman Sebaları özlüyoruz, o dönemin safiyane ve güzel duruşunu özlüyoruz. O dönemin futbolunu özlüyoruz, o dönemin İstanbul'unu özlüyoruz. Ve kirlendi dünya... Ama orada kocaman bir AMA var.

O ama da benim için aklanın da gelin ile bu mudur Beşiktaşlılık duruşu bakışı arasında bir fark yok. Yılarca sahada tertemiz bir futbol ortaya koyup da teknik adamlık kariyerinde hem duruşu hem de verdiği demeçlerle son derece mütevazi bir görüntü çizen Tayfur Havutçu için de o duruşa hiç uymayan bir görüşme tapesi nedeniyle isminin üzerine bir çizik atmak en az bugünün endüstriyel futbol dünyası kadar acımasız. Ya da Tayfur Havutçu'yu aylarca hapis hayatına mahkum edenler, teknik adamlığını elinden alanlar, sonra çıktığında görevini iade edip hiçbir performans göstergesine sığınamadan tekrar onu görevden alanlar kadar acımasız.

"Onların da aileleri, tribünde onları izlemeye gelen sevdikleri vardır. İzzet-i nefisleri vardır. Bu kadar yeter daha fazla atmayın." Baba Hakkı

17 Mayıs 2012 Perşembe

Binbir Surat Del Piero


Binbir surat Del Piero, bir kulüpte uzun yıllar kalabilmenin sırrı belki de imajını her yıl değiştirmek olabilir.

Meğer Barton Barışçıl


Meğer Joseph Barton barışçıl bir insanmış. Haftasonu oynanan City - QPR maçında önce Tevez'e dirsek atıp kırmızı kart gören sonra da Aguerro'yu yere indiren Barton sosyal paylaşım platformu twitter'da barışçıl bir insan olarak sorunların kavgayla çözülemeyeceğini ifade etmiş.

Adamsın


Sen taraftarın önünde eğildin ya, o taraftar senin için ölür yüreği KOCAMAN adam. Umarım yıllarca Fenerbahçe'nin teknik adamı olarak çubuklunun onurunu, gururunu taşımaya devam edersin. Adamsın, hem zeki, hem çevik hem de ahlaklı bir adamsın.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Aykut Kocaman'ın Kusursuz Planı


Aykut Kocaman bu yıl teknik adamlık sorumluluğuyla birlikte takım ağabeyliği, menajerlik, mentörlük, başkanlık, hakla ilişkiler, ne görev varsa yaptı. Nitekim çoğumuzca da takdir gördü. Teknik adamlığı konusunda eleştiriler olsa da omzundaki yük gözönüne alınıp bazı saha içi hatalları Fenerbahçe taraftarından beklenmedik ölçüde hoşgörüyle karşılandı.

Play off ile birlikte ise formunun zirvesine çıktı Kocaman. 5. haftada Trabzonspor karşısında taktiksel anlamda en üst düzeydeydi. Galatasaray karşısında da bana göre. Zaten bu zirveye çıkış 6 maçta elde edilen 4 galibiyet, 1 beraberlik ve bir mağlubiyetle play off grubunu en yüksek puanla tamamlamasını sağladı Fenerbahçe'nin.

Galatasaray maçı aslında Trabzonspor maçının bir karbon kopyasıydı, tek farkı kazanmak zorunda olan bir iç saha mücadelesi olması. Aykut Kocaman sezon içerisinde oynanan 3 maçtan da gerekli dersleri çıkarmış ve Galatasaray'ı durdurmanın tek yolunun oyun kontrolünü elinde bulundurmak olduğunu çözmüştü. Plan tıkır tıkır işledi maç boyunca. Selçuk zaman zaman aksasa da orta sahanın göbekteki blogunun Emre-Cristian ve Selçuk'tan oluşması, defans blogunun oyunu kurmak adına ekstra sorumluluk alarak bir tık daha fazla top yapma mentalitesi, kanatlarda Dia ve Stoch ile rakibi yıpratma planı, Semih'in ön alanda rakibe basması, yani her alanda Fenerbahçe istediğini yapan fakat pozisyon konusunda alanı daraltan rakibi karşısında yeterli performansı gösteremeyen bir görüntüdeydi. Ama zaten Aykut Kocaman'ın da istediği golü maçın son çeyreğinde bulmaktı büyük ölçüde. Yani Galatasaray'a çok da reaksiyon göstermesine fırsat bırakmayacak bir zaman diliminde. Nitekim bununla ilgili de beklenen ikinci yarının 55-60. dakikasında Alex ile girecek yeni ve taze gücün maçı çözeceğiydi.

Alex kulübeye yönelirken geldi Dia'nın kırmızı kartı ve maçın o ana kadar en etkili adamı takımını on kişi bırakırken Alex'in oyuna girişini de geciktirdi. Aslında Aykut Kocaman'ın kusursuz işleyen planını baltalayan da bu kırmızı kart ve gecikme oldu. Rakip on kişi kaldıktan sonra yapılan hamlelerse artık yeterli süre kalmadığı için pek bir işe yaramadı. Ancak on kişiyken dahi takımın oyunun kontrolünü sürdürmesi sezon içerisindeki diğer 3 maç düşünüldüğünde mental olarak da takımın final maçına ne kadar hazır olduğunu gösterdi.

Aykut Kocaman bu formunu sürdürdüğü sürece şu çok net gözüküyor ki Fenerbahçe yine zirve mücadelesi verir. Ancak hala kafasındaki saha dizilişinde Alex'in yeri yok. O yüzden Alex olduğu sürece o kafasındaki değil, kafasındakine en yakın oyunu oynatacak. Alex'ten sonrası içinse Aykut Kocaman bana oynatacağı oyunla ilgili çok ciddi referanslar verdi bu sezon özellikle play off dönemimde.

Fenerbahçeli'nin Günlüğü


Şöyle bir düşündüm de Fenerbahçe taraftarı son dönemde en çok hangi kelimeleri ya da kelime öbeklerini kullanıyor diye, karşıma çıkan sonucun futbolun ve beraberinde sporun ne kadar uzağında olduğunu görünce şaşırdım demek isterdim ama hiç de şaşırmadım.

İşe olumlu tarafından bakmak istersek günlük ortalama konuşma dilinde kullanılan kelime sayısının 150-200 olduğu bir ülkede bu kelimeler kuşkusuz ortalamayı artırma adına önemli katkılar sağlamakta. Aynı zamanda Fenerbahçe taraftarının takımlarına bakış açısını da ciddi ölçüde değiştirdi. Daha önceki yıllarda takımına tepki gösterebilen profil yerini sahada mücadele veren takımlarına sonuna kadar sahip çıkan bir profile dönüştürdü. Takım ve camia olmanın bütünlüğü sağlandı.

Olumsuzluklarını saymıyorum bile, ki en başta artık Fenerbahçe seyircisi herhangi bir spor karşılaşmasına başta futbol olmak üzere sportif bir müsabaka olarak bakamıyor. Başka bir mücadele var artık sahada. Rekabet oynanan takımla değil de başka bir güçle. Burada adını koymak istemiyorum, zira bu durumun gerçekliğini desteklemek adına değil algıyı ortaya koymak adına yazılan bir yazı. Eğer bir takımın taraftarları sportif mücadeleyi, teknik adamını, sporcularını, rakibini kritik etmekten daha çok aşağıdaki kelimelerle günlük sohbetlerini yapıyor, maç öncesinde bugün ne olacaktan çok yarın ne olacağı konuşuyorsa, kalkıp da ona sportif mücadele demek pek mümkün gelmiyor bana. Bakın Fenerbahçeli son 9 ayda en çok hangi kelimeleri ya da kelime öbeklerini kullanıyor:

Şike - Cemaat - Özel Yetkili Mahkeme - Savcı - Aziz Başkan - 3 Temmuz (artık bir de 12 Mayıs eklendi) - Spor Şube - Çevik Kuvvet - Çağlayan - biber gazı - müdahale - Fenerbahçeyiz - orantısız güç - duruşma - hakim - polis - limon - yüz yıkama - yürüyüş - mücadele - zalim ve zulüm - Emniyet - Silivri - Metris - cezaevi - adliye - masumiyet karinesi - hukuk...

