29 Mayıs 2012 Salı

Emre Atletico Madrid'te


32 yaşında olan bir futbolcunun değil Türk ya da başka bir milletten İspanyol dahi olsa Atletico Madrid gibi İspanya'nın başaltı ve önde gelen kulüplerinden biriyle sözleşme imzalaması başarıdır. Hele ki bu futbolcu kronik sakatlıkları nedeniyle kariyeri boyunca Avrupa'da tam anlamıyla performans gösterememiş biri ise büyük başarıdır. Aynı zamanda bir menajer başarısıdır. Öte yandan iyi bir Emre Atletico Madrid'te kadroyu zorlar. Yolu açık olsun.

Kulübün remsi sitesinden yaptığı açıklama için: http://www.clubatleticodemadrid.com/index.php

24 Mayıs 2012 Perşembe

Beşiktaşlı Duruşu AMA


Bugün Uğur Meleke'nin "Beşiktaşlı Duruşu" yazısını sabahın ilk saatlerinde okuyanlardan biriyim. Siz de buradan okuyabilirsiniz. Bir bütün olarak ele alındığında muhteşem bir yazı. Ama gerçek hayatta benim kabul edebileceğim ve Tayfur Havutçu ile ilgili görüşlerimi değiştirecek bir yazı değil, Beşiktaşlı duruşu ya da ahlak anlayışımla ilgili olan düşüncelerimi de.

Uğur Meleke'yi ancak yazılarından tanırım, bir kez iletişime geçtim, ötesi yok. O yüzden bu yazı onun hakkında değil kesinlikle. Ama yazıda savundukları ile ilgili. Baba Hakkı'yı bana dedem anlattı, sonradan okuduklarım da var. Süleyman Seba'yı gördüm, yaşadım, saygı duydum. Tayfur Havutçu'nun futbolculuğunu izledim, teknik adamlığını, yaşadığı hapis sürecini vs. Günün sonunda hiçbirini tanımıyorum, bundan sonra tanır mıyım onu da bilemem. Dışarıdan bakınca Baba Hakkı'dan Tayfur'a bu isimlerin hepsi bana belirli bir çizgiyi korumuş insanlar olarak gözükürler. Elbette Baba Hakkı ile Tayfur Havutçu'yu karşılaştıramayız.

Sözün özü tabi ki Baba Hakkı'nın Beşiktaşlılık duruşundan bahsedemeyiz günümüzde. Ve tabi ki ahlak anlayışı tektir. Ve tabi ki de Tayfur Havutçu'nun dışarıya verdiği izlenim ile kendi içinde kamuoyunun göremediği yüzünün tutarlı olması gerekir ki kendisi içinde Beşiktaşlılık duruşundan ve güzel ahlaktan bahsedelim. Ve tabi ki o konuşmaların şık olmadığını kabul edelim. Amma velakin bu durum ne Tayfur Havutçu'nun genel Beşiktaşlılık duruşunu ortadan kaldırır, ne de ahlaksız bir adam yapar. Ben bu telefon konuşmalarının ortaya dökülmesini ve tekrar tekrar döndürülmesini daha gayri ahlaki buluyorum. Ve yine bu telefon görüşmelerini ne futbolcu performansını etkileyecek bir içerik, ne de futbolcularının cinsel tercihlerini zedeleyen bir konuşma olarak değerlendiriyorum. Günlük hayatta yaptığımız makara muhabbetinin ötesine geçmiyor benim gözümde.

Bir Beşiktaş teknik adamı bu duruma düşmeli mi? Tabi ki düşmemeli. Ama sırf bu muhabbeti yaptı diye kendisini Beşiktaşlılık duruşunun dışına itmek ve gayri ahlaki bir konuma sürüklemek hiç de doğru değil. Yazının sonunda katıldığım bir yer var ki o da Beşiktaşlılık duruşuna hiç sahip olamayan bir sürü ipsiz sapsızın bu kelime öbeğini ağızlarına sakız yapması. Ama bu ipsiz sapsızların yanında Tayfur Havutçu'yu harcamak çok içime sinmiyor. Hele ki günümüz değerleri ile Baba Hakkı'nın, Süleyman Seba'nın dönemindeki değer anlayışını birbirine kırdırarak bunu yapmak hiç içime sinmiyor. Baba Hakkıları özlüyoruz, Süleyman Sebaları özlüyoruz, o dönemin safiyane ve güzel duruşunu özlüyoruz. O dönemin futbolunu özlüyoruz, o dönemin İstanbul'unu özlüyoruz. Ve kirlendi dünya... Ama orada kocaman bir AMA var.

O ama da benim için aklanın da gelin ile bu mudur Beşiktaşlılık duruşu bakışı arasında bir fark yok. Yılarca sahada tertemiz bir futbol ortaya koyup da teknik adamlık kariyerinde hem duruşu hem de verdiği demeçlerle son derece mütevazi bir görüntü çizen Tayfur Havutçu için de o duruşa hiç uymayan bir görüşme tapesi nedeniyle isminin üzerine bir çizik atmak en az bugünün endüstriyel futbol dünyası kadar acımasız. Ya da Tayfur Havutçu'yu aylarca hapis hayatına mahkum edenler, teknik adamlığını elinden alanlar, sonra çıktığında görevini iade edip hiçbir performans göstergesine sığınamadan tekrar onu görevden alanlar kadar acımasız.

"Onların da aileleri, tribünde onları izlemeye gelen sevdikleri vardır. İzzet-i nefisleri vardır. Bu kadar yeter daha fazla atmayın." Baba Hakkı

17 Mayıs 2012 Perşembe

Binbir Surat Del Piero


Binbir surat Del Piero, bir kulüpte uzun yıllar kalabilmenin sırrı belki de imajını her yıl değiştirmek olabilir.

Meğer Barton Barışçıl


Meğer Joseph Barton barışçıl bir insanmış. Haftasonu oynanan City - QPR maçında önce Tevez'e dirsek atıp kırmızı kart gören sonra da Aguerro'yu yere indiren Barton sosyal paylaşım platformu twitter'da barışçıl bir insan olarak sorunların kavgayla çözülemeyeceğini ifade etmiş.

Adamsın


Sen taraftarın önünde eğildin ya, o taraftar senin için ölür yüreği KOCAMAN adam. Umarım yıllarca Fenerbahçe'nin teknik adamı olarak çubuklunun onurunu, gururunu taşımaya devam edersin. Adamsın, hem zeki, hem çevik hem de ahlaklı bir adamsın.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Aykut Kocaman'ın Kusursuz Planı


Aykut Kocaman bu yıl teknik adamlık sorumluluğuyla birlikte takım ağabeyliği, menajerlik, mentörlük, başkanlık, hakla ilişkiler, ne görev varsa yaptı. Nitekim çoğumuzca da takdir gördü. Teknik adamlığı konusunda eleştiriler olsa da omzundaki yük gözönüne alınıp bazı saha içi hatalları Fenerbahçe taraftarından beklenmedik ölçüde hoşgörüyle karşılandı.

Play off ile birlikte ise formunun zirvesine çıktı Kocaman. 5. haftada Trabzonspor karşısında taktiksel anlamda en üst düzeydeydi. Galatasaray karşısında da bana göre. Zaten bu zirveye çıkış 6 maçta elde edilen 4 galibiyet, 1 beraberlik ve bir mağlubiyetle play off grubunu en yüksek puanla tamamlamasını sağladı Fenerbahçe'nin.

Galatasaray maçı aslında Trabzonspor maçının bir karbon kopyasıydı, tek farkı kazanmak zorunda olan bir iç saha mücadelesi olması. Aykut Kocaman sezon içerisinde oynanan 3 maçtan da gerekli dersleri çıkarmış ve Galatasaray'ı durdurmanın tek yolunun oyun kontrolünü elinde bulundurmak olduğunu çözmüştü. Plan tıkır tıkır işledi maç boyunca. Selçuk zaman zaman aksasa da orta sahanın göbekteki blogunun Emre-Cristian ve Selçuk'tan oluşması, defans blogunun oyunu kurmak adına ekstra sorumluluk alarak bir tık daha fazla top yapma mentalitesi, kanatlarda Dia ve Stoch ile rakibi yıpratma planı, Semih'in ön alanda rakibe basması, yani her alanda Fenerbahçe istediğini yapan fakat pozisyon konusunda alanı daraltan rakibi karşısında yeterli performansı gösteremeyen bir görüntüdeydi. Ama zaten Aykut Kocaman'ın da istediği golü maçın son çeyreğinde bulmaktı büyük ölçüde. Yani Galatasaray'a çok da reaksiyon göstermesine fırsat bırakmayacak bir zaman diliminde. Nitekim bununla ilgili de beklenen ikinci yarının 55-60. dakikasında Alex ile girecek yeni ve taze gücün maçı çözeceğiydi.

Alex kulübeye yönelirken geldi Dia'nın kırmızı kartı ve maçın o ana kadar en etkili adamı takımını on kişi bırakırken Alex'in oyuna girişini de geciktirdi. Aslında Aykut Kocaman'ın kusursuz işleyen planını baltalayan da bu kırmızı kart ve gecikme oldu. Rakip on kişi kaldıktan sonra yapılan hamlelerse artık yeterli süre kalmadığı için pek bir işe yaramadı. Ancak on kişiyken dahi takımın oyunun kontrolünü sürdürmesi sezon içerisindeki diğer 3 maç düşünüldüğünde mental olarak da takımın final maçına ne kadar hazır olduğunu gösterdi.

Aykut Kocaman bu formunu sürdürdüğü sürece şu çok net gözüküyor ki Fenerbahçe yine zirve mücadelesi verir. Ancak hala kafasındaki saha dizilişinde Alex'in yeri yok. O yüzden Alex olduğu sürece o kafasındaki değil, kafasındakine en yakın oyunu oynatacak. Alex'ten sonrası içinse Aykut Kocaman bana oynatacağı oyunla ilgili çok ciddi referanslar verdi bu sezon özellikle play off dönemimde.

Fenerbahçeli'nin Günlüğü


Şöyle bir düşündüm de Fenerbahçe taraftarı son dönemde en çok hangi kelimeleri ya da kelime öbeklerini kullanıyor diye, karşıma çıkan sonucun futbolun ve beraberinde sporun ne kadar uzağında olduğunu görünce şaşırdım demek isterdim ama hiç de şaşırmadım.

İşe olumlu tarafından bakmak istersek günlük ortalama konuşma dilinde kullanılan kelime sayısının 150-200 olduğu bir ülkede bu kelimeler kuşkusuz ortalamayı artırma adına önemli katkılar sağlamakta. Aynı zamanda Fenerbahçe taraftarının takımlarına bakış açısