23 Eylül 2008 Salı

Sol Kanadın Futbol Tanrısı

Genelde Avustralya dışarıdan çok göç alır, Yunanlı, Hırvat, Türk, Asya kökenli... Her milletten insana rastlarsınız bu ülkede. Kewell ise tam tersini yapan azınlığa ait bir futbol işçisi. Futbol oynamak için Avustralya'nın onu kesmeyeceğini çok önceden görmüş ki 15 yaşında Leeds United'ın yolunu tutmuş.
Pek çoğumuz Kewell'ın daha yaşlı olduğunu düşünebiliriz ama o henüz 30'unda ve 17 yaşından beri profesyonel arenada sahne alıyor olması onu bizim gözümüzde daha yaşlı kılıyor. Leeds United'ta Viduka, Alan Smith, Rio Ferdinand, Robbie Keane, Lee Bowyer, Fowler, Olivier Dacourt ve Jonathan Woodgate'li efsane kadroda bu isimlerle beraber oynadı. Ş.L'de yarı finalde Valencia'ya 3-0 ile boyun eğip elendiklerinde Leeds'teki kariyerinin zirvesine çıktı. Ama Kewell için kendi kariyerinin zirvesi İstanbul'dan geçiyordu ve final maçında şanssız bir şekilde tekrar sakatlanmasına rağmen Leeds'te kaldıramadığı kupaya Liverpool'da uzandı.

Yine de bu küçük adam kariyerinin en güzel günlerini Leeds forması ile geçirdi. Taraftar onun için tribünlerde şu şarkıyı bestelemişti.

Posh spice is a whore
She rings a big fat jewell
When she’s shagging beckham
She thinks of harry kewell

Bu futbol dehası son günlerde çokça tartışılmaya başlandığı gibi Hagi'nin varisi değil ama futboluyla damağımızda enfes tatlar bırakacak bir Ginola. Sahada bileklerinin yumuşaklığı, raket gibi olan sol ayağı ve yakışıklılığıyla bana fazlasıyla Ginola'yı hatırlatıyor. Galatasaray'lı olsun ya da olmasın, Türk futbolseverleri onu Süper Lig'de izleyebildikleri için çok şanslılar. Eğer sakatlığı tekrarlamazsa bu şansı da doya doya yaşayabilecekler.


18 Eylül 2008 Perşembe

Kendini Aramak

Fenerbahçe Porto deplasmanında oynamadan kaybetti ama oynamadan dahi kazanma şansı vardı. Porto ortalama bir takım görüntüsünde ve Fenerbahçe şu an ki kadrosuyla dahi rakibinden üstün. Gelin görün ki bazı nedenler Fenerbahçe'nin hem ligde hem de Avrupa'da kör topal bir başlangıç yapmasına neden oldu. Peki nedir bu nedenler;

1. Öncelikle zaman, her yeni gelen teknik direktörün ihtiyacı olan şey. Arogones'i tartışmak kadar saçma birşey olamaz. Sorun onun futbolcuları tanıyacak zamana ihtiyacı olması. Şu anda deniyor ve denerken de hatalar yapıyor. Ama kimse Milli Takım hocalığı ile kulüp hocalığı farklı diye ahkam kesmemeli. O zaman Fabio Capello'nun İngiltere Milli Takımı'ndan sonra kulüp takımı yönetmemesi lazım. Ya da Scolari'nin Portekiz'in başından Chelsea'ye gitmesi abesle iştigal. Tabi ki değil...

2. Takımın uyumu henüz tam olarak sağlanamadı. Bunda Aurelio'nun gidişi sonrasında ortaya çıkan kurgu sorununun etkisi de büyük. O olsaydı bu geçiş süreci daha yumuşak atlatılabilirdi ama yok ve sancılı bir dönem yaşanıyor.
3. Takımdaki sakatların aslında ne kadar önemli oyuncular olduğunu bazıları yeni yeni anlıyor ama Deivid ( o artık tam bir sağ kanat oyuncusu ve onun varlığı Gökhan'ın performansını da artırıyor, çünkü dünya futbolunda sağ kanatta oynayıp içeri katedişleri ile oyuna bu kadar farklı boyutlar kazandıran çok fazla oyuncu yok) ve Edu (Lugano ile birlikte alternatifsiz olduğunu görüyoruz, zaten bu alternatifsizlik Fenerbahçe'nin esas problemi) kendi pozisyonlarında çok önemli oyuncular. Semih gibi her geçen gün futbolu ile yükselen bir oyuncunun sakatlığı da takımı son iki maçta ciddi şekilde etkiledi. Guiza'nın da aslında üst düzey bir oyun anlayışına sahip olduğunu düşünüyorum. Bu ikili çok tehlikeli bir canavara dönüşebilirler. Bir ay sonra performanslarına tekrar bakalım, o zaman neler olduğunu görüyor olacağız.

4. Josico için de bir geçiş dönemi ve beklemek gerekiyor. Emre ile iyi bir ikili oluşturma şansları var. Bu olmayabilir de ama şimdiden felaket senaryoları üretmek doğru değil. Üstelik Selçuk da sakatlıktan yeni döndü ve henüz istenilen düzeyde değil.

5. Colin Kazım futbol ve kişilik olarak henüz yeteri olgunlukta değil. O daha çok sonradan oyuna girecek patlayıcı güç gibi gözüküyor halen. Ama Deivid dönene kadar futbolunda ve kişiliğinde olgunlaşmaya - 2-3 ayda olur mu, çok zor - ihtiyacı var Fenerbahçe'nin.

Bu noktada önemli olan ihtiyaç duyulan zamanın sonunda Fenerbahçe'nin ligden ve Avrupa'dan ne kadar kopacağı. Bir tek Aurelio'nun varlığı bu süreci az hasarla geçirmek için yeterli olurdu ama Başkan bu konuda yaşanabilecekleri öngöremedi.

Diğer yandan bir tek futbolcunun önemi yoktur tezine hiçbir zaman katılmadım ve katılmıyorum da. Aurelio çarkın en kilit parçasıydı. Geçen sene ki kadrodan Aurelio, Semih, Deivid ve Edu yani ilk onbirin dört kilit ismi yoktu. Hatta Kezman...






16 Eylül 2008 Salı

Acaba Taş Yerinde mi Ağırdır


Berbatov geçen sene Tothenham Hotspur'da oynarken de ismi transfer söylentilerinde en çok geçen Premier Lig futbolcularından biriydi. Geçen sene ismi Manchester United ile anılırken yaptığı bir açıklamayı hatırladım: "Benim için önemli olan sahada futbol oynarken aldığım haz, ben bu hazzı Tothenham'da fazlasıyla alıyorum ve bu hazzı aldığım sürece takımımdan ayrılmaya niyetim yok".


Öyle gözüküyor ki zaman içerisinde bu hazda bir eksilme sözkonusu olmuş. Bu sene transfer döneminin bitmesine çok az bir süre kala Manchester United'a transfer olan Berbatov haftasonu ilk kez Liverpool karşısında forma giydi. 2-1 kaybettikleri maçta pek mutlu olduğunu ya da haz duyduğunu söylemek mümkün olmayacaktır ama transferde aldığı ücret ona farklı bir haz veriyordur.


Amacım Berbatov'u taşlamak değil, futbolun ticari yönünün ve transferde dönen paraların muhtemelen son derece samimi bir şekilde yapılmış bir açıklamanın üzerinden çok fazla zaman geçmeden ortaya çıkardığı sonuca ilişkin birşeyler karalamak sadece. Bu arada Premier Lig'deki ilk dört haftanın sonunda Manu'nun sadece 4 puanı olduğunu ve Tothenham'ın ise 1 puanla ligin dibine demir attığını hatırlatalım.

Tahrik


Haftasonu çok ilginç bir olaya şahit olduk. Maç boyu sinkaflı küfürlere maruz kalan Antalyaspor kalecisi Ömer maç sonunda gururlu ve mağrur bir ifadeyle Galatasaray tribünlerine dönerek iki kolunu göğsünün üzerinde birleştirip bir süre bekledi sahanın ortasında. Karşılığında da rakip taraftarı tahrik ettiği için hakem Bülent Yıldırım'dan kırmızı kart gördü.

Olaya bir de şu şekilde bakalım: Diyelim ki bu oyuncu bir Galatasaray'lı ve 1-1 biten maçın sonunda aynı küfürlere maruz kalıyor ve o da sahanın ortasında aynı hareketi yapıyor. Ya da başka örnekler de var. Mesela bu hafta oynanan Hacettepe-Fenerbahçe maçında Uğur oyundan alınırken kendi seyircisinin protestosuna elini ters bir şekilde sallayarak karşılık verdi. Aynı durumda hangi hakem kırmızı kartına başvuracaktır diye düşünüyorum ama bunu yapacak bir hakem bulamıyorum.

Öyleyse durum aslında toplumsal açıdan bir hayli vahim. Herhangi bir hareket yapmadan rakip takımın taraftarının önünde durmak bile bir tahrik unsuru. Ne kadar da tahrik olmaya hazır bir toplumuz farkında mısınız? Yabancı turistler Taksim'de yeniyılı kutlar, biz tahrik oluruz, üstsüz güneşlenir tecavüze uğrar sebebi tahrik olmamız, ülkenin belli bir aydın kesimi bir toplantıda biraraya gelir, biz din elden gidiyor diye tahrik olur oteli yakarız. Selanik'te Atatürk'ün evi bombalanmış diye ne kadar gayrimüslim varsa hepsinin evini yağmalarız. Sebebi belli, biz hep tahrik edileniz.

Ömer'e gösterilen kırmızı kartın altında aslında bu ülke insanının tahrik olmaya müsait genleri yatıyor. Futbolun üst düzeyde olduğu gelişmiş hiçbir toplumda Ömer'in açık sarı bir kart bile göreceğine inanmıyorum. Bu olay tahrikten öte gösterilen kırmızı kartla futbola yapılan bir tahrip.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Maradona'nın Ağzından

Diego Armando Maradona'nın ağzından hayatına ait küçük anektodlar:

Otomobillerim ve ben:

İnanılmaz tekniğini bu karedeki günlerine borçlu olsa gerekMaradona, ilk arabasına 18 yaşında biner. Kırmızı bir Fiat 125. 20'sinde bir Mercedes Benz'e terfi eder. Napoli'de oynarken bir Fiat 600'ü vardır. Milan'ın sahibi Silvio Berlusconi Maradona'la almayı kafasına koyar...Berlusconi, Napoli'de kaç para aldığımı sormadı bile: İki katını vermeye hazırdı! Ayrıca kentin en pahalı yeri Piazza San Babila'da bir daire, istediğim bir otomobil -öyle bir Fiat 600 değil tamam mı?- Lamborghini, Ferrari, Rolls Royce... Ne istersem! Ertesi sabah Napoli'deki herkes Milan'ın peşimde olduğunu öğrenmişti. Napoli'nin Başkanı Ferlaino, bir hediyeyle evime geldi. Siyah bir Ferrari F40! O anda, yeryüzünde bu otomobile sahip tek insandım!

Nefret Ettiğim Ünlüler:
Ben Papa'yla da tanıştım, çünkü ünlüyüm. Düş kırıcıydı. Anneme bir tespih verdi, Claudia'ya bir tespih verdi, ona verdi, şuna verdi, sonra benim sıram gelince İtalyanca olarak ‘‘Seninki özel’’ dedi. Sinirlenmeye başlamıştım. Annemden tespihini istedim, baktım, benimkiyle aynıydı! Papa'ya doğru yürüdüm, sordum: ‘‘Afedersiniz Papa Hazretleri, benimkiyle anneminki arasındaki fark ne?’’ Bana baktı, sırtıma vurdu, gülümsedi, yürümeye devam ettik. Saygısızlık, sırtıma vurdu, gülümsedi, o kadar!

Monaco Prensi Albert: Orospu çocuğu, Monte Carlo'da beni davet ettiği yemeğin parasını bana ödetti! Erken kalkması gerektiğini söyleyip gitti! Monaco'ya Caroline ya da Stephanie'yi görmek için gitmiştim, o aptal Albert'le tanıştım, üstelik bana bir servete mal oldu!

Ne Tanrısı, Diego'nun eliydi!
Maradona, 1986 Meksika Dünya Kupası'nda kupayı kazanan Arjantin takımının kaptanıdır. Arjantin finalde Almanya'yla karşılaşıp yener, ama daha önce İngiltere'yle yaptığı maç daha önemlidir; çünkü iki ülkeyi karşı karşıya getiren Falkland savaşının anıları çok tazedir...Bu maç bizim için bir final gibiydi. Çünkü, bir takıma karşı değil, bir ülkeye karşı kazanmış olacaktık. Maçtan önce futbolun Falkland (Malvinas) Savaşı'yla ilgisi olmadığını söyleyip duruyorduk ama, orada birçok Arjantinli çocuk ölmüştü, onları kuş yavruları gibi öldürmüşlerdi... Bu bir rövanş olacaktı, sanki Malvinas'ı geri alacaktık. Yaptığımız röportajlarda hepimiz de bunları birbirine karıştırmamak lazım filan diyorduk, ama yalandı hepsi, düpedüz yalan! İşte bunun için, sanırım attığım gol, golden öte bir şeydi. Aslında iki gol atmıştım, ikisinin de zevki ayrıydı.Bazen, ilk attığım, elimle attığım gol daha çok hoşuma gidiyor. O sıralarda söyleyemediğimi şimdi söyleyebilirim artık, o dönemde golü ‘‘Tanrı'nın eli’’ diye açıklamıştım. Ne Tanrı'sı yahu! Diego'nun eliydi basbayağı!Kimse farkına varmadı: Kendimi bütün gücümle fırlattım. Bu kadar yükseğe nasıl zıplayabildim, bilmiyorum. Sol yumruğumu ve kafamı geriye attım, kaleci Shilton, Peter Shilton anlamadı ve arkadan gelen Fenwick itiraz eden ilk kişi oldu. Bir şey gördüğünden değil, zıplayarak kaleciyi nasıl aştığımı anlayamadığından. Yan hakemin saha ortasına doğru koştuğunu görünce, babamın bulunduğu tribünlere doğru koştum, bağırdım. Bizim ihtiyar beline kadar sarkmıştı, golü kafamla attığımdan emindi! Sol yumruğumu golü kutlamak içinmiş gibi yukarda tutuyor, bir yandan da hakemlerin nerede olduğuna, birşeyden şüphelenip şüphelenmediklerine bakıyordum. Hiçbiri birşey anlamamıştı. İngilizler protesto ediyorlardı, Valdano da parmağını dudaklarına götürmüş, şşşşt yapıyordu bana, hastanedeki hemşire fotoğrafları gibi.Tanrı'nın eli ha... Fotoğrafçılar bile ne olduğunu görememişti. Bu resimde gözlerini kapatan İngiliz kaleci Shilton çok kızdı, beni verdiği veda partisine çağırmadı. Bu gol çok hoşuma gidiyor, en az öbürü kadar. Tam Falkland Savaşı'ndan sonra, İngilizlere biletlerini kesmiştim.

