29 Ocak 2009 Perşembe

Turkcell Süper Lig'e Kuşbakışı

Uzun zamandır ülke futboluna teğet geçiyoruz tıpkı kriz gibi. Oysa ligimiz müthiş bir hal almaya başladı. Şu anda Sivesspor en yakın rakibinin 4 puan üzerinde liderliğini sürdürürken diğer beş takım ise 35 puan ile 31 puan arasında sıkışmış durumdalar.

Haftanın bana göre en önemli olayları ve düşüncelerim şöyle:



Yusuf forma girebilmesi için 3-4 haftaya ihtiyacı olduğunu söyledi. Bu arada Beşiktaş tribünleri transferi sürecindeki tepkisini ligin ilk maçında desteğe çevirdi. Yine de bu destek ne kadar sürer bilemiyorum. Herşeyden önce Beşiktaş'ın 3-4 haftası yok. Denizli karşısındaki sıkıcı futbol onları bir adım daha öteye götüremeyecek gibi gözüküyor.


Haftanın ilk kritik maçında Sivasspor ile Galatasaray buzda dansettiler. Şampiyonluğa oynayan bir takıma böyle bir saha yakışmıyor ancak Sivasspor yöneticileri ve teknik kadrosu zaten şampiyonluğu ne kadar hedeflediğini devre arasında Mehmet Yıldız'ın pazarlama kampanyası ile göstermişti. Dolayısıyla saha standartları için de birşey söylemek haksızlık olur. Hakettikleri ise Galatasaray karşısında gerçekten şampiyon gibi oynayan futbolcuları kutlamak olsa gerek. Sahadaki oyuncuların Başkan Mecnun Odyakmaz ve Bülent Uygun'dan daha fazla inandıklarını düşünüyorum. 2-0'lık net galibiyet malesef hakem kural hatası yaptı, maçın tekrarı gerekir mi gerekmez mi tartışmaları ile yine futbol gündeminin dışına itildi. Asıl kötü olansa birkaç gün sonrasında kupa maçında yaşandı ve daha önce SS başlıklı yazımda belirtiğim gibi Ali Sami Yen'de İsrail'e ve Balili'ye güzel dileklerini sundu Galatasaray seyircisi. http://footballindustry.blogspot.com/2009/01/ss.html



Haftanın kapanışını ilk on beş dakikası Premier Lig maçı lezzetinde geçen, ilk yarısı çok tempolu oynanan, ikinci yarısında ise Trabzon'un hakettiği Fenerbahçe - Trabzonspor maçık ile kapandı. Maçı hakeden Trabzonspor, maçın yıldızı ise sırasıyla Volkan, Roberto Carlos ve Gökhan Gönül idi. Maçı hakedip, maçın yıldızını çıkaramazsanız puan da alamazsınız doğal olarak. Güiza'nın oyundan çıkarken ıslıklanması da bugüne kadar hep destek olan seyircinin patlamasıydı.

Capello'nun Zor anları



Sanırım Pazartesi gecesi bir İtalyan kanalında katıldığı programda Capello'nun yüzünü fazlasıyla kızarttılar. Ülkemizde şampiyonluk kutlamalarından fazlasıyla alışık olduğumuz dansözlü TV kutlamalarından tek farkı ortada bir başarı ya da şampiyonluk olmaması CApello adına. Onun yerinde Daum olacaktı ki neler yapmazdı diye de geliyor insanın aklına.

20 Ocak 2009 Salı

Midyat Yolunda Gazi Oldu Manchester City



Midyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak bu olsa gerek. Eğer dedikodular doğruysa Kaka transferi gerçekleşmediği için Robinho kampı terkedip ülkesine dönmüş. Asparagas bir haber gibi duruyor ama gerçekse vay City'nin haline...

Şeyh Mansour yakında elini eteğini çekecek futboldan. Bu işler Bellamy ve De Jong transferleriyle olmaz.

Paranın Satınalamadığı Herşey: Kaka





Ha gitti ha gidiyor derken Berlusconi Kaka'nın Milan'da kaldığını açıkladı. Manchester City Craig Bellamy ve De Jong'un işini bitirdi ancak iş Kaka'ya gelince paranın satın alamadığı herşey için Master Card da kullanamadılar.

Berlusconi çoktan Kaka'yı satmaya karar vermişti ama Milan taraftarları ve Kaka'nın inadı galip geldi. Kaka herkesin kendisini sevdiği Milano'da kaldığına mutlu olduğunu açıkladı. Küçük çocuklardan bile kendisine kalması için çizilmiş resimler aldığını belirten ünlü yıldız alınan karar sonrasında evinde birkaç yakın arkadaşı ile kutlama yaptıklarını belirtti.

Berlusconi Kaka'nın Milan'da kalma kararına çok sevindiğini belirtti ama bu açıklama taraftarlar önünde onu aklayacak gibi gözükmüyor.

Ara transfer çılgınlığı şimdilik durulmuş gözüküyor. Bu şartlarda Manchester City'nin daha spektaküler bir transfere imza atması mümkün değil. Zira son Kaka olayından sonra Barcelona da Messi'nin bonservisini 200 milyon Euro'ya çıkarıverdi. Messi'den Barcelona'da futbolu bırakana kadar kalma isteğini belirten açıklamalar da peşi sıra geldi. Tıpkı Kaka'nın "Ben Milan'a aitim" açıklaması gibi...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Aç Ayı Öyle Bir Oynar ki


Inter bu hafta Atalanta karşısında 3 puanı 3-1'lik skorla kaybedince, yaşl kadına gün doğmuştu. Ancak Ertuğrul Sağlam'ın beğenmediği Legrottaglie'nin gönderdiği şut Lazio kalesinin direğinde patlayınca geriye kalan üç beş dakikada Juventus'un 3 puanı alması mümkün olmadı.

Serie A'da Juventus 3 puan geride liderlik için takibini sürdüredursun Legrottaglie de açıklamasını patlattı:

"Inter çok dikkatli olmalı, çünkü biz açız".
Kim demiş aç ayı oynamaz diye?

İngiliz Hasta



Acımasız olabilirim ama ben bu adamı görmekten ve baştan aşağı imaj makerlar tarafından hazırlanmış basın açıklamalarını dinlemekten sıkılıyorum. Hatta onun açıklamalarını dinlerken kasılıyorum da diyebilirim.

- Kaka'nın benim tavsiyelerime ihtiyacı yok, o kendisi ne istediğine karar verecek.

Bence de... Yoksa Kaka'nın sonuda reklam yıldızı olur.

- Manchester şehrinde sadece bir takım var o da United.

Çok ağır oldu, City'lilerin eline düşmezsin inşallah.

- Bu olay sadece parayla ilgili değil, dünyanın en iyi takımından en iyi futbolcular ile beraber oynamakla ilgili...

Ne işin varda ABD'de yahu derler adama ama neyse.

- Biz onun kalmasını istiyoruz!!!

Biz mi? Takıma adaptasyon bir hayli hızlı olmuş anlaşılan. O kadar adam arasında bu açıklamayı yapmak Beckham'a düştü. Ya da biz derken Victoria ve kendisini kastediyor olabilir.

Yılın Transferi

Manchester City'e gidişinin fotoromanı ancak böyle olurdu.

Sonunda ara transferin en önemli ismi bugün (en geç bir iki güne) Manchester City'li oluyor. Manchester City yöneticileri Şeyh Mansour adına bu transferi gerçekleştirmek üzere bugün Milano'ya uçacaklar.

Haftasonu San Siro Milan seyircisinin protestosu ve Kaka'nın veda partisine dönüşmüştü zaten. Galliani'ye ve Berlusconi'ye "Ananı da al git" tarzında birçok pankart gördük tribünlerde. Ama seyircinin isteği olmuyor malesef, hatta Kaka'nın isteği de. Bu forma altında yaşlanmak istiyorum diyen genç adam belki de bu sezon bolca sakatlanmasının ve paranın reddedilemez cazibesinin kurbanı olarak şeyhin takımına gidiyor.

City Premier Lig'in en büyüğü olmak için dev adımlar atadursun A.C. Milan'ın alacağı 150 milyon Euro civarındaki bir para ile takımı yeniden kurabileceği ve yaşlanan kadrosuna yeni bir dinamizm getirebileceği de bir gerçek.

Galiani her ne kadar henüz alınmış bir karar yok dese de bu transfer için sadece formaliteler kalmış gözüküyor.

Bence her iki kulüp açısından da bu transfer oldukça karlı bir iş. City seyircisi de şimdiden kutlamalara hazırlanıyor ve ezeli rakibi Manu'ya karşı nispet yapıyor. Ama Kaka ve Milan tribünleri hiç hoşnut değiller.

13 Ocak 2009 Salı

Üç Adam Vardı...Canı Sıkılan...



Üzerinden 20 yılı aşkın zaman geçti ama daha dün gibi zihinlerimizde yeralmaya devam ediyorlar televizyonlardan izlediğimiz maçlardaki kareleri ile. Futbola karşı uluslararası seviyede gözümüzü ilk açtığımız yıllarda hayranlıkla izlediğimiz futbolun efsaneleri Zico, Tigana ve Gerets için kim derdi yolları birgün Türkiye’de kesişecek ve bu ülkenin en büyük üç kulübünün başına geçecekler diye. Ve bizler 1982 Dünya Kupası’nda zaman zaman karıncalansa da, ilk göz ağrısı siyah beyaz televizyonlarda hayranlıkla izleyenler, ilkokul yıllarında albüm çıkartmalarını satın alıp ikinci bir Zico, Gerets ya da Tigana çıkartması bulduğumuzda hemen okul defterinin kabına yapıştıranlar, ülkemizde geçirdikleri teknik direktörlük günlerinde bu adamları yerden yere vurduk. Belki de hayatlarında canlarının en çok sıkıldığı günleri yaşadılar ülkemizde. Bu yazıda canı çok sıkılan bu üç teknik adamı mercek altına alarak yaşamlarından bazı anektodları paylaşacağım. Yani hem futbol kariyerlerinden hem de özel yaşantılarından kesitler sunarken biyografik anlamda tanıtacağım bu futbol ilahlarını...

Zico:


Zico Flamengo tarihinin en büyük futbolcularından biri, bu forma ile 731 maçta 508 gol atarak Brezilya'da milyonlarca fan edinen Zico gollerinin 333 tanesini Maracana’da atarak bu stadta gelmiş geçmiş en çok gol atan futbolcu ünvanına sahip (Toplam kariyeri boyunca 1180 maçta 826 golü var). 2 sezon da Udinese forması giyen ve Maradona ile Platini’nin futbol hayatını İtalya’da sürdürdüğü yıllarda bu ligde iz bırakmış bir oyuncu. Henüz daha 8 yaşındayken babasının götürdüğü Maracana’daki bir Flamengo maçında Flamengo forması ile izlediği ve o gün 2 gol atan Dida onun ilk futbol idolü. Zaten futbol dünyasına da kısa bir süre sonra Flamengo altyapısında adım atmış. 1983’e kadar bu kulüp bünyesinde futbol hayatını sürdüren Zico, 1985’e kadar formasını giyeceği İtalya’nın Udinese takımına transfer olarak 2 yıl Maradona’lı Napoli ve Platini’li Juventus’a karşı belki de en unutulmaz Serie A yıllarını yaşatmış futbolseverlere. 3 Dünya Kupası’nda oynamış (1978, 1982, 1986) büyük bir yıldız ama 86’da o müthiş Brezilya-Fransa maçında sonradan oyuna girip 90 dakika tamamlanmadan kaçırdığı penaltı vuruşuyla hafızalarımızda ( Uzatmalardan sonra geçilen seri penaltılarda Brezilya 1 gol farkla elenmiş, Fransa’nın kullandığı penaltılardan bir tanesi Brezilya kalecisi Carlos’un - bir dönem Malatyaspor kalesini de korudu- sırtına çarpıp tekrar Brezilya ağlarına girmişti).


İlerleyen yıllarda olgunluk döneminin sonlarında futbola bir süre Japonya’da devam eden Zico daha sonra oynadığı takım olan Kashima’nın, sonrasında da 2002 Dünya Kupası ertesinde Japonya Milli Takımı’nın başına getirilmiş. Futbolculuk döneminde 4 Brezilya Ligi şampiyonluğu ve özel turnuvalarda kazanılmış kupalarla birlikte Intercontinental ve Amerika kıtasının en önemli kupası Libertadores kupasına da sahip olmuş.



Zico’nun hayatındaki en önemli olgulardan biri ailesi, tıpkı son dönemde Fenerahçe’ye gelen Brezilyalı futbolcular gibi Zico’da ailesine çok düşkün. Birçok Brezilyalı gibi onunda çocukluğu sıkıntılı geçmiş ama ailesinden bahsedildiğinde güzel hatıralar canlanıyor hep hafızasında.
Ağabeyleri Zeca’nın ve Edu’nın tavsiyeleri onun için hayatında hep önemli bir yol haritası olmuş (Edu Fenerbahçe’de de Zico’nun yardımcılığını yapacak). Zico ağabeyi Edu'nun eşinin kız kardeşi ile evli. Kendisi gibi eşi Sandra'da sıkı bir Flamengo taraftarı. 1975’te evlenen çiftin 3 çocuğu bulunuyor. Bakın Sandra Zico’yu nasıl anlatıyor: “32 yıldır birlikteyiz ve hayatımızın büyük bir bölümünü beraber geçirdik, o çok dürüst ve kararlı bir insan. Romantik, bana ve çocuklarına çok düşkün biri. Bir baba olarak çocukları için her zaman endişe duydu ve futbol oynadığı yıllar boyunca ayrı kaldığı dönemlerde dahi çocuklarının gelişimini izlemek için müthiş bir çaba gösterdi. Herşeyden haberdar olmak ister ve telefonla bile olsa onların durumlarını takip ederdi. Bu kadar ailesine düşkün Zico’nun bir başka özelliği çok ağır uyuması”.



Tigana:


Şu an 53 yaşında olan Tigana 1955 yılında Mali’de doğdu ve göç eden ailesi ile birlikte Fransa’da Marsilya’ya yerleşti. Gençliğinde birçok işte çalıştı Jean: spagetti fabrikasında işçilikten postacılık işine kadar birçok iş sayılabilir. Boş zamanlarında ise, Marsilya sokaklarında hep top peşinde geçirdi bu dönemde günlerini. Profesyonel futbol kariyerine Toulon’da adım attı. Fransızların efsanevi antrenörü Aime Jacquet tarafından da burada keşfedildi. 1978’de ise Lyon kapıları açıldı Tigana’ya. Burada göze girdi, sonra yüksek bir bedelle Bordeaux’ya transfer oldu. Sekiz harika yıl geçirdi( ki bu yılların içerisinde 3-2’lik Fenerbahçe mağlubiyeti de var). Şu an ki mücadeleci ve disiplinli yapısı futbolculuk yıllarından geliyor. Üç Fransa şampiyonluğu, üç Fransa Kupası kazandı. 1985 ve 1987 yıllarında Avrupa kupalarında yarı final oynadı. Ardından Marsilya’ya transfer oldu ve bu forma ile de 2 şampiyonluk yaşadı.