Bu listeyi daha da uzatmak mümkün, ben ilk aklıma gelenleri sıraladım. Bir camia o kadar spordan ve sportif mücadelenin sahaya yansıttığı sonuçlardan uzaklaştı ki, bu çok sağlıklı bir durum değil. Ben bile yıl boyunca bir tek maç kritiği yapmadım bu blogda neredeyse. Kimse yapmıyor. Mevcut durumda Fenerbahçe taraftarının bugün itibariyle sağlıklı bir topluluk olarak nitelendirilmemesi gerekiyor. Sağlıklı olmayan bir kitleyi tekrar Türk sporuna kazandırmak da kaba kuvvet ve güç gösterisiyle mümkün değil. Karşınızda gündemi, günlük konuşma dili bambaşka bir topluluk var ve bu topluluk gitgide yabancılaşıyor. Kendi ülkesinde bunu hisseden 25 milyon insandan bahsediyoruz ki, bu yabancılaşmanın nedeni etnik, kültürel, dinsel temeli olmayan sadece bir takım tutkusuna dayanan bir yabancılaşma.

Konunun  ne kadar hassas olduğunun kimse farkında değil, zira bu insanların din, dil, ırk, aile gibi dokunulmazlarının dışında bir de kendi seçimleriyle hayatlarına kattıkları bir değer olan takımdaşlık duygusu çok hafife alınıyor. Oysa ki o takımdaşlık her bir bireyin hayatına değer katan mutlu, üzüntülü, coşkulu anılarla geçmişlerini yani kendi kişisel tarihlerini oluşturan bir olgu. Bu takımdaşlığa karşı uygulanan her türlü şiddet aslında kişisel bazda insanların anılarına karşı uygulanıyor. Bu insanlar her haksızlıkla karşılaştıklarında günlüklerinden birer sayfa koparılmak isteniyormuş gibi hissediyorlar. Birileri kalkıp da Fenerbahçe taraftarıyla kucaklaşmadığı sürece de bu yabancılaşma ve kendi koruma kalkanlarını kaldırma eylemi hiddetlenerek büyüyecek.

12 Mayıs'ta yaşanılanlar 300-500 kişinin futbol fanatizminin ötesindeydi. Yarınlar neler getirecek bir fikrim yok. Ama o gün orada yaşanılanların vehametini aslında ispatlayan bir şey ifade edeceğim şimdi. Hiç kendi sahanızda ezeli rakibiniz Galatasaray'a kaybedilen bir şampiyonluktan daha kızgınlık verici, Fenerbahçeliler'i çıldırtacak bir başka duygu olacağına inanabiliyor musunuz?

Bundan 9 ay önce biri Fenerbahçeliler'in Galatasaray'dan daha fazla kızgınlık duyacağı başka birşey olacak deseydi hepimiz güler geçerdik. Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçeli'nin günlüğünde artık Galatasaray satır aralarında geçen bir detaydan öte değil. Fenerbahçeli'nin tek bir gündemi var, o da ne şartta olurlarsa olsunlar birbirilerini ve günlüklerini korumak. Atlarına binip yel değirmenlerine saldırmak pahasına.

15 Mayıs 2012 Salı

Yorumsuz













Fenere Karşı


Ben bir aile babasıyım, evli 2 çocuklu ve ailesine karşı sorumlulukları olan. 35 yaşındayım, üst kimliğim Fenerbahçe taraftarı olmak. Ne soldayım, ne sağda, ne ortadayım, ne kenarda. Hayatını daha iyi idame ettirmek isteyen, basit ama keyifli zevkleri olan, bunların başında da futbol ve Fenerbahçe olan bir aile babası.

Şampiyonluk maçına 1 hafta önceden hazırlanan, maç sabahı oğluna da formasını giydirip ailesiyle birlikte keyifli bir kahvaltı yapmaya çıkan. Gazeteleri karıştıran, sağdan soldan gelen sataşmalara sataşarak karşılık veren, takımdaşlarının oğluna "Ne olacak bu akşam, şampiyon olacağız değil mi?" demelerini tebessümle karşılayan. Galatasaraylı eşiyle maç konusunda itişip kakışan ve onun Fenerbahçe tarihini Galatasaray'dan daha fazla bilmesini sağlamanın gururunu duyan bir aile babası.

Cumartesi günü bir başka Fenerbahçeli dostuyla yola çıktığında keşke oğlanı da alsa mıydım yanıma, ilk maçına bir derbi ve şampiyonluk maçında mı gitseydi diye bir taraftan üzülen ve vicdanen kendini rahatsız hisseden, bir taraftan da maçta çıkabilecek olası gerginlikler yüzünden bu maçı oğlunu götürmemenin mantıklı olduğuna iç sesiyle kendini ikna eden. Şampiyonluk maçına gidebilmek için yolda 2,5 saat kalan ve ancak 18:00 sularında Göztepe civarında olup stadyuma yürüyerek havayı koklamak isteyen. Maçtan önce hafif bir atıştırmadan sonra Kızıltoprak'tan Migros'a doğru okulun arkasından yürürken Çevik Kuvvet ile burun buruna gelen. Ve o an ne yapacağını bilemeyen.

Sadece bir maça girme derdi olan ama karşısındaki yüzlerce emniyet görevlisinin etrafı panzerlerle sularken bir taraftan da biber gazını dayamasını hayretler içerisinde izleyen. Ve o an çok şükür ki 4 yaşındaki oğlanı getirmedim diyen. Maça girmek için ilk aklına gelen yöntemi uygulayan ve bu şiddet görüntüsünün arasına maç biletini bir beyaz bayrak sallar gibi yukarı kaldırıp dalarak, herhangi bir şiddete maruz kalmadan stadyum kapısına ulaşmayı umut eden. Bir taraftan biber gazından etkilenmemek için gözlerini açıp kapayarak koşarken bir taraftan da ciğerlerine soluduğu o keskin gazın etkisini azaltmak için yüzünü atkıyla kapatan.

Kapanan kapının önünde 10 dakika kapının açılmasını bekleyen ve artık gazdan nefes alamaz hale gelmişken bir şekilde kapının açılmasıyla kendini mabede atabilen. Yerine geçtiğinde herşeyi unutmuş ve stadyumun atmosferine kendini kaptırmış. Maç boyunca diğer 55.000 ile tek yumruk olup, tek bir kişinin oturmadığı, herkesin bir ayağını koltuğuna, diğer ayağını ön sıradaki koltuğun tepesine koyarak tezahürat yaptığı ortamda 90 dakika boyunca sadece takımını destekleyen.

Maç bittiğinde kaçan şampiyonluğun hüznünden çok takımının 3 Temmuz'dan bugüne verdiği mücadeleyi ayakta alkışlayan. Takımının tribünleri dolaşmasını bekleyen ve bunu beklerken Galatasaraylı futbolcuların orta yuvarlaktaki sevinç gösterilerini sabote edeceğimizi düşünen stadyumdaki Çevik Kuvvet'in ve diğer güvenliklerin oluşturduğu etten duvara bir yerleriyle gülen. Maçın bitmesinin üzerinden 8-10 dakika geçmesine rağmen ve maç boyunca tek bir taşkınlık yaşanmadığı halde tepemizde uçuşan helikopterlerin motor sesinin "Fener Gol Gol Gol, Şampiyonluk Geliyor" tezahüralarına karıştığı bir 90 dakikanın ardından sadece takımını bağrına basmak isteyen.

