29 Şubat 2012 Çarşamba

Fotograftaki Barcalıları Bulun


Dünyaca ünlü Cirque du Soleil gösterisi sonrası izlemeye gelen Barca'lı futbolcularla sirk çalışanları bir hatıra fotografı çektirmişler. Fotografta kaç Barca'lı futbolcu var bulunuz gibi olmuş biraz...

Dünyanın En Şanslı Futbol Topu


Marilyn Monroe'dan altın vuruş. Acaba futbol topu kendisini dünyanın en şanslı topu olarak hissetmiş midir? Ne de olsa topa vuran gelmiş geçmiş en güzel sarışın.

Özil vs. Ronaldo



Mesut Özil'in Ferrari'sine karşı Cristiano Ronaldo'nun Lamborghini'si... Kapışır... Bu arada Mesut Özil'in park edilmez alana aracını bıraktığı için park cezası yediğini de not düşelim.

28 Şubat 2012 Salı

Carvalhal


İnsanın yüzüne yansıyor, yansımaması mümkün değil. Bu adam için herkes benzer düşüncelere sahip ama bir kez daha tekrarlamak istedim. Fatih Terim'li tribün koreografisini izlerken insan da hiç mi kıskanma olmaz? bu kadar mı saf ve temiz duygularla bakılır. Adamın yüzüne nur inmiş ve futbolu tüm güzellikleri ile birlikte hazmetmiş. Beşiktaş'ın yerinde olsam bu adamı hiç bırakmam. Hem futbol aklı hem de insanlığı ile çok şey hakediyor.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Ligimizin İki Farklı Yüzü


İster kabul edin ister etmeyin bu lig eşit şartlarda oynanmıyor. Sonra da maç yazısı yazası gelmiyor insanın şartların eşit olmadığını gördükçe. 24 Şubat akşamına gidelim önce. Çağlayan'da binlerce Fenerbahçe taraftarı Aziz Yıldırım ve beraberindekiler için toplanıyor. O saatlerde Fenerbahçeli futbolcularda ekran başında.

Saatler geçiyor bir ses yok, gecenin 23:00'ı ve hala ifadeler alınıyor. Neyse ki sona gelinmiş, bir süre sonra mahkeme karar vermek için çekiliyor. 25 Şubat Cuma günü sabah 02:00 sularında ise karar açıklanıyor. Bir de bakıyorsunuz ki şikeci ve çeteci olmakla itham edilen Başkan, onun bir yöneticisi ve kulubün muhasebe müdürü dışında herkes serbest. Başlıyorsunuz tartışmaya bir iki saat de oradan yiyiyorsunuz ve sabahı ediyorsunuz. Tabi futbolcularda... Tek fark ertesi gün sizin maçınız yok ama futbolcuların çok önemli bir Eskişehirspor maçı var.

25 Şubat akşamı bir gece öncesinin uykusuzluğu ve gerginliğiyle çıkıyorsunuz maça. Bu arada koreografi devam ediyor ve taraftarlarınızın büyük bölümü maça alınmıyor. Alınmadığı gibi bir gece evvel Çağlayan'daki biber gazlı koreografi bu sefer Eskişehir çevre yolunda deplasmana gelen taraftarlara uygulanıyor. Takımın maç başlamadan taraftarların Eskişehir'e girmesinin engellendiğinden haberi var, Allah'tan biber gazı falan onlar için bir gece öncesinin konusu. Taraftar ne bekliyor bu arada futbolcudan, onur mücadelesi. İyi de kafalar bir duman, işin onuru monuru da kalmamış nereye kadar. Artık sahaya konsantre olmanın imkanı yok. Ben bile maç içerisinde on kere yerimden kalkıyorum, bölük pörçük bakıyorum artık sahada neler olduğuna.


Tarih 26 Şubat, aradan 24 saat geçmiş. Galatasaray TT Arena'da Beşiktaş'ın karşısına çıkıyor. Stad güzel, ambiyans süper. Maç öncesi ve sonrası biraz trafikte sorun yaşansa da problem değil. Futbolcuların kafası rahat, hele bir de maç öncesi yapılan 3 boyutlu tribün koreografisi şahane.

Fatih Terim duygulanıyor haklı olarak. Taraftarın imza attığı iş mükemmel, tek yapmak gereken buna sahada yanıt vermek. Üstelik Beşiktaş da Fernandes de yok ve tüm şartlar Galatasaray'ın lehine. Tabi ki bunu geri çevirmiyor Galatasaray ve 1 gece önce en yakın rakibinin takılmasını da fırsat bilerek puan farkını 9'a çıkaracak performansı ortaya koyuyor.

Galatasaray'ın performansını küçümsemek değil tabi ama lig iki farklı yüze sahip bu sene. Sanki İstanbul gibi. Galatasaray'ın olduğu her yer Bağdat Caddesi, İstiklal, Ulus kıvamında. Fenerbahçe ne zaman sahaya çıksa İstanbul diğer yüzünü gösteriyor: Bağcılar, Zeytinburnu, Gazi Mahallesi... Biri lig lideri, diğeri ligin ikincisi. Ligin ikincisi her hafta, haftanın her günü başka bir mücadele daha veriyor. Ligin birincisi içinse tek mücadele sahada. Ara sıra yönetim içi gerginlikler olmuyor mu oluyor tabi ama Fenerbahçe'nin dertlerinin yanında devede kulak.

Ve Süper Lig'in genel görünümü... Lig birincisi ile lig ikincisi arasında Ulus ile Gazi Mahallesi kadar fark var. Süper gerçekten...

23 Şubat 2012 Perşembe

O Para O Çantaya Sığmaz



Bir cismin uzayda kapsadığı yer miktarına hacim denir. Temel hacim birimi metreküptür. Ve matematikten anlayan, en azından ilköğretimi bitiren herkes bilir ki bu kadar para o çantaya sığmaz. Hukuk fakültesi de bitirseniz bu gerçeği değiştiremezsiniz.

Mahkeme Notları #2


Tarihi savunmayı yazmaya devam ediyoruz. İlk gün 3 maçla ilgili savunmasını verebilen Aziz Yıldırım bu sabah itibariyle kalan maçlarla ilgili de konuşma fırsatı buldu. Bu savunmalarda tarihe yazılan bir anektod da savunma hakkının kısıtlanması ve mahkeme başkanı tarafından kendisine konuşmasının bir bölümünde 15 dakika içerisinde savunmasını bitirmesinin talep edilmesidir.

İddianame okunurken savunma avukatlarınca iddianamenin özet geçilmesi talebi mahkeme başkanı tarafından reddedilmiş olmasına rağmen savunmanın özet geçilmesi talebi irdelenmeli. Zira bu biraz işgüzar bir yaklaşım gibi geliyor kanaatimce. Böyle bir tavır karşısında savunmayı yazılı verip tüm yapılan suçlamalardan suçsuzum demekle iki gün konuşmak arasında mahkeme başkanına göre bir farklılık olmadığını gösteriyor benim nazarımda.

Gelelim bugünkü savunmanın özetine. İddianamede yeralan içi 2 milyon € ile dolu çanta iddiasını bizzat mahkemede 2 milyon € tutarındaki parayı benzer bir çantanın içine sokmaya çalışarak ve bunu başaramayarak çürütmesi traji-komik. Diğer taraftan şike ya da teşvik ile ilgili iddialarla ilgili sadece savunma yapmaması ve rakip takımlara ait tapeleri göstererek madalyonun diğer yüzünü sorgulaması daha ilk günlerde de söylediği gibi beni batıramayacaksınız, batırsanız bile ben de tek başıma batmam sözlerinin birer birer mahkeme tutanaklarına yansıması olarak kayda geçmiş oldu. Sivasspor maçıyla ilgili Korcan'ın kurtarışları, akabinde Volkan'ın lig boyunca yemiş olduğu hatalı gollerin bir kaydının paylaşılması savunmanın yine iki taraflı tutarlılık göstermesi açısından doğru bir yaklaşım oldu. Zaten Korcan'ın kız kardeşi olmadığı ilk gün ki savunmada ortaya konmuşken Korcan'ın maç boyunca genel performansını göstermek ve hatalı gollerin yenebileceğini anlatmak şu açıdan önemli: Genel tezlerden biri de kanaatin bile puan silmek ya da küme düşürmek için şike konusunda yeterli bir altyapı oluşturacağının söylendiği bir ortamda karşı tez ile o kanaati kıracak başka kanaatler oluşturacak yaklaşımlara ben ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Sosyal medyada ya da bazı basın organlarınca tuhaf bulunsa da iddianamedeki tuhaflıklara karşı en geçerli yol o tuhaflıkları gözle görülür olarak ortaya serebilmek.

Sivasspor maçına yoğunlaştığı bugünkü savunmasında İbrahim Akın olayına da değindi ancak İbrahim Akın'a 100.000 € verdiğim ispatlansın kendimi Boğaz Köprüsü'nden aşağı atarım ifadesi tek başına yeterlilik teşkil etmeyecektir. Bu noktada İbrahim Akın'ın ve yine Tahir Kıran'ın adamı olarak iddia ettiği Fahri Tatan'ın vereceği ifadeler kritik rol oynayacak gibi duruyor. Aynı durum Ali Kıratlı ile olan ilişkisi için de geçerli. Bu konudaki savunmasında detaylara tam hakim olamamakla birlikte bu kişi ile olan ilişkisini tamamen reddediyor.

Günün belki de en çok altı çizilmesi gereken konularından biri gazetelerde çarşaf çarşaf yeralan ve aslında iddianameyi algısal boyutta haklı çıkaran en önemli konuşma metinlerinden biri olan "tarlayı sürdük" ve "ekinleri aldık" cümlelerinin yeraldığı tapelerin 04.03.2011 günü oynanan Kayseri – Manisaspor, 06.03.2011 günü oynanan Bursaspor – İ.B.B., 06.03.2011 günü oynanan Beşiktaş – Trabzon maçları için söylenmiş olduğu konusu ve iddianamede bu maçlardan ikisi ile ilgili bir eylem iddiasında bulunulmadığının ortaya konması. Bursaspor-İ.B.B maçı ile ilgili ise durum bir tepsi baklavadan ibaret gözüküyor şimdilik.

Bugünkü savunmasındaki satır başları bunlar. Zaten çok da fazla konuşmasına izin verilmedi ve avukatların konuşmalarına geçildi. Ancak ben kişisel kanaatimi  bu noktada biraz paylaşmak istiyorum. İddianamenin çok geniş çaplı bir örgütlü işi ve şike-teşvik ilişkisini öne sürerken ortaya koyduğu argümanlar ve özellikle tapeler konusunda son derece zayıf olduğunu söyleyebilirim. Eğer herhangi bir para trafiği muhasebe kayıtları ile ortaya konamazsa ki şu anda gözüken o, tarihimizin en büyük fiyasko davarlarından biriyle karşılaşabiliriz.
Öte yandan bir Fenerbahçeli olarak iki şeyin kesinlikle açıklığa kavuşması gerektiğini düşünüyorum. Birincisi Eskişehirspor'a Fenerbahçe Kulübü'nün de içerisinde rol aldığı bir teşvik ödemesi sözkonusu mudur? İkincisi de İbrahim Akın'a, bugüne kadar ki her türlü kişisel saçmalamalarını ve tutarsızlıklarını göz önünde bulundurarak, Fenerbahçe'ye gol atmaması için yine Fenerbahçe'nin içerisinde bulunduğu bir şike eylemi sözkonusu mu? Diğer tüm suçlamalarla ilgili pek bir soru işareti taşımıyorum. Son iki konu ile ilgili olarak da oturup tapeleri tek tek incelemek savunma argümanlarını altına koyup ciddi bir şekilde kafa yormak gerekiyor.

Sonuçta burada yazdıklarım tamamen genel kanımı ve davanın gelişimi ile ilgili algımı içeriyor. 400 sayfalık iddianameyi de neredeyse bir o kadar olan Aziz Yıldırım'ın savunmasını da okudum ama hiçbir şekilde bir hukukçu gibi her satırı sindirmedim, buna vakit de harcamadım. Basında, orada burada ahkam kesenlerin de sindirmiş olduklarını düşünmüyorum. Aziz Yıldırım'ın savunması dışında avukatlarının söyledikleri, diğer tanık ve sanıklarının ifadeleri, hepsi dava sürecini etkileyecek. Tutukluluk kararı mı? Cuma günü tutukluluk kararının kaldırılacağını hiç zannetmiyorum. Eğer tutukluluk kararı kaldırılırsa zaten duruşmanın seyrinin de çok ciddi anlamda değişeceğini ve hatta iddianame ile ilgili benim üzerinde düşündüğüm iki konudan da dava sonunda aklanacağını düşünebiliriz. Gerçi tutukluluk hali bu durumla ilgili değil organize bir suç örgütü lideri ve mensubu olmakla ilgili ancak ben tutukluluk halinin kaldırılmasının iddia makamı için ciddi bir psikolojik yenilgi olacağı düşüncesindeyim. Kamu vicdanı açısından da en keskin dille Aziz Yıldırım'ı suçlu ilan edenlerin dahi ne diyeceğini bilemediği bir atmosfer yaratır. Herşeye rağmen tutukluluğun devamı kararı alınırsa ki ben bu yönde bir karar alınacağını düşündüğümü belirtmiştim, bunun haklı bir gerekçesi olmadığını vicdanı olan her insan söyleyebilir.

Bu iddianame çerçevesinde de diğer kulüplerle ilgili iddialar hakkında bir yorum yapma gereği duymuyorum. Bence mahkemede gereken yorumları Aziz Yıldırım yaptı. Ama bugün de söylediği gibi herşeyden önemlisi bu işten Fenerbahçe'nin gerçekten tertemiz çıkabilmesi. Hepimizin meselesi de bu. İddiaların hiçbiri ispatlanamadığı sürece bu mesele tüm camia için Aziz Yıldırım'ın arkasında mücadele edeceği bir direniş olmaya devam edecek.

Aziz Yıldırım'ın savunmasının tamamı için:

http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=28044
http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=28046
http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=28063

Kaybedenler Kulübü


İkisi de Madridista, ikisi de yakışıklı, ikisi de ünlü ama ikisi de dünyada iki numara. Dün akşam beraber bir yemek yemişler ve Nike'ın yeni reklamı için biraraya gelmişler. Kaybedenler Kulübü'nün bu iki üyesi arasında en azından La Liga'da bu sezon için Cristiano Ronaldo kazanmaya daha yakın gözüküyor. Rafa ise Novak Djokovic bu formunu sürdürdüğü sürece en iyi ikinci olarak kalmaya mahkum şimdilik.

21 Şubat 2012 Salı

Mahkeme Notları #1


Tarihe not düşmek gerekir Bugün Aziz Yıldırım'ın savunmasına yaklaşık 13:30 itibariyle başlandı. Aziz Yıldırım kimilerine göre dünya bir gaz ve toz bulutuytudan sözlerine başlasa da  3 Temmuz'dan beri konuşamayan, kendisini savunamayan bir kulüp başkanının sözlerini sonuna dek dinlemek gerekir.

