31 Mayıs 2011 Salı

Bir Taraftarın Şampiyonluk Gecesi

Fotograf o kadar geçen yıla benziyor ki buradan başlamak istedim yazıya da. Geçen yıl sezonun son maçında Trabzonspor ile berabere kaldığımızda sitenin kafesinde Bursa'dan gelen Beşiktaş'ın hiç olmayan gol haberinin gerçekliğini sorgularken televizyonda da benzer görüntüleri izliyordum.

Bu sezon ise izleyemedim. Neden mi? Nedenine geleceğim. Önce geçen seneden bu seneye dönelim. Sezonun son maçını yine aynı atmosferde, konu komşu birarada izlemek üzere saatler 19:00'ı gösterdiğinde sitenin kafesinde toplaşmaya başladık. Üzerimde bu sezonun Alex imzalı yeşil formasıyla yine havamı atarak inmiştim maç alanına. Hoş 8 haftadır uğur yaptığım için de çıkarmıyordum zaten. Bir başka totemimde maçın ikinci yarısında sıkışan tüm maçlarda oturduğum koltuktan kalkarak son 20-25 dakikayı kafenin büfe tarafında izlemek vardı. Zaten son 8 hafta maç hep sıkıştığı için ben de hiç ayrılamadım büfeden.

Saatler 19:50'yi gösterdiğinde ufak ufak yerleştik içeri. Kendimi her zaman ki koltuğumda buldum sigaramdan son bir nefes çektikten sonra. Santos'un attığı golle de maç çok keyifli bir hale geldi. Ama Fenerbahçe öyle bir gol yedi ki ben de "hay ... koyiiim böyle işin" feveranıyla attım kendimi kafenin dışına tekrar sigaraya. O sırada eşim ve bizim ufaklık da yeni geliyordu kafeye. Eşim hamile ve son günlerini yaşıyor hamileliğin, dolayısıyla ağır adımlarla teşrif etti ve oturdu bayan komşuların yanına. Tabi gündem maddesi maç değil, ikinci çocuk.

Gelgitler arasında geçen ilk yarının sonlarına doğru gelen Selçuk klasiği golle stresimi biraz olsun dağıldı çok şükür. Selçuk golü atana kadar herkesin izlediği öyle goller kaçmıştı ki Denizli ve Trabzonspor maçlarındaki görüntüler tüm Fenerbahçeliler gibi benim de gözlerimin önünden geçiyordu o ana kadar. Devre arası olduğunda ise azıcık olsun dağılan stresime rağmen mosmor bir suratla tekrar sigaramı yaktım kafenin bahçesinde.

Eşim yanıma geldi ve sakin ol uyarsından sonra tam yerine dönecekti ki sıkıca kolumdan tuttu ve kulaklarımda o ses yankılandı:"Geliyor!"

"Fener gol gol gol, şampiyonluk geliyor" diyeceğim, diyemedim. Gelen iki numaraydı, kızımız Doğa. Devre arası on beş dakikalık bölümde Fenerbahçe soyunma odasında ne oldu bilemiyorum ama bizim evin soyunma odasından eşyaları bir bavula tıkıp giyinip çıkmamıza kadaer geçen sürede dairenin içi savaş alanına dönmüş ancak maçın ikinci devresi hala başlamamıştı.

Hastaneye ulaştığımızda ise 60. dakika falandı takriben. Yolda geçen 10-15 dakika eşimin doğum sancıları, benim onu sakinleştirmeye çalışırken arabayı kullanan arkadaşımın elinin ayağının birbirine karışmları arasında hiç bitmek bilmedi. Hastaneye ulaştığımızda üzerimde Fenerbahçe formasıyla daldık içeri. O arada yola çıkarken dokturumuzu da aramıştık ancak o henüz gelememişti Bağdat caddesi civarında olduğundan. Odamıza geçtiğimizde bir tarafta eşim, diğer tarafta Fenerbahçe formasıyla oda ve televizyon yayını olan diğer bir başka oda arasında mekik dokuyan ben, maç sonunun nasıl geldiğini ve ne olduğunu anlayamadım. Tek görebildiğim ise o kadar gidip gelmelere rağmen maç sonunda ortaya çıkan yukarıdaki fotografa benzer karelerdi. Bir ara 4-2 dediklerini duymuş ancak maçla ilgili endişelerim geçmemişti nedense. Tam o sırada üzerinde Fenerbahçe formasıyla doktorumuzda girdi içeri. Onun hazırlanması,ekibin hazırlıkları derken doğum vakti geldi.