Türk Telekom tribününün Maraton ile birleştiği köşedeki hareketlenmeyi izlerken dahi olayların bu noktaya varacağını hiç düşünmeyen. Ve Çevik Kuvvet'in biber gazlarını boşaltmasıyla birlikte, hiddetlensem de işlerin giderek kötü bir hal alabileceğini düşünerek tribünlere yapılan müdahalenin de orantısızlığını farkedip herşeye rağmen hiçbir şeye bulaşmadan evine dönemeye karar veren. Tribünleri terkederken daha merdivenlerde stadyuma gelirken soluduğum gazı içine tekrar çekmek zorunda kalan, stadyum çıkışına geldiğinde Çevik Kuvvet ve polislerle karşılaşınca "Nedir bu yaptığınız?" diye bağırıp cevap olarak küfür yiyen, hiçbir olay çıkmadığı halde ortamı Beyrut'a çeviren bu akıl yoksunu gücün yaptıklarına isyan eden. Kızıltoprak'a doğru sağa sola kaçışmaya çalışan yüzlerce taraftarla çarpışa çarpışa koşar adım ilerlerken bir taraftan da maç girişindeki gibi ağzını yüzünü atkıyla kapayıp gazın etkisinden gözlerinden yaşlar damlaya damlaya uzaklaşan ve Tanrı'ya bir kez daha oğlumu maça getirmediğim için şükreden.

Ben arkadaşımla koşaradım uzaklaşırken, sağı solu panzerler kuşatmış halde bir tarafta kızgın insanların taşlarla sopalarla şişelerle o panzerlere saldırdığını izleyen bir taraftan da o kızgınlık seline kapılıp aynı davranışı göstermek isteyen ama yine sorumluluk duygusu ağır basıp bunları yapmaktan kendini alıkoyan. Bağdat caddesinde trafiğin ters yönüne doğru ilerlerken 400-500 kişilik bir Fenerbahçe taraftarının stadyuma yürüyüşünü gören ve onların dışında takımından gurur duyan nice aracın bayrakları ile stadyuma gidişine atkısını sallayan. İşlerin daha da karıştığının farkında olup otomobiline ulaştığında hemen radyoyu ve telefonundan mobil televizyonu açan ve tahmin ettiği o felaket sahnelerle yüzyüze kalan. Bir taraftan da sosyal medyayı takip eden ve apartman köşelerine sıkışmış, stadyumda mahsur kalmış binlerce insanın feryatlarını yakarışlarını içinde büyük bir kin birikerek yaşayan. Eve 2 saatlik trafikten çıkıp geldiğinde eşinin "sen çok pis birşey kokuyorsun" sözleriyle imzalı formamın üzerindeki kokukun ter ve sigara olmadığını, biber gazının formama sindiğini gururla farkeden.

Ben bir babayım ve Fenerbahçe taraftarıyım. Her sezon 7-8 maça giden, gidemediğinde de takımının maçını televizyondan takip eden. Oradaydım ve olayların büyük bir bölümüne şahit oldum. Bbu olayları başlatan düğmeye Fenerbahçe taraftarının basmadığına. Benim gibi normal vatandaşların annelerin ve babaların sadece takımını desteklemek için orada olduğuna. Birilerince marjinal olarak nitelendirilen taraftar gruplarının da büyük ölçüde bilinçli hareket ettiğine, ama birilerinin kışkırtmasıyla galeyana geldiğine. Ve ne ilginçtir ki benim gibi normal ve ortalama bir vatandaşın bile sahaya giren yüzlerce Fenerbahçeli holigan/taraftar/genç/delikanlı adını ne koyarsanız koyun aynı şeyleri hissettiği ve aynı öfkeyle saldırmak istediği bir güne şahit oldum.

Benim üst kimliğim Fenerbahçe taraftarı olmak ama hala bir ailenin ve baba olmanın sorumluluklarını üzerimde taşıyorum. Biliyorum ki benim gibi milyonlarca insan var Fenerbahçe taraftarlığını üst kimlik olarak benimseyen. Ve biliyorum ki pek çoğu da kızgınlıklarına, öfkelerine benim gibi başka başka sorumlulukları nedeniyle ket vuruyorlar. Cumartesi gecesi o tribünlere gelen 55.000 kişi Fenerbahçeli olma kimliğiyle oradaydı. Ne sağcı, ne solcu, ne TC vatandaşı, ne Rizeli, ne Amasyalı, ne Çerkez, ne Kürt, ne Ermeni. Tek kimlik Fenerbahçeli olmaktı ve Cumartesi günü yapılan herşey Fenerbahçe'ye karşıydı. Bunu ancak o havayı teneffüs eden, maça giderken emniyet güçlerinin önceden bilenmiş, agresif ruh hali içerisindeki keskin ve sert bakışları ve tutumuna maruz kalan insanlar anlayabilir. Başka hiç kimse bilemez o 55.000 kişi dışındaki. O gün o 55.000 kişi bir kedinin fareyi köşeye sıkıştırdığında o farenin kabarıp kediden daha büyük bir hale gelmesi ruh halini yaşadı. O gün çaresizlik oradaki insanlara herşeyi ama herşeyi yaptırabilirdi. O gün oğlum yanımda olsa yine o sorumlulukla onu korurdum herhalde ama ona bir zarar gelse kontrolümü kaybedip başka şeyler yapabilirdim belki de.

Cumartesi gecesi bir terör yaşandı, ama bu ne bir futbol terörüydü, ne çeşitli siyasi görüşlerin terörist eylemi ne normal vatandaşların, ne de marjinallerin körüklediği bir terör. Bu terör başka terör. Bunun Fenerbahçe'ye karşı bir terör olmadığını birileri bana anlatmak zorunda yoksa anlamayacağım.

Bu satırları okuyan bazıları beni iktidar karşıtı, cemaat ve/veya polis düşmanı, solcu, marjinal falan gibi sıfatlarla nitelendirebilir. Ben bir parti sempatizanı değilim ve hiç olmadım. Ne sola yaklaştım, ne sağa. Ne başörtüsüne öfkeyle baktım, ne mini eteğe. Ailemde polis de var, asker de. Babam, eşim Galatasaraylı, annem takım tutmaz. Ben sade, ortalama bir vatandaşım. Evinden işine, işinden evine gidip gelen. Ben evine ekmek götürme derdinde 35 yaşında 4 kişilik bir ailenin babasıyım. Ben Fenerbahçeli'yim. Ben Fenerbahçe'yim.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Arda Turan


Galatasaraylılar ne kadar inkar etseler de onu çok arayacaklar, gençliğin verdiği coşkuyla bazen gereksiz de konuşsa çoğu zaman doğruların altını çizdi. Atletico'da ilk sezonunda şu tablonun içinde yeralıp ilkonbirin değişmezi olmak kolay değil. Zaten bunu bekliyorduk ve beklentileri fazlasıyla karşıladı. Ama bunda en çok o kültüre ayak uydurabilecek mental yapıya sahip olması etken oldu. Tebrikler Arda Turan.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Düşürmezseniz Adam Değilsiniz


Bu blogda hep yazdım, hep de yazmaya devam edeceğim. Fenerbahçe Spor Kulübü'nde yönetici, sporcu, çalışan kim varsa bu şike soruşturmasında suçlu bulup da düşürmezseniz adam değilsiniz. Ben yazdım, başka Fenerbahçeli bloglar yazdı, twitterda binlerce tweet atıldı. Haftasonu Fenerbahçe il Galatasaray Süper Final'de karşılaşacaklar ama Fenerbahçe taraftarı için herşeyden önemli olan aklanma ya da cezayı çekmek hala.

Bir kulübün başkanının ağzından bir kez daha okuyun. Bu kulübün başkanı hala suçluysak düşürün, değlsek aklayın diyor. Kimse kusura bakmasın ama bu sürecin günahı vebali en çok Fenerbahçe'nin dışındaki güçlerdedir. Buyrun aşağıda Başkan'ın açıklamalarını okuyun ve artık bu konu üzerine demogoji yapmayın. Tek yürek diyoruz ki: "Suçluysak düşürmezseniz adam değilsiniz".

Türk futbolunun içerisinde bulunduğu kaygı verici durum kamuoyunun malumudur. Gelinen bu noktanın yegane sorumluları, cesaret ve kararlılığın ötesinde "dışarıda olmalarına rağmen bizlerden daha tutuklu ve daha esaret altında olan Futbol yöneticileridir."


Sürecin başından beri işaret ettiğim ve sıklıkla gündeme getirdiğim "Fenerbahçe Operasyonu" nihayet sona yaklaşmıştır.

