Şampiyonlar Ligi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şampiyonlar Ligi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2012 Çarşamba

Futbolda Artık Verimlilik Tartışılmalı

Yukarıda Barcelona - Chelsea maçının istatistikleri var. Benim gözüme çarpan %72 topa sahip olan bir takımın kaleyi bulan 5 şutuna karşılık, rakibinin sadece %28 ile oynayıp kaleyi bulan 3 şutunun olması.

Barcelona'nın total futbol anlayışına sonuna kadar saygım var ve halen tartışmasız en iyi olduklarını düşünüyorum. Dünya futbolunda yeni bir Yunanistan modeli olmasını da kesinlikle istemem. Ancak sözkonusu verimlilik ise futbol adamlarının da oturup düşünmesi gerekiyor. Efektif bir oyun istatistiği değil Barcelona'nın ki, total futbol prensiplerinden taviz vermeden şapkayı önlerine koyup topla daha az oynayıp yine oyun hakimiyetini sürdürebilecekleri ama gol yollarına daha efektif gidebilecekleri bir modele dönüştürmeliler bu oyunu.

Ramires'in attığı gol efektif bir hücumun en güzel örneği belki de. Chelsea'nin oyununu övmek adına değil, çünkü Çanakkale geçilmez ile her zaman maç kazanılmaz ama Barca'nın da hala çıkabileceği bir üst basamak olduğunu görmek adına değerli bu rakamlar. Topa sahip olmak nereye kadar? Bence oyun hakimiyetine sahip olacak kadar topa sahip olmak ve sahip olduğun anlarda efektif kullanmak daha değerli.

Siz %72 topa sahip olup kaleyi bulan 5 şutu mu tercih edersiniz yoksa %58 topa sahip olup kaleyi bulan 9 şutu mu? Eğer bu kadar baskın oynamaya kalkarsanız rakibiniz de Çanakkale geçilmezi oynamak zorunda kalır ve başını ilk kaldırdığında gole gider.

Tıpkı haftasonu oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi gibi.

Tarihi Karede Bir Türk


Pozisyon 5.000 metre erkekler finali gibi ama değil, Torres uzatmalarda kontra ile gole ve finale koşarken Busquets onu takip etmeye çalışıyor. Cüneyt Çakır'ın bu dakikadaki deparı inanılmaz. İyi maç yönetti Cüneyt Çakır, yardımcıları da iyi destek oldular kendisine. Özellikle de Terry'nin atıldığı pozisyonda.

7 Mart 2012 Çarşamba

Sonunu Getiremeyenler Kulübü: Arsenal 3 - AC Milan 0


Bu sezon çokça maç analizine girmiyorum, özel bir nedeni yok. Belki de var, futboldan soğutanlar. Ama dün ki maçla ilgili bir iki satır yazmadan geçmek mümkün değil. Hem de ilk yarısını izleyemememe rağmen.

Neyseki sonradan geniş özetini de izleme imkanım oldu. Arsenal tarih yazmaya o kadar yaklaştı ki 4-0'lık ilk maçın rövanşında daha ilk yarı bittiğinde tabelada 3-0 Arsenal lehine yazıyordu skor. Gecenin performansını Rosicky ortaya koydu. Yıldızının parladığı o şanssız sakatlık öncesi dönemden kesitlerle 90 dakika boyunca sahada bir orkestra şefi gibi yönetti takımını. Attığı gol halı sahalarda dar alanda o küçücük kaleye, tam köşeye gönderilen ince vuruşlardandı. Arsenal özellikle Wallcott ile Milan savunmasının solunu darmadağın etti.

Ama mucize olmadı. İkinci yarının başlarında Gervinho'nun vurduğu ancak Abbiati'nin ters köşeye yatarken bacaklarından dönen top, yine Van Persie'nin önüne düştüğünde eminim ki dünyadaki tüm Arsenal taraftarları gol diye ayağa kalkmıştır. Tıpkı Szczęsny'nin haftasonu Liverpool deplasmanında Kuyt'ın penaltıdan dönen topa vuruşunu da çıkarması gibi Van Persie'nin vuruşunda da Abbiati bir anda kabardı kalesinde ve sihirli bir dokunuş ile bu bölümdeki en önemli gol pozisyonunu engellemiş oldu. O an kale arkası çekimde Milan defansının kireç gibi olan yüzleri ve hep birlikte son umut olarak senkronize bir şekilde ofsayt olması umuduyla ellerini kaldırışları belki de Milan açısından maçın ne kadar korkutucu bir hale dönüştüğünün kanıtıydı.