Sivas'ta saha içinde şampiyonluk gösterileri başlarken ben de eşimle doğumhaneye doğru yola çıktı. Ve nihayet gece 00:02'de yeni bir Fenerbahçe'li geldi dünyaya. Sonrasını çok hatırlamıyorum. Gece yarısını birkaç saat geçmişti ki ben de refakatçi yatağında sızdım. Sabah 07:00 sularında kapımız çaldığında görevlinin sesi uyandırdı beni: Günlük hangi gazeteyi istersiniz?

Gazeteyi elime alıp spor sayfasına baktığımda artık herşey mükemmeldi benim için. Elimde gazete, eşim ve kızımız yanımda şampiyonluğun keyfi tüm yorgunluğa ve strese değmişti. Kızım şampiyonlukla gelmişti. Tıpkı oğlum Kayra'nın doğduğu gece 2008'in Mart ayında hastanede Sevilla-Fenerbahçe maçını izleyip Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final yaptığımız gibi, ufaklık da şampiyonlukla gözünü açmıştı dünyaya.



Ve ben de üzerimde hala yeşil formayla bir gece öncesinde bavula sadece kendime birşeyler koymamış olmanın vehameti içerisinde kokuşmuş bir şekilde olmama rağmen son zamanlarda hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum kendimi.

Yazılar eşimin hamilelik dönemi, doğumdu derken ertelendi doğal olarak. Ama herşeye değerdi o gece yaşananlar. Bir taraftarın yaşayabileceği en güzel saatleri geçirdim. Herkese böyle bir şampiyoluk anısı nasip ola diyelim...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Şaibesiz Ülkenin Şaibeli Çocukları

Fenerbahçe'nin bu yıl ki şampiyonluğunun ayrı bir hikayesi var bende ama onu yarın yazacağım. Zaten orada bloga gönderdiğim yazıların neden azaldığını da okuyabileceksiniz. Biz gelelim bu yazının konusuna: Gerek medyada, gerekse Trabzonspor camiasında Fenerbahçe şampiyonluğuna yönelik çıkan hezeyan dolu demeçler anlaşılır gibi değil pek.

Fenerbahçeli kimliğimi kenara bırakarak yazarım bu blogda her zaman. Hatta fenerblog.com oluşumuna da bu platformda blogumun olabileceğini ancak buradaki okuyucu kitle karşısında bir taraf gibi algılanmak istemediğimden bu platformun bannerına blogumda yer veremeyeceğimi söylemişliğim de vardır. Hoş Fenerbahçe yazarım bolca ama taraf olmamak için özen de gösteririm, çünkü burası benim maç izlerken ortalığı yıktığım özel alanım değil, birçok farklı kulüp taraftarının da takip ettiği bir blog.

25 yıldır şampiyon olamamak ve bu kadar zamandan sonra şampiyonluğu 82 puanla ve rakibinden yediğin bir fazla gol yüzünden kaybetmek acıdır doğal olarak. Ama bu acıyı Fenerbahçe taraftarından daha iyi kimse bilemez. 27 yıldır Türkiye Kupası'nı alamayan, son beş senede üstüste 2 kez son maçta şampiyonluğu rakiplerine hediye eden bir kulübün taraftarı olarak söylüyorum bunu.

Ve ne gariptir ki söyleyecek o kadar sözü olmasına rağmen bugün Trabzonspor yönetimi ve taraftarlarının yanında çıtı çıkmamıştır koskoca camianın. Hatta tarihe geçen 107 dakikalık Denizlispor maçı sonrası, 17 dakika uzatmada sonrasında Aziz Yıldırım ilk olarak istifa etmeyi tercih etmiştir. Sonrasında elbette birşeyler demiştir de o dedikleri popülist söylemlerden öteye gitmemiştir.

Fenerbahçe'nin şampiyonluğu şaibelidir diye orada burada yürüyüş yapmak, teknik direktörüyle, başkanıyla, yönetimiyle, siyasetçisiyle haykırmak, doğmuş çocuğu üzerine yemin eden bir futbolcuyu (Emre) benim bu işte bir günahım yok dediği halde hala itin ...tüne sokmaya çalışarak Kanaltürk'ün pek bir saygın yorumcularının çanak tutması ve çok saygın Gökçek ailesinin futbol duayeni oğulları Ahmet Gökçek'in açıklamalarıyla şikeci yaftasını yapıştırma girişimleri pek saygı duyulabilecek gibi durmuyor açıkçası.

Emre'yi seversiniz sevmezsiniz, ama bir adam çocuğunun üzerine benim bunda bir parmağım yok diyorsa ben tek bir soru daha sormam o adama. Ya adam çocuğunu satacak kadar şahsiyetsiz ya da çocuğunu ortaya koyacak kadar dürüsttür. Eğer ilkiyse sorun yok ama ikincisiyse ve siz bunun üzerine hala gidiyorsanız o zaman ispatlayamadığınız konuda çocuğunuzu satacak kadar şahsiyetsiz adam siz olursunuz.

