29 Ağustos 2011 Pazartesi

Hepinize İyi Bayramlar

Batan Geminin Malları: Andre Santos Arsenal'de

Ben blogda birşeyler karalarken NTVSpor sağolsun Andre Santos 7 milyon €uro karşılığında Arsenal'e gidiyor bilgisini geçti altyazı ile. Benayoun da listelerinde, berbat gidince piyasada alabilecekleri ne varsa alacak Arsenal de konumuz bu değil.

Fenerbahçe'nin içi boşalıyor, bekliyorduk ama okudukça, duydukça, gördükçe insanın içi şişiyor tabi. Haber resmi olarak doğrulanmadı, ne Arsenal'in ne de Fenerbahçe'nin sitesinde bir bilgi yeralmıyor. İnsan Arsene Wenger'in hiç tarzı olmayan bu transfer haberine inanmak istemiyor bir taraftan da. Ama ne çare?

Biraz fıkra gibi olmaya başladı artık. Bir Nijeryalı, bir Uruguaylı, bir Brezilyalı, bir Karadenizli Şampiyonlar Ligi'ne gidince transfer olmuş.

Neyse en azından yerlilerin özellikle de Gökhan Gönül'ün gitmemesi önemli. Sonuçta elde kaliteli Türkler olmadan yeniden yapılanmak daha da zor. Önümüzdeki sezon ne olur kestirmek güç ama ilerleyen yıllarda takımı tekrar inşa ederken onların takımda olması işimizi kolaylaştırır.

Ada'da Manchester İhtilali

Biz şike soruşturmasından başımızı kaldıramazken Avrupa'da ligler başladı. Haftanın en flaş skoru üçüncü haftasına giren Premier League'de Manchester United'tan gelirken aynı hafta oynanan maçlarda Manchester 13 - Londra 3 gibi tabela karşımıza çıkıyor ki neresinden bakarsanız Londra takımları için tam bir facia.

Manu'nun 8-2'lik galibiyetini anlayabiliyorum, zira Arsenal bir tek kuılübün anahtarını vermediği kaldı da sezonun flaş takımlarından Tothenham Hotspur'un White Heart Lane'de, kendi evinde Manchester City'e 5-1 ile teslim olması inanılır gibi değil. Nasri'nin takıma katılmasıyla geçen sezon istediğini bulamayan Dzeko'nun daha bir etkin oynadığı ve her attığı golde adeta gol vuruşu dersi verdiği 90 dakikada City bu sezon en azından zirvedeki ilk ikinin diğer güçlü adayı olduğunun altını kalın bir çizgi ile çizmiş oldu.

Bu da demek oluyor ki Ada'da tam anlamıyla bir Manchester rekabeti izleyeceğiz. Diğer Londra takımı Chelsea'nin de huzur evine dönüşen kadrosu uzun lig maratonunu kaldıracak durumda değil açıkçası. Liverpool ise son dönemde baş aşağı giden ivmesini ancak Şampiyonlar Ligi mücadelesi verebilecek kadar yukarı çıkarabilir gözüküyor.

Biz sanayi devriminin başşehri Manchester'a biraz bakalım isterseniz. İki eski düşman ligin üçüncü haftası itibariyle zirveye kurulmuş durumdalar. Maviler averajla Kırmızı Şeytanları takip etse de en sonunda Arap sermayesi oturmul bir kadro yapısı oluşturabildi galiba. Bu sezonun transferleri Kun Aguero, Clichy, Nasri ve Saviç ile güçlenen Maviler de belki de en önemli transferler Nasri'nin gelişiyle performansı daha da artan David Silva ve geçen sezon bekleneni veremeyen ancak bu sezon patlayan Dzeko'yu da eklediğimizde bambaşka bir takım var karşımızda. Dile kolay 67-68 sezonundan beri tam 44 yıldır kazanılamayan Premier League şampiyonluğu gözönüne alındığında şehrin mavi yakasında iştahların nasıl da kabardığını tahmin etmek mümkün.

Rekabeti ancak 2009'da billboard savaşları ile canlandırabilen Maviler, ki o billboard savaşlarına buradan tekrar bakabilirsiniz, 2011-12 sezonunda gerçek savaşı sahada verebilecekler mi? Ya da bir başka deyişle Manchester'ın gerçek sahipleri tartışmasını bir türlü sonlandıramayan iki takımdan Premier League kupasının sahibi kim olacak? Ben bu sezon Manu'yu sadece City'nin geçebileceğine inanıyorum. Ama şleri hiç de kolay değil tabi.

Siz mi Düzelteceksiniz Türk Futbolunu?

Siz mi düzelteceksiniz Türk futbolunu? Vay Türk futbolunun haline vay...Kılavuzu karga olanın burnu boktan çıkmazmış. Biz toptan boka battık, kargalar sürü halinde dolaşıyorlar kanal kanal hala.

28 Ağustos 2011 Pazar

Böyle Olur Ağaların Gidişi

Hani hep söylenen bir klişe vardır ya yabancı oyuncular gelirken binlerce taraftar karşılar ama giderken yüzüne bakan olmaz diye. Yanlış anşama olmasın bu fotograf Lugano'nun gelişi değil, gidişi. Lugano gibi her transfer döneminde gidecek söylentisi çıkan bir adamın böyle uğurlanmasının Fenerbahçe'nin bugünkü durumunun dışında önemli bir nedeni daha var. Bu adamın sahada oynadığı her 90 dakikada yüreğini sahaya koyması, kafasını tekmeye uzatması, Fenerbahçe formasıyla savaşması.