Mahkeme salonunda değil de sosyal medyada ve gazetelerin internet sitelerinde takip ettiğim kadarıyla ne yansıdıysa gözlemlerimi özetlemeye çalıştım. Zaten ağzından çıkan herşey de internete anında düştüğü için bir tek vücut dilini görememenin dışında ifade ettiği herşeyi değerlendirme imkanımız var. Bu yazıda suçludur ya da suçsuzdur yargısı yapmadan gelişmeleri değerlendiriyorum bunu da belirtmekte fayda var. Savunmasıyla ilgili genel bir değerlendirmenin ve savunma stratejisi ile ilgili yorumlarımı paylaşmanın dışında bir yargım olmayacak şu aşamada. En azından son söz söylenene kadar.

Savunmasında benim gördüğüm öncelikle bu davada ortaya atılan suçlamaların maksatlı ve belirli çevreler tarafından Türk futbolunu ve Fenerbahçe'yi ele geçirmeyi amaçlayan bir organizayon olduğu yönünde. Bu çerçevede de Aziz Yıldırım oldukça saldırgan bir savunma hazırlamış. Dinlemelerin Aziz Yıldırım ve çevresinde yoğunlaşırken bazı dinlemelerin iddianameden çıkarılması, Türk futbolu temizlenirken dinlemelerin sadece belirli kişiler üzerine yoğunlaştırılmış olması konuşmasının içerisinde bu savını destekleyici ifadeler olarak gösterilebilir. Henüz suçlamaların üzerinden tek tek geçilmediği için biraz karışık ve başı sonu belli olmayan bir konuşma metni gibi gözükse de toparlandığında ortaya çıkan sonuç bu yönde.

Kimi zaman şiirsel ve lirik öğeler taşıyan bir savunma metni, bu kadar uzun süredir yapılan hazırlığın arkasından her kelimesi tartılmış, üzerinde düşünülüp taşınmıştır diye düşünüyorum. Bazı ifadeler yenilir yutulur cinsten değil. Hakikaten Fenerbahçe'yi Cumhuriyet'in bekçisi ve Atatürk'çülüğün savunucuları olarak konumlandırırken, bu iddiayı gündeme getirenleri ise karşıt görüşte kişiler olarak gösteriyor. Şike davasında Emenike, Sivas maçındaki para dolu olarak söylenen biletlerin olduğu çanta gibi örneklerle asıl suçlamalara da atıflarda bulunurken bir taraftan da Sadri Şener-Gökmen Özdemir arasında geçen konuşmalara ve benzeri ilişkilere de dem vurup Fenerbahçe'nin değil diğer kulüplerin bu işin birer parçası olabileceğine dikkat çekiyor. Tapelerdeki tutarsızlıklara dikkat çekiyor ki tüm söylediklerinde doğruluk payı var. Diğer taraftan bir önceki yıl son maçta kaybedilen şampiyonluğu hatırlatarak o dönemde şike yapılmadıysa bu dönemde de yapılmamıştır tezini savunuyor.

Yine bu savunmasında Ozan İpek'in şampiyon olduktan sonra ekranlara yansıyan demeci, meşhur Galatasaray-Strum Graz maç görüntüleri ile şikenin ancak futbolcular ile yapılabileceğini anlatıyor. Nihayetinde bu yaklaşım aslında iddianamenin en zayıf tarafı olan futbolcuların çok az sayıda bu işin içine dahil edilmiş olmasıyla zayıf karnına atılan bir yumruk Aziz Yıldırım tarafından, belki de iddianamenin gerçekten en zayıf bölgesine saldırmış oluyor. Galatasaray-Strum Graz maçındaki görüntüler de bu maçta nasıl bir katakulli olduğunu net bir şekilde gözler önüne sermekte.

İlk gün savunmasında iki önemli noktaya daha değiniyor, birincisi neden şike için verilen paraların görüntülerinin olmadığı ya da benim anladığım kadarıyla suç üstü yapılmadığıyla ilgili, ikincisi ise transfer şikesi diye tanımlanan bir takımla maç öncesinde o takımın futbolcusuna transfer teklif edilmesiyle ilgili iddiaların anlamsızlığa.

Nihayetinde savunma tekniği açısından bir açılış konuşması olarak ben tatmin edici buluyorum. Şu ana kadar ki yorumlarım sadece savunmanın başlangıcı ile ilgili. Savunmanın açılışında dayandırıldığı bazı noktalara katılıp katılmamak konusunda emin değilim. Fenerbahçe'yi ve Türk futbolunu ele geçirmeye çalışan güçler mi var, bu operasyon bir Aziz Yıldırım operasyonu mu, yoksa bir Fenerbahçe ve Türk futbolunu ele geçirme operasyonu mu hep birlikte bekleyip göreceğiz. Ama amaç ne olursa olsun işin ucunun Fenerbahçe'ye fazlasıyla dokunduğu bu yazının son paragrafında okuyacağınız üzere bizzat mahkeme başkanı tarafından teyit edilmiş oluyor.

Günün sonunda çok ağır bir suçlamayla yani çıkar amaçlı suç örgütü kurmakla suçlanan Aziz Yıldırım Fenerbahçe başkanı ve Fenerbahçe başkanı sıfatıyla bu suçları işlemekle suçlandığı noktada savunmasının her metninde Fenerbahçe'nin olması en doğal hakkı. Savunmasınn genelinde izlediği en iyi savunma hücumdur prensibi de yapılabilecek her türlü spekülasyona karşı bence doğru bir tercih.

Benim için günün en çarpıcı diyalogu ise hiç kuşkusuz Mahkeme Başkanı Mehmet Ekinci'nin "İçeride sadece bir Fenerbahçeli istiyorum" demesi üzerine Aziz Yıldırım'ın "Burada yargılanan Fenerbahçe" demesi ve yönetim kurulu ile diğer Fenerbahçe camiasından kişilerin mahkeme salonunda kalmaya devam etmesi. Sadece bu olay bile yargılananın Fenerbahçe olduğunun kanıtıdır. Bu mahkeme kararı ile Aziz Yıldırım suçlu bulunursa Fenerbahçe lekelenir demek değil, ama sorumluluklarından da kaçmamalıdır anlamına geliyor aslında.

Not: Değerlendirmelerim Aziz Yıldırım'ın ilk gün savunmasının saat 17:00'a kadar olan bölümünü içermektedir.

Tombala Tombala

Üç Futbol Efsanesi



Son yirmi yılda Hollanda, Fransa ve Almanya futbolu dendiğinde akla gelecek ilk isimlerin posterleri. En iyisi Dennis Bergkamp'ın ki olmuş.

Rio Karnavalı'nda Neymar Esintileri

20 Şubat 2012 Pazartesi

Bir Blog Önerisi


Marka ve pazarlama konuları ile ilgilenenler için bir blog önerisi: http://markakurusu.blogspot.com/ . Şu anda 5 farklı marka dosyası var. Ben çok beğenerek takip ediyorum, zira yazıları da ben yazıyorum:-) Kimse merak etmesin futbolmanya'yı ihmal ettiğim yok. Oradaki yazılar kendi mesleğimle ilgili ve onbeş yirmi günde bir çıkan yazılar. Futbolmanya'da bugünlerde daha az yazmamın nedeni o blog değil, daha çok özel nedenlerdi. Hala da bu özel nedenler kısmen devam etse de her iki tarafı güncel tutmaya gayret ediyorum.

Türkiye'de Linç Ederler


Bu kare Şampiyonlar Ligi'nde A.C. Milan-Arsenal maçı sonrası 4-0'lık yenilginin hemen ardından çekilen bir fotograf. Türkiye'de herhangi bir büyük takımın oyuncusu, böyle bir hezimet sonrası, daha sıcağı sıcağına, teri kurumamış ve sahadan ayrılmamışken, rakip futbolcu kulağına birşey fısıldarken, güle oynaya bir durumda fotografı çekilse ne olur?

Mesela Fenerbahçe'den Emre, Galatasaray'dan Sabri... Beşiktaş Atletico Madrid ile muhtemelen bir sonraki turda karşılaşıyor olacak Avrupa Ligi'nde. Diyelim ki ilk maçı 4-0 Atletico aldı ve Arda maç sonunda gelip İbrahim Toraman'ın ya da Reyes gelip Simao'nun kulağına birşeyler söyledi ve gülüştüler. Manşetler ya vatan haini ya da Portekiz çetesi diye atılır hemen medyada. Çakallar, Toromanlar hemen linç girişimini başlatırlar sen utanmıyor musun ekmek yediği takım 4-0 yenilmiş bu ne laubaliliktir diye.

Denemesi bedava, bırakın 4-0'ı başabaş geçen ve elenilen bir maç olsun bunlar olmazsa ben de yanılmışım diyeyim. 

14 Şubat 2012 Salı

Şimdi Söz Savunmanın


Kameranın önünde sıcak kahveni yudumlarken, bilgisayarın başında twitter'da sallarken, gazete köşenden kalemini keskin bir kılıca dönüştürürken içeride olan biri için sallamak kolay. Asıl olan içerideyken ve tüm hakların elinden alınmışken, en güçsüz gözüktüğün anında, belki de tüm silahlar sana çevrilmişken konuşabilmekte. Yoksa bugüne kadar ağzı olan konuştu, eli kalem tutan yazdı. Adli muhabirler kırk yıllık spor adamı kesildi.

Aziz Yıldırım'ı seversiniz ya da sevmezsiniz ama onun da söylediği gibi erkek adam bir kere ölür on kere değil.  Fenerbahçe camiasını hergün öldürmeden can çekiştiriyorlar ama bizim tek istediğimiz öleceksek bir kere ölelim. Ama işte o sıcak kahvesini yudumlayıp ekranda ahkam kesenler, bilgisayarın başında programlara tweetlerken aslan kesilenler, köşelerinde kendilerini adaletin kılıcı sananlar varsın hergün ölüp ölüp dirilsinler.

