13 Eylül 2010 Pazartesi

Tebrikler

Kabul edelim hiçbirimiz Sırbistan maçını izlediğimiz heyecanla izlemedik A.B.D. maçını. Doğal olarak basketbolcularımız da gecenin köründe otellerine gidip yemeklerini yedikten sonra aynı motivasyonla ve enerji ile çıkamadılar A.B.D. karşısına.

17-14 öne geçtiğimiz dakikalarda ise Hidayet'in sakatlanması ve takımı uzunca bir süre yalnız bırakması bu tip finalleri oynamaya en alışık adamdan mahrum etti bizi. Hepsi bahane gibi gözükse de bu bahaneleri dünya ikincisi olduğumuz için üretmek çok keyifli ve de geçerli aslında. Bogdan nedenlerle bahaneler üretip Tanjevic'i bugüne kadar göndermeye çalışanların bugün yaptığı şakşakçılıktan daha geçerli hem de.

A.B.D'yi yener miydik herkesin kendisine sorduğu soru, Kevin Durant'i tutabilseydik yenerdik ise en kolay cevabı. Finale kadar kim tutmuş ki sen tutacaksın derler adama. Ama yenerdik tabi Durant biraz daha vasat oynasaydı ve bir biraz fazla enerjik olabilseydik. İyi günümüze gelmediler ama biz özellikle Durant'in iyi bir gününe geldik. Bana göre turnuvanın en iyi takımı Sırbistan idi ve eşleşmeler farklı olsaydı A.B.D.'yi yenmek için de en güçlü adayımdı. Sırplar yarı finalde bizim gibi sert bir kayayla didişince onlar da şiştiler ertesi gün ve Litvanya'ya kaybettiler.

Son on yılda benim hatırladığım bir Avrupa ikinciliği, iki sekizinciliğimiz, bir dünya dokuzunculuğu ve bir de altıncılığı var milli takımın. Hala buralarda kalmak önemli diyoruz. Evet çıta yükseldi ama milli takım zaten hep oralarda dolaşıyordu. Dolayısıyla Türk spor tarihinin en istikrarlı ve başarılı takım performansını sadece bu dünya kupasına özel değil neredeyse on yıldır sürdürüyorlar.

Dolayısıyla soru bu seviyelerde kalmak olabilir ama bu bugüne kadar bu seviyelerin civarında olmadığımız anlamına gelmemeli. Biz altıncılığı, ilk sekize girmeyi beğenmiyoruz ama bunu sürekli başaran bir takıma herhangi bir spor dalında sahip miyiz bilemiyorum. Kimse güreş ve halter demesin:-)

Velhasıl iyi iş yaptınız be kardeşim. Hepinize helal olsun.

Dev Adama Dev Forma

Metin Oktay bir trafik kazası ile aramızdan ayrılalı 19 yıl oldu. Blogu okuyanlar bilirler bizim ailede en çok Galatasaraylı ve Fenerbahçeli vardır. Babamın dayısı (4-5 ay önce rahmetli oldu) daha birkaç sene öncesine kadar her yıl mezarını ziyaret ederdi.

Hep tartışıldı onun gibi kaptan, onun formasını hakeden bir oyuncu gelmedi Galatasaray'a diye. O formanın içerisinde gerçek bir dev vardı (bana dedemin ve büyük dayımın anlattıkları). Şimdi onun adına yaptırılan dev forma bu akşam Galatasaray - Gaziantepspor maçında taraftarlar ile buluşacak.

Galatasaray'ın ana sponsoru Türk Telekom tarafından hazırlanan forma taraftarlar tarafından maç öncesinde Ali Sami Yen Stadyumu’nun etrafında imzalanarak daha sonra Galatasaray Spor Kulübü müzesinde yerini alacak. Böylece kral sevenlerine imza veremeyecek ama sevenleri krala sevgilerinin altına imza atmış olacaklar.

12 Eylül 2010 Pazar

0.5 saniye

0.5 saniye farkla finaldeyiz. Çok ama çok küçük bir fark değil mi? Bir basketbol maçının 4.800de biri. Ve bu süre bizi Dünya Basketbol Şampiyonası'nın finaline taşıdı. Eğer Kerem Tunçeri 0.5 saniye gecikse biz bu gece finalde olamayacaktık. Ya da Velickovic'in son 0.5 saniyedeki şutuna Semih yetişemese ve o top bizim potamıza girse...

Bu 0.5 saniye için 2001'den beri bekliyorduk Bu süre zarfında takımı Tanjevic'e emanet edip istikrardan yana bir politika izleyen basketbol federasyonu hedefi 2010 olarak koyduklarından dolayı bu hedef doğrultusunda bugün Milli Takım finalde ise ayakta alkışlanmalı. Türkiye gibi istikrarın olmadığı bir ülkede Tanjevic'in arkasında durdukları için. Sonra da Tanjevic ve takımdaki her oyuncu, teknik adam, doktor, masör her kim varsa...

Bu 0.5 saniye alın terinin ürünü. 40 dakika boyunca ribaunt, asist, üçlük yüzdesi gibi hayati istatistiklerde geride kapadığımız bir maçı alın terini ortaya koyarak kazandık. Ellerimiz titremedi mi, evet titredi. Bizi bu maça kadar taşıyan adamlardan Ersan bu maçı kaldıramadı, Ömer Aşık önceki maçlardaki Ömer Aşık değildi. Ama tecrübeliler takımı sırtlarına aldılar. Hidayet tam bir lider gibiydi hem skorda hem de manevi anlamda. Ömer Onan takımı arkadan itti. Kerem Tunçeri son üç dört dakikada öldürücü yumrukları vurdu. Ender takımın en kararlı adamlarındandı tıpkı Semih gibi. Maçın hiçbir anında hiç kimse savaşmaktan vazgeçmedi.

Öyle ki maçta her Sırbistan'ı yakaladık dediğimizde Teodosic'in, Keselj'nin, Savanovic'in, Velickovic'in bizi yere yıkabilecek üçlükleri geliyor ve maç biranda yine 7-8 sayı farka ulaşıyordu. Pes etmedik, salondaki etkisiz taraftarı da ayağa kaldırdık. Yine rakibi yakaladık. Son birkaç dakikada ise artık stres olma zamanı Sırplar'ındı. Zira maç sonuna kadar koparamadıkları fark maç sonunda hala enselerinde nefeslerini hissettikleri 12 Dev Adam Sırp takımı gibi mükemmel bir düzende işleyen mekanizmayı bile bozdu.

0.5 saniye kala Kerem'in turnikesi potadan içeri girdiğinde ise aslında yüzümüze gülen şanstan öte yıllardır sürdürülen istikrarlı bir işin meyvesiydi sadece. O 0.5 saniye için uzun yıllar geçti ama değdi. Sırbistan bu turnuvada en beğendiğim ve en çok çekindiğim takımdı. Turnuvanın ilk günlerinde Yunanistan'ı da geçtikten sonra son dörde kalacağımızdan emindim ama Sırbistan'ı geçebileceğimize çok ihtimal vermiyordum.

Pazar akşamı oynanacak A.B.D maçını kazanırız ya da kaybederiz ancak biz daha şanslıyız. Çünkü bu Sırbistan önümüzdeki on seneye damga vuracak bir takım ve A.B.D'den daha iyi bana göre. Ama yine de tek maçlık oyunlarda herşey olabilir. Sıbistan karşısında müthiş bir efor harcadık ve rakibimizden 2-3 saat daha az dinleneceğiz. Olsun Tanjevic'e yine güveniyorum, o dememiş miydi biz turnuva sonunda daha diri kalmak için ağır antremanlar yapıyoruz diye.

Herşey 0.5 saniye içindi, hayatımızın en güzel 0.5 saniyesi için.

Teodosic Sen Git Futbol Oyna

Maç yorumu birazdan...

Kına Yakın






















İnsanın bir Fenerbahçe maçı yazası gelmiyor artık. Zaten bu işin bu yönetim vizyonuyla olmayacağını, Aykut Hocamızın düşündükleri ile yaptıkları arasında ortada çok ciddi farklar ve tutarsızlıklar olduğunu defalarca yazdık.

Bu ülkenin çok bilmiş futbol bilgiçleri, sağda solda yazı yazanlar, kahve köşelerinde futbolla alakası olmayıp bir sezonda üç tane maç izlemeden sallayanlar şimdi kına yaksınlar. Beğenmedikleri Zico bir şampiyonluk, bir lig ikinciliği bir de Şampiyonlar Ligi çeyrek finali getirdi, ağızlarından eleştiriyi düşümedikleri Daum bu takımın başında kaldığı dört sezonda iki şampiyonluk ve iki kez de son hafta kaybedilerek yine de Şampiyonlar Ligi bileti sağlayan değerli iki ikincilik kazandırdı.

Vizyon sahibi yönetimimizde bu iki teknik adamı sepet havasıyla gönderdi. Eşek bağlasan bu takım şampiyon olurdu hani. Malesef eşeği sağlam kazığa bağlayamadılar.

Not: Şimdi bu yazıyı okup eşek ifadesini birine atfedebilirler, alaksı yok. Kimseye eşek demedim.

9 Eylül 2010 Perşembe

Altına Hücum






















8 Eylül bir basketbol bayramıydı adeta. 1 gün önce oynanan Arjantin-Brezilya maçının heyecanı bitmeden salonda Sırbistan-İspanya ve ardından Türkiye-Slovenya maçını izlemek için salonda yerimi aldım. Sırbistan-İspanya mücadelesi bu turnuvanın en iyi üç maçından biriydi ki ben bu maçla birlikte ABD-Brezilya maçını da çıplak gözle izleme imkanı bulmuştum.

Türkiye maçına geçmeden önce kısaca Sırbistan-İspanya çeyrek finalinden bahsetmek gerekirse açık söyleyeyim Sırplar beni çok korkuttu. Gasol'un yokluğunda favorim zaten onlardı ve ben İspanya'nın bizim için daha iyi bir eşleşme olacağını düşünüyordum. Böyle düşünmemin nedeni ise 12 kişilik kadrosunda Sırplar'ın her oyuncusunun ortalamanın üzerinde şutör olması etkendi. Nitekim İspanya rakibinden daha iyi savunma yapmasına ve çok iyi hücum etmesine rağmen Sırpları durduramadı. Maç 89-89'a geldiğinde ben dahil salonda pek çok kişi uzatma izlemek niyetindeydi. Ancak maç boyu pek ortalarda gözükmeyen Teodosic'in bitime 3 saniye kala 24 saniye süreleri dolarken hiç telaşa kapılmadan son derece bilinçli ve yaklaşık 8-8,5 metreden attığı ölümcül şut herşeyi bitiren basket oldu.

Gazı alıp Türkiye maçını beklemey başladık. Slovenya'yı geçeceğimizi tahmin etmekle birlikte Lakovic-Dragic ikilisinin performansını merak ediyordum. Nitekim özellikle Dragic ve Nachbar ile etkili başladı Slovenler oyuna. Ancak bu etkinlik sadece 5 dakika sürdü ve ilk periyodun ortalarından itibaren takımımız sazı eline aldı. Turnuva boyunca başarılı bir şekilde yaptığımız baskılı alan savunması bu maçta adam adamaya döndü ve belki de bu Slovenlerin hiç beklemediği birşeydi.  Dakikalar geçtikçe oyuncularımızın oyun iştahı artarak devam etti.

Kısaca aslında maç ikinci periyodun sonunda sona ermişti. Tekniğe taktiğe sığmayan bir açlıkla oynadı takımımız. Geçen yıl haketmediği bir şekilde elendiği ve 5-8 maçları sonunda tüm konsantrasyon kaybıyla sekizinciliğe mahkum olduğumuz Avrupa Şampiyonası'nın acısını çıkarmaya yeminli gibiydiler. Fransa maçının üçüncü çeyreği bittiğinde skorbordda 71-45 yazıyordu. Dün ise daha da vahim, tam 28 sayılık bir fark vardı üçüncü çeyreğin sonunda.

Tarihe canlı tanıklık ettim bir kez daha. Çok mutluyum ve Cumartesi salona gitmeyi dört gözle bekliyorum. Maç sonunda Ömer Onan'ın söylediği çok doğru birşey vardı. Geçen yıl da bu kadar istekli ve iyiydik ancak şanssız Yunanistan maçından sonra konsantrasyonumuzu tamamen kaybettik. Aslında o günlerdeki iyi oyun 2010'daki başarının da sinyaliydi.

Tanjevic'i hep eleştirdik rotasyonu abartıyor diye ama bugün bu takım 12 kişi ile oynuyorsa ve her maç bu kadar diri kalabiliyorsa en az 10 kişinin bayağı dağılımlı süre alıp takıma katkı sağlamasından dolayı bunu başarabiliyor. Bu yol artık altın madalya yolu, başkası da olur, başarıdır ama bizi kesmez.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Umuda Yolculuk Güzel Başladı






















Kazakistan karşısında aldığımız 3-0'lık galibiyet Belçika maçına bir ölçü değildi klişesi çerçevesinde aslında görmemiz gereken nasıl kolay pozisyon verdiğimiz gerçeğini görmezden gelmek olmazdı. Nitekim Kazakistan gibi 5. sınıf bir takıma verdiğimiz pozisyonlar Belçika maçında gol olup döndü kalemize.

Geri gelip maçı verdik, sonra tekrar geri aldık ama açıkçası yediğimiz gollerde ne kadar defansiz zaaflar gösterdiysek Arda'nın galibiyeti getiren golünde de o kadar şanslıydık. Öte yandan koca bir 45 dakika aslında Hiddink'in Tuncay'ı forvete çekip rakibin göbeğini onun yapacağı koşularla dağıtma planı işlemeyince ikinci yarı bu takımın gerçek forveti Semih'e dönmesiyle kalan 45 dakikada atılan 3 gol ise ümit verici bir durum bizim adımıza.

İlk yarıdan tek farkı Tuncay'ı kanata yakın bir pozisyona kaydırıp, Semih'i forvetin en uç noktasına koymak oldu Hiddink'in taktik planında ama işledi. Tuncay rakip defansı kendi üzerine çekerken Semih o alanda etkili olma imkanı buldu.Hücum hattındaki bu hareketlilik Hamit'in de daha fazla alan bulmasına yaradı. Takımın sağ kanadı açısından Gökhan Gönül'ün daha erken girmesi belki de rakibi daha erken çözmek anlamında bir hamle olabilirdi ama geç de olsa bu hamleyi de gördük Hiddink'ten.

Oyuna başlangıcı orta şeker ama müdahaleleri yerinde oldu Hollanda'lı teknik adamın. Velhasıl 6 puan cepte ve Belçika 0 puan ile başladı. Almanya maçından çıkacak bir beraberlik yolu yarılamak anlamına gelir. Şimdi hesaplar tamamen bunun üzerine yapılmalı. Ama defanstaki sıkıntılara acil çözüm bulunması şartıyla. Onur ne kadar yetenekli olursa olsun henüz Milli Takımı'n kalecisi değil. Bunu net bir şekilde gösterdi.

Topun durması bizim için tehlikeli. İlk golde Servet'in Van Buyten'e vurdurduğu kafa kadar Onur'un kalesini her iki golde boşaltması geri dönülmez hatalar. Geri döndüysek şans da yanımızda olduğundan.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Yürüyoruz






















Dün akşam Sinan Erdem'den üçüncü periyodun sonunda çıkmadıysam bunun iki nedeni vardı. Birincisi basketbolcularımızın maç sonundaki kutlamasını izleyebilmek, ikincisi ise ilk kez gittiğim Sinan Erdem'in büyülü atmosferi.

Üçüncü çeyrek Ömer'in tiplemesiyle 71-45 bittiğinde maç da bitmişti zaten. Eğer aynı oyun disipliniyle devam etseydik Fransa 60 sayıyı bulamayacaktı ki son çeyrek onların istediği "koş koş ata" dönünce maç sonu fark 18'e kadar geriledi. Maçı başından sonuna kadar domine eden Milli Takımımız son derece atletik ancak atletik olmak dışında hiçbir özelliği olmayan Fransız takımını parkeye gömdü. Hidayet turnuvanın başından beri ilk kez sayı yükünü sırtlayıp üç çeyrekte 20 sayıyı buldu. Sinan'ın ekstra katkısı yadsınamaz düzeydeydi. Pota altını belki de en az domine ettiğimiz maçlardan biriydi ve gerek de kalmadı zaten.

Fransızların yaptığımız baskılı alan savunması karşısında yüzdeli dış atış yapması ya da içeri drive ederek savunma dengesini bozması gerkiyordu lakin her ikisini de beceremediler. Diaw'ı son derece ağır buldum, televizyondan izlediğim Diaw daha hareketli ve zayıftı, dün akşam izlediğim ise en az benim kadar göbekli.

Türkiye'nin rakibi Slovenya çeyrek finalde. Elbette bugüne kadar oynadığımız takımlar içerisinde hepsinden daha zorlu ve en çok Yunanistan ile benzerlik gösteren bir ekip. Ama kendi ülkemizde saha seyirci ve hakem avantajıyla bu turu da geçeceğimizi söyleyebilirim. Kabul etmek gerkir ki turnuvanın en sert savunmasını yapıyor olmamızın bir nedeni de evsahibi olmamız. Bu da bir turnuvaya evsahipliği yapmanın ne kadar büyük bir avantaj olduğunu gösteriyor. Zira bu turnuva Fransa'da da olabilirdi. Ama bugün itibariyle dağ başını duman aldı, takımımız finale doğru alıyor. Tanjevic bu turnuvayı kazanırsak tüm bu koşullar altında bir Hollywood hikayesi yaratacak kadar muhteşem bir iş çıkarmış olacak. Bu sefer hasta adamı ayağa kaldıran basketbol olma yolunda.

Sinan Erdem'den ayrıca tekrar bahsetmemek mümkün değil. Orası artık Türkiye'nin yeni baskebol mabedi. Bir de fiyatların Abdi İpekçi ile bu kadar farklılık göstermesi düşündürücü. 5 TL'ye çay içtiğiniz Abdi İpekçi ile aynı fiyata Sinan Erdem'de 5 su bir de limonata alıyorsunuz. Burası Türkiye, arasında 10 km yok ama on kat daha ucuz.

1 Eylül 2010 Çarşamba

Yobo Dobo Dooo!

Arsene Wenger'in ağzından: "bir Brezilyalı iyidir, iki Brezilyalı risklidir, üç Brezilyalı teknik direktörü işinden ettirir". Usta teknik adam böyle der ancak fytbol adamları tarafından Afrikalı'lar için söylenmiş bir söze rastlamadım ben.

Fenerbahçe Yobo transferi ile kadrosuna üçüncü Afrikalı oyuncuyu da katmış oldu. Böylece kadroda kalan 4 Brezilyalı gözönüne alındığında bayağı fena bir durum varken 3 Afrikalı ne anlama gelir. Arsene Wenger'in deyimiyle Brezilyalı açısından felaket olan rakam Afrikalı'lar açısından bakıldığında ne durumda peki?

Buna ilişkin bir söz bulamadığımıza göre biz yazalım o zaman: "Bir Afrikalı yarar, iki Afrikalı risklidir, üç afrikalı Afrika Kupası başladığında takımı dımdızlak bırakır". 2012'ye çok daha uzun bir zaman varmış gibi gözükebilir ama bir bakmışsınız yumurta kapıya dayanmış.

Beşiktaş Fatih'in Tekkesi Olursa






















Beşiktaş santrafor ihtiyacını yabancı futbolcu ile çözemeyince işi yerli bir oyuncu ile bitirmeye karar vermiş. Fatih Tekke Beşiktaş yolunda gözüküyor. Transfer doğru bir hamle mi çokça tartışabiliriz ancak ben konuya yeni bir boyut getirmek taraftarıyım.

Fatih Tekke'nin golcülüğü ve yetenekleri konusunda kimse laf edemez, eden de taş olur. Ancak kişiliği konusunda kendisine çok yakın kişilerce aktarılanlar var ki bu fena. Fatih Tekke'yi dinlediğim kişinin ağzından yazacağım:

"Fatih öyle yeteneklerle bezenmiş bir adamdır anlatamam. Golü adeta koklar ve müthiş bir gol vuruşu becerisi vardır. Rusya'da Zenit formasıyla tutunamamasının nedeni ise kişiliğidir. Fatih Trabzon'da da çok çabuk morali bozulan ve kaprisli bir adamdı. Ancak orada tolere ediliyordu. Bazen canı sıkılır ve onu sahada 90 dakika boyunca göremezsin. Rusya Ligi'nde ise kimse onun kaprislerine katlanmaz, katlanmadı da. Bundan birkaç yıl önce Zenit Fatih'i Trabzonspor'a neredeyse bedelsiz denilecek bir rakama verecekti ama Trabzonspor bu adamdan o kadar bezmişti ki bu şekilde dahi geri almak istemediler".

Yıldız oyuncu kaprisi diyebilirsiniz, fazla abartılı da bulabilirsiniz. Ancak Fatih Tekke iyi yönetilmesi gereken bir oyuncu benim onun hakkında duyduklarıma göre. Beşiktaş bu transferi gerçekleştirise iyi mi eder kötü mü zaman gösterecek.

Türk Hava Yolları

Muhteşem bir basketbol gecesiydi. Maça ideal beşi ile başlayan Türkiye'de hesaplar Spanoulis'in durdurulması üzerine kurulmuştu. Zira Hidayet ile Diamentidis maç boyunca birbirilerini yiyecekler ancak Spanoulis iyi savunulmadığı takdirde ciddi bir sayı tehdidi oluşturacaktı.

Tanjevic uzunlarımıza fazlasıyla güveniyordu Yunanistan karşısında. Etkili her pick&roll'ün ağır Yunanistan uzunları karşısında sayı ile sonuçlanacağının farkındaydı. Takım ve özellikle Kerem Tunçeri de farkında olsa gerek ki bu pick&rollerin büyük katkısıyla iki uzunumuz Ömer Aşık ve Semih Erden toplam 24 sayı ürettiler. Stratejinin en önemli ayağında ise Ömer Onan hiç faul problemine girmeden Spanoulis'i sahadan sildi. Savunmada sadece Schortsanitis eşleşmesinde sıkıntı yaşayan Milli Takımımız bunu da oyun içerisinde Oğuz Savaş ile çözdü. Ersan da patlama yapınca farka ulaşmış olduk.

Hidayet yine attığınan fazlasını kaçırdı ama savunmada iyi iş çıkarırken özellikle dördüncü periyotta çok kritik bir üçlükle rakibin umutlarını kıran isim oldu. Hidayet'in oyun boyunca yaptıklarından çok kırılma anlarında yaptıklarına bakmak gerekiyor. Çünkü topun en el yaktığı anlarda Ersan dahi tereddüt yaşarken sorumluluğu alan isim oluyor.

Çok önemli bir galibiyet bir anda takımımızı turnuvanın favorilerinden biri haline getirdi. Yine de bugün Zanardi nickli bir arkadaşımın yorumunu es geçemeyeceğim. Bu oynanan maçlar gruptaki klasmanı belirliyor ve gruptan birinci dahi çıksak diğer gruptan gelecek dördüncü ile seviye anlamında bir farkımız yok. Olmayacaktır da...Bu nedenle benim baktığım pencereden yarıfinale giden yolda A.B.D ya da Brezilya eşleşmek arasında da bir fark yok, ya da Arjantin, İspanya, Fransa, Yunanistan...

Esas turnuva gruplardan sonra başlayacak ve buraya mümkün olduğu kadar diri gitmemiz gerekiyor. "Maskeli Süvari'nin" bu turnuvanın karesi olabilmesi için grupların arkasındaki maskeyi indirip şimdiden final hayalleri kurmadan adım adım ilerlemek gerekiyor.