100 Metrede Değişen Kader: Usain Dışarıda, Kim Collins Kürsüde

Maurice Greene Dünya Şampiyonası'nda Bolt'un Blake tarafında geçileceğini iddia ederken herhalde bu yarışmada Bolt'un diskalifiye olacağını düşünmemişti. Onun tezi koşu stilini değiştirmesinden ve sakatlıktan sonra da eski formuna ulaşamamasından kaynaklanıyordu.

Ancak Maurice Greene gibi bir efsane de söylese akıl karı gelmiyor insana Usain Bolt'un bir 100 metre yarışında geçileceği. Öyle sanıyorum ki bu sezon boyunca kırdığı 9:58'lik rekora yaklaşamamış olması yeni bir rekor kırma ve kendini tekrar ispat etme gibi gereksiz bir psikolojiye girdi Bolt. Böyle olunca da özellikle daha önceki yıllarda yaşadığı start anındaki zamanlama problemini ortadan kaldırmak isterken erken start alarak şampiyonluğu G.Kore'de bıraktı Jamaika'lı sprinter. Onun yokluğunda da Blake 9:92 ile çok rahat bir yarış kazandı.

Bu yarışmanın hiç kuşkusuz en sempatik yanı 35'lik Kim Collins'in üçüncü gelrek bronz madalyaya ulaşmasıydı. Yarı final elemelerinde Eurosport yorumcusu Maurice Greene onun hakkında bu adam hiçbir zaman kendini baskı altında hissetmedi diye yorum yaparken, o Green'e takılmış ve 2003'te kazandığı Dünya Şampiyonluğu'na da atıfta bulunarak, o yarışta tıpkı Bolt gibi erken start alarak diskalifiye olan ABD'li sprinterin her zaman baskıyı yaşadığını, kendisinin ise onun gibi bir sprinterin yanında yarış kazanmasının mümkün olmadığından hiçbir yarışta baskı hissetmediğini söylemişti.

Kendisinden 15 yaş küçük genç adamlarla aşık atan bu yaşlı kurt kariyerinin sonunda bronz madalyaya ulaşarak ülkesinde efsanesini daha da pekiştirdi. Saint Kitts and Nevis'li sprinter için bu küçük ülke, ülkenin tek ve en önemli caddesine dünya şampiyonu olduğunda onun ismini vererek Collins'i onore etmişti. Artık ülkenin ismini değiştirirler bu üçüncülükten sonra diye düşünmüyor değil insan.

 Hele ki ilk 50 metreyi önde geçtiğinde mutfakta oturduğum sandalyenin tepesine çıkmış "Aman Allah'ım, bu bir rüya mı" diye tepiniyordum. Rüyadan ikinci 50 metrede uyandırdı Yohan Blake. Usain Bolt dışında diğer atletlerin ortalama bir 100 metre yarışında ilk üçe girmesi dahi zor ama kader böyle birşey. Asafa Powel ve Tyson Gay'in belki de Dünya Şampiyonası'na gelememeleri, Usain Bolt'un diskalifiye olması... Hepsi bir araya geldi ve Kim Collins'i kürsüye taşıdı.

Tarihin en yavaş 100 metre şampiyonu, 2011 Dünya Şampiyonası'nda da yavaş bir yarıştan kazançlı çıktı. Çok ilginçtir ama 9:58'e gelen dünya rekoruna rağmen finalde sadece birinci gelen Blake on saniyenin altına inebildi.

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Yanlış Hedef

Şimdi boşa koyuyorum dolmuyor, dolu zaten almıyor derler ya öyle bir durum. Bu adama saldırmayın. En azından tek başına hedef haline getirmeyin. Hedefte birileri varsa bunlardan biri de TFF ama tek başına Mehmet Ali Aydınlar değil.

İyi bir Fenerbahçeli ve iyi bir yönetici ama TFF'de bombayı kucağına aldıktan sonra yönetemedi. Yönetebilecek adam var mı bu ülkede onu da bilmiyorum. Ama bu işin günahı vebali sadece bu adama yüklenmemeli. Bu adam evladını kaybettiğinde Fenerbahçe'nin başarıları ile teselli bulmuş bir adam. Bu adam voleybol takımını Dünya'nın tepesine taşımış bir adam. Fenerbahçe yönetimi sponsorluk anlaşmasını feshederek elbette bu kararların içerisinde bulunan TFF Başkanı'na da tepkisini gösterdi ama hedef olarak bu adamı göstermedi. Her söyleminde de eleştiri oklarını TFF'ye yöneltiyor, bir şahsa değil.

Aziz Yıldırım'a bu zor günlerinde nasıl saldıranlara kızdıysak, Mehmet Ali Aydınlar'a da bulunduğu çok zor durum içerisinde daha temkinli yaklaşmalıyız. Biz bir aileyiz demiştim, eminim kendisi Fenerbahçe'yi en az zararla bu işten çıkması için çaba sarfetmiştir ama günün sonunda tek başına bir birey kendisi, kurum değil. Hala söylüyorum TC sınırları içerisinde yerinde olmak istemediğim tek insan Mehmet Ali Aydınlar.  