Olmadı, mucize yine gerçekleşmedi. Çok yakın bir dostumun söylediği gibi "Arsenal'de vizyon var ama bir türlü sonunu getiremiyorlar" sözü yine gerçek oldu. Arsenal 4-0'ın altından kalkacak vizyonu ortaya koydu, performansa dönüştürdü ama nefesi yetmedi. Zaten 70. dakikadan sonra bayağı bir oyundan düştüler.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Direkten Döndüler

Dün akşam Trabzonspor'un ortaya koyduğu oyun hiç kuşkusuz ülke futbolu adına bu yılın en iyi performansıydı. Inter karşısında bu maçtan önce oynanan CSKA-Lille maçının Fransız ekibinin 2-0 galibiyeti ile sonuçlanmasının ardından Trabzonspor tam bir final maçına çıktı.

Colman harika bir oyun ortaya koydu, hem ofansif hem de defansif olarak görevini eksiksiz yerine getirirken bana yıllar önce Trabzonspor'da yıldızı parlayan Aurelio'yu hatırlattı. Trabzonspor Colman'ı da tutabilecek mi emin olamıyorum bu performansı gördükten sonra sezon sonu geldiğinde. Zokora takımın defansif hattaını ayakta tutan isim olurken Alanzinho ikinci yarıda takımı tam anlamıyla bir vites yükselten performansa ulaştırdı. Defansın önüne kadar gelip top alarak sorumluluk üstlenmesi, aldığı her topta dikine Inter savunma hattını yıpratması dün gece ki seyir zevkinin en önemli parçasıydı.

Inter pozisyon bulmadı mı, tabi ki ciddi tehlikeler yarattı ve bazı anlarda tıpkı golde olduğu gibi Milito, Zarate ve Alvarez ile defansın arkasına sarkarak Tolga ile  burun buruna geldikleri anlar var. Ama Sneijder'in yokluğunda özellikle ikinci yarıda oyunun tüm insiyatifini Trabzonspor'a bıraktılar. Garip ama gruplar başlamadan önce Inter'den 4 puan alacaksınız deseler herhalde hepimiz Trabzonspor'un grubu rahat bir şekilde lider bitireceğini düşünürdük. Bordo-mavililer sadece 6 puan ile grupta ikinci sırada ve son maçların arkasından grubu dördüncü bitirme ihtimalleri de var.

Maç performansından bağımsız olarak ve grup ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın aklımı kurcalayan bir konuyu dile getirmeden duramayacağım yine de. Bu maçın üzerine konuşulmayan, geri plana itilen bir konu var ki benim hala aklımın köşesinde. Şike iddianamesininin eli kulağında iken ve ortaya atılan iddiaların bir kısmı Trabzospor'u da bağlarken, hatta son dönemde daha da açık seçik bazı iddialar Mecnun Odyakmaz tarafından dile getirilirken nasıl oluyor da kamuoyu olası bir Avrupa kupalarından men tehdidini görmezden gelip hayal dünyasına kapılıyor anlayamıyorum.

Dün gece uzun zamandır özlenen futbolla dolu bir gecenin üzerine limon sıkmak gibi olmasın ama bu yazdıklarımda hala yüzyüze olduğumuz bir gerçek.

Son bir not da dün geceki yayına. Doğuş Grubunun Star'ı satın almasıyla birlikte CSKA-Lille maçını Ercan Taner'in, Trabzonspor-Inter maçını da Murat Kosova'nın ağzından dinleyebilmek büyük bir keyif.

29 Eylül 2011 Perşembe

Tebrikler Santos

Dün akşam Olympiakos maçında ilk golünü attı Andre Santos. Soldan o bildik bindirmelerinden birinde içeri pas olarak gönderdiği topu defans kesti ancak dönen topu kaleye vurarak Gunners formasıyla kavuştu ilk golüne.

