31 Mart 2009 Salı

Rafa Eto'yu İstiyor


Eto ile ilgilenenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. En son dedikodu Liverpool'un Eto için 18 milyon poundu gözden çıkardığı. Barcelona'nın bu yaz Eto'yu gözden çıkarıp çıkarmayacağı biraz da bu sezon alınacak sonuçlara ve David Villa transferine bağlı gözüküyor.

Önce Yenilmeyeceksin, Sonra Amansız Ol İstersen


İstanbul'da İspanya karşısında grup mücadelesindeki en kritik maça çıkacağız. Rakibin son 31 maçta yenilmemiş olması, buna karşılık bizim galibiyete olan ihtiyacımız da eklenince gerek futbolcuların gerek spor basınının gerekse biz taraftarların üzerindeki baskı kendisini ister istemez daha fazla hissettiriyor.

(Matadorlar hazır kıta Türkiye'nin bir boğa gibi saldırmasını bekliyor)

Açık söylemek gerekirse ben de birçokları gibi ilk maçtan daha umutluydum. Zira kendi evimizde ister istemez daha fazla hücuma yönelik oynama isteği yüzünden kendi yarı alanımızda bırakabileceğimiz derin boşluklar bu konudaki endişemi artırıyor. Öte yandan Fatih Terim nasıl bir strateji ile bu maça çıkacak tahmin etmek de güçlük çekiyorum. İlk maçtaki doğru onbir ve saha içi yerleşimi ikinci bir doksan dakikanın getireceği yük ve mutlak 3 puan zarureti nedeniyle değişecek. O zaman ilk maçta neleri yapamadık veya yanlış yaptık bunların üzerinden gidelim. Ve her bir madde için bu maçta neleri yapmalıyızı belirtelim.



İlk maçtaki en büyük sıkıntımız Milli Takım'ın maçın ilerleyen saatlerinde giderek düşen temposu oldu. Bunda ise temel etkeni önceki maç için yaptığım analizimde de olduğu gibi Semih değişikliğine bağlıyorum. http://futbolmanya.blogspot.com/2009/03/satranc-del-bosque-kazand-ispanya-1.html . Herkes Semih varken ikinci yarının ilk on dakikasında da aynı tempo düşüşünden bahsedebilir ama özellikle ikinci yarının ilk on - on beş dakikası berabere giden bir maçta özellikle deplasman takımları açısından hele ki İspanya gibi bir takımla oynuyorsanız kırılma eşiği sayılabilir. Tam da bu kırılma dakikalarında yapılan bir değişiklik sonucu golü akabinde yemiş olmamız düşündürücü. Eğer biraz daha dayanabilsek kontra pozisyonlar yakalayabilirdik ki bunun da sinyallerini pozisyona dönüştüremedik ama birkaç kez verdik. Ben bu maçta daha kapalı oynayan bir İspanya bulacağımızı sanmıyorum, onlar yine kendi oyunlarını oynayacaklar. Öyleyse Semih'in mümkün olan en uzun süre sahada kalmasına ihtiyacımız var.


Sergio Ramos maçın başından sonuna kadar giderek artan bir tempo ile oynadı. Öyle ki maçın son bölümünü tamamen ceza sahamız ve çevresinde geçirdi. Buna karşılık Arda yeterli performansı gösteremedi. Giderek düşen temposu oyundan çıktıktan sonra ortadan kalkan tehdit nedeniyle Sergio Ramos için bulunmaz bir fırsat oldu. Bu kanatta son dönemlerdeki başarılı performansı ve yüksek fizik kondüsyonu nedeniyle Tuncay'ı kullanmak, Arda'yı ise sağ kanatta başlatıp mücadelesini sürdürebildiği müddetçe oyunda tutmak en makul çözüm. Mevcut kadroda Arda ikinci yarıda Sabri ile değişebilir ya da tam tersi bir taktikle Arda hemen ikinci yarının başında oyuna sürülebilir. Böylece daha diri bir Arda'nın etkinliği de artar. Ama bu haliyle bu maçı 90 dakika çıkarması mümkün değil.