Omurgada İlk Çatlak

Gemiyi ilk onun terkedeceğini biliyorduk hepimiz. O yüzden garipsemedik de. İyi bir profesyonel Lugano, hisleriyle değil, futbol yaşamını ve kariyerini düşünerek önünü net görmek için terketti Fenerbahçe'yi. Geçmiş sezonlarda ismi sıkça İtalyan kulüpleri ile anılsa da o Paris'i tercih etti.

Normal şartlarda FEnerbahçe'yi bırakıp PSG'ye gitmezdi, ama şartlar o kadar hızlı değişti ki. Ben sahdaki performansına bakıp, çok büyük bir kayıp olduğunu yazacağım. Alex'ten sonra bu takımın en önemli ismiydi. Fenerbahçe'nin omurgasını Volkan-Lugano-Emre-Alex-Niang oluşturuyor, şimdi omurganın bir parçası yok. Serdar Kesimal çok büyük gelecek vaadediyor takım için ama asla Lugano kadar sert, yıpratıcı ve korkutucu olmayacak rakip forvetler için.

Yine de yeni sezonu değerlendirecek olursak bu kadar iyi olmasa da alternatif üretecek çözümler var Fenerbahçe'de. Benim esas korkum bir diğer isim Niang'ın ayrılması ki o da gidici. Bu durumda Fenerbahçe'nin elinde sadece bir santrafor kalacak ki ben Semih'e çok ama çok güvensem de bir sezon tek alternatifle asla geçmez.

Lugano'ya Fenerbahçe'ye verdiği herşey için teşekkürler. İyi bir futbolcu kaybettik, iyi bir taraftar kazandık. Belki birkaç sezon sonra yollar tekrar kesişir belli mi olur?

Ben Tarafım, Biz Aileyiz

Bu bloga ilk yazmaya başladığım günlerden son döneme kadar tarafsız kalmaya gayret gösterdim. Zira bu blog Fenerbahçe için değil, futbol üzerine birşeyler karalamak adına açılmıştı. Ancak son dönemlerde sizlerde farkediyorsunuz ki Fenerbahçe ile ilgili yazmaktan başka bir içerik neredeyse oluşturmuyorum.

Nedeni çok basit, bugünlerde ben tarafım. Bu blogda yansıtmadığım taraftarlık duyguları son dönemde "şike" yapmış olduğu ispat edilse dahi camia olarak her platformda desteğe ihtiyacı olan kulübümün hizmetinde. Yazdığım üç beş kelime üç beş kişiyi bile etkilese yeter benim için. Benim yaptığım şişenin içine düşüncelerimi yazıp denize atmak, başka birşey değil.

Öte yandan taraf olduğumu bağırmama rağmen diğer camilarla ilgili şu süreçte negatif birşey yazmamaya gayret gösteriyorum. Üzüldüğüm, kızdığım şeyler olmuyor mu? Beni kızdıran yorumlar olmuyor mu? Oldukça fazla. Ama konu bu değil benim için.

Görüşlerime katılmayanlar da olacaktır, sırf taraftar gözlüğü ile bakıp saldıranlar da. Farketmez, gün benim için Fenerbahçe'yi her ne şartta olursa olsun desteklemek. Zira her ne suçlama yapılırsa yapılsın küçük beyinlerin alamadığı tek birşey var o da koskoca bir camiaya sürülen lekenin denizde kum olduğu.

Juventus yaptı, AC Milan yaptı, Porto yaptı... Franco döneminde Real Madrid öyle böyle ittirilmedi arkadan... Dahasını yazmıyorum, Fenerbahçe'yi yönetenler de yanlış bir yola girmiş olabilirler. Hiç farketmez. Bu ülkede Mustafa Kemal öncesi senin  benim gibi insanlar iktidardayken vatanı sattılar. Bu Türk olmanın gururuna, şerefine değil, o insanların şerefine leke sürdü.

Nasıl ki Türk olmanın şerefine leke sürmediyse, kişilerin yapması muhtemel şike eylemi de bu camiaya leke süremez. Sürdürmezler... Camiayı kişiselleştiremezsiniz, kişiselleştirenler ancak o küçük beyinleri ile stadyumda ananı bilmem de fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş diye bağıranlardır.

Taraftar olmanın anlamı yan tutan, bir yanı destekleyen, yandaş demektir. O zaman kimsenin ne bu taraftarı, ne de beni Fenerbahçe'yi destekliyorum diye suçlamaya hakkı yok. Dilimde tüy bitti ama anlatamadım belki de bu destek Aziz Yıldırım'a ya da onunla beraber içeride olanlara değildir. Ama onlar da suçları sabit görülene kadar bu destekten payını alacaktır. Bana göre aklanın da gelin değil, kara leke yüzünüze sürülene kadar yanınızda ve aklamak için tüm gayretimiz arkanızdadır destek olmak, taraftar olmak. Siz ailenizden birine bir leke sürülürse onu en azından suçu sabit bulunana kadar korur, kollamaz mısınız?

Biz bir aileyiz. Fenerbahçe ailesi. Ben Fenerbahçeli'yim. Ben tarafım. Taraftarım...

Not: Bu fotograf bana ve ailemden herhangi bir bireye ait değildir. Ama bu fotograf büyük Fenerbahçe ailesinin bir parçasını göstermektedir. Bu fotografı http://meleknilsu.blogcu.com/ blogunun sahiplerinin izni olmadan kullandığım için kendilerinden özür dilerim.

26 Ağustos 2011 Cuma

Unutma, Unutturma

O günler bugün uzak gözükebilir ama hiç merak etme Fenerbahçeli, bu takım küllerinden doğar. O günler hiç de göründüğü kadar uzak değil. Belki yarın, belki yarından da yakın.

Düşürmezseniz Adam Değilsiniz

"Gerekirse bir sezon para almadan oynarız"... Buydu Fenerbahçe taraftarının duymak istediği futbolcusundan. Başını 2 aydır öne eğen taraftarın yüzünü güldüren de buydu. "Madem öyle bizi de Bank Asya'ya düşürün" dedi Ali Koç. Fenerbahçe taraftarı liderini bekliyordu, lider "daha yeni başlıyor" dediğinde bunun altının hiç de boş olmadığını bugün gösterdi.

Aykut Kocaman durun bakalım nereye ben işimin başındayım diyerek tek başına 2 aydır açmış olduğu bayrağı en tepeye dikti. Buydu Fenerbahçeli'nin özlediği. Şampiyonluklar gelir, şampiyonluklar geçer ama efsane kolay yaratılmaz. Bugün bazılarının gölgesinden korktuğu bir camia aslında tehdit etmekle değil, bir bütün olmakla göstermiştir gücünü.

Bazıları hala takım çekilecek, düşürün demekle olmaz bunlar tehditvari yaklaşımlar dese de anlayamadıkları şey bunun dimdik ayakta durarak şeref ve haysiyetle söylendiği. Korktukları tek şey boka batırdıkları Fenerbahçe'nin üzerinden rant yemekten olmak. Ama yok öyle üç kuruşa beş köfte malesef.

İki doğru olmaz, doğru tektir. Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne gidemiyorsa bu demektir ki ligde de oynaması sakıncalıdır. O zaman durmayın düşürün, düşürmezseniz adam değilsiniz. Bu noktadan sonra küme düşürme kararını alamadığınız hergün Fenerbahçe'nin değil, sizlerin alnındaki kara lekedir.

Dün niye düşürün demedinizciler size sesleniyorum: Dün Fenerbahçe hukuki anlamda suçlu değildi. Suçluluğu sabit görülmediği sürece her taraftar bu takımın, camianın, başkanının arkasında olacağını söyledi. Bu son derece doğru bir davranıştır. Bugün yine suçlu değil ama bugün karşılaşılan durum en resmi makamlarca "Size güvenmiyoruz, sizin üzerinizdeki şaibeyi kaldırmadıkça sizi istemiyoruz" olduğundan, bu camiada orada istemiyoruz ama burada biraz daha takılın diyemezsiniz deme hakkına sahiptir. İlk gün bunu deseydiniz mi? İyi de biz hala suçluyuz demiyoruz ki, bizim dediğimiz madem Avrupa'ya göndermiyorsun, hangi yüzle Spor Toto Süper Lig'de oynatırsın? Mahkeme sonuçlanıp da hakim kalemini kırana kadar bu camia, bu taraftar hem Aziz Yıldırım'ın, hem de diğer yöneticilerin, hem de kulübünün haklarının arkasında olacaktır.

Bugün medya hala bu konuyu bile sulandırıp Fenerbahçe'nin ve futbolcuların onurlu duruşuna gölge düşürecek haberler yapıyor. Başlıklara bakıyorum da "Fenerbahçe'ye bir darbe de yerli futbolculardan", "Fenerbahçeli oyunculardan Milli tehdit" gibi ipe sapa gelmez başlıklarla kendi üzerilerindeki lekeyi de büyüttükçe büyütüyorlar. Siz de biraz onur var mı derler adama? Nedir bu Fenerbahçe üzerinden yaptığınız "rant", pardon haber uydurma yarışı?

Bugün hala çiğ süt emmişler televizyon kanallarında benim lafım Fenerbahçe'ye değil, onu bu duruma düşürenlere deyip bel altı çakma yarışında. Bilmiyor ki o konuştuğu üç cümle karşılığı eve götürdüğü ekmeği Fenerbahçe'den kazanıyor.

O yüzdendir ki Fenerbahçeli gururlu olmanın, yürekli olmanın, ahlaklı olmanın ne demek olduğunu göstermekle yükümlüdür. Ve bu yükümlülüğünü son iki günde camia olarak tek bir karar etrafında ve tek bir vücut olarak hareket ederek iyice göstermiştir. Başa dönersek Fenerbahçe yönetimiyle, teknik kadrosuyla, futbolcusuyla, sporcularıyla, taraftarıyla ilk kez tek ses tek yürek olmuştur son iki ayda ki krizde.

Yolumuz açık olsun.

25 Ağustos 2011 Perşembe

Heykeli Dikilecek Adamlar

Bugün bu takımı terketmeyen, dimdik ayakta duran her yönetici ve teknik adamın, her futbolcunun birgün heykeli dikilecek.

Bugün kaçma günü değil. Rıdvan Dilmen yorum yapmayacağım diyor, Nihat Özdemir istifa ediyorum diyor, Aykut Hoca'nın istifa söylentileri şimdilik duruldu. Ama bu takımın ihtiyacı olan sizin istifalarınız ya da ortalıktan çekilmeniz değil. Gün ortalığı çapulculara, ayak takımına bırakma günü değil.