Güzel adam Santos, tebrikler ve devamını da bekliyoruz. Arsenal için zor bir sezon olacak ama Santos bu kadro içerisinde gün geçtikçe göze çarpabilecek bir isim. Diğer taraftan Premier Lig'de tuttuğum takımın formasını giyiyor olması da bir teselli benim için.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Maçın Yıldızı Sabri Ugan

Trabzonspor dün akşam 40 gün 40 gece oynasa gol atamazdı derler ya öyle bir oyun oynadı Lille karşısında. Burak Yılmaz'ın yokluğu zaten kısıtlı hale gelen hücum zenginliğini iyice içinden çıkılmaz bir hale getirmişti. Bu şartlar altında 1 puan oldukça önemli.

Sahada kabız bir oyun vardı, Lille de ilk yarıda Sow ile bulduğu gol sonrası oyunu iyice dar bir alana sıkıştırarak ani çıkışlarla gol aramaya yönelince Trabzonspor hiçbir şey üretemez hale geldi. Fransız takımının zaman zaman etkili bir şekilde gerçekleştirdiği hücum pres ve özellikle Colman'a neredeyse hiç top aldırmaması da Trabzonspor'un oyununu bozan etkenlerdi. Alazinho fizik olarak yeterlilik gösteremeyince bordo mavililerin iki top yapamadığı anlara çokça şahit olduk. Henrique bu takımın oyuncusu mu hala soru işaretleri var. Ne top tutabiliyor, ne adam geçebiliyor, ne de ileride oyunu kurabiliyor. Birkaç maçta 90 dakika izlediğim halde henüz karar veremedim. Halil Altıntop bence faydalı olacak bu takıma ama Trabzonspor defans ve orta sahası top yapamadığı için o kadar çok geriye gelmek zorunda kalıyor ki ofansif etkinliği azalıyor.

Defansif anlamda çok iyi olacak Trabzonspor ama hücum anlamında ciddi sorunları var ve nasıl giderecekleri konusunda emin olamıyorum. Herşeye rağmen 4 puanla grupta lider konumdalar. Ama eğer sadece Selçuk İnan bu takımda kalsaydı bile çok farklı yerlere gelebilirlerdi bu sezon hem içeride hem de dışarıda.

Maçtan son bir not da Sabri Ugan'ın sunumuna. 47 yaşındaki Lille teknik direktörü Rudi Garcia için genç ifadesini kullanan ve İlker Yasin'in "O zaman Chelsea'nin teknik direktörüne ne diyeceğiz" sorusuna 10 saniye durakladıktan sonra "çok genç" cevabını yapıştıran, Trabzonspor'un penaltı golünden sonra "Colman'ın mükemmel golüyle" anonsu yapan Sabri Ugan hiç şüphesiz sıkıcı futbol gecesinin en renkli ismiydi.

7 Aralık 2010 Salı

Şişir Şişir Budur

Sercan Glaskow Rangers karşısında beraberliği getiren golü attı ama öyle bir gol kaçırdı ki...O golü kaçıran adamı değil Premier Lig'de Manchester United, dünyadaki hiçbir United almaz.

Alex Ferguson'un Sercan'ı listesinin hiçbir yerine yazmadığına artık bugün iyice kanaat getirmiştir herhalde herkes.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Andersen'den Masallar: Dörtte Devre Sekizde Biter

Kabak tadı verdi artık. dörtte devre sekizde biter bir maç oluyor şu anda Valencia ile Bursaspor arasında. İlk yarı bitti ben de mutfağa çekildim laptopmı açtım internette surf yapıyorum. Telefonumun mesaj sesini duydum bir onbeş yirmi dakika sonra.

Kim mesaj atmıştır diye elimi uzatıp bakmadım bile yanıbaşımdaki masanın üzerinde duran telefona , çünkü adım gibi biliyordum ki gelen bilgi mesajıydı ve skor 5-0 olmuştu. Yine de sağlamasını internetten yaptım ve yanışmadığımı gördüm.

Son kaç yılın bilmiyorum ama herhalde böyle rezil bir Avrupa performansını ülke bazında yaşamayalı on beş yıl olmuştur. Daha kötüsünü hatırlamıyorum bile. Beşiktaş da fazla ileri gidemeyecek, Bursaspor Şampiyonlar Ligi'nden biran önce elense de diye bakıyoruz artık. Zaten diğerleri yok.

Benim gibi düşünen üç beş kişi Andersen'den Masallar anlatıyor tabi, basında ise oturup Türk futbolu nereye gidiyor diye bir tane kafa patlatan adam yok. Böyle devam ederse daha çok muz orta yeriz Avrupa'da.

Kırmızı Gör Demenin Belgesi Olur mu?

Meşhur bir lafı vardır ülkemin: "Rüşvetin belgesi olur mu?"

Mourinho ekibiyle ve futbolcularıyla kulaktan kulağa Sergio Ramos'a bir mesaj iletiyor. Gruptan çıkmayı garantileyen ve son maçta oynamamaları göze alınan oyunculardan Sergio Ramos her nasılsa 4-0 önde götürdükleri Ajax maçının son dakikalarında ikinci sarıdan kırmızı kartı görüyor.

Sanırım Mourinho Sergio Ramos'a şu mesajı gönderdi: "Sergio'ya söyleyin komşusu aradı. Evini su basmış, hemen eve gitmesi gerekiyor."

4 Kasım 2010 Perşembe

Ben İzlemeye Dayanamıyorum Artık

Şampiyonlar Ligi'nde grupların dördüncü maçları sonunda 0 puan, 0 gol ve -9 averaj ile 32 takım arasında 31. sırada Bursaspor. Önünde olduğu tek takım Zilina. Varın siz hesap edin bu sezon ki Şampiyonlar Ligi bilançosunu.


Sercan Manchester semalarına ancak uçakla gider sonra da döner. Volkan niye Milli Takıma alınmıyor diye soranlar cevabını uluslararası arenada verdiği sınavlara bakarak bulabilirler. Bursaspor hiç küçümsenmeyecek bir şekilde Şampiyonlar Ligi'ne Türkiye Şampiyonu olarak gitmiştir ancak başarılı olamamıştır. Ha dört büyüklerden biri olsaydı ne değişirdi derseniz 2-3 puandan öteye gidemezlerdi yine.

Felaket bir girdap bu. Gelirler arttı, daha iyi yabancılar gelmeye devam ediyor ama uluslararası arenada elde var sıfır. Milli Takım gibi kulüp takımları da berbat bir performan sergilemeye devam ediyor. Bursaspor'un ŞL'de sahada ortaya koyduğu oyun komedinin ötesinde. Ceza sahasında rüzgar alsalar bile penaltı diye kendini atanlar mı istersiniz, üst üste çalışm yiyen oyuncular mı? Herşey var.

Süper Lig şampiyonu ve halen lideri olan takım bu durumda ise vay halimize. Almayın abi bizi bir süre Şampiyonlar Ligi'ne. İzlerken boğuluyorum.

1 Ekim 2010 Cuma

Gömlek Büyük Geldi

Kısa bir Bursaspor değerlendirmesi yapalım. Ligde kayıpsız ilerliyorlar, en iddialı kadroya sahip Beşiktaş'ın da önündeler. Ama Şampiyonlar Ligi çok farklı ve Rapid Wien ile oynamaya benzemiyor işte.

Bu turnuvanın gediklisi olan ama son derece vasat Glaskow Rangers karşısında etkili oynuyor gözüküp elde var sıfır ile dönüyorsunuz vatana. Hiç kuşku yok ki yabancı oyuncuları Türkiye ortalamasının üzerinde ama Şampiyonlar Ligi'nde sahneye çıktığınızda vasat. Insua'nın oyuna Ergiç'in yerine girmesi bayağı bir canlılık getirdi takıma ama Insua dışında oyunu basit oynayan yok.

Volkan bizim ligimizde durdurulamıyor ama vasat Glaskow defansı bile kendisinden ikinci bir şans istendiğinde bu şansı vermiyor. Oysa Şampiyonlar Ligi'nde topu bir sağa bir sola çekeyim yapamazsınız. İki kişinin arasına girme cüretini de pek göstertmiyorlar size. Naismith'in attığı gol ise ancak bizim gibi bir ligde yenecek cinsten. Kafa ile yapılan ortaya altıpas içerisinde iki defans oyuncusu ve kalecinin önünden vurdurmak olacak iş değil.

Nitekim Bursaspor yerelde iyi, globalde kötü bir resim çiziyor. Ama iyi niyetli oynadıkları ve ellerinden geleni tüm tecrübesizliklerine rağmen yaptıkları bir gerçek. Avrupa Ligi'nde daha fazla iş çıkartırlardı ama Şampiyonlar Ligi bir iki gömlek fazla geldi.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Ben İstemiyorum

Eveleyip gevelemeden yazıyorum ben Fenerbahçe'de Kazım'ı istemiyorum. Çünkü Kazım futbol ciddiyetinden uzak ve asla büyüyemeyecek bir çocuk.

Ben Güiza'yı istemiyorum. Kale bomboşken kaçırdığı gollerden dolayı değil, her sene yaptığı binbir dansözlükten ve kişiliğine hiç güvenmediğimden dolayı.

Ben bu takımda her sezon başında yeni bir hoca görmek istemiyorum. Ben hocaya inanıyorum Arogones dahil, iç çamaşırı gibi değiştiriliyor olmalarına inanmıyorum.

Ben bu takımda aptalca ve disiplinsiz şekilde kırmızı kart görülmesini istemiyorum. Emre, Selçuk, diğerleri... Kim bu aptallığa devam edecekse onları da Fenerbahçe'de görmek istemiyorum.

Ben iki sezondur Deivid gibi yatan yabancı futbolcuları bu takımda görmek istemiyorum. Deivid iyidir hoştur ama iki senedir sıfır katkısı vardır bu takıma.

Şampiyonlar Ligi'nde bu takımı izleyemeyeceksem Turkcell Süper Lig'de de hiçbir maçını izlemek istemiyorum. O yüzden Brezilya yeşili, Chelsea mavisi formalar da al mak gelmiyor içimden. Kulübe katkı yapacağım diye avanak yerine konmak istemiyorum.


Ben bu takımı herkesten çok seviyorum ve bu takıma herkesten daha fazla şey verdim deyip taraftarı kahreden bir Başkan görmek istemiyorum. İşin budur, bu takıma çok şey vermek. Eminim o koltuğun onlarca talibi vardır. Ve eminim Fenerbahçe'ye verdiğin kadar Fenerbahçe başkanlığı da sana çok şey vermiştir.

Sorun dün Young Boys'a yenilip elenmek değildir. Sorun bu takımın yürüyecek hali olmaması ve vasat yabancılarla insanların kandırılmasıdır. Sorun Kocaman değildir ama kocamandır çünkü o meşhur kurumsallaşan Fenerbahçe kimliksiz bir takımdır aslında.

Fenerbahçe'yi kimliksizleştirenler bir kez daha düşünmeli acaba gerçekten Fenerbahçe'yi mi seviyorlar yoksa Fenerbahçe'nin başkanlığı bir saplantı haline mi geldi.

Taraftar tek kelime etmez Aykut'a o yüzden şimdi esas belayı Aykut'u takımın başına getirerek aldılar. Ve bu yönetimi götürürse Aykut götürür en sonunda.

Ha unutmadan ne oldu 3 senede 3 şampiyonluk? İlk sezonda lastik patladı, ŞL ön elemesiyle de yokuş aşağı gidiyor kamyon.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Genç Oğlanlar Çok Zorladı

Fenerbahçe için hazır olması gereken esas sınav Young Boys maçıydı. Ama dün akşam gösterdi ki Fenerbahçe hazır değil. Takımda çok eksik var olduğunu kabul ederek eleştirmek de fayda var. Bir kere Gökhan Gönül ve Lugano gelecek bu defans hattına. Orta sahada Mehmet Topuz ve Özer alternatifleri de kadro derinliğini artıracak. Ve de mutlaka bir forvet takviyesi olacak.

Bu da ilk onbirin %35'i demek kabaca. Ama şu an ki görüntüde Fenerbahçe için en ciddi sıkıntı güçsüz olması. Tabi ki Young Boys'un daha erken hazırlıklara başladığını gözardı edemeyiz. Dün akşam Degen ve Sutter ikilisinin Fenerbahçe'nin sol kanadını paramparça etmesi de her zaman olacak birşey değil. Ama kabul edilemez olan Fenerbahçe'nin bir Şampiyonlar Ligi ön eleme maçına hazır olması gerektiği kadar bile hazır olamayışı. Degen'in hiç bir koşusuna karşılık veremediler. Alanı daraltmak bir yana geniş alanlar bıraktılar rakibe. Ve Colin Kazım... Yine yaptı yapacağını. Yeteneklerini hiç tartışmam ama gram futbol aklı olmayan bir oyuncu Kazım. O da olsa zaten Fenerbahçe'de oynamazdı.

Üzerine çok konuşulacak birşey yoktur. Fenerbahçe adına günün iyileri Volkan ve Stoch idi. O Stoch takıma çok şey katacaktır kuşku yok. Ama herşeyden önce takımın fizik olarak hazır hale gelmesi gerekiyor. Aksi halde Genç Oğlanlar'la İstanbul'da da başedemezler 2-2'ye rağmen.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Dün - Bugün

Dün:

Mourinho Chelsea'de kapının önüne konmuş ve Serie A'da Juve ve Milan'ın yokluğunda at koşturan bir adamdı.

Eto'o sezon başında Barca'nın kapısının önündeydi. Barca'daki dişilileri huysuzlukları ile bozan adam ilan edilmişti.

Sneijder Real Madrid'ten kovalandı adeta. Geçen sezonki hayalkırıklığı Hollandalılar'ın eseriydi ve o da Hollandalı'ydı.

Lucio Bayern'den tatsız ve buruk ayrıldı. Yaşlı adama artık ihtiyaç yoktu.

İtalyan futbolu sezon içerisinde Avrupa'da üçüncü büyük lig olmayı bırakın dördüncülüğü bile tartışılıyordu.

Bugün:

Avrupa futbolunun  en tepesine isimlerini yazdırdı bu adamlar. Hatta dünya futbolunun en önemli organizasyonunda.

23 Mayıs 2010 Pazar

Morinho'nun Veda Busesi


Herkesin bir durma dönemi oluyor demek. Ben de uzun bir süre çeşitli nedenlerle yazamadım düzenli olarak. Şampiyonlar Ligi'ni az daha iş nedeniyle gittiğim Prag'da bir Çek birahanesinde izleyecektim ama döndüm bugün itibariyle. 1200'lerden beri üretilen ilk Çek birası Tomaszka'yı (Tomassi) devirerek içmek mükemmel olurdu da bu Çek milletininmisapirverliği beni ülkeme daha çabuk dönmeye itti.

90 dakikası çok ortada gözüken bir maçtı Inter - Bayern karşılaşması. Nitekim 35. dakikaya kadar da tempolu, heyecanlı ama ortada geçen bir maçtı. Böyle maçlarda ilk golü atan çok büyük avantaj kazanır. Milito da ilk bulduğu pozisyonda Butt'ı yatırıp mükemmel bir gole imza attı. Usta ile Çırak'ın karşılaşmasında Usta ağır defansını devamlı ileri çıkarmanın faturasını böylece ağır ödedi.

İkinci yarıda Barcelona maçı taktiğine dönen Inter'e go atmaları mucize olurdu ve o mucize de gerçekleşmedi. İlk golü atanın kazanacağı maçta perdeyi müthiş slalomu ile kapatan yine Milito oldu. Dünya Kupası'nda Maradona'ya adeta Messi kadar büyük bir kozum mesajını bir kez daha gönderdi Arjantinli.

Morinho'nun  Madrid yolculuğuna çıkarken yanına alacağı en büyük apolet hiç kuşkusuz bu kupa olurdu. Oldu da... Inter ile çok başarılı bir kariyeri ardında bırakarak yarattığı eseri ile gurur duyarak İspanya'ya biletini aldı Portekizli.

Madrid'ten başı dik ayrılan bir diğer isim de Sneijder'di. Sezon başında onu kapının önüne koyanlar sezon sonu geldiğinde onu evlerinde televizyon başında izlemek zorunda kaldılar. Onu baştan yaratan Portekizli de şimdi o evleri başında oturqanların takımını ayağa kaldıracak. Garip...

29 Nisan 2010 Perşembe

And The Oscar Goes To

Busquets'in üzerine fazla gitmemek lazım bunu yapan ne ilk ne de son futbolcu. Ama yılın Oscar ödüllerinde The Shining in Camp Nou filminde gösterdiği performansla  en iyi erkek oyuncu ödülünün en büyük favorisidir kendisi.  Jack Nicholson'ı gölgede bırakacak bir performans diyelim ve geçelim.