O yüzdendir ki madem bu kadar gürültü koptu o zaman tüm ulusal ve uluslararası merciler göreve gelsin ve araştırsınlar bakalım ne şaibeler varmış bu sezon ki Fenerbahçe şampiyonluğunda. Sonra da hep beraber ilan etsinler şaibesiz ülkenin şaibeli çocukları olarak Fenerbahçe'yi.

Yazık...

19 Mayıs 2011 Perşembe

Mesela???

Bir de şöyle düşünsenize Milli Takım'ın ilk onbiri sahada:

Volkan Demirel: Sevilla
Gökhan Gönül: Barcelona
Mehmet Topal: Valencia
Arda Turan: Athletico Madrid
Nuri Şahin: Real Madrid
Hamit Altıntop: Real Madrid
Semiz Şentürk: Villa Real
........
Böyle gidermiş işte...

Türkler Madrid'te, Türkler Madrid'te...

Real Madrid Türk Gücü gerçek oldu. Galiba Mourinho biz Türk futbolseverlerinin ve özellikle futbol adamlarının göremediği birşeyleri görüyor olsa gerek.

As Gazetesinin internet sayfasında Kazakistan'a attığı ve yılın golü seçilerek Puskaş ödülünü aldığı gol başta olmak üzere birçok görüntü dönüyor Hamit Altıntop'a ait. Marca'da da benzer haberler dönüyor. İşin resmiyete döküldüğü yolunda. Real Madrid'in resmi sitesinden henüz açıklama gelmese de As ve Marca'da bu iş tamam diye yazması yeterli zaten.(Ben bu satırları yazıp yazıyı gönderdiğimde resmi siteden de açıklama geldi).

Yazının başına gelecek olursak: Bu ülkede ne Hamit Altıntop ne de Nuri Şahin hakettiği değeri göremedi bence. Milli takımda bile onlara biçtiğimiz rol bu yıla kadar özellikle Nuri özelinde oldukça sorgulanır nitelikteydi. Ne hikmetse Hamit Altıntop gibi bir adamı da Milli Takım'ın lider oyuncusu yapamadık, yapmak istemedik.

Yine ne hikmetse bizim göremediğimizi Hiddink gördü ve özellikle Nuri'yi iyice bir vitrine koydu. Hamit'in belli bir rolü vardı, Hiddink ile daha da öne çıktı ama Nuri Şahin için aynı şeyi düşünmüyorum. Onu kesinlikle öne çıkaran Hiddink oldu.

Neyse sonuçta hiç kimse bu iki adamın sezon başında Real Madrid'te forma giyebileceğine inanmazdı. Biri 20'li yaşların sonuna gelmiş, diğeri ise ne kadar gelecek vaad etse de asla o seviye için düşünemeyeceğimiz iki Türk bugün Mourinho'dan bu aklımızın ucundan geçmeyen itibarı görüyorlar.

Yolları açık olsun. Artık Milli Takımı'mızın Real Madrid'te forma giyen iki oyuncusu var. Tabi bir de Barca-Real Madrid rekabetinde de ister istemez Madrid ekibine gönlün kayması durumu. Mourinho'dan nefret edenlerin bile Portekiz'liye hafif bir sempatiyle bakma hali. Boru değil...

17 Mayıs 2011 Salı

Kalecilerin Sadece Yedikleri Hatırlanmaz

Feryal Pere yazmış, okumak isteyenler şuradan lütfen. Devre arası meşhur Antalya kampı, yönetimin desteği, futbolcuların kenetlenmesi, Aykut Kocaman'ın kendini toparlaması... Hepsinden öte Alex'in baş döndüren performansı bile bugün yeterli olmayabilirdi.

Futbol böyle küçük detaylara takılan bir oyun. Santos'un 90+4'te Gaziantep'e attığı galibiyet golü bile değersiz kalacaktı bir adamın tek bir kurtarışı olmasa. Ligin ilk yarısında Trabzonspor karşısında maç 3-2 giderken penaltıyı kurtaran Mert Günok dahi o kurtardığı penaltının ligin sonunda ne anlam ifade ettiğinin farkında değildi.

Bu yıl Fenerbahçe şampiyon olursa, olursa diyorum çünkü artık Fenerbahçeliler olarak yoğurdu iki kere üfleyerek yiyiyoruz, bu şampiyonluk hikayesinin içerisindeki en önemli satırbaşlarından biri de bu kurtarışa ayrılacaktır.