(Torres Xabi'ye ne yapması gerektiğini anlatıyor: Abi sen Emre'yi ilerde görünce hemen bana uzunlamasına gönder topu)



90 dakika boyunca Emre ve Aurelio çok fazla defansa gömülü oynadılar. Ancak İstanbul'da bu durum böyle olmayacak. En azında biri ki bu da muhtemelen Emre olacaktır daha fazla ileri çıkacak. Gömülü oynadıkları için o çok korktuğumuz defansın arkasına atılacak toplar konusunda neredeyse hiç sıkıntı yaşamadık. Bu nedenledir ki Xavi'de kendi sağ kanadına yığdı oyunu. Nitekim İspanyollar için asıl maden buradaydı. Bu sefer ileriye çıkacak olan adamımız ister Emre, ister Aurelio olsun dönen toplarda Xavi'yi mutlaka kontrol etmesi gerekiyor. Muhtemelen bu tempoyu Emre kaldıramayacağı ama ileriye dönük oynama özelliklerinden dolayı ikinci değişiklik maç içerisinde onun için gözüküyor. Ayhan ilk onbirde başlayabilir ve Emre ikinci yarıda daha diri olarak sahaya sürülebilir ya da oyunun ilerleyen dakikalarında Emre oyundan alınarak Ayhan sahaya sürülebilir.

Nihat'ın henüz hazır olmadığı görüşü bende de var. Top ayağına geldiğinde rakibi tehdit ediyor ama hala yeterince güçlü değil. İşte tam da bu noktada belki de evimizdeki maça tek forvetle çıkma ihtiyacımız beliriyor. Zaten hücumlarda Arda ve Tuncay gibi kanat oyuncuları ile 4-3-3'e dönebilecek bir yapıya sahipken Nihat'lı bir çift forveti zorlamanın hiç anlamı yok.



Fatih Terim'in Emre Aşık'ta bir problem yaşamadığı sürece yapabileceği hamleler bununla sınırlı. Daha fazlası biraz fantezi gibi duruyor. Hoş Fatih Terim sürpriz yapmayı sever ama bu maç koşulları itibariyle çok da sürprize açık gözükmüyor. Gökhan Ünal değişikliği için bile...

Dolayısıyla aslında Fatih Terim tempoyu yüksek tutarken oyuncuları ekonomik kullanmak zorunda. Bu nedenledir ki değişiklik opsiyonları yine Arda-Sabri, Emre-Ayhan ve ikinci yarıda oyuna dahil edilebilecek bir Nihat'tan öteye geçemez. Oradaki saha içi düzen kötü müydü? Bence değil, taa ki tekere çomak sokulana kadar. Burada amacım Fatih Terim'in taktiksel olarak yaptığı hamleleri eleştirmek değil çünkü yine http://www.futbolekstra.net/ adresinde Euro 2008 öncesi ve süresince onun taktiksel zekası ve liderliği üzerine yazdığım yazıları okuyanlar zaten biliyor. Ama mevcut şartlar altında Fatih Terim'in elindeki sınırlı malzemeyi çok da fanteziye kaçmadan değerlendirmek zorunluluğunun altını çizmeye çalışıyorum.

İspanya çok güçlü ama yenemeyiz diye peşin bir hüküm de yok. Şartlar bunu zorlaştırıyor ama bu ve benzeri şartları sıklıkla deneyimlemiş bir ekibimiz var. Öte yandan Bosna Hersek'in aynı gece Belçika karşısında alacağı muhtemel bir üç puana karşılık yenilmememiz ve en azından 1 puan çıkarmamız da çok önemli. Bu durum bize kalan tüm maçlarımızı kazanma zorunluluğu getirir ki bunu İspanya'yı yenmekten daha kolay yapabilecek bir takıma sahibiz. Günün modası amansız ol ama biz bir zamanlar Fatih Terim'in ağzından hiç düşmeyen başka bir lafıyla kapatalım yazıyı: Yenemezsen yenilme!

Pique'nin Türkiye Maçı Değerlendirmeleri


Gerard Pique röportajından satır araları:

- Mükemmel bir oyun oldu, Türkiye karşısında galip gelmemiz ve pozisyonumuzu daha da güçlendirmemiz önemliydi (Sadece kendi pozisyonlarını güçlendirmediler,Del Bosque'nin ağzından hiç düşürmediği Bosna Hersek'in galibiyeti sonucu bizi de ateşe attılar).

- İlk resmi maçımda gol attığım için herkes beni tebrik etti (Bu da bize kısmetmiş).

- Top önce beni geçti ve tekrar sekerek geri geldi, bana da sadece topa dokunmak kaldı (Topun sektiği adam Sergio Ramos, yani iki defans oyuncusu altıpasın içerisinde kalemize en yakın pozisyondaydılar).

- Bu tip zor maçlarda oynayıp kazandıktan sonra kendini iyi hissediyorsun. Defansta iyi bir perfromans sergiledik gerçek olan şu ki skor üretememeleri kazanmamıza yardımcı oldu (Maçın ilk yarısından sonra her geçen dakika düşen performansımızın bu sözlerde etkisi büyük olsa gerek).