Fenerbahçe’nin kazandığı günün, gece yarısı karanlıklarına sıkıştırılan planlı kararlar, Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının haklılığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Hukukun gücü yerine gücün hukukunu uygulamaya kalkanlar sipariş kararlarla 58. Maddeyi değiştirmiş, başından beri haykırdığımız üzere "kulüple başkan ve yöneticilerini", "kulüple taraftarını" ayırarak "böl ve yönet" prensibini hayata geçirme hedeflerini açıkça gözler önüne sermişlerdir.

Kamuoyu bilmelidir ki;

Fenerbahçe Spor Kulübü ile Başkanı, taraftarı ve yönetimi ayrılmaz bir bütündür.

Fenerbahçe taraftarına ve Fenerbahçe çoğunluğuna hoş görünmek adı altında kulübü mesnetsiz bir şekilde yöneticilerinden ayırmaya kalkışanlar, birkaç yöneticimizi günah keçisi ilan edip, olmayan suçlardan cezalandırma yolunu seçenler,

Fenerbahçe Başkanını susturmak için Aziz Yıldırım’a sus payı verebileceğini düşünenler ve bütün bunların yanında "haklı-haksız" ayrımı yapmadan tüm kulüplerimizi ceza kurullarına sevk ederek Fenerbahçe ile diğer kulüpleri düşman etmeye, futbolu yangın yerine çevirmeye kalkışanlar tarafımızdan gereken cevabı en sert şekilde alacaklardır.

Fenerbahçe ve tüm spor kamuoyu bilmelidir ki; adı geçen tüm yöneticiler "kendileri istedikleri sürece yeni dönemde de Fenerbahçe’de görev alacaklardır."

Ve yine kamuoyu bilmelidir ki; Aziz Yıldırım duruşmada da açıkladığı üzere "Fenerbahçe için ödenecek her türlü bedeli tek başına ödemeye hazırdır."

Ancak kulüplerin temiz olduğuna karar verip, bu kulübün başkan ve yöneticilerini suçlamaya kalkmak, planlı bir operasyon ötesinde açık bir "hukuk cinayetidir". Bağımsız mahkemelere gelen ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tertemiz olduğunu gösteren raporları hiçe sayarak kararlarına gerekçe dahi gösteremeyenler, Fenerbahçe’yi kayırma rolünü üstlenme gibi bir hadsizliğe kalkışamazlar.

Aynı şekilde gerekli görülmediği için şahsi hesapları inceleme altına dahi alınmayan ve tüm tasarrufları belgelere dayanan yöneticilerimizi suçlayarak dolaylı olarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nü zan altında bırakmak kimsenin uhdesine terk edilemez ve edilmiş de değildir.

Spor ailesinden olmadığı için yargılayamadıkları, hatta ifadelerini dahi alamadıkları spor ailesi dışındaki 3. kişilerin eylem ve tasarruflarını, kulübümüze ve yöneticilerimize izafe edenler, bu keyfi kararların sorumluluklarını da bilmelidirler.

"Şike ve Teşvik" suçunun unsurları olarak talimat ve yasaların aradığı ve "suç işlemeye elverişli" şahıslar olarak tanımladığı kişilerin eylemlerine bizzat tesadüf edilmeden, yani "suç ve eylem sübuta ermeden", "teşebbüs" eyyamıyla karara bağlayanlar bu dosyanın gerçek sanıklarıdır.

Unutulmamalıdır ki; "şüphe" adı altında Ceza Kurullarına sevk edilen yöneticilerimizin cezalandırılması için, bu "şüphe"yi hangi delil ve inandırıcı kanıtlarla karar niteliğine taşındığını ispat edemeyenler bir takım oluşumların medyadaki tetikçilerine şirin gözükmek içn karara bağlayanlar, yargı önünde bizler kadar eşittir ve öyle de olacaktır.

Fenerbahçe çınarının bir yaprağı bile, yaratılan futbol sonbaharında süpürülüp savrulmayacaktır. Fenerbahçe’nin her yerde her branşta ve özellikle göz diktikleri Fenerbahçe Futbol Takımının şampiyonluğunu engellemek için sahaya yansıtılan tüm çirkinlikler ve kirli oyunlar dün itibariyle artık tüm kamuoyunun malumu olmuştur.

Fenerbahçe taraftarına reva görülen uygulamalar "vatan hainlerine" bile gösterilmeyen sertliktedir. Ufukta görülen, Fenerbahçe’nin tutuklu olmayan yönetici ve hukukçularının aynı oyun ve tehditlerle karşı karşıya olduklarıdır.

Ama bilinmelidir ki; Fenerbahçe bir bütün olarak "her şeyin farkındadır" ve "her zamankinden daha güçlüdür."

Ancak Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçeliye karşı yürütülen bu linç kampanyasını yürütenler unutmamalıdır ki, sabrımızın da bir sınırı vardır.

Ve tüm spor kamuoyu bilmelidir ki;

Fenerbahçe yönetimi bu adil olmayan düzende ve aynı uygulamaların devamı halinde Fenerbahçe Futbol takımını "Yarışmaktan alıkoymak" kararı da dahil olmak üzere bir takım yaptırım ve kararları kongre sonrası genel kuruluna götürmekten kaçınmayacak olgunluk ve kararlılıktadır.

Sporda verilebilecek en ağır cezanın "alkıştan mahrum bırakmak" olduğunu bilen bir spor adamı olarak kim olursa olsun Lig şampiyonunu şimdiden alkışlıyor ve her iki takımımızı da Şampiyon saygınlığı ile selamlıyorum.

Tüm Fenerbahçe taraftarına güzel ve güneşli günler göreceklerine inanmaları isteğimle sevgilerimi ve hasretlerimi sunuyorum…

Aziz YILDIRIM


Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Juve Campione


Bu sezon hiç ama hiç takip edemedim ama dünya futbolunda Fenerbahçe'den sonra tek tuttuğum ve hastası olduğum takımın şampiyonluğu beni çok mutlu etti. Hoşgeldin yaşlı kadın, artık sahne yeniden senin.

Hepimiz Neyiz?


Gerçekten hepiniz Zokora olmak istediğinize emin misiniz? Bir daha düşünün, üstüne bir daha düşünün. Size Emre olun demiyorum ama Zokora olmak bu kadar gurur duyulacak birşey mi düşünün. Bir daha ve bir daha. Zokora olmayın...

Beyaz Bereler Kadar Temiz Bir 90 Dakika



Dün gece ile ilgili yazacak çok şey var da aslında yukarıdaki dört kare ile de özetlenebilirmiş. Ben Trabzon'daki Fenerbahçe düşmanlığı tiyatrosunu ilk kez izlemiyorum, çokça şahit oldum geçtiğimiz senelerde ama ilk kez bu kadar limitleri zorlayan bir şehir halkı toptan, başka bir şehrin semtine düşman olduğu resmi gördüm. O semt de o şehre düşman oldu artık. Günün özeti budur aslında.

Üçüncü Dünya Savaşı Kadıköy ile Trabzon arasında çıkacak bu gidişle. Yaşanan olayları bir şehrin halkına ya da bir kulübün taraftarına mal etmeye etmeye millet cinnet geçirme noktasına geldi. Nasıl olsa suçlu yok,herşey bireysel bir takım hareketlerden kaynaklanıyor ve şehrimize ya da takımımıza mal edilmiyor, öyle değil mi? Aslında şehir, semt, taraftar, orada yaşayan insanlar hepsi tertemiz, mükemmel insanlar.

Hafta boyunca Trabzonspor Başkanı'nın kaybederlerse dünyanın sonundan daha kötü olacağını söyleyerek bütün bir şehri Fenerbahçe'ye karşı bilemesini izlemiştik. Dün geceye dönersek sahada bu düşmanlık o boyuta geldi ki, Afrikalı futbolcusu daha birkaç hafta önce maç içerisinde barıştığı Emre'ye, o 90 dakikanın bitiminden sonra dolmuş taştığına ve sonunda onun futbolculuk hayatını bitirmeye karar verdiğine şahit olduk. Maç boyunca 4-5 kez kafalarına isabet eden çakmak vs. bilimum sert ve yaralayıcı maddeden dolayı yerlerde acı içinde kıvranan takımın oyuncularına karşı maçın hakeminin ev sahibine çanak tutuşunu ve Fenerbahçeli futbolcuların oyun içerisinde defalarca Colman ve Zokora önderliğinde yedikleri dayağa rağmen maçtan 3-1 galip gelerek ayrıldığını gördük.

Hafta içinde orta sahayı Selçuk-Cristian-Emre üçlüsünden kurarsa ve etkili kanat oyuncuları ile beşli bir set oluşturursa Aykut Kocaman'ın bu savaşı kazanacağından emindim aslında. Nitekim öyle de oldu. Maçla ilgili geriye söylenecek başka da birşey yoktur. Beyaz bereler takıldı, papazın çayırından gelenler linç edilmek istendi.

O papazın çayırından gelen bir grup onur mücadelesi veren genç insan an itibariyle ligde ve kupada finale çıkıyor ve iki kupa için son 180 dakikasına giriyor. İki kupanın da değeri yok aslında, değer verilmesi gereken sadece tıpkı dün akşam gibi kendilerini, şahsiyetlerini, onurlarını ortaya koymuş olmaları. Ve malesef karşı takımdaki meslekdaşlarının tam tersi bir ruh haliyle mücadele etmeleri. Kanuni'nin şimdi kemikleri sızlıyor olsa gerek, çünkü o en uzun süre tahtta kalan padişah olarak iktidarının hiçbir döneminde beyaz bere takmadı.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Sen Zaten Şampiyonsun


Bizim canımız hergün her dakika her an yandı, hala da yanıyor 3 Temmuz'dan bugüne kadar. Aramızda çokça feveran eden oldu, belki söyledikleri ya da yaptıkları ile yanlış, yaralayıcı davranan da. Belki sadece Aziz Başkan'ın arkasındaymış gibi duran da, şikeyle şampiyonluk olsaydı da her yolu mübah sayıyormuş gibi duran da.

Kazın ayağı hiç öyle olmadı ama. Bizim canımız yandı, Fenerbahçemiz yerin dibine itin kuyruğuna sokulmaya çalışıldı, biz de takımımıza gücümüz yettiğince meydanlarda,sokaklarda,stadyumlarda,bloglarımızda,tweetlerimizde elimizden ne geliyorsa o şekilde sahip çıkmaya çalıştık. Tweet atıp da eyleme geçmeyenler küçümseniyor ya ben onları bile çok değerli buluyorum zira Fenerbahçe bir tek taraftarının külüne muhtaçtı bu dönemde.

Bizim canımız çok yandı, lütfen kimse, hiçbir taraftar ve hiçbir takım bizim canımı da yandı demesin. Komik oluyor, yaşamadıkları şeyin dışarıdan etkisini muhakkak ki hissettiler ama asla yaşamadılar. Şimdi biraz canı yananlar feryat ediyorlar. İş tehlikeye girince Fatih Terim hakeme sallıyor, saldırıyor. Şenol Güneş futbolun ayrıştırıcı olmasından bahsediyor. Yıldırım Demirören'e oy verenler de vermeden gizli gizli destekleyenler de şimdi gitmesini istiyor. Ben hiç gelmesincilerdendim mesela. Neyse sonuç hep aynı canı yanan bağırıp çağırıyor diğerleri onların sesini duymuyor bile.

Kimsenin 3 Temmuz'dan beri bizim sesimizi duymadığı gibi. Bugüne kadar gelinen süreçte hiç kimsenin ümidi olmadığı bir sezonda iki şampiyonluk da artık tamamen Fenerbahçe'nin elinde. Ama benim alacakları şampiyonluk umurumda bile değil. Ben sahada alın terini akıtan, iyi oynamasa da mücadele eden bu takımı zaten gönlümde şampiyon ilan ettim. Bu yazıyı da henüz hiçbir şey belli değilken yazmak istedim ki, sonradan çevir kazı yansın yapıyor demesinler.

Sahada bir onur mücadelesi vardı ve bu mücadeleden galip ayrıldı Fenerbahçe takımı. Bunun ötesi yok, bu mücadele ligde 3, kupada 1 maçla daha devam edecek ve nihayetinde birileri şampiyon olacak. Ama bu onur mücadelesi Fenerbahçeli taraftarlar nezdinde hiç unutulmayacak. Ben bunu Şükrü Saraçoğlu'ndaki son Beşiktaş maçında fazlasıyla hissetim. 52.000 kişi hiç olmadığı kadar sarıldı takımına o gün. Takım da onlara...

Geriye bu sezonla ilgili anlatılan herşey hikaye. Canım yandı diyenlerin de Fenerbahçe camiasının yaşadıkları yanında boş söyledikleri. Eğer Fenerbahçe'nincanı bu kadar yanmasaydı bugün burada olması bile mümkün değildi bu kadro yapısıyla. Canı o kadar yandı ki bugün finişe önde girmek üzere.

Şenol Güneş Samimi mi?


Şenol Güneş'e saldırmak için yazmıyorum, zira bana göre Türk futbolunun en değerli 3 hocasından biridir. Ama dün maçtan sonra futbol konuşmayacağım deyip, arkasından futbolun geldiği durumu çok vahim olarak niteleyip, hukukun olmadığı yerde hakkını kan dökerek aramaktan, hukuken aklanıp vicdanlarda nasıl aklanacaksınız diyerek hala tek taraflı olaya bakmaktan öte değildir benim için yapmış olduğu konuşma.

Trabzonsporluların vicdanlarına dokunmuş olabilir, belki diğer takım taraftarlarının da ama vicdanlara takım ve taraf gözetmeksizin dokunabilmektir marifet. Eğer totalde bir barış mesajı vermek istiyorsanız bir cümlesinde dahi taraflı bir kelime etmemelisiniz. Bu yüzden benim vicdanıma dokunmadı Şenol Güneş uzun zamandır futbolun ciddi bir ülke sorunu ve ayrıştırıcı unsur haline gelmesi konusunda onunla paralel düşünsem de.

Doğru düşünebilmek doğru çözümler getirebilme ve ayrışmayı ortadan kaldırma kudretini getirmez. Eğer 1996'da halk ayaklanmasından bahsedip, 2012'de hala hak aramak için kan dökülmesi ya da vicdani aklanma gibi kelimeleri araya serpiştirebiliyorsanız bunu çok anlam yüklü bir konuşma olarak nitelemek komik ve popülist oluyor.

27 Nisan 2012 Cuma

Kısa Bir Taraftar Mektubu


Sevgili Fenerbahçem,

Ruhunu satarsan ölürsün. Sen de ölürsün, ben de, biz de. Hepimiz ölürüz, Fenerbahçe ölür. Bu süreçten ya tamamen aklanarak çık, ya da git amatör kümede oyna. Ama ruhunu satma.

Bir Taraftar

25 Nisan 2012 Çarşamba

Mahalle Kavgası


Mehmet Topuz "Goyduk eğleniyooz" dedi. Şivesinin Sivas mı yoksa Kayseri mi olduğu sosyal medyada tartışma konusu.

Gökhan Gönül 3D koreografiyi onur kırıcı bulduğunu bir Fenerbahçeli olarak duygularının incindiğini söyledi.

Stoch GS formasını şortunun arkasına soktu.

Mehmet Topuz sahaya işeyen köpek taklidini eleştirenlere "e peki Melo pitbull taklidi yapınca sorun olmuyor da ben mi yapınca sorun" dedi.

Zaten Melo da golden sonra abuk sabuk el kol hareketleri yaptı.

Galatasaray tribünleri orta yuvarlakta yapılan Sivas kangallı gösteriden sonra çileden çıktı.

Burak Yılmaz "Edebinle sevin" diye gazetelere demeç verdi.

Sonra Selçuk İnan'la buluşan Burak Yılmaz acaba ne konuştular?

Loran koridorda Fenerbahçeli futbolcularla çak çak yaparken Ali dürüst geldi napıyon laa çıkarın bu adamı dedi. Fenerbahçeli futbolcular Loran'ı çıkarırsanız röportaj vermeyiz dediler.