Gün dimdik ayakta durma, Fenerbahçe'nin haklarını her platformda savunma günü. Bu takımın ihtiyacı sizlersiniz. En az biz taraftarlar olduğu kadar.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Biz Çekilelim, Siz Buyrun Temiz Temiz Oynayın

Madem pisliğe biz batırdık, çekilin bu ligden de futbol temizlensin. Sonra geri kalanlar temiz temiz oynasınlar.

Yazıklar Olsun


Sorun şike yapmak ya da yapmamak değil? Sorun küme düşmek ya da düşmemek değil.  İnanmıyorsanız bakın ne yazmışım daha ilk gün bu skandal patladığında. Düşürün demedik mi?

Sorun bugüne kadar hiçbir zaman TFF ve yönetimi de olmadı zira zor bir topun altına girmişlerdi Sorun alınan kararla yanıtsız sorularla Fenerbahçe camiasının başbaşa kalması ve Fenerbahçe'nin kurban edilmesi. Alın size sorular yumağı:

Bugun TFF karari bu sorusturmanin Fenerbahce'yi bitirme degil yoketme operasyonu oldugunu gostermistir. 2 aydir akliniz neredeydi?

FB kimsenin rant kapisi degildir, ligde tutup kaymak yemege devam edeceksin ama SL'ye gondermeyeceksin. Hem de kura çekimine saatler kala? Var mı böyle bir olay?

Başkanı yurtdışına çıkamazken kulübü Şampiyonlar Ligi'ne alınıyor, bu mudur adalet anlayışı? Peki ne oldu marka değerine? Ya dava sonucu Trabzonspor'da suçlu bulunursa ne olacak?

Peki Trabzonspor SuperLig sampiyonlugunu da verin derken haksiz mi o zaman? Sikeyi FB yapti da Trabzonspor armut mu topladi? UEFA'nın TFF ile aldığı danışıklı dönüşüklü bu kararına göre armut toplamış oluyor.

Bu sorusturmada adi gecen BJK, neden Avrupa Ligi'ne devam eder? Avrupa Ligi'nin marka degeri yok mu?

Herseyi yapin da FB'linin gururu ile oynamayin. Bu karar ne demektir, Avrupada sen sikecisin ama benim ligimde sikeci degilsin. Yok yaa?

Bu karardan sonra hangi Fenerbahçeli'yi adalete inandırabilirsiniz? Hangi Fenerbahçeli metin olalım, sakin olalım mesajlarınızı dinler? Nasıl olur da insanların duyguları ile bu kadar kolay oynayabilirsiniz? Tüm Türkiye için kimine göre 20, kimine göre 25 milyon Fenerbahçeli'yi madara etmek midir adalet anlayışınız?

Peki bu karardan sonra lig başlarsa stadlar karisti, taraftar birbirine girdi diye FB'yi mi suclayacaksiniz? 2 ayda 100 kusur yilda yasamadigi cinneti yasatmadınız mı bu taraftara?

TFF, Etik Kurulu karar verirken kanaat oluşmasına rağmen şike vardır demek için mevcut belgelerle hareket edemezken birden bire aldığı bu kararı nasıl açıklayabilir?

TFF, Fenerbahçe'nin ŞL'ye katılamamasından dolayı doğabilecek maddi zararı karşılayacak mıdır Fenerbahçe suçsuz bulunursa? Peki bu taraftarın manevi yıkımını nasıl karşılayacaktır?

Ligin başlamasına birkaç hafta, ŞL'nin kura çekimine saatler kala bu kararı alarak Fenerbahçe'yi ekonomik açıdan batırmadınız mı? Başında bu kararı alsaydınız Emenike gibi bu takımdan kimler gidecek, nasıl bir organizasyon yapılacak, hangi şubeler küçülecek, strateji ne olacak sorularının cevaplarını rahatça bulmaz mıydı bu koskocaman camia? Şimdi ateşin içine atmadınız mı?
Peki ya FB TFF'nin önceki kararına güvenip ŞL için 30 milyon euroluk transfer yapmis olsaydi ne olacaktı? Ama simdi bu ne kararıdır yumurta kapiya dayaninca?

Bombalayın kulüp binasını siz de rahatlayın biz de diyeceğim zaten bir yerlerimizde patladı. Ne ak, ne kara derken oldu tukaka.

Futbola Ve Adalet Sistemine At Gözlüğü

Detaylı yorumlarımı daha sonra yapacağım, bugün alınan karar 2 aydır neden alınamadı, bugün niye alındı? Neden Fenerbahçe soruşturma yüzünden ŞL'ye gidemezken UEFA bir anda Trabzonspor'u hem de soruşturma kapsamında adı geçmesine ve Başkanı'na yurtdışına çıkış yasağı konmuşken ŞL'ye dahil etti? Çok soru var çok... Futbola ve adalete at gözlüğü takarak bakanlardan Allah razı olsun.

Futbolun Marka Değeri

Yine son günlerin popüler konusu futbolun marka değeri. Ancak bu konuyu masaya yatırmak için öncelikle bir markanın ne vaadettiğini çok iyi anlamak gerekiyor. Aksi halde marka değeri konusunda ahkam kesmek bence futbolu bilenler dahil kimsenin haddi değil. Ancak marka işini bilenlerin haddi olabilir.