Futbol kariyerine teknik direktör olarak devam etmeye karar verdikten sonra. 1993-1994 sezonunda Lyon’da göreve başladı. O yıllarda şimdi ki havasından çok uzak mütevazi bir takım olan Lyon onun yönetiminde lig kupası finali ve lig ikinciliği ile hem Tigana’nın kariyerine çok başarılı bir giriş noktası oldu hem de Lyon açısından bugünkü parlak günlerin başlangıcı. 1995’te Arsene Wenger’den sonra Monaco’nun başına geçti. Monaco onun yönetiminde ligdeki ilk yılında üçüncü, bir sonraki yıl ise ligi şampiyon olarak tamamladı. 2000 yılında Fulham’a geçti. Takımı birinci ligde teslim aldı. Mohammed Al Fayed tarafından desteklenen Fulham aynı sene Tigana ile Premier Lig’e çıktı. Fulham’da dört yıl kaldı

Futbol anlayışını “Yapmayı en çok sevdiğim şey gençleri kazanmak.” diyerek açıklayan Tigana, şu an “yıldız” olarak adledilen bir çok Fransız oyuncuyu futbol dünyasına hediye eden adam olarak tanınıyor.Bunların arasında Henry, Trezeguet ,Guily,Saha,Barthez ve Boa Morte akla ilk gelenler.



En yakın dostlarından birisi onun için “10 numara adam” ifadesini kullanmıştı. Tigana için para herzaman ikinci planda geliyor. Asla verdiği sözden geri dönmeyen bir kişiliğe sahip. Şu anda ikinci evliliğini yaşıyor ve bu evliliğinden bir kızı var (İkincisi oldu mu bilmiyorum). Evi ise Marsilya yakınında bulunan Cassis’de. Tigana ailesine ve aile yaşamına önem veren bir insan. Futboldan bugüne kadar kazandıklarını da belli ölçüde futbola vermeye çalışan bir futbol adamı. Ancak onun futbol adamlığı kariyerinde şimdilik Beşiktaş son durak gözüküyor. Fransız Milli Takımı’nı ise hele hele son açıklamalarından sonra kesinlikle çalıştıramayacağını biliyor. Bu da Beşiktaş’tan sonra şarap bağlarında geçecek bir dolu yıl anlamına geliyor ileri ki hayatında.

Çünkü Tigana’nın pek de bilinmeyen bir özelliği de iyi bir şarapçı olması; bir içici değil, üretici olarak. Bordeaux’da kendi bağları var ve özel şaraplar üretiyor. Bu pahalı şaraplar genelde Monte Carlo’da satılıyor. Kim bilir belki de yüzyıllar sonra Tigana’nın şarapları da bir marka olacak.

Gerets:

Belçika futbolu deyince aklımıza gelen üst düzey yıldızları şöyle bir sıralamaya kalksak bir elin beş parmağını geçmez herhalde. Enzo Schifo, Ceulemans,Jean Marie Pfaff ve Eric Gerets. Gerçi Belçika’nın o yıllardaki altın jenerasyonundan Grun, Vercauturen gibi isimlerde aklımıza geliyor hafızalarımızı zorlayınca. Ama 80’li yılların etkili takımı Belçika savunmasının sağ tarafında oynayan ve başarılı performanslar ortaya koyan Gerets’in yeri de bir başka olsa gerek. Çoğu zaman onu fiziki özellikleri bakımından Almanların bir başka efsanevi oyuncusu Breitner’e benzetmişimdir. Sanırım çocukluğunda futbola ilgi duyup benim gibi bu iki futbolcuyu karıştıranlar olmuştur.



İşin garibi 19 yıl önce bu adamın yolu bir Avrupa kupası maçında da iki kez kesişmiş Galatasaray ile. PSV forması ile 3-0 kazandıkları ilk maçın ardından 2-0 aldıkları yenilgi onlara bir üst turun hatta kupanın yolunu açmıştı. Savunma oyuncusu olarak, 15 Mayıs 1954’te doğduğu yer Rekem’de başlayan futbol hayatını sırasıyla Standard Liege, AC Milan, MVV Maastricht ve PSV takımlarında sürdürdü. Futbolculuk kariyerinde 2 Belçika şampiyonluğu, 6 tane de Hollanda şampiyonluğu kazandı. Teknik direktör olarak Galatasaray'dan önce Lierse SK, Club Brugges, PSV, FC Kaiserslautern ve Wolfsburg takımlarını çalıştırmıştır. Van Der Elst ile beraber Belçika'nın en çok milli formayı giyen futbolcularındandır. Buna rağmen 1982 yılında bu satırlarda çok ta bahsetmek istemediğimiz bir şike olayı nedeniyle ceza almış ve 13 ay futboldan uzak kalmış, hatta bu yüzden 1984 Avrupa Şampiyonası’nda da Belçika Milli Takımı formasını giyme şansını kaçırmıştır.