Fırat Aydınus koridorda sıkıştırılınca Caner'e ikinci sarıyı çıkartamadı.

Erman'ın maç yorumunda "Her sevişmede çocuk olmaz, sevişeceğin zaman önemli" dedi.

Arada Ünal Aysal play off istemem dedi, Aziz Yıldırım da Metris'ten "En rahat maçımız, ben çok rahat izledim" dedi.

Twitter'da hashtag yarışı: "Seni yerler yerlere karşı Loranı yedirmeyiz"

Bıdı bıdı bıdı bıdı.

Ne bu ya derbi maç mı, mahalle kavgası mı?

Futbolda Artık Verimlilik Tartışılmalı

Yukarıda Barcelona - Chelsea maçının istatistikleri var. Benim gözüme çarpan %72 topa sahip olan bir takımın kaleyi bulan 5 şutuna karşılık, rakibinin sadece %28 ile oynayıp kaleyi bulan 3 şutunun olması.

Barcelona'nın total futbol anlayışına sonuna kadar saygım var ve halen tartışmasız en iyi olduklarını düşünüyorum. Dünya futbolunda yeni bir Yunanistan modeli olmasını da kesinlikle istemem. Ancak sözkonusu verimlilik ise futbol adamlarının da oturup düşünmesi gerekiyor. Efektif bir oyun istatistiği değil Barcelona'nın ki, total futbol prensiplerinden taviz vermeden şapkayı önlerine koyup topla daha az oynayıp yine oyun hakimiyetini sürdürebilecekleri ama gol yollarına daha efektif gidebilecekleri bir modele dönüştürmeliler bu oyunu.

Ramires'in attığı gol efektif bir hücumun en güzel örneği belki de. Chelsea'nin oyununu övmek adına değil, çünkü Çanakkale geçilmez ile her zaman maç kazanılmaz ama Barca'nın da hala çıkabileceği bir üst basamak olduğunu görmek adına değerli bu rakamlar. Topa sahip olmak nereye kadar? Bence oyun hakimiyetine sahip olacak kadar topa sahip olmak ve sahip olduğun anlarda efektif kullanmak daha değerli.

Siz %72 topa sahip olup kaleyi bulan 5 şutu mu tercih edersiniz yoksa %58 topa sahip olup kaleyi bulan 9 şutu mu? Eğer bu kadar baskın oynamaya kalkarsanız rakibiniz de Çanakkale geçilmezi oynamak zorunda kalır ve başını ilk kaldırdığında gole gider.

Tıpkı haftasonu oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi gibi.

Tarihi Karede Bir Türk


Pozisyon 5.000 metre erkekler finali gibi ama değil, Torres uzatmalarda kontra ile gole ve finale koşarken Busquets onu takip etmeye çalışıyor. Cüneyt Çakır'ın bu dakikadaki deparı inanılmaz. İyi maç yönetti Cüneyt Çakır, yardımcıları da iyi destek oldular kendisine. Özellikle de Terry'nin atıldığı pozisyonda.

24 Nisan 2012 Salı

Oyun Aklını Yitirmek


Cumartesi gecesi oynanan El Classico'ya atıfta bulunulsa da Pazar gecesi Galatasaray Fenerbahçe karşısında Barca'nın Real Madrid'e karşı oynadığı oyundan birkaç gömlek daha üstün oynadı. Buna rağmen kazanamaması ise artık sadece Fenerbahçe karşısında Galatasaray'ın şansı tutmuyor ya da Galatasaray'lı oyuncular psikolojik olarak etkileniyor ile açıklanamaz boyuta geldi artık.

Yıl 1996, günlerden Mayıs'ın beşi birçok Fenerbahçeli'ye ve birçok Trabzonsporlu'ya birşeyler hatırlatıyordur. Aykut Kocaman'ın şampiyonluğu getirdiği golle deplasmanda 2-1 kazanan sarı larcivertliler o gün de Pazar gece ki kadar pasif bir oyun ortaya koymuşlardı. Şenol Güneş ise Abdullah ile Trabzonspor 1-0 öne geçtikten sonra oyunu kontrol etmek yerine çılgınlar gibi hücum etmesini izlemişti takımının. O gün beraberlik bile yetiyordu ama Trabzonspor kudurmuşçasına hücum etti. Ve o kadar kontrolsüz geldi ki önce Oğuz'un frikik golü ardından maçın sonlarına doğru Aykut'un kontrataktan yaptığı skorla bir daha geçen sezona kadar hiç yaklaşamadığı lig şampiyonluğunu kendi eliyle bıraktı rakibine.

Pazar gecesi Galatasaray mükemmel bir oyun ortaya koydu .Bunu sahanın tartışmasız en iyisi olarak Volkan'ı göstererek zaten kabul ediyoruz. 40. dakikadan sonra maçta 70'lere gelene kadar ben bir taraftar olarak diken üzerinde oturdum. Ama öyle goller kaçmaya başladı ki ve Galatasaray öyle açık alanlar bırakmaya başladı ki Fenerbahçe'nin birkez rakip kaleye yüklenirse golle buluşacağını da düşündüm. Galatasaray çılgınlar gibi saldırmasının cezasını çekti. Tıpkı 96'da Trabzonspor'un çektiği gibi. Tıpkı 6 Kasım'da yaşadığı daha büyük felaket gibi.

Eğer biraz kontrollü olabilselerdi, yine galip ayrılacaklardı muhtemelen. Belki sadece bir adam daha fazla bırakabilselerdi geride ne Özer'in kafası Bienvenu'ye gidecek, ne Bienvenu gibi dengesiz bir adam yine dengesiz bir şekilde topu ileri dürtebilecek ne de Stoch o boş koşuyu yapıp Muslera ile burun buruna gelecekti. Fatih Terim çok büyük bir teknik adam ve onu büyük yapan etkenlerin başında da ne olursa olsun hücumu düşünmesi geliyor. Fatih Terim olmasaydı mesela Euro 2008'deki Çek Cumhuriyeti galibiyeti kesinlikle yaşanmazdı ülke tarihinde. Ama Fatih Terim gerek teknik adam kimliğiyle, gerekse mental olarak 6-0'ın intikamı peşinde. Sırf bu yüzden 2-1 bile maçı kazansa dahi rakibini ezerek, sahadan silerek bunu yapmak istiyor. Maçın skorunun bile artık önemi kalmadı. Amaç tamamen rakibi sahadan silmek. Bu kadar başarılı bir baskıya ve yaklaşık 40 dakika süren oyunu domine etme gücüne rağmen eğer Fenerbahçe biraz daha kaliteli isimlerden oluşsaydı eminim maç çok daha farklı olurdu.

O zaman ne Galatasaray bulduğu pozisyonların birçoğunu yakalayabilir ne de Fenerbahçe 2-1 ile yetinirdi. Sadece birkaç kaliteli ayak bile bu baskın oyunu kıracak çıkışları yapar ve skoru daha da farklı bir noktaya getirirdi. Kimse bundan bahsetmiyor ama gerçek bu. Fenerbahçe iki top yapıp orta sahaya kadar topu her taşıdığında Stoch'un attığı golün benzerlerini atma şansını yakalayacaktı. Kabul ediyorum ki Fenerbahçe'nin mağlup olmaması aynı zamanda Galatasaray'ın şanssızlığı ve Volkan'ın büyük kaleci olmasına bağlı çokça. Ama daha çok aklını yitirmiş bir oyun anlayışına. Galatasaray girdiği pozisyonlarda bile şuursuzca vurdu kaleye topları. Kontrolsüz bir güç gösterisi yerine oyun aklının öne çıktığı bir kalite koymadı sahaya. Kısacası Galatasaray maçı çevirmek adına oyun aklını yitirdi.

Ben artık Galatasaray'ın baskın oynayıp da kaybettiği diğer maçlarda Fenerbahçe karşısındaki hiçbir 90 dakikayı şanssızlığa ya da büyüye bağlayamıyorum. Bu tamamen oyun aklını yitirmekle ilgili bir durum. Ve Galatasaraylılar bu tip sonuçlara şanssızlık dedikleri sürece bunu daha çok yaşamaya devam edecekler.