Bir marka, marka olabilmek için sağlam bir hikayeye ve marka vaadine ihtiyaç duyar. Globalde bugün "Marka" diye tanımladığımız tüm markalarda bunu görürüz. Mesela Starbucks, sadece kendini eviniz ve işiniz arasındaki üçüncü adresiniz olma vaadi ile markasını, tüm görsel ve fiziksel dünyası ile bütünleyerek, örneğin tüketicisine dekorasyonu ile evinin konforunu ve isminizle hitap ederek yakınlarınının sıcaklığını yaşatarak vermeye çalışır. Markalar aynı sektör içerisinde birbirinden farklılaşarak da yerlerini ve konumlarını belirleyebilirler. Yine Mercedes konfor ve gücü ön plana çıkartırken, BMW sürüşte mükemmeliyet vaad eder. Ama her iki markanın da alıcısı, marka bağımlıları vardır.

Spor Toto Süper Lig'e gelecek olursak, önce bu lig bir marka ise ve takımlar bu markanın alt markalarını oluşturuyorlarsa ne vaadettiğini iyi bilmek gerekir. Siz söylemeden ben söyleyeyim, Süper Lig bize şiddet, kaos, rekabet ve saldırganlığı vaad ediyor. Kendi doğal dünyası bu olan bir ligde, ben bugüne kadar ya da çok çok uzun zamandır sıkça söylense de hiçbir zaman ülke futbolunda bu işin alıcısının "Temiz Futbol" satın aldığını hatırlamıyorum. Hatırlayanınız varsa beri gelsin.

Marka vaadi temiz futbol olmayan, şiddeti, rekabeti, saldırganlığı öven ve bununla beslenen ligimizin rağbet görmemesi gibi birşeyin de mümkün olmadığı kanaatindeyim. O yüzdendir ki ne şike soruşturması, ne bunun etrafına örülen olaylar bu ligin marka değerine zarar vermeyecektir. Eğer global bir markadan bahsediyorsak zarar verebilir ama ligimiz hiçbir zaman global bir marka olmadı, hep lokal bir markaydı. Dün futbolu niçin satın alıyorduk, bugün ne için satın alacağız sorusunun cevabında dün ile bugün arasında hiçbir fark yok. O zaman lokal markamızın değeri ölmedi, kimse ahkam kesmesin.

Sadece futbolu benim gibi romantik izleyen küçük bir kesim etkilendi bu durumdan. Onlar da denizde kum bir kitle. Bu yüzdendir ki çark dönmeye devam eder, çatır çatır decoder satışları açılır, kombineler dün ne satıyorsa bugün de aynısını satar. Global marka değeri sarsılır ama aynı sarsıntıyı İtalya gibi bir ülkede geçirdi ve 4-5 sene sonrasında olmayan global marka değeri ile ilgili de bir sıkıntı kalmaz. Global marka yaratmak istiyorsak da bunun için sadece "Temiz Futbol" yetmez, daha yiycek birkaç fırın ekmek çıkar karşımıza.

Bu oyunu bu ülkede Lefterler, Metinler oynamıyor artık. Teknik adamlar Gündüz Kılıçlar değil. Yöneticilerin arasında Süleyman Sebalar yok. Stadyumlar derbilerde yarıyarıya paylaşılmıyor. Rekabet kıyasıya ve hem sahada hem masada her yol mübah. Futbol tartışma programlarında futbolcuların makatına birşeyler sokulup çıkarılıyor. Şike soruşturmasından önce de böyleydi, sonrasında da böyle olacak. Bu yazıyı okuyup markamızın ne olduğunu ve bundan sonra da ne olacağını hala anlamamak da ısrar eden varsa onlara "iyi uykular" demek isterim.

Marka ve marka değeri üzerine konuşmak isteyenler de varsa gelsin uzun uzun konuşalım. En azından markanın ne olduğunu bir marka stratejistinden dinlemiş olurlar.

Geçmişe Yolculuk: Çocukluğumun Karizmatik Takımları

Çocukluğumda farklı futbol kulüplerine sırf isimlerini farklı, karakterli bulduğum için sempati duyardım. O takımlar taraftarı olduğum kulüpler olmazdı ama diğer taraftan karizmatik gelirlerdi. Eintracht Frankfurt, Mechelen, Ferencvaros, Tothenham Hotspur, Crystal Palace, Notthingham Forest...

Birçoğu şimdi kendi ülkelerinde alt liglerde, birçoğu ise orta sıralarda yeralan takımlar artık. Bunlardan biri de Borussia Mönchengladbach. Bundesliga'da şampiyonluklar kazanan, Bayern Munchen ile çekişen daha sonraları endüstriyel futbola ayak uyduramayıp Bundesliga 2'ye düşen ama yeniden çıkan ve 20 yıl sonra geçen hafta ilk kez liderliği oturan Almanya'nın en köklü kulüplerinden biri. Almanların en önemli yıldızlarından Bohnhof'un takımı.

Bu takımın bendeki en büyük hatırası da 85-86 sezonunda UEFA Kupası'nda Real Madrid ile ki o zamanlar delicesine tuttuğum takımdı Real Madrid, üçüncü tur ilk maçında yine bu kulübün ve Alman futbolunun önemli oyuncularından Uwe Rahn'ın 2 golüyle 5-1 ile sürklase edip daha sonra Santiago Bernabeu'da Santilliana'nın son dakikada kornerden gelen topa yaptığı vuruşla 4-0 kaybederek elenmeleridir.

Geçen haftasonu liderlik koltuğuna oturunca aklıma bu maç ve o günler geldi. Benim aklıselim izlediğim en inanılmaz ve gerçeküstü ilk geri dönüştü Borussia Mönchengladbach'ın rövanşta aldığı 4-0'lık yenilgi. Ve Valdano'lu, Hugo Sanchez'li, Santiliana'lı, Gordillo'lu, Camacho'lu, Butragueno'lu Real Madrid'e duyduğum aşkın gücü daha da artarken, o karakterli ismi olan Alman kulübünün de karizmasının çizildiği andı bu dönem benim için.

Karakterli ismi olan kulübü tekrar Bundesliga'nın zirvesinde görmek mutlu etti beni, biraz da o günlere, futbolun daha bir futbol olduğu günlere götürdü beni. Galacticos olmadan önce sevdiğim romantik Real Madrid'i de hatırlattı. O yıllarda zirveye oynayan diğer takımları da. Futbolun daha karakterli olduğu günleri...

23 Ağustos 2011 Salı

Play Off "Fikri"

TFF iftar yemeğinde ortaya bir fikir attı, kulüplerin büyük bir kısmı destekledi ama ortalık birbirine girdi. Ben baştan fikrimi söyleyeyim: Play Off'a karşıyım ilk bakışta ama proje adı verilen ancak henüz fikir aşamasında olan uygulamanın tam anlamıyla projelendirildiğini görmeden net bir fikir beyan etmek de mantıklı değil.

Öncelikle işe şu boyuttan bakalım: herkes bir projedir tutturmuş ama detayların belli olmadığı içeriği oluşturulmamış ve dayanakları sunulmamış bir şeye proje değil fikir denir. Diğer taraftan şu karşı çıkma argümanı da bana çok saçma geliyor. "İngiltere, İtalya, İspanya ve Almanya gibi dünya futbol endüstrisinin önde gelen ülkelerinde uygulanmayan bir sistem nasıl olur da Türkiye'de uygulanır" diyor büyük bir çoğunluk. Bu bir karşı çıkma, muhalefet etme argümanı olamaz. Olmamalıdır da. Zira bu ülkelerden sadece İngiltere'de 3 puan uygulaması varken bunu takip eden ve kabul eden bir ülke federasyonunun topraklarında oynanıyor bu oyun ve bugün gelinen noktada tüm dünya 3 puanlı sisteme geçti.

Yenilik ve gelişim denilen şey hiçbir zaman takip ederek olmaz, daima öncü fikirleri hayata geçirerek mümkün olabilir. Bu nedenledir ki ilk başta fikre karşı olmakla birlikte projelendirilmesinden sonra nasıl bir yapıya bürüneceğini merak edenlerdenim ben. Öte yandan mesela basketbolda benzer bir play off sistemi varken herşeyin güzel olmasıyla, futbolda olduğu zaman adaletsiz olması arasındaki farkı anlayamıyorum. Niye? Basketbola play off sistemini getiren Amerikalılar olduğu için mi? Amerikalılar uygulayınca pek de güzel oturan ve tüm dünya tarafından takip edilen bir sistem futbolda bunu Türkiye uygulamaya kalkınca mı saçma oluyor?

Bunlar da benim bu fikri bir proje gibi değerlendirip saçma sapan yorumlarla eleştirenlere karşı argümanlarım. Projeyi tam olarak görmeden de daha detaylı bir iyi ya da kötü yorumu yapmak taraftarı değilim şu aşamada.

Bu Ateş Üfleyerek Sönmez

Son dönemin en çok dilden dile dolaşan sözü "Bu ateş üfleyerek sönmez". Ama Barcelona Başkanı son dönemde Real Madrid ile aralarındaki rekabette şiddetin ve tansiyonun giderek yükselmesi üzerine ateşi üflemeye karar vermiş.

Başka Sandro Rosell son oynanan Süper Kupa maçında çıkan olaylar yüzünden aslında kısmen de mağdur olmalarına rağmen ateşi söndürmek istiyor. Çünkü biliyor ki giderek artan bu tansiyonun sokaklara sıçraması an meselesi artık.  32. Congrés de Penyes'de "Şikayette bulunmamız gereken bir hareket olsa da Zubizarreta, Guardiola ve Tito Vilanova ile konuştuktan sonra şikayet etmemeye karar verdik. Tito'nun kendisi bizden şikayetçi olmamızı istedi çünkü şu anda Avrupa Süper Kupası'na konsantre olmalıyız" diyor özellikle yardımcı antrenörlerine Mourinho'nun tacizine rağmen.

Real Madrid'in Mourinho'nun gelişiyle daha da yükselttiği gerilimin yaktığı ateşi üflemeyi tercih etti Başkan Sandro Rosell ve yönetimi. Hem de Real Madrid yandaşı medyaya rağmen. Üflemek ile üflememek arasındaki ince çizgide Başkan çizginin üfleme tarafını seçiyor.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Ben Arda, Arda Turan...

Arda Atletico Madrid'e gitmeden kendisiyle bir röportaj yaptım, tabi kendim sordum, cevapları da kendim verdim.

- Geçen sene bütün yıl yattın?