Futbolu PSV’de bırakan Eric Gerets bordo-mavili Club Luik ile başladığı ve bu kulüpte 2 yıl devam eden teknik direktörlük hayatına, 1994-1995 yılından itibaren Belçika liginin başaltı takımlarından Lierse SK ile devam etme kararı alarak, teknik direktörlük kariyerinin de ilk şampiyonluğunu burada yaşamış oldu. Hemen akabinde ise Club Brugge günleri başladı Gerets için. İki sezon sonra ise yıllarca formasını giydiği PSV takımına bu sefer teknik direktör olarak geri döndü. Bu dönemde PSV kadrosunda, yani Gerets’in elinde, Waterreus, Van Bommel, Van Nistelrooy, Janssen, Luc Nilis, Ovidiu Stinga, Andre Ooijer, Jan Heintze gibi pek çoğu bugün önemli takımlarda forma giyen etkili isimlerden kurulu bir kadro vardı ve Gerets bilinen hücum formasyonu ile bu kadroyu yeniden biçimlendirdi. Yine bu kadroyla hemen ilk senesinde şampiyonluğa adını yazdırdı Gerets yönetiminde PSV ikinci yılında yine şampiyonluk yaşadı ancak bu sefer elindeki kadroda takımı şampiyonluğa taşıyan çok tanıdık bir isim Kezman vardı. Ligde geçen başarılı ve parlak yıllara rağmen Avrupa’da Gerets yönetiminde istenilen başarıların gelmemesi üzerine bir süre sonra Gerets ile PSV yol ayrımına geldi. Kazanılan şampiyonluklar ve başarılar ona Alman ligi kapılarını açmaya yetmişti ve Gerets Bundesliga’da önce Kaiserslautern’de sonra Wollsburg’da görev aldı. Ancak Almanya macerasının sonuna geldiği günlerde basına yapmış olduğu bir açıklama aslında onun bu ülkede geçirdiği zamanı da özetler niteliktedir: "Yıllar boyunca çabalayarak iyi bir isim yaptım. Onu burada mahvetmelerine izin vermeyeceğim"

Bu sözlerin akabinde hemen ertesi yıl Galatasaray’ın başında buldu kendini. Önce Tigana ile yolları kesişti. Bir yıl sonrasında da Zico üç silahşörleri tamamlayan son parça oldu.


Gerets çevresine karşı hep disiplinli, taviz vermez ve prensip sahibi bir imaja sahipti. Ancak başından geçen başarısız evlilik hayatı onun aynı zamanda kolay bir kişi olmadığını da göstermektedir. Yine de Gerets ne olursa olsun kendi bildiği yoldan yürüyen ve bu yoldan geri dönmeyen inatçı bir yapıya sahip. Bu yapısı aynı zamanda kendisinin profesyonel futbol ve teknik adamlık hayatına da yansımaktadır.

........................................................................................

Bu üç adam bugün farklı yerlerde hayatlarına devam ediyorlar. Gerets'in bir Turkcell SüperLig şampiyonluğu, bir Turkiye Kupası, Zico'nun bir Turkcell SüperLig şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final, Tigana'nın ise 2 Türkiye Kupası apoleti var. Türkiye'de çalıştırdığı takımının başında en uzun kalanın görev süresi 2 yılı geçmedi. Üçü de başarısız oldukları bahanesiyle kovuldu.
Gerets Marsilya’nın başında, Zico ise CSKA’nın başına geçti. Tigana şarap üretimine devam ediyor. Yolu Türkiye’de kesişen futbolun unutulmaz isimleri Türkiye’den ayrıldılar ve sıkıntı bitti...

Not: Sıkıntı bitti dedik ama hala bu adamların gündemlerini meşgul ediyoruz. Hepsi bir şekilde anılıyorlar ve polemik konusu ediliyorlar. Son tartışma da Sinan Engin ile Tigana arasında. Sinan Engin'in Tigana için onun "Sinan Engin Beşiktaş için bir kanserdir" suçlamasına karşılık "Beşiktaş'ın başında iken odasında kutu kutu bira içerdi onu İstanbul'a geldiğinde ben karşılayacağım" dedi. Tigana'dan yanıt gecikmedi: "Ben Dünya çapında futbol adamıyım, Sinan Engin muhattabım değil".

Sanırım onları da biraz kendimize benzettik.

Alem Adamsın Morinho


Haftasonu Manchester United'ın 3-0'lık Chelsea galibiyeti sonrası maçı izlemeye gelen Morinho basına yine döktürmüş.

- Etkilendim mi? Hayır, Manu galibiyeti haketti ancak ortaya konan futbol mükemmel değildi.

- Ortaya istisnai bir sonuç çıktı ancak ortalama bir oyun kalitesi izledik.

- Ferguson'la maç sonrası içkilerimizi yudumlarken ben ona Manchester karşısında nasıl oynayacağımızı söyledim, o da bana Inter'e karşı nasıl bir formasyonda çıkacağını anlattı.

Üç cümlede karakter analizi, soğukkanlı, kibirli ve ukala. Ben bu adamı seviyorum...

SS

Sporun siyasete sıçradığı, bulaştığı ülkeler sıralaması yapılsa listenin en başlarında yeralacak ülkelerden biridir herhalde Türkiye. Toplumsal infiale yolaçan olaylarda genelde tribünlerde patlak verir ülkemizde.



İsrail Gazze'de katliam yapıyor diye Telekom'un basketbol maçında izledik bu olayların son örneğini. Benim de aklıma hemen Pini Balili geldi. Kadere bakın ki Pini Balili MAdımak Oteli katliamının yaşandığı ve birçok aydının dinsiz diye diri diri yakıldığı bir Anadolu şehrinde futbol hayatını sürdürüyor. Ama genelde halkımız kendisine hizmet eden ya da içlerinde yaşayanlara karşı daha bir duyarlıdır. Nitekim Sivas'ta Balili'nin hiçbir sıkıntı yaşamadığına eminim bu olaylardan dolayı. Esas sıkıntı Sivasspor'un deplasman maçlarında rakip seyircilerin vereceği tepkilerde yaşanacak. Bir de saha içinde rakip futbolcuların daha bir sert, daha bir tehditkar davranışlarında. İkinci yarıda bizi pekçok olay bekliyor olabilir Sivasspor maçlarında. En azından saha içerisinde galiz küfürlere maruz kalacağı kesin Balili'nin.