19 Nisan 2012 Perşembe

Futbol Endüstrisinde Finansal Durum Bilgi Çizelgesi

Futbol endüstrisi üzerine hazırlanmış başarılı bir bilgi çizelgesi. Güncel verilere tek bir tabloda hakim olmak açısından yararlı olacaktır.

-Son dönemde futbolda finansal krizler

-Premier Lig takımlarının finansal durumları, gelir kaynaklarının dağılımı

-Son 20 yılda Premier Lig ve diğer alt liglerin futbolculara ödenen paralar yüzünden açılan makasın çarpıcı bir görünümü.

-Dünyada en çok kazanan futbolcular ve gelir bakımından dünyanın en büyük kulüpleri listesi.

Hepsi birarada.

Ada futbolunda Premier Lig ve alt liglerdeki futbolculara yapılan ödemelerde makasın bu kadar hızlı bir şekilde açılmış olması aslında gerçekten korkutucu bir tablo. Ve bu tablo Ada futbolu için ne kadar keskin gözükürse gözüksün benzer dağılımlar diğer ülke futbolları için de geçerli. Süper Lig için de mesela.

Rus oligarkların ve Arap sermayedarların futbola olan yatırımları kuşkusuz bu makası açan ilk faktör olsa gerek. Real Madrid'in 2000'lerde başlayan Galacticos 1 ve Galaticos 2 dönüşümü de aslında benim gibi romantik bir Real Madrid taraftarını takımdan soğutmuş ve bu tabloya katkıda bulunmuştur.

Futbolda mali kriterler sert bir şekilde uygulanmaya geçmeden, NBA gibi tavan ve taban ücret politikaları belirlenmeden, hatta takımların transfer politikalarına müdahale edilmeden bu tablonun normalleşmesi beklenemez.

Öte yandan top liste takımlarının da bu müdahaleye izin vermeyeceklerinin altını çizmek gerekir. En kötüsü de peki ne olacak sorusunun cevabını verememek.

Taraftar profillerinin değiştiği, futbolun giderek elit bir tabaka tarafından stadyumlarda izlendiği bir dönüşümü de yaşadığımız şu günlerde gerçek futbolseverin takımını ancak TV yayınından izleme şansı var bu finansal döngüde özellikle ülkemizdeki bilet fiyatlarına da baktığımızda. TV yayın gelirlerinin bu kadar önemli bir pay aldığı günümüz futbolunda da ancak kendi takımını takip edebilen ve bu nedenle futbolseverlikten uzaklaşıp sadece takım taraftarı modeli oluşturan bir yapıdan bahsedebiliriz zira Şampiyonlar Ligi, kendi ligin vs. yayınların farklı yayın kuruluşlarından şifreli yapıldığı bir ortamda birkaç farklı decoder ve üyelik yapmak pek mümkün gözükmüyor. En azından Türkiye için. Çünkü aslında bu bilgi çizelgesi Türkiye'deki futbol endüstrisine de bir ayna tutuyor. Birebir aynı olmasa da birçok benzerlik içeriyor.

Messi için o bu dünyadan değil diyorlar ama aslında yavaş yavaş futbol dünyalı olmaktan uzaklaşıyor galiba. Futbol başka bir gezegenin oyunu olacak mı?

Güzel bir Türk filmi klişesiyle birgün gelecek ve biz ortalama gelir sahibi insanlar bile futbola dönüp şu sözleri mi söyleyeceğiz?

Ey futbol biz ayrı dünyaların insanlarıyız...

18 Nisan 2012 Çarşamba

Bir İtiraf: Irkçıyız


Irkçılık genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri de tayin etmesi gerektiğine ve doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inanç veya bu değerleri kabul eden doktrindir. Ortaya çıkış nedenleri arasında çoğunlukla ekonomik nedenleri olması yanı sıra düşünsel nedenlere de dayanmaktadır.  - Wikipedia

Bu tanımı ortaya koyduktan sonra Türkiye'de ırkçılık yoktur demek zor, Türk ırkı diğer ırklardan üstündür savını benimseyen bir kitle, en azından bazı ırklardan üstündüre inanan insanların olduğunu hala kabullenmiyor ya da reddediyorsanız siz yalancısınız. Üstelik de bu kitle, insan topluluğu bayağı büyük.

Türkiye'de en nadir görebileceğiniz ırkçılık türü ise siyahilere karşı olanıdır. Zira nesiller boyu kültürümüzde olan ezilenin yanında olma, onun tarafını tutma içgüdüsüyle hep Türk halkı büyük bir çoğunlukla sempati ile bakmıştır siyahilere. Atletizmde siyahi atletleri tutarız, basketbolda siyahileri destekleriz, futbolda bir başkadır onların yeraldığı ve yıldızlaştığı takımların bizim nazarımızdaki değeri. Ama bu bile pozitif ırkçılık olarak nitelendirilebilir aslında.

Neyse ne, Emre Belözoğlu bir bok yedi ve Fenerbahçe camiasının en mutlu olduğu anlardan birinde limon sıktı tüm camianın keyfine. Ben ırkçı bir yaklaşımla söylediğine inanmıyorum ama karşısındakini yaralamak, onu incitmek için pekala söylemiş olma ihtimali yüksek. Bir Türk futbolcusuna nasıl ki o... çocuğu dediğinizde delleneceğini biliyorsanız, benzer bir durum siyahi bir futbolcu için de geçerli. Emre Belözoğlu'nu dışarıda çok iyi bir insan diyenler var, ben tanımam etmem. Sahada ise bambaşka onu da kabul etmek gerekir. Sahada her hareketini 6 yaşında bir çocuk aklıyla gerçekleştiriyor. Söylediği sözün de nereye gideceğinin farkında bile değil.

Ama ırkçılığı da baside indirgemeyelim. Yoksa Melo Riera'ya yumruklarını saydırırken mesela "fucking spanish" ya da "fucking gitano" dediyse bu da ırkçılık tanımına girer aynı bakış açısıyla ki deme ihtimali de yüksektir. En azından bu gerilim sürecinin gelişiminde evinin oturma odasında menajeri ile sohbet ederken de demiş olabilir. Papazın Çayırı'ndan Kanuni'nin Memleketine pankartını açmak daha ırkçı bir yaklaşımdır Türkiye normlarında aslında, gloabal normlarda Emre'nin sözlerinin de hiç aşağı kalır yanı olmasa da. Ya da Trabzonlulara "Rum Çocukları" demek.

O veya bu şekilde gerçekleşen bir eylem varsa ceza almalıdır Emre. Ama 3 maç ama 5 maç, ne verilirse verilsin. Yine de bu eylemi tribüne cebinde muz kabuğu ile gelip sahadaki bir siyahi oyuncunun önüne fırlatmakla karıştırmamak gerekir. Ya da pankart açmakla. Hepsi planlıdır ama siz halı sahada her zaman evine gidip annesinin yemeklerini yediğiniz en yakın arkadaşınıza "o... çocuğu" diyebilen bir kültürün evlatlarısınız en nihayetinde. Aslında aklınızda hiçbir zaman annesine sövmek yok, karşınızdakini yaralamak var, çünkü bir nedenle canınız yanmış. Eğer bunu yapıyorsanız Emre'nin neyi neden söylediğini daha iyi anlarsınız.

Irkçılığa tekrar gelelim... Bir ırkçıyız arkadaşlar. Tüm dünya insanlarında da bu var. Gidin A.B.D.'ye bakın bakalım siyahilere hala hangi gözle bakılıyor. Ya da Çinlilere, ya da İtalyanlara... Gidin Fransa'ya Türklere ve Araplara ne gözle bakıyorlar. Gelin Türkiye'ye bakın bakalım bırakın Ermenistan'da yaşayan Ermenileri, Ermeni vatandaşlarımıza hangi gözle bakılıyor, Rum kökenli olanlara, ülkedeki her azınlığa...

Bu işler öyle "Irkçılığa Hayır" demekle olmuyor, bizzat eylem gerektiriyor. Bizzat tüm varlığınla hissetmek gerekiyor. Biz hissetmiyoruz. Bu ülkede herhangi bir ırka karşı nefret hissetmeyen kaç kişi var? Nokta.

Alt Bağlayanını İlk Kez Gördüm


Çok futbolcu gördüm de altını bağlayanını ilk kez. Görüntüler Stuttgart'ta forma giyen Cristiano Molinaro'ya ait. Ausburg karşısında oyuna girmeye hazırlanan Molinaro tedbiri önceden almış gözüküyor.

Süper Finalde İlk Haftanın Ardından


Süper Final başladı, ilk hafta geride kaldı, ne Fenerbahçe'nin beklediği gerçekleşti, ne de Galatasaray'ın tam olarak. Her ikisi de haftayı karlı kapattılar ama her ikisi de rakiplerinin puan kaybını boşuna beklediler. Süper Final'in ikinci haftası da olası bir Galatasaray galibiyeti ile düğümü çözebilir ve geriye kalan haftaları anlamsız bir hale getirir.

Bu açıdan Süper Final paketi gazına gelmeyip Lig TV'den paketi almadığım için mutluyum. Çok iyi bir Fenerbahçe Trabzonspor maçını evde keyifle bira ve çerez muhabbetiyle izlemek varken dışarıda izlemiş olmama rağmen. Maçı iyi yapan etken kuşkusuz Fenerbahçe'nin 34 haftada gerçekleştiremediği oyun hakimiyetini bu maçta fazlasıyla sağlamış olmasından kaynaklanıyor. Belki pozisyon zenginliği açısından orta karar bir maç ama Fenerbahçe'de veteranların dönüşü muhteşem. Emre ve oyuna girdikten sonra Semih'in etkisi olumlu yönde. Cristian şunu net olarak ortaya koydu ki hücuma dönük orta saha kendisi. Savunmada da görevini yerine getiriyor ancak Cristian ofansif görevleri partnerinden yani genel olarak Emre'den çok daha fazla üstlenmeli. Fenerbahçe'nin oyunun zenginleştiren etkenlerin başında bu geliyor. Bir diğer etken de 4-3-3 sevdasından bu maçta da vazgeçilmesi. Stoch'un oynamayışı ve onun yerine görev alan Caner'in oyunun iki yönüne verdiği katkı Fenerbahçe'nin oyun anlayışını bir üst kademeye taşıyan bir diğer faktör. Alex'in vitrine çıkmasına gerek kalmadan kazanılan bir maç önemli Fenerbahçe adına. Trabzonspor ise daha sezon başında yazdığım bir yazıda olduğu gibi Burak Yılmaz odaklı ve oyunu kanatlara yayamayan tek bir alternatif strateji yaratamamanın cezasını bolca çekecek Süper Final'de.

Haftanın ikinci maçı gösterdi ki Beşiktaş'ın da kalan 5 haftada Trabzonspor'dan pek farkı olmayacak. Galatasaray'ın hiç kasmadığı bir oyunda varlık dahi gösteremediler. Bu hafta Galatasaray'ın form durumunu gösterecek. Son haftalarda yapılan form düşüklüğü eleştirileri gerçek mi yoksa Galatasaray gücünü ekonomik mi kullanıyor Fenerbahçe maçı gerçek ölçü olacak. Ama Beşiktaş karşısında sadece oyuna hakim olmak istediği dakikalarda top yapması, geri kalan bölümde kontrollü oynaması yetti sarı kırmızılılara.

Haftanın ayıplarında baş sırada Emre Belözoğlu var. Ben ırkçı bir yaklaşımla ağızdan o sözlerin çıktığını düşünmüyorum ama en hafif tabiriyle de uluslararası platform normlarında fiyasko ve terbiyesiz bir yaklaşım. Cezası neyse çekecek. Irkçılık spekülasyonuna da bir sonraki yazımda değineceğim ama şu kadarını şimdilik söylesem yeterli: "Bu ülkede nadir ırkçılığa maruz kalmayan ve sevilen ırktır siyahiler, gerisi palavra çünkü biz ırkçıyız toplum olarak."

Haftanın bir diğer ayıbı da Hüseyin Göcek'e ait. Ben maçın skorunu etkilediğini düşünmüyorum, gol ofsayt olsa da süzülmesi çok ama çok zor bir pozisyon. Hüseyin Göcek'in esas ayıbı bir hakem gibi sahada duramaması ve ortamı germesi. Aldığı her karar ve çaldığı her düdükte hakem dörtlüsü olarak ne tribünlere ne de futbolculara güven veremediler. Özgüven eksikliğini hissettirdiğiniz anda bunun üzerine saçma sapan kararlar veriyorsanız ortam gerilir. Gerildikçe de bir nokta da patlar insanlar.

Haftanın oyuncusu Cristian. Bir gol ve bir asistlik performansının yanında aslında belki de Fenerbahçe'nin tüm sezonda en istikrarlı denebilecek ismi. Oyun kalitesi genelde ortalamanın üzerinde. Ve ne zaman daha ofansif oynama fırsatı bulsa o zaman skor üzerinde etkili. Bu hafta olduğu gibi.

3 Nisan 2012 Salı

Ofsaytı Bilmeyen Sadece Kadınlar mı?


Offside 2006 yılı İran yapımı ve Berlin Silver Bear ödülünü kazanmış bir film.filmin hikayesi de ülkede futbol izlemesi yasaklı olan İranlı kadınların futbola olan aşkını konu ediyor. Biz ne kadar erkek oyunu diye sahiplensek de, ofsaytı bilmiyorlar diye dalga geçsek de, ofsayt kuralını bilmeyenler sadece kadınlar değil, biz de erkeklerde bihaber durumdayız. Hem de konu hakkında otorite kabul edilen isimler seviyesinde.

Bugün Milliyet Gazetesi'nin internet sitesinde ofsayt kuralının 2011-2012 sezonunda nasıl yorumlanması gerektiğine dair bir yazı yayınlanmış. Yazıyı buradan okuyabilirsiniz, ben belge niteliği taşıması açısından aynen blogda da yayınlıyorum.

"FIFA Kural Kitabı’nda yer alan ilgili ofsayt pozisyonu grafiklerini inceledik. FIFA Kural Kitabı’nın 59’uncu sayfasından itibaren başlayan, “İlave talimatlar ve hakemler için rehber” bölümünde, ofsaytın modern tanımı resimlerle örneklendiriliyor:


Topa dokunursa ofsayt:
Sayfa 106, grafik 1’de “Rakibine müdahalesi bulunmayan ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu (A) topa dokunuyor. Yardımcı hakem, oyuncu topa dokunduğu anda bayrağını kaldırmalıdır.”
Topa dokunmuyor, ofsayt değil:
Sayfa 105, grafik 3’te ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu (A) topa doğru koşuyor ve ofsayt pozisyonunda bulunmayan takım arkadaşı (B) de topa doğru koşuyor ve topla oynuyor. (A) oyuncusu ofsaytla cezalandırılmaz, çünkü topa dokunmamıştır.
Kalecinin görüş çizgisini engellerse ofsayt:
Sayfa 108, grafik 6’da “Ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu (A), rakip kalecinin görüş çizgisini engellemektedir. Oyuncu ofsaytla cezalandırılmalıdır.”
Topla oynamazsa, rakibinin topla oynamasını önlemezse ofsayt değil:
Sayfa 109, grafik 8’de “Ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu A (topla oynamıyor), topa doğru koşuyor fakat rakibinin topla oynamasını ya da oynayabilmesini önlemiyor. A, B’yi aldatan veya dikkatini dağıtan bir jest ya da hareket de yapmıyor. Pozisyon ofsayt değil."

Bu noktada bir kez daha görüyoruz ki Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar gibi isimlerin futbol oyun kuralları üzerine söyledikleri padişah fermanı değil. Hatta Markus Merk gibi çok kariyerli bir isim dahi yaptığı yorumda yanıldı. Bir başka konu da bu durumda Fenerbahçe-Galatasaray maçında Alex için kalkan bayrağın da geçerli olmadığı.

Açıkçası ben kuralı bilmekle birlikte Sow'un pozisyonunun nasıl değerlendirileceğine hakim değildim. Artık çok net bir şekilde değerlendirme imkanımız olacak.