Ne yapacaktım ayağımı elime alıp mı oynayacaktım? Kaç senedir her sahaya çıktığımda canımı dişime taktım. Yıllarca üçüncü sınıf oyuncularla onbirler oluşturup beni yalnızlığa ittiler. Ben yine takımı zirveye çıkarmak için mücadele ettim. Sakat sakat ne yapmamı bekliyordunuz ki? Galatasaray'ın başarısını ya da başarısızlığını sadece bir kişinin sırtına yükleyenler Messi'nin Barca'daki ve Arjantin Milli Takımı'ndaki performansına baksınlar. Bu oyun bir takım oyunu, tabi ki gereken yerlerde takımı sırtlayacağız ama bir sezon boyunca bir takımı bir kişi sırtında taşıyamaz malesef.

- Kız arkadaşına sinema kapatmışsın? E bir de Erman Hoca'nın iddiaları var... Bunlar hep eleştirildi.

Ne yaptım pavyon mu kapattım, sabahlara kadar içki alemine dalıp maça mı çıkmadım? Param var diye şımarıklık mı yaptım? Alt tarafı kız arkadaşımla başbaşa sinemaya gittim. Kız arkadaşımı mı dövmüşüm, bıçaklamışım, kesmişim ne bileyim tecavüz etmişim? Sizin gibi hayatta bir tarafı eksik insanlar bu olayı büyütüyorlar. Hayatta hiç mi kız arkadaşınız olmadı? Siz işe gittiğinizde işiniz etkileniyor mu kız arkadaşınız var diye? Eğer evet diyorsanız zavallılarsınız, sorun sizde.

- Arda Fenerli ağabeyleri ile çok samimi nasıl Galatasaraylı bu adam diyorlar?

Niye siz Fenerli dostlarınızla yiyip içmiyor musunuz? Sizin ki hayatta benim ki ne? Ben Galatasaray'ın kölesi miyim? Ne yapacaksınız yani antreman bittiğinde arkadaşlarımla görüşmeyeyim diye zincirle mi bağlayacaksınız? Hangi çağda yaşıyorsunuz? Geri zekalı mısınız?

- Arda, Milli Takım'da gösterdiğin performansla ilgili Milli Takım'a Galatasaray'dan daha fazla değer veriyor diyorlar?

Yok öyle birşey de aslında dediğinizi yapmam lazım. Ülkeyi satıp sadece Galatasaray'a odaklanmam lazım. Aslında Milli maçlara çıkmayıp yatacaktım ki o zaman görecektiniz. Ulen ahmak adamlar ben değil miyim sarı kırmızılı formayla en sert tekmelere maruz kalan, ben değil miyim şu gencecik yaşımda birçok büyük sorumluluğun ve yükün altına giren?  Ben Galatasaray kadar bu ülkenin de evladıyım ve bu ülkede benim sahada her yaptığım ve yaşattığım için gözyaşı döken milyonlar var. Bunu söyleyen ahmaklar bundan sonra Milli Takım ile gurur duymasınlar, h,içbir maçını da izlemesinler.

- Peki Arda niye Atletico Madrid? Bu takım Galatasaray ayarında değil ki?

Halt etmişsiniz. Bugün hepiniz böyle bir teklifi kabul edersiniz. Messi'yi Barca'da izlerken keyif alıyorsunuz, beni izlerken mi rahatsız olacaksınız. Atletico Madrid'te kimler kimler oynadı haberiniz var mı? La Liga'nın kalbur üstü takımı değil mi Atletico Madrid? Barcelona gel dedi de ben mi Atletico MAdrid'e gittim üstelik. Ve gittiğim takım İspanya ikinci liginde oynuyor da benim mi haberim yok. Üstelik Türkiye'de futbol oynamak dünyanın en salak işlerinden biriyken niye dünyanın en iyi liginin en iyi takımlarından birine gitmeyecek mişim? giderken de benden kazanabileceği maksimum parayı kazandı Galatasaray? Daha ne? Kalsaydım bu sene GS süper olabilirdi ama ben de bir daha Avrupa'ya transfer yapamazdım. Bu son şansımdı aslında önümüzdeki sezon GS'nin Avrupa kupalarında olmadığını da düşündüğünüzde.

- İyi de Arda sen Galatasaray'ı çok sevmiyor muydun?

Ben Galatasaray'ı çok ama çok seviyorum. Benim büyüdüğüm yer, evim Galatasaray. Ama şunu itiraf edelim lütfen. Hayatta herşey Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş değil. Eğer siz öyle bakıyor ve öyle yaşıyorsanız hayatınızda çok büyük eksikler var. Lütfen kendinize gelin. Galatasaray benim için delice bir sevdadır ama ben başka bir ülkede ve başka bir takımda futbol oynayacağım diye bu sevda sönmeyecek ki. Taraftarlık ve o mesleği icra ediyor olmak arasında ciddi bir fark var. Yoksa bugün herkes doğduğu ülkede tuttuğu takımda oynuyor olurdu. Ama öyle birşey yok değil mi? Var da benim mi haberim yok???

- Arda son olarak sana başarılar diliyoruz. Bu toplumun at gözlükleri ile hayata ve futbola bakan, vizyonsuz, sığ futbol izleyicisine ve taraftarlarına da güzel cevaplar vermiş oldun.Mütevazi blogumuzda duygularını paylaşmış olman birilerine en güzel cevaptır. Söyleyemediğin ve söyleyemeyeceğin gerçekleri senin ağzından yazma ukelalığını yaptık, kusura bakma. Yolun açık olsun...