Finaldeki Hollandalı

Zafer sarhoşu olan bir başka teknik adam daha Mourinho dışında. Sezon başında Bundesliga'ya geldiğinde hiç kuşkusuz tüm Bayernliler Bundesliga'yı çok rahat kazanmasını bekliyorlardı.

Bayern Bundesliga'da lider ama bu koltuğa oturması hiç de kolay olmadı. Ama Şampiyonlar Ligi'nde final koltuğuna oturmak çok daha farklı bir başarı. Bir Alman takımı ve bir İtalyan takımı karşılaşacak finalde. İngiliz ve İspanyol takımları dışarıda.

Ve bunda hiç kuşkusuz Inter'in başarısındaki Mourinho kadar Bayern'in başındaki Van Gaal'in de katkısı var. Soğuk Hollandalı birçok sorun yaşayarak geldi. Sezon boyunca Ribery'nin transfer dedikoduları, devre arasına kadar yaşanan Toni krizi ve sonunda yolların ayrılması, daha bir sürü sıkıntılar aşılarak geline bir final.

Şimdi Van Gaal içinde biraz keyfini sürme zamanı. En azından bir günlüğüne.

Barca Saplantısına Yenildi, Madridliler Rahat Uyuyabilirler

İki bacaklı Inter-Barcelona maçının özeti belki de Mourinho'nun Barcelona için Madrid'te final oynamanın saplantı haline geldiğini oysa Inter için Şampiyonlar Ligi'ni kazanmanın büyük bir arzu olduğunu söylemesiydi.

Bu saplantıdır aslında Barca'lı futbolcuların ayaklarını bağlayan. İkinci maç öncesi bir Katalan kampanyasına çevrilen bu durum sahada hiç de üretken olmayan bir Barcelona izlettirdi futbolseverlere. Üstelik de 62 dakika on kişi oynamak zorunda kalan ve hiç de haketmediği bir şekilde hakemin süzemediği bir pozisyon sonrasında bu duruma düşüp moralman bozulmamayı başaran bir Inter karşısında.

Guardiola'nın bir B planı yok geyikleri dönmüş de Mourinho'nun oyunu nasıl bozduğunu, kendi yarı sahasında nasıl kapandığını pek kimse görmek istememiş. Eto'yu sol çizgiye çekip, Sneijder'i ileriye atmak da ayrı bir taktiksel yoruma gebe. Guardiola Zlatan ile konuşurken ensesine kadar yaklaşarak kulağını dayayıp onu dinlermiş gibi yapması da...

Sahada herkesin alın teri vardır bu final vizesinde ama oyunun süper starıdır Mourinho. Rakiplerin nefret ettiği ama kendi taraftarının taparcasına sevdiği. Havaalanını yıkarcasına kendisini karşılayan Inter taraftarı da aynı kafadadır zaten. Bu maçın başka da bir hikayesi yoktur aslında.

Mourinho ve öğrencilerinin arzusu Barca'nın saplantısını yenmeyi başarmıştır. Madridliler rahat bir uyku çekebilirler artık. Soyunma odalarına belki de önümüzdeki sezon gelmeden girecek olan adam Mourinho olacaktır. Ve eminim ki Madrid seyircisi Barca'yı Madrid yolundan eden bu adamı ve bu takımı çılgınca destekleyecektir Bayern Münih karşısında.

Arzu kazanmış ve saplantı kaybetmiştir. Mourinho'nun Tanrı'ya şükrederken Valdes'in de ona saldırırken fotograf karesine yansıyan görüntüsü de saplantının arzuya olan kaybının karesidir.

22 Nisan 2010 Perşembe

Volkanı Ben mi Patlattım

Galibiyetten sonra Mourinho yine döktürmüş. "Neredeyse İzlanda'daki yanardağ patlamasını benim ayıbımmış gibi gösterecekler. Belki de yanardağın içerisinde bir arkadaşım var ve patlamayı o gerçekleştirdi ve ben de bundan sorumluyum" demiş.

Adam haklı sanki Barcelona'nın 3-1'lik yenilgisinin tek nedeni volkanik patlama sonucunda yapmak zorunda kaldıkları otobüs yolculuğu oldu bir anda. Ve Mourinho'nun taktik zekası arka plana itildi.