Yaşlı Kurt ve Yaşlı Kadın



1 Nisan'da oynanacak İtalya - Serbest İrlanda maçı bir İtalyan için çok daha fazla anlam taşıyor. 70'li yaşlarını yaşayan bu ihtiyar kurt (Arogones'te 70'lerinde ama bu adam bir başka) eleme grubunda rakibinin 4 puan arkasında grup liderliği iddiası zayıflamış da olsa en azından ikinci bitireceği gruptan çıkarak Dünya Kupası'na gitma hayalleri yaşıyor.



"En çok sevilen İtalyan koçlardan biri olduğumu hissediyorum" demiş, en azından benim için geçerli bir ifade. Lippi ile birlikte en sevdiğim iki İtalyan'dan biri ama o ilk gözağrım. Birçoğumuz onun saha dışındaki meziyetlerini bilmeyiz ama o aynı zamanda çok iyi bir mim oyuncusu, yani pandomim yapıyor. Günümüzde İtalyanlar -gerçekte, genel planda Latinler- hala kendilerini jest ve hareketlerle ifade etmekte tüm diğer etnik gruplardan ileride ve üstündürler. Bu sanatın ortaya çıkışının ardında şöyle bir hikaye var; Uzun zaman önce İtalya'nın güneyinde zorba bir tiran varmış. Yaptığı kötülüklerden dolayı halkın ayaklanacağı korkusuyla yaşarmış. Ayaklanmayı engellemek için de, konuşanlara ölüm cezası vererek, çok uzun bir süre insanların birbirleri ile konuşmalarını yasaklamış. Böyle olunca da halk, düşünsel ilişkilerini işaretler, jestler ve hareketler yoluyla kurmayı öğrenmiş...



Bu nedenledir ki İtalyanlar konuşurken en çok mimik kullanan ve bunu gayet başarılı ve sevimli şekilde yapan bir millettir. Tıpkı bizim İtalyan koç Trapattoni gibi. Ama bu adamın bir başka özelliği saha içine hükmetme konusunda daha da yetenekli olması.



Futbolculuk yıllarında uzun süre Milan forması giydi ama Trapattoni'yi bu kadar çok sevmemin nedeni benim sıkı bir Juventus taraftarı olmam onunda gelmiş geçmiş en sıkı Juventus teknik direktörü olması. 1976-86 ve 1991-94 yılları arasında bu takımın teknik direktörlüğünü yapan Trapattoni'ni en büyük başarıları da siyah beyazlılarla kazandığını biliyoruz. Sadece Juventus'la kazandığı başarılar gözönüne alındığında ki beni en çok burası ilgileniriyor, yaşlı kurtun yaşlı kadınla geçirdiği yıllara şimdiki adıyla bir Şampiyonlar Ligi, bir ikincilik, bir Kupa Galipleri Kupası, iki UEFA Kupası, iki UEFA Süper Kupası, 1 Kıtalararası Şampiyonluk, 6 Serie A şampiyonluğu ve 2 İtalya Kupası sığdırdığını görüyoruz.



Yaşlı kurt yaşlı kadın için her zaman en ideal eş oldu. İkisi de yaş aldıkça daha bir güzel, daha bir sıcak geliyorlar gözüme. Ne Alex Ferguson'lu Manchester United'ı, ne Wenger'li Arsenal'i bu kadar çok sevdim. Futboldaki ideal evlilikti Juventus ile Trapattoni'nin birlikteliği.

30 Mart 2009 Pazartesi

Rüya Takımlar - Liverpool

Independent Gazetesinin Rüya Takımlar seçimlerine Liverpool ile devam ediyoruz. Üzerine bir film yapılacak takım için tam da zamanıydı bu yazıyı yazmanın.
Kaleci: Ray Clemence

Benim izlediğim en efsanevi kaleci Bruce Grobbelar'dır. En azından penaltı vuruşları esnasında. Clemence'i izleyemedim, yaşım müsait değildi. 1968-81 yılları arasdında 666 kez bu formayı giyen Clemence 70'li yılların o efsane kadrosunda yeralmış önemli bir isim. Bu forma altında Premier Lig ve Avrupa'da kazanılmış toplam 12 kupası var.

Sağ Bek: Phil Neal


Northampton Town'da 23 yaşına kadar forma giydikten sonra kırmızılara katılmış ve bu forma altında 648 resmi maça çıkmıştır. Ardarda hiç sakatlanmadan 417 maça çıkma gibi inanılmaz bir rekora sahiptir. Bu forma altında bir sağbek için muhteşem sayılabilecek bir gol sayısına ulaşmış ve 60 gol atmıştır. Günümüzde bu rakama ulaşan bir sağbek var mı bilmiyorum.