ABD'de 1994 Dünya Kupası'ndaki ikinci doping olayı Maradona'yı yıkar...
‘‘Diego, seninle bir dakika konuşalım’’ dedi ve beni grubun uzağına götürdü. Elini omuzuma attı, dedi ki: ‘‘Bak, Diego, Nijerya maçındaki antidoping kontrolün pozitif sonuç verdi. Ama üzülme...’’ Onu dinlemiyordum, döndüm, Claudia'yı aradım... Görür görmez gözlerim yaşlarla doldu. Sesim titredi: ‘‘Kupa'dan kovuldum’’ dedim ve bir çocuk gibi ağlamaya başladım. Birbirimize sarılıp otel odasına gittik. Duvarları yumrukluyordum, bağırıyordum, bağırıyordum: ‘‘Ben kıçımı yırttım bu Kupa için, duyuyor musun beni! Kıçımı yırttım, şimdi de başıma bu geliyor!’’Bir kere, kokain değildi! İkincisi, Cerrini'nin (doktoru) istemeden yaptığı bir hataydı. Arjantin'de kullandığım ilaç bitmişti ve o da ABD'de aynı ürünü almıştı, yalnız ABD markalı üründe bir miktar efedrin vardı: Cerrini benim kullandığım Ripped Fast yerine, Ripped Fuel almıştı. İkisinin adı da Ripped'di, ama Fuel'de efedrin içeren bazı kahrolası otlar vardı.

Kaynak: Maradona'nın Anıları adlı kitaptan alıntıdır.

Kısır Döngü

Son on yıla damgasını vuran bir kulüp modeli yaratan Aziz Yıldırım'ın uyguladığı tek adam rejiminin sonlarına gelmiş bulunuyoruz. Fenerbahçe bu dönemde katetmiş olduğu yolu, yine Aziz Yıldırım'ın son yıllardaki politikaları ile geriye sarmaya başlamış gözüküyor.
Aslında kulübün mali açıdan ne kadar iyi yönetildiğini ve futbolun Fenerbahçe'de bir endüstri haline geldiğini kimse inkar edemez. Açıkçası sorun daha çok başkanın futbol takımının yönetimi konusundaki geleneksel yaklaşımını değiştirememiş olmasından kaynaklanıyor.

Türk basınında en çok son dönemde Fenerbahçe'de yakalanan teknik direktör istikrarından bahsedilse de, aslında geçmişten günümüze hiçbir değişiklik yok. Önce Daum şampiyon olunan iki sezonun ardından gelen lig ikinciliği ile, sonra Zico ilk sezonundaki şampiyonluğun ardından en başarılı Avrupa Kupaları serüvenine rağmen önceki teknik direktörlerle benzer bir akıbete uğradılar. Önceki dönem çalışılan teknik direktörler de lig şampiyonluğunu kazanamadıkları için gitmediler mi zaten?

Ön libero mevkine yapılan transferlerle birlikte, Deniz, Selçuk, Maldonado, Emre ve Josico'dan oluşan bir liste var ki, bu kadar çok oyuncunun bir mevki için olduğu başka bir kulüp dünya futbolunda yok açıkçası. Ve ne hikmetse bu oyunculardan hiçbiri Aurelio'nun yerini dolduracak çapta değil. Fenerbahçe tabi ki başarılı olabilir ve bu oyuncular iyi performans yakalayabilirler ama sorun Aurelio'nun nasıl elden kaçırıldığı.

Sorun Aziz Yıldırım'ın ne olursa olsun tek adam olmasından ve bu kültürü aşamamasından kaynaklanıyor. Böyle olunca da gelenekselden vizyonel bir yönetim ve kulüp seviyesine geçme aşamasında problemler çıkıyor. Bu nedenle bugüne kadar tribünlere ekilen tribün teröristleri ortadan kaldırılmak istendiğinde bu başka bir futbol teröristi grup desteklenerek olay halledilmeye çalışılıyor. Yine aynı nedenlerle bir kulüp kendi web sitesi aracılığıyla basın mensupları ile polemiğe giriyor.

Kimse Aziz Yıldırım'ın bu kulübe kattıklarını inkar edemez ama bugün gelinen noktada Fenerbahçe Aziz Yıldırım'ın yönetim anlayışının önüne geçmeye başladı. İşte tam da bu noktada Aziz Yıldırım'ın kendi misyonunu artık doldurduğunun farkına varması gerekiyor.


Football Industry Yayında


Evet, bugün itibariyle tekrar yazmaya başlıyorum. Çeşitli platformlardaki yazılarımı artık bu blogda yazacağım. Bakalım hayırlısı...