Fenerbahçe taraftarını, Fenerbahçe'yi değil, Aziz Yıldırım'ı sevmekle suçladılar hep. Rıdvan Dilmen çok doğru söyledi: "Eğer şike olayına karıştılarsa bir daha yüzlerine bakmam" diye ama anlamadılar ki Aziz Yıldırım'ı bu blogda sıkça eleştirmiş de olsam bu kulübün lideri ve mahkum edilirse, edilene kadar da lideri olacak. Anlamadılar ki Fenerbahçelilik kitabında arkadan vurmak, kaçıp gitmek, aklanın da gelin basiretsizliğini yapmak yazmaz. Gün şimdi bizim konuşma günümüz. Ve burada eleştirdiğim konulara rağmen Aziz Yıldırım'ın gerçek bir lider olduğunu bir kez daha ispatladığı gün.

Ben Fenerbahçe camiasının bugüne kadar ki duruşunu başta Aykut Kocaman, Rıdvan Dilmen ve Ali Koç olmak üzere sürecin her anında Fenerbahçeli olmayı bu kadar hissederek camiayı ayakta tutma gayretini 100 tane şampiyonluğa değişmem. Büyüklük kupa kaldırmakla değil, ayaklarının üzerinde tek başına durabilmekle belli olur. Fenerbahçe camiası da birkaç gereksiz adam dışında bu duruşu fazlasıyla sergiliyor ve sergilemeye devam ediyor.

Bugün Topuk Yaylası'na akan ve Bağdat caddesinde yürüyen on binler de, Manisa maçında stadyumu 46 bin kadın ve çocukla doldurabilen taraftar ruhu da, Silivri kapısına dayanan binler de hep aynı hislerle hareket ediyorlar. Büyük Fenerbahçe Miting'i düzenleyip oraya Veysel Hoca'lar da, Can Bartu'larda, üç yaşındaki Kemal'ler de aynı aşkla biraraya geliyorlar. Lefter Küçükandonyadis öbür dünyadan çubuklu formasıyla sevdasını aynı dizelerle bağırıyor.

Aziz Yıldırım'ın bugün bağırdığı, haykırdığı gibi:

"Memleket elden gidiyor, herkes oturmuş şikeyi konuşuyor"
"Ekranlarda hakkımızda atip tutan herkesle gorusecegiz."
"Böyle şike mi olur? Türk sporu nereye gidiyor oraya baksınlar. Türk sporu elden gidiyor."
"Ibrahim Akin'a 100.000 € verdigimizi ispat etsinler. Kendimizi köprüden atalım"
"Erkek adam bir defa ölür on defa ölmez"

Belki de hepsinden anlamlısı: "Darağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe"

Günün sonunda güneş battığında ve bir daha güneşli günler göremeyecek olsak bile yine son sözü biz söyleyeceğiz.

Son Kral


Fransa'nın İrlanda ile oynadığı eleme maçında topu elle kontrolü sayesinde gelen gol yüzünden şimşekleri üzerine çekse de ben Henry'i çok severim. Son on yılda dünya futbolunda sahne alan yıldızları gözümün önüne getirdiğimde eğer bir dolar milyarderi olsaydım ve bir takımım olsaydı diye düşündüğümde o takıma alacağım ilk iki futbolcudan biriydi Henry. Diğeri de Nedved.

O Henry Arsenal'den kopup ayrı geçirdiği 4 yılı aşkın sürenin ardından, Afrika Uluslar Kupası nedeniyle Gervinho ve Chamach'ın forma giyemediği Gunners'a iki aylık da olsa kiralık geldiğinde de en çok sevinenlerden biri oldum.

Toplam 117 dakika forma giydi, oyuna hep sonradan dahil oldu ama yine çok büyük iz bıraktı Arsenal taraftarlarının gönlünde Fransız yıldız. Haftasonu Sunderland maçında 90+3 oynanırken attığı golle de çok değerli bir üç puan kazandırarak ayrılıyor gerçek evinden. O gol belki de Arsenal'e Şampiyonlar Ligi kapısını açacak gol olacak. Umarım futbolu bırakmak için yine Arsenal'e döner.

13 Şubat 2012 Pazartesi

93 Ruhu

Bu yıl ki Afrika Uluslar Kupası finali her açıdan çok farklı hikayeler barındırıyordu ve belki de en trajik ve duygulu sahnelere şahitlik ettik final maçı boyunca. Küçük mucize çocuk Zambiya ile  2000'lerin altın jenerasyonu lanetli Fildişi Sahilleri'ni karşı karşıya getiren final mücadelesinde onuncu kez uzatmalara giden, yedinci kez penaltılarla son bulan bir son izledik.

Finalin ardındaki en acıklı hikaye hiç kuşkusuz Gabon'un başkenti Libreville'deki bundan 19 yıl önce 27 Nisan 1993 günü Zambiya Milli Takımı'nın Senagal'deki Dünya Kupası eleme maçı için gerçekleştirdiği uçak yolculuğundaki kaza sonucu milli takım futbolcularının ve tüm kafilenin ölmesi, hikayesi ve ölen kafiledekilerin bilgisi burada. O gün PSV'de forma giyen Kalusha Bwalya kafile ile değil de kendisi Senagal'e gitmeyi tercih ettiği için kurtulmuştu.

Bir yıl sonra düzenlenen Afrika Uluslar Kupası'nda Zambiya bir şekilde Bwalya'nın etrafında kurulan takımla finale kadar çıktı ve bir başka mucizeye imza attı. Finalde Nijerya'ya yenilseler de bu 1 yıl önceki dramın ardından gelen muhteşem bir zaferdi. Kader bu ya 2012'de bir ulusun futboldan sorumlu federasyon başkanı olarak elemelerden geçip Afrika Uluslar Kupası finaline Gabon'a gelmek vardır kaderde Bwalya için. Ve 93 ruhunu taşıyan bir takımın penaltılarda kupaya uzanması.

Herve Renard Zambiya'nın karizmatik teknik direktörü olarak ün yapsa da turnuva ilerledikçe bu muhteşem hikayenin baş kahramanlarından biri olacağı Afrika Uluslar Kupası'nın ilk günlerinde pek kimsenin aklına gelmezdi herhalde. Senegal ve Gana gibi dişli takımları elemiş olsalar da finalde Fildişi Sahillerinin altın jenerasyonu kupaya o kadar açtı ki Franzıos teknik adam finali kaybetse bile kendisinden beklenenin çok üzerinde bir iş yapmıştı zaten. Ama o herşeyden, her başarıdan öte bir kareyle girdi artık hafızalarımıza. Sakatlanan oyuncusu Joseph Musonda'yı penaltılar sonrası sevinen futbolcularının yanına kucağında götüren teknik adam olarak geçti futbol tarihine Fransız.



Turnuva boyunca neredeyse hiç üzerinden çıkarmadığı uğurlu beyaz gömleği ona maçın yıldızlarından Gervinho'nun ayağından kaçırılan penaltı sonucu kupayı getirdi. Vasat bir defans oyuncusunun teknik adamlık kariyerinde kayda değer bir başarısı olmadan Zambiya milli Takımı'nın başında turnuva boyunca defansif bir oyunla ama kollektif oynayarak kazandığı başarı hikayesi de ilginçti kuşkusuz. Ama hepsi kollarında Musonda'yı taşıdığı karenin arkasında kalacak.

Drogba bundan birkaç yıl önce yine bir final maçında Mısır karşısında penaltıyı kaçırarak takımının kupayı kaybetmesine neden olurken nereden bilebilirdi Zambiya karşısında da 90 dakika içerisinde aynı fırsatı kaçırarak takımını kupadan edeceğini. Gervinho'nun muhteşem slalomu ile ceza sahasına girerken düşürülmesi sonucu maçın hakemi penaltı noktasını gösterdiğinde maçın son on-onbeş dakikasına giriliyordu. Gol demek kupayı iki kulbundan sıkı sıkı tutmak demekti. Ama Drogba geldi ve Baggio penaltısı ile topu göğe yükseltti. Daha dramatik olanı skor 4-4 iken yaşadıkları idi penaltılarda. Bu sefer öyle bir yük bindi ki sırtına 5. penaltı için topun başına geldiğinde aslında hem takım hem de tüm izleyiciler büyük bir şüpheyle bakıyordu kendisine. O bu yükü kaldırıp takımının beşinci penaltısını da gole  çevirirken 90 dakikalık bölümde takımına penaltı kazandıran Gervinho dokuzuncu penaltıda hem de bir önceki penaltılar kaşılıklı kaçırılmışken topu dışarı vurarak takımını kupadan etti.

Kupayı Zambiya'nın kazanmasında iki penaltı önce Cisamba topun başına giderken Drogba'nın onun omzuna dokunarak konsantrasyonunu bozması ve yaptığı totem üzerine Cisamba'nın topu ağlara gönderdiği anda yüzünü kaleye dönerek ve sağ elini yüzünün önünde gezdirerek yaptığı büyü mü etkili oldu bunu da kimse bilemez. Ya da Gervinho'nun kaçırdığı penaltı sonrasında tüm kafilenin söylediği şarkıya topun başına gelen Stopilla Sunzu'nun da eşlik ederek vuruşu yapması mı? Peki ya Zambiya kalecisi Mweene'nin takımının beşinci penaltısı için topun başıan geçerek büyük bir soğukkanlılıkla topu ağlara yuvarlayışı sonrası iki kalecinin birbirine sarılması ve tebrik etmesi.

Ben içerisinde bu kadar hikaye barındıran bir final maçı hatırlamıyorum, ya da uzun zamandır izlemedim. Futbolun tam da hayatın içine orta yaptığı bir final mücadelesinde Fildişi Sahilleri'nin altın jenerasyonunun lanetinin de devam ediyor olması ayrı bir dram. Drogba liderliğinde son on yılın en iyi Afrika takımı bir kupa alamadan dönemini bitiriyor artık.

10 Şubat 2012 Cuma

Büyük İş Yaptı Galatasaray

Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. Benim Fenerbahçe'li olduğumu herkes biliyor ama dün Galatasaray Basketbol takımının ortaya koyduğu performanstan sonra rakibimi kıskandığımı söylemeden edemeyeceğim. Bu yıl Euroleague başlarken herkes Efes ve Fenerbahçe Ülker'den birinin final four'a gitmesini beklerken, Galatasaray içinse son 16'ya kalsın yeter görüşü hakimdi.

Galatasaray şu anda bu üç takım arasında belki de tek çeyrek final adayı, çok küçük bir ihtimalle Fenerbahçe de gidebilir. Ama benim sorunum ne Galatasaray'ın, ne de Fenerbahçe'nin tur atlaması değil, sahada ortaya konulan mücadele. Yıllardır Fenerbahçe Ülker çok iyi bir performans sergiledi hep. Sahada savaşan ve savaşırken başarıya yürüyen takım bu sene ortalıkta yok malesef. Ve yıllardır Fenerbahçe Ülker'de gördüğüm bu ruh şimdi Galatasaray'da var. Başarıya olan açlık ve motivasyon o kadar üst seviyedeki, bu durum oyuncu kişilikleri ile birleşince CSKA gibi bir yenilmez armada dahi boyun eğmek zorunda kaldı rakibine. Galatasaray nereye kadar gider, ne yapar önemli değil, önemli olan taraftarının bu mücadeleyi sahada görüyor olması.

Fenerbahçe Ülker açısından da sorun burada, taraftarın aynı mücadele ruhunu ve takım birliğini görememesi. Birkaç isim dışında bu hissiyatı sahaya yansıtabilen yok malesef. Geçen sene son sekize kalamamasına rağmen ortaya konulan mücadeleyi kimse unutmadı ve kimse takımı eleştirmedi. Ama bu yıl o takımın yerinde yeller esiyor.

Ben Oktay Mahmudi'yi hep çok beğenmişimdir bir koç olarak. Ve onun liderliğinde Galatasaray'ın oyun karakterinin gelişimini kıskanarak izliyorum. Çok iyi yoldalar. Fenerbahçe Ülker açısındansa şampiyon olsa dahi kayıp bir sezon benim gözümde zira takım bir önceki yıla göre geriye gidiyor. Ve bu geriye gidişin final four'un Türkiye'de düzenlendiği bir yılda olması, üstüne üstlük daha yıllar önce hedef konulan yoldan geriye dönülmesi benim gibi pek çok Fenerbahçe taraftarını fazlasıyla kızdırıyor.

7 Şubat 2012 Salı

Futbolumuzun Besin Kaynakları

Uzun zamandır yazamıyorum çünkü kendi hayatımla ilgili düzene sokmam gereken şeyler var. Bu süreçte Lefter'i kaybetmek gibi çok üzücü olaylar da girdi araya. Ben yine iki satır yazamadım. Süper Lig'de yazmaya değer çok mu şey var açıkçası emin olamıyorum.

Haftasonu Chelsea-Manchester United maçının ikinci yarısını Fenerbahçe-Beşiktaş derbisini izlemeye yeğlerdim. Sonradan izledim hakikaten 45 dakika içine sığan 5 golle birlikte 50. dakikadan sonra 3-0'dan yapılan tarihi geri dönüş daha çok heyecan vericiydi. Ligin tepesindeki takımlar dahil ne altta ne de üstte istikrarlı olarak zevk veren, iyi oynayan bir takım göremiyorum. İşin tadı iyice kaçtı açıkçası benim için. Hayatımdaki bana özel sıkıntılar da araya girince hiç yazamaz oldum.

Şimdi yavaş yavaş döneceğim sahalara. Dönerken de en çok kafama takılan konuyu ele almak istedim son zamanlarda. Türk futbolseverinin ya da Türk futbol katillerinin düşünce yapısı. Haftasonu büyük bir şov izledik NFL finalinde. Ve orada tekrar farkettim ki NFL izleyicisine eğlence vaadediyor. Tuttuğun takım yense de, yenilse de sen gelip maçı izleyerek zevk alacaksın diyor ve bunu gerçekleştiriyor. Avrupa bu düşünce yapısından uzak, Türkiye ise çok daha fazla uzak.

Bizdeki düşünce yapısında iki temel ve basit anlayış hakim. Birincisi "en son ya da en çok kim koydu" mantığı, ikincisi ise "ama ilk siz yaptınız ne yapalım". Birincisini futbol maçları ve özellikle derbiler sonrası sıkça yaşıyoruz, ikincisini ise sahadaki çirkinlikler ya da saha dışı şike, teşvik vb. olaylar gündeme geldiğinde. İki birbirinden sığı düşünce yapısı da futbolu, sporu mahvediyor ama biz de bundan besleniyoruz.  Çünkü iş üretemiyorsan çenen çalışsın polemik üret daha kolay. Öyle ya şimdi işin gücün yoksa Süper Lig'i NFL gibi pazarlamaya çalışacaksın, onca insanı ekrana çekeceksin, bir sürü reklam geliri yaratacaksın ama bunu yaparken de insanlar eğlenecek, devre arası muhteşem bir konser izleyecek, maç öncesi ve sonrası ile 5 saatlik bir canlı yayın yapılacak, Süper Lig için maç öncesi ve arasında verilen reklamlar linklerde internet üzerinde dönecek kadar pazarlama araçları işler hale gelecek falan filan. Çok zor iş...

Daha kolayı var: En son ya da en çok kim koydu, ilk siz başlattınız gibi ilkoklu düzeyinde anlaşılırlığı olan basit polemik konuları yaratmak ve bundan beslenmek. Bu da satıyor, özellikle bizde çok satıyor. Yiyeni bol. Afiyet olsun.