Gazze'de yaşanan bir insanlık dramı. Tıpkı Nazilerin ve SS'lerin İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yahudilere yaptıkları zulüm ve soykırım gibi.


Oskar Schindler'in kemiklerini sızlıyor olsa gerek. Biz de siyaseti spora alet edip binlerce Yahudi'ye kucak açtığımız İkinci Dünya Savaşı yıllarında bu yardımı gösteren İsmet İnönü'nün kemiklerini sızlatıyor muyuz acaba? Balili ya da herhangi bir İsrail vatandaşı olanların sorumlusu değil. Olmamalı da...Toplumsal tepki verilmeli, gerekirse sportif alanlarda da bu tepki gösterilmeli ama sporun içerisine siyasi çirkinlikler sokulmadan.



Ne yazık ki küçük beyinler ligin ikinci yarısında küçük düşüncelerine alet edecekler futbolu. Ve işte o zaman sahalarımızda hiç görmek istemediğimiz olaylar klişesini bir kez daha yaşayacağız. Hitler öldü ama zihniyet değişmedi ki...Hitler zihniyetine sahip olmak için illa Alman olmaya gerek yok. Bir Yahudi, Filistinli ya da bir Türk de pekala sahip olabilir bu zihniyete.

11 Ocak 2009 Pazar

Şampiyonlar Ligi Eşleşmeleri: Abramovic Onu Hiç Sevmedi



2004'te Chelsea'ye veda etmesinin üzerinden çok sular aktı ama Raineri için bugün Chelsea'ye karşı, aslında Abramovic'e karşı, kendini ispat etme günü. Abramovic Chelsea'yi satın aldığı ilk günlerde kafasında Raineri'yi göndermek vardı. Onun oynattığı sıkıcı futbol bir anlamda Chelsea'ni yeni vizyonunun ve hedeflerinin de uzağındaydı.

Stamford Bridge tribünlerinin de desteğiyle Raineri gitti ve yerine Morinho geldi . Raineri artık Serie A'da yaşlı kadının başında ve şu anda gerek Şampiyonlar Ligi'nde gerekse kendi liglerinde oldukça başarılı bir grafik çiziyor. Adı gibi kadrosu da yaşlı bir kadını andıran Juve'de futbolunun sonbaharını oldukça görkemli yaşayan yıldızlar var, bunların başında da Del Pierro ve Nedved geliyor. Öte yandan Amauri gibi etkili silahlara da sahip Bianconeri. Kalede Buffon'un sakatlığında Maninger onu hiç aratmadı. Chiellini en iyi dönemini geçiriyor ve defans hattı oldukça güven veriyor siyah beyazlıların.



Buna karşılık Chelsea için görkemli günlerin son perdesine geliniyor. Scolari yönetiminde bu sezon da oldukça başarılı bir performans çizen Chelsea'nin dönemi artık yavaş yavaş kapanıyor gibi. Bu sezon ki en önemli kazanımları Anelka'nın müthiş performansı. En önemli sorun ise artık bazı yüzlerin eskimeye başlamış olması. Chelsea için geçen sezon Terry'nin ayağından kaçan penaltı Şampiyonlar Lgi'ne en yakın oldukları andı. Bu anı bir daha yakalayabileceklerini zannetmiyorum.

En azından bunun için Juventus engelini aşmaları gerekir ki İngilizler için hiç de kolay görünmeyen bir eşleşme. Bana göre yaşlı kadının en az Chelsea kadar şansı var. İlk maçta deplasmanda alacakları iyi bir sonuç Juve'yi bir üst tura taşır. Bir başka deyişle Stamford Bridge'den en az beraberlikle dönmeleri gerekiyor. Alınacak bir farklı bir mağlubiyet bile Anelka ve Kalou gibi kontratak futboluna aşina ayaklar sayesinde turu İtalya'da Chelsea'ye kazandırabilir.

Yılın En İyisi



Torres bu sezon Avrupa'nın en iyi takımı olarak onları gösteriyor. Goal.com 2008'in en iyi 50 oyuncusunu seçiyor ve ilk sekize kadar yeralan 42 futbolcu arasında tam 7 oyuncuları var. Geriye kalan ve henüz yayınlanmayan listede de iki oyuncuları daha olacağı kesin. Bu sezon ki Şampiyonlar Ligi'nin en güçlü adayı. Üstelik sezon başında en önemli yıldızlarını A.C. Milan'a sattılar. Deco ise Chelsea yolunu tuttu. Teknik direktörlük değişikliği de yapan Katalan ekibi bu değişimden daha da güçlenerek çıktı.

Barca bu sezon tıpkı 2 sezon öncesi gibi bir canavara dönüştü. Daha şimdiden Messi, Iniesta, Xavi, Eto, Puyol, Busguets ve Yaya Toure için pekçok takım sırada bekliyor.

Barcelona bu sezon ŞL dahil bulunduğu kulvardaki her kupanın en büyük favorisi. Guardiola da şimdiden yılın en iyi teknik direktörü olmaya aday.

9 Ocak 2009 Cuma

Beşiktaş Yusuf Yusuf



Henüz imzalar atılmadı ama Demirören yönetiminin son marifeti Bursaspor'dan Yusuf transferi. Gerçi basında ve taraftarlar arasında bu kadar tepkiden sonra basiretsizlik yapıp transferden vazgeçebilirler ve Yusuf'u ortada bırakabilirler ama bu transfer teşebbüsü dahi yönetimdeki ilkesizliğe tek başına bir kanıt malesef.



Yusuf yetenekli mi, hem de çok. Ama artık Beşiktaş'ı taşıyamaz ki... Denizli'nin tek bir hesabı olabilir son onbeş dakikalarda girip oyunu çevirmesi. Yusuf bunu başarıyla yapabilir de. Ama böyle transfer politikası olmaz ki...

Ben transfer gerçekleştikten sonra yapılacak açıklamayı biliyorum.

"Yusuf Türk futbolunda çok değerli oyunculardan biri. Biz onu ayrıca takıma ağabeylik yapması ve tecrübelerinden genç futbolcularımızın yararlanması için aldık. Ayrıca Yusuf oyunda ya da sonradan girdiğinde maç kazandıracak ender yerli futbolculardan biri. Biz kendisine güveniyoruz."

Hadi canım sen de...Transfer politikan bu olursa sen de fotograftaki gibi oturursun tribünde Yıldırım Başkan. Beşiktaşlı da Yusuf Yusuf olur her maç boyunca.

6 Ocak 2009 Salı

Buldozer Nereye Koşuyor



En sonunda Morinho da Adriano’dan umudunu kesmek üzere diye düşünüyorduk ki ondan şaşırtıcı bir açıklama geldi. Bu açıklamadan önce gidişatı Inter’in buldozer forveti futbol hayatını yavaş yavaş tüketiyor olarak söylemek çok da yanıltıcı olmazdı. Futbol Dünyası onun gibi kaybolan pek çok yıldız ya da yıldız adayı gördü kuşkusuz. Ama melekler kariyerinde gelebileceği en üst noktaya daha gelemeden biz futbolseverlerin avucundan kayıp gitmek üzere olan Adriano'nun sırtına birkez daha konmuş görünüyor.

Adriano ile akla gelen ilk şey herhalde topu orta sahada alıp rakip defans oyuncularını sırtında taşıyarak ceza sahasına kadar sürmesi ve yay üzerinde kalecinin uzanamayacağı doksana asması olsa gerek. Sonra hatırladığımız şey ise Ronaldo, Ronaldinho gibi yıldızlarla bolca güzel kızın katılımıyla yaptığı partiler ve bu partilerde alkol duvarını paramparça etmesi.
17 Şubat 1982 yılında Rio De Jenario’da dünyaya gelen Adriano futbol hayatına 1999’da Flamengo’nun Junior takımında başladı. Ve sadece bir yıl içerisinde iri fiziği ve topla olan mükemmel uyumu kulüp yönetimince hemen farkedilerek A takım kadrosuna alındı. Bu farkediliş sadece Flamengo yönetimi ile sınırlı kalmamış olsa gerek ki ilerleyen yıllarda Inter’in kapılarını açtı kendisine.



İlk kez yeşil sahaya çıktığı bir dostluk maçında mavi-siyahlı forma ile Santiago Bernabau çimlerini onurlandırdı, oyuna girdiği ikinci yarıda attığı frikik ile takımını Real Madrid karşısında galibiyete taşıdı. Olgunlaşması için Fiorentina ve Parma’da bir dönem oynayan Adriano’nun en parlak sezonu Serie A’da 16 gol attığı ve Konfederasyon Kupası’nın gol kralı ve en iyi oyuncusu olduğu 2004-05 sezonu oldu. 129,7 km hızla frikik atabilen ve askeri jargonda hazır ol durumda iken olduğu yerden 45 cm sıçrayabilen buldozerin kariyerindeki düşüşte 2006 Dünya Kupası ile başladı. Hayal kırıklığı yaşatan yıldızlar topluluğunun futbolundan çok gece alemleri konuşuldu kupa boyunca. Sonra alkole olan düşkünlüğü onu Inter'den kopma noktasına getirdi. SauPaolo’da geçen bir sezon sonunda uslandı zannedilen Adriano son günlerde yine gece eğlencelerinde boy göstermeye ve İtalyan gazetelerinde yeralmaya başladı.



Bir son şans belki de Roma ile olan flörtü sayesinde gözüküyordu onun için. Panucci geçtiğimiz günlerde onunla ilgili olarak Sky Sport 24’e Roma ile sözleşme imzalamasının müthiş olacağını ve onun takıma hemen uyum sağlayacağını belirten sözler söyledi. Spaletti buna ne derece katılır bilinmez ama takım içerisinden gelen bu sözler bile iyi bir başlangıç şansı olabilirdi Adriano için. Her ne kadar yönetim ve teknik kadronun kararına saygı duysa da Panucci Adriano’nun gelmesi halinde onun kulübe ve ortama uyum sürecinde tüm güçleriyle destekleyeceklerini de ifade etti.

Ama tüm bu söylemler havada kalmıştı ki, bu seferde Brezilya'ya döneceği yazılıp çizilmeye başladı. Yazının başında da belirttiğimiz gibi son açıklama Morinho'dan geldi: "Adriano'yu Inter'de istiyorum". Adriano'nun bu takımın önemli bir parçası olduğunu ve takımdan ayrılmayacağını net bir şekilde ifade etti.