Defans: Alan Hansen



1977-91 yılları arasında forma giydiği Liverpool'da 623 kez forma giymiş, 3 Avrupa Kupası, 8 Premier Lig, 2 FA Cup ve 4 Lig Kupası kazanmıştır. Buna karşılık her sezon başına ortalama 1 gol gibi mütevazi bir istatistiği de bulunmakta. ama o daha çok defansif anlamda bir zanaatkar olarak tanınıyor.

Defans: Mark Lawrenson



Hansen ne kadar ekonomik oynayan bir oyuncuysa Lawrenson'da tam tersi. Sekiz yıl giydiği Liverpool forması ile 332 resmi maça çıkan Lawrenson bu forma altında 1984'te Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası dahil on kupaya sahiptir. İnatçı yapılı bu İrlandalı rakip forvetlerinde korkulu rüyası olmuştur.
Sol bek: Alec Lindsay


Onun için sol ayağı ile portakalı soyabilecek yeteneğe sahip derler. 1969-77 yılları arasında 248 kez giydiği Liverpool forması ile Lig şampiyonluğu, FA Cup ve UEFA Kupası kazanmıştır.

Sol Kanat: Billy Liddell

İzleyen varsa beri gelsin. 1938'den 1960'a kadar kırmızıların formasını giyen Liddell 537 maçta tam 229 gol atmıştır. Efsane Matt Busby tarafından Liverpool'a 23 yaşında getirilen Liddell için fotografta da anlaşılacağı üzere inanılmaz güçlü bacaklara sahip olduğu söylenir.
Orta Saha: Graeme Souness

Nam-ı değer Kadıköy Fatihi. 7 yıllık bir Liverpool kariyeri ve 358 maça sığdırılan 58 gol. Onun oyunu bir kemancının zerafeti gibidir. 1982'en 84'e kadar üstüste 3 toplamda 5 Premier Lig Kupası'na, 4 Avrupa Kupası ve 4 Lig Kupası eklemiş bir futbol sanatkarı.
Orta Saha: Steven Gerrard
Bana göre şu anda dünya futbolundaki en büyük yıldız. Bu karşılaştırmaya Messi ve Cristiano Ronaldo da dahil. Başka söze gerek yok.
Sağ Kanat: Kevin Keagan

Asıl yeri orta sahanın sağı ama mecburen kanada koyduk. Liverpool efsanelerinin başında o gelir. 7 yıl forma giydiği Liverpool'da 323 maçta 100 gole imza atmıştır. Billy Shankly tarafından 35.000 pounda 1971'de Liverpool'a getirilmiştir. O yıllarda tanıdık bir isim John Toschack ile mükemmel bir uyum yakalamışlardır. Kop tribünleri için bir Pop Star ya da idol olan Keagan efsanesi 1977 yılında Hamburg'a transferi ile sona ermiştir. Liverpool ilk Avrupa Kupası'nı Keagan'lı kadrosu ile kazanmıştır.
Forvet: Kenny Daglish

Keagan'dan 7 numaralı formayı devraldığında Liverpool ligi ve Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı yeni kazanmıştı. Bu formayı üzerine geçirdikten sonra 515 maçta 172 gole imza attı. Ian Rush ile muhteşem bir ikili oldular. 8 Premier Lig, 2 FA Cup, 4 Lig Kupası ve 3 Avrupa Kupası bu listede yeralması için fazlasıyla yeterli.
Forvet: Ian Rush

660 maç 346 gol, onun forma giydiği yıllarda ne yazık ki mazlumu tutma hevesimden dolayı Everton taraftarıydım. Sonradan Liverpool'u sevenlerdenim ben. Ama bu adamı hep sevdim. En baba takımım Juventus'ta geçirdiği bir sezonda dahi. Daglish'le uyumları sayesinde Liverpool'u başarıdan başarıya taşıdılar.

Dünya Kupası Elemelerinde Trajedi



Haftasonu Fildişi Sahilleri'nin Dünya Kupası eleme maçında stada biletsiz giren seyircilerin yarattığı izdiham sonucu yirminin üzerinde seyirci ölürken, yüzün üzerinde yaralı olduğu bildirildi.



Polis'in seyirciler üzerine göz yaşartıcı sprey sıkmasıyla panikleyen seyirciler kaçışırken birbirilerini ezdiler. Abidjan's Felix Houphouet-Boigny Stadyum'unda yaşananlar bir ilk değil. Daha öncede Afrika'da oynanan maçlarda benzer olaylar yaşanmıştı.

Tüm bu trajediye rağmen oynanan maçı Malawi karşısında Drogba'nın iki golüyle Fildişi Sahilleri 5-0 kazandı.


Ben daha çok FİFA'nın Afrika'da yaşanan bu tip olayların sonuncusu hakkında nasıl bir yaptırım uygulayacağını düşünüyorum. 2010'da G.Afrika'da düzenlenecek Dünya Kupası öncesi fazlasıyla üzücü bir olay.

28 Mart 2009 Cumartesi

Satrancı Del Bosque Kazandı: İspanya 1 - Türkiye 0



Fatih Terim İspanya'yı çok iyi analiz etmiş. Bunu oyun başladıktan sonra net bir şekilde gördük. Ancak daha önceki maçlarda oyuna kötü başlayıp Fatih Terim'in doğru müdahaleleri ile sonuca gitmesine alıştığımız Milli Takım bu sefer Fatih Terim'in yanlış hamlesi ile kaybetti.



Oyunun ilk on on beş dakikalık bölümünde net bir şekilde gördük ki Fatih Terim özellikle Pique ve Albiol'un üzerine baskı yaparak defanstan orta sahaya pas trafiğinin önüne geçmek istemiş. Bunda da Milli Takım oyuncuları ilk yarı boyunca başarılı oldu. Özellikle Capdevila'nın kanadında Tuncay ile etkili hücumlara imza attı Milli Takım. Daha oyunun başlarında Nihat ve Semih ile girilen iki pozisyon vardı ki bu pozisyonlar ilk yarının da en etkili pozisyonları oldular. Casillas her iki pozisyonda da köşeye giden toplarda adeta uzadı. Buna karşılık Arda'nın oynadığı sol kanatta hem ofansif hem de defansif olarak etkinlik sağlayamadık. Arda'nın çok fazla içeri deplase olmaya çalışması zaman zaman sağ kanada kadar gelmesi, topun rakibe geçtiği anlarda İbrahim Üzülmez'in bu bölgede yalnız kalmasına neden oldu. Sergio Ramos'un bindirmeleri ve Xavi'nin oyunu bu kanada yığması sonucu İspanya devrenin son bölümünde daha etkin gözüktü. Milli Takım'ın en önemli artısı bu bölümde dahi rakibe pozisyon vermemesi oldu.



Oyunun ikinci yarısında İspanya'nın topa daha çok sahip olduğunu ancak temponun düştüğünü gördük. İlk yarının en iyi ismi olan Semih'in 60.dakikaya gelinirken oyundan alınmasını garipsedim. Ayhan'ın oyuna girmesi orta sahayı kalabalıklaştırmak adına yerinde bir hamle gibi gözükse de birkaç dakika sonrasında bir yan topta gelen gol Semih'e daha çok ihtiyaç duyduğumuz dakikalarda bir dezavantaja dönüştü. Torres'in düşüşüne çok ucuz çalınan bir faul düdüğü ile bu kadar dengede giden bir oyunda biz yine yan top hastalığımıza yenik düştük.



Maçtaki ikinci hamle Del Bosque'den geldi ve gol sonrası sahanın en kötüsü David Villa'yı oyundan alarak Mata ile o da orta sahayı beşledi. Bu hamle de orta sahada kalabalıklaşarak oyunun etkinliğini kendi lehine çevirmek isteyen Fatih Terim hanesine taktiksel bir hata olarak yazıldı. Zaten son on beş dakikaya girilirken Gökhan Ünal'ı oyuna alıp orta sahayı tekrar dörtlemesi bunu kanıtlar nitelikteydi. Bu hamle İspanya'nın topu daha çok kontrolüne almasından başka bir işe yaramadı. Semih'in katkısı aslında kendisine gelen her topu sağa ve sola deplase olan oyunculara aktarması ya da topu tutarak orta sahanın zaman kazanmasını sağlamasıydı. Oyuncu değişikliği, zaten top trafiğini çok iyi yöneten İspanyollar'ın tüm kontrolü ele geçirmesine yaradı.

Öne geçtikten sonra bu pas trafiğini o kadar iyi yönettiler ki sahadaki onbirin tekrar geri dönme teşebbüsünde bulunmasına dahi imkan vermediler.

Ben Emre Aşık, Gökhan Gönül ve oynadığı bölümde Semih'i çok beğendim. İspanya'da ise Xavi ve Sergio Ramos göze batan isimler oldular. Maçın sonucunu değerlendirirken aslında neredeyse hiç pozisyon vermemiş olmamazı gözardı etmemeliyiz. İlk yarıda hücumda yakaladığımız zenginliği ikinci yarı ile birlikte yakalayamamış olmamamızı ve golü yedikten sonra rakibin bir daha bize top göstermemesini ise iyi değerlendirmeliyiz. Dört gün sonra İstanbul'da bir randevumuz daha var. Ve Puyol'suz rakibin defansı aslında hata yapmaya çok müsait.

Son bir not: Türkiye'de adını Yeniköy kasabına çıkardığımız adam taktiksel anlamda maçı çok iyi yönetti.