Melekler şimdilik tekrar Adriano'nun sırtında onu futbola döndürebilmek için çalışıyorlar. Morinho da Adriano'nun iyi çalıştığını söylüyor. Bulmacanın parçalarını birleştiremediğinizi biliyorum çünkü ne Adriano'ya güvenebiliyorsunuz ne de Morinho'ya. Açık olan şu: Morinho Manchester United maçında elindekilere bakıp Adriano gibi bir oyuncuya bir şans daha veriyor. Bu dönemde Adriano kendini tamamen futbola verirse avucumuzdan kaymakta olan yıldız tekrar gökyüzüne yükselebilir.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Şampiyonlar Ligi Eşleşmeleri: Torres Barnebau'da Gülebilecek mi?


Real Madrid ve Liverpool eşleşmesinde de küçük bir hesaplaşma var aslında. Torres İspanya'da hep ezildiği Los Blancos karşısında bu sefer sahaya burun farkıyla favori olarak çıkıyor.

Liverpool'a beklediğinden çok daha hızlı adapte olduğunu belirten yıldız oyuncu, La Liga'da iyi oyunlar çıkaramadığı rakibine karşı bu eşleşmeyi bir fırsat olarak görüyor ve Liverpool'un turu geçeceğine inanıyor. Bu eşleşmedeki bir diğer ilginç nokta teknik direktörlerle ilgili. Juande Ramos için İngilizlere karşı kendini yeniden ispatlama fırsatı sözkonusu iken Benitez vatandaşı olduğu ülkenin en önemli kulübünü ikinci turda safdışı etmenin hesaplarını yapıyor.

Bu hesaplar bir hafta önce daha kolay yapılırken Lass'ın Los Blancos'a katılımıyla biraz daha zorlaştı. Artık Madrid ekibinin orta sahasında gerçek bir savaşçı var ve bu durum İngilizlerin işini zorlaştıracak gibi gözüküyor.

Yine de bu eşleşmede benim favorim Liverpool. Robben'in varlığı her ne kadar Real'in hücum hattını ayağa kaldırsa da daha fazla ofansif zenginliğe sahip Liverpool, daha fazla güven veren defansı ve orta sahası ile İspanyol ekibini kupanın dışına itebilecek güce sahip. İspanyolların fendi İspanyolların efendisini yenebilecek mi göreceğiz.

Real Yeni Onbiri İle Sahada


Huntelaar'ın 40.dakikada girdiği gol pozisyonu dışında pek gözükmediği, Diarra'nın ise ilaç olacağını gösterdiği karşılaşmada Real Madrid Villa Real'i Robben'in muhteşem golü sayesinde 1-0 ile geçti. Lass hem ofansif hem de defansif olarak bir hayli katkı sağlayacağını gösterdi. Huntelaar ise bana göre Real'in elinde patlar.

Ne Barcelona'da çalıştı Hollanda ekolü ne de Real Madrid'te çalışacak. Hollanda'dan La Liga'ya bir futbolcu alıyorsan illa ki Brezilyalı alacaksın. Zamanında PSV'den Barca'ya gelen Romario ve Ronaldo gibi.

Bu kadar Hollandalı'nın arasında Real'in ofansif olarak bel bağladığı adam Robben. Eğer sakatlığı yoksa müthiş oynuyor. Dün de rakip ceza sahasının sağından ceza yayı üzerine doğru sllalom yaparak gitti ve şutunu doksana gönderdi.

Yeniyıl Eğlencesi Telegol'de


Bir kanalın spor direktörü, bir üst düzey kulübün efsaneleşmiş, yüzüncü yıl formasında kendisine yer bulmuş eski oyuncusu, altın ayakkabı sahibi bir gol kralı, yine başka bir kulüpte efsaneleşmiş eski bir golcü, bir büyük kulübe yıllarını vermiş sonra da o kulüpte menajerlik yapmış bir başka eski futbolcu ve bunlara döneminin en önemli hakemlerinden biri eklenirse seyrine doyum olmaz bir futbol programı beklersiniz değil mi?

Malesef bizim ülkemizde öyle değil. Bu yıl Kanaltürk'te yayınlanan Telegol'ün birçok rezilliğine şahit olduk ama onlar yılbaşı gecesi yayınlanan programları ile Türk Televizyonculuk tarihinde Nirvana'ya ulaştılar.

Önce hepsi yüzlerine birer maske geçirerek günümüzün ünlü futbolcuları oldular. Ronaldinho Serhat, Alex Ziya, Baros Tanju, Lincoln Gökmen, Bobo Sinan ve Pierre Luigi Collina Papila... Sonra stüdyoya kurulan langırt masasına geçerek langırt turnuvası yaptılar. En sonunda da herbiri sahneye çıkarak karaoke yaptılar. Kaçıranlar mutlaka aşağıdaki tanıtım klibini izlesinler. Zaten bu efsane programı yılbaşı gecesi ben de izlememiştim, tekrarlarını Kanaltürk'te yakaladım.

Ben bu kadarına söyleyecek kelime bulamıyorum. İyi ki 2008 bitti bu olayda 2008'de kaldı diyeceğim, ama 2009'da da programları devam ediyor.



Link: Telegol Yılbaşı Özel