55 Yıl Sonra Bir Mart Gecesi



55 yıl önce 1954'te 2-2'lik beraberlik sonrasında Franco'nun çektiği kura ile İspanya'yı eleyip Dünya Kupası'na gitmiştik.

Hangisi Kazanacak?



Top Fatih Terim'in ayağına daha çok yakışıyor, ama Del Bosque'de kendinden emin poz vermiş.

27 Mart 2009 Cuma

Amansız Ol



Fatih Terim basın toplantısında kendi şarkımızı söyleyeceğiz dedi. Öyle ki şarkıyı söylemeye basın toplantısında başlayarak İspanya Milli Takımı karşısında sahaya süreceği onbiri açıkladı.

Büyük bir çoğunluğun ve benim beklentimin tersine beşli bir orta saha ve tek forvet yerine çift forvetli bir düzen çıktı karşımıza. Semih ve Nihat'tan oluşan forvet hattı ne yalan söyleyeyim beni Avrupa Şampiyonası'na götürdü. Terim amansız bir düzenle sahaya çıkıyor. Orta sahaya baktığımızda dörtlü bir diziliş ve beklenen oyuncular yeralıyor. Aurelio ve Emre orta sahanın göbeğinde, Tuncay ve Arda kanatlarda. Savunma hattındaki sürpriz ise Gökhan Gönül ve Emre'nin yanına defansın ortasında Hakan Balta solda ise İbrahim Üzülmez tercihi.



Şu çok net görülüyor ki bu takım Bernabeu'da cüretkar bir oyun oynayacak. Bu da maçı bol gollü bir havaya sokacak gibi geliyor bana. Ama kendi sahasında psikolojik olarak 1-0 önde başlayacağını düşünen İspanyollar maçtan bir gün önce Terim'in bu cüretkar tavrı karşısında kalelerinde bir gol gördüler. Kimse böyle birşey beklemiyordu ve herkesin aklı karıştı. Özellikle Puyol'un yokluğunda Terim'in tüm planı bu bölgede oluşabilecek zaafları değerlendirmek ve önde çift forvetle basarak rakibi kendi sahasından rahat çıkarmamak üzerine kurulu gözüküyor. Muhtemelen Del Bosque daha tedbirli bir kadro ile çıkacak şimdi sahaya. Bu da müthiş bir atmosferde oynanacak maçın İspanyollar açısından daha baskın geçmesine engel teşkil ediyor. Çünkü karşısında bütün silahlarını sahaya süren bir takım var.



Iniesta'nın da yokluğunu gözönüne aldığımızda orta sahada beşli bir hattan kaçınmak da çok mantıksız bir seçim gibi gelmedi bana. Yine de defansımızın arkasına atılacak toplar en büyük sıkıntımız. Kanat savunucularını bir kenara bırakırsak bayağı ağır bir savunmamız var. Burada da özellikle Aurelio ve Emre'nin defansın önünde gösterecekleri performans önem kazanıyor.

General Franco'nun 3F yani Fado, Fiesta ve Futbol ile İspanyol halkını uyuttuğu yıllar çok geride kaldı. Bakalım Cumartesi gecesi bu üç F'nin yerine kendi üç F'mizi koyarak İspanyolları uyutabilecek miyiz?
Felsefe: Amansız Ol

Futbol: Bol gol

Fidayda (Çorum yöresinden bir halk oyunu)

25 Mart 2009 Çarşamba

Modern Futbolda Defans ve Fenerbahçe'nin Avantajları

The Guardian'daki bir yazı etkiledi beni ve ister istemez bu analiz döküldü satırlara. Önce gazetenin haberine dönelim. İlk kez 1994 Dünya Kupası'ndan sonra Jack Charlton bir takımın en önemli hücum oyuncularının defansta oynayan bekler olduğunu dile getirmiş. O zamanlar oldukça garipsenen (kibarlık olsun diye garipsenen dedim yoksa gülünç ve saçma bulunan daha doğru olur) bu ifade zaman içerisinde Dünya Kupası'nı kazanan takımlar incelendiğinde bir gerçeklik olarak yüzümüze çarpıyor.



Bakınız 1994 Dünya Kupası'nda Brezilya takımının bekleri Franco ve Jorginho, 1998 Dünya Kupası'nda Fransa Milli Takımı'nda Lizarazu ve Thuram, 2002'de yine Brezilya'da Roberto Carlos ve Cafu. Hatta 2006 İtalya Milli Takımı'nda Grosso ve Zambrotta.

Aslında bu yazının devamı da iki iyi beke sahip olmanın herşey olmadığını ama günümüz futbolunda bu pozisyonların öneminin altını çizerek vurguluyor. Dönelim benim bu yazıyı yazma sebebime.

Yıllar önce yazdığım bir yazıda arkasını sağlama alan şampiyonluğu kazanır tezini ortaya koymuştum. Bunu da ülkemiz futbolundan örneklerle açıklamış, şampiyon olan takımların defansında göbekte görev yapan oyunculardan örnekler vermiştim. Stumpf-Falco, Högh-Uche, Ronaldo-Zago, Bülent-Popescu, Luciano-Tomas, Tomas-Song, Edu-Lugano...

Bir noktayı atlamışım sanırım, biraz önce saydığım tüm adamların özellikle duran toplardaki etkinliğini. Günümüz futboluna baktığımızda artık gelinen anlayış defansif futbolculara geçmişten çok daha fazla yük yüklüyor. Bu ikililer yerel ligimiz için ideal olsalar da dünya futbolunda tabi ki daha gelişmiş modelleri de var.




Barcelona'da oynayan Alves tıpkı Charlton'ın söylediği gibi kanat savunucusunun hücum aksiyonlarında da etkin olmasına günümüzdeki en iyi örnek, yine aynı takımda göbekte oynayan Puyol da bir defans oyuncusunun takımında aslında defans sigortası olmasının yanısıra hücum varyasyonlarında da ne kadar etkili olabileceğini kanıtlıyor. Sadece defansif özellikler değil, ofansif anlamda da katkı sağlayan oyuncular zirveye çıkıyor ve takımlarını da taşıyorlar.



Turkcell Süper Ligi'ne baktığımızda hali hazırda bu tanımlamaya en uygun dörtlü Fenerbahçe'de gözüküyor. Roberto Carlos ve Gökhan Gönül'den oluşan bek hattı Jack Charlton'ın belirttiği gibi hücum aksiyonları anlamında oldukça iyi meziyetlerle donatılmış oyuncular. Defansın göbeğinde de Lugano ve Edu oyun içerisinde çok olmasa da duran top organizasyonlarında tehlikeli oluyorlar. Özellikle bu sezon Roberto Carlos ve Lugano'nun gol sayılarına baktığımızda bu daha açık bir şekilde görülüyor. Sadece attıkları goller değil, atılan gollerde de etkinlikleri tartışılmaz. Bu sezon aynı performansı gösteremese de geçmiş yıllarda Edu için aynı şeyi söylemek mümkün. Yine Gökhan Gönül'ü tüm Fenerbahçe hücumlarında aksiyon alanının içinde görüyoruz. Modern futbolun defans oyuncuları tanımlamasına en yakın kurguya sahip olmasına rağmen bu takımın başarılı olamamasının nedeni ne peki?



Bu kadar analizi aslında bir anlamda gözle görüleni belirli bir mantıksal ve teorik açıklamaya dayandırarak yapmaya çalıştık. Sorun bu geri dörtlü ile ilerideki Semih ve Alex ikilisini birbirine bağlayacak orta sahada. Geçtiğimiz yıllarda bu bölgedeki trafiği yöneten Tuncay, Aurelio ve Appiah üçlüsünün yaptığı işi şimdilerde sadece, o da zaman zaman, Emre yapmaya çalışıyor. Oysa geçen sene sadece Aurelio'nun varlığı bile bu takımı Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalin kapısına kadar getirmişti.


(Grosso 2004 Dünya Kupası'nda İtalya Milli Takımı'nın en önemli silahlarından biri haline gelmişti.)

Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir defans hattına sahip olup, yine kadrosunda Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir forvet ve on numara varken (futbolda 10 numaralı oyuncu modeli artık kalkmıştır tezine hiç mi hiç katılmıyorum, hatta bunun kuyruklu bir yalan olduğunu düşünüyorum) Fenerbahçe'nin bu kadar kötü bir sezon geçirmesinde daha bir iki sezon öncesine kadar en iyi olduğu bölgede yani orta sahadaki etkinsizliği neden oluyor. Bunu yöneticilerin fazlasıyla düşünmesinde yarar var.

Önümüzdeki sezon transferlerinde bu bölgeye yapılması gerekiyor. Fenerbahçe sadece defans ve hücum hattını koruyarak ve orta sahasına bol alternatifli, çok koşan ve topla arası iyi olan transferler yaparak tekrar ligde ve Avrupa'da zirve mücadelesi yapabilir.

Herşeyden önemlisi bu performansı gösterebilme konusunda en az Semih ve Alex kadar defansı da önemli bir paya sahip. Tek gereken iyi bir orta saha. Sonrasında 4-4-1-1, 4-3-2-1 ya da 4-3-1-2 oynamış hiçbir önemi yok.

24 Mart 2009 Salı

Xabi Alonso Röportajı



Haftasonu Milli Takımımıza karşı muhtemel İspanya kadrosunda yeralan Xabi Alonso geçtiğimiz günlerde İtalyan bir röportaj vermiş. Röportajın konusu sezon başında gerçekleşmeyen Juventus transferi ve kariyeri üzerine. Muhabirin sorularına Xabi'nin verdiği cevaplar şöyle;

- Ortada bir gerçek var ki Juventus, Juventus'tur. İtalya'nın en büyük futbol kulübü. Yine de Liverpool formasını giymek hayalkırıklığı değil benim için.



- Juventus'a gitmedim çünkü onlar Poulsen'i seçtiler. Kazanamadıkları her maçta ismim tekrar gündeme geliyor olabilir, bu zaten futbolda olan birşey. Kulübün yöneticilerine müteşekkirim çünkü onlar dürüst davrandılar ve bana kulübün futbol anlayışının değiştiğini ve bu nedenle Poulsen'i seçtiklerini söylediler.

- Dürüst olmak gerekirse orası benim için hala çekici geliyor.

- Calciopoli'de patlayan skandal ve Juventus'un küme düşürülmesi üzücü, hiç şüphe yok ki Juventus tarihi için kara bir leke olarak kalacak. Önemli olan kulübün tekrar yapılanıyor olması.



- A.C. Milan ile İstanbul'daki maçın devre arasında sizin zannettiğiniz gibi olaylar olmadı soyunma odasında. Kimse bağırıp çağırmadı. Bu tip ritüeller hiç yaşanmadı. Birkaçımız artık tamamen bittiğine ve kaybettiğimize inanmıştı. Bu yüzden bir konuşma yapmak zaruri bir hal almıştı. Bir daha hiçbir zaman finale çıkamyacağımızı ve bu bilinçte olmamız gerektiğini konuştuk. Zaten soyunma odalarından sahaya giderken taraftarlarımızın sesini duyduk, hepsi bu.
- Avrupa Şampiyonası çeyrek finalinde tekrar İtalyanlarla karşılaşmak tarif edilemez bir duyguydu. Sonuçta sırtımızdan çok büyük bir yükü attık.

- Bana ilk kez oynama şansı veren Javier Clemente'nin yeri ayrı. Beni İspanya'ya getiren John Benjamin Toshack, İspanya Mili Takımı'ndan Arogones ve tabi La Liga'yı kazanmamıza ramak kaldığı sezon Real Sociedad'taki teknik patronum Denoueix'i unutamam.




- Liverpool'a geldiğimde kendimi gerçek bir futbolcu gibi hissettim. Bir profesyonel gibi davranmaya başladığınızda para konuşmayı unutuyorsunuz. Ama ben şanslıyım çünkü bu profesyonellik ailede var (Babası Miguel Alonso Serie A'yı Real Sociedad ve Barcelona formasıyla 3 kere kazanmış bir futbolcuydu). İyi bir rol modelim vardı.

- Dünyanın en iyi oyuncusu bana göre Messi, bu ödülü de o hakediyor.

- Vierra ve Lampard'a karşı oynamak çok büyük bir baskı, Vierra bu oyunu benzersiz bir şıklıkta oyunuyor. Lampard yüzünden en ciddi bir sakatlığımı yaşamıştım ama bunu dert etmiyorum.

- En beğendiğim golüm 4-2 kazandığımız maçta Real Sociedad formasıyla 30 metreden Casillas'a attığım gol. En beğendiğim asist ise Villa Real'i 3-1 yendiğimiz 2000-01 sezonunda Tayfun'a attığım milimetrik pasla yapmıştım.

Özlenen Tothenham


(Harry ile Tothenham rakiplerinin kabusu oldu)

Ligin ilk yarısında son sıralara demir atan Tothenham Harry Reddknap'ın göreve gelişiyle müthiş bir yükseliş yaşıyor. Şu anda Premier Lig'de onbirinci sıraya kadar ilerlediler. 21 Mart'ta Chelsea 1-0 ile, 15 Mart'ta Aston Villa'yı Villapark'ta 2-1 ile geçtiler. 31 Ocak'taki 3-2'lik Bolton yenilgisinden beri kaybetmiyorlar. Bu süreçte Middlesborough'u 4-0'la geçtiler. Hull'u deplasmanda 2-1 yendiler. Arsenal ve Sunderland'le berabere kaldılar.


(Eboue'nin korkusu gözlerinden okunuyor)

Ligin onuncu haftasına kadar son sıradalardı. 21. haftayı 18. sırada geçirdiler. Şu anda onuncu sıradaki Manchester City ile aynı puandalar. Bu tempo devam ederse ligi yedinci sırada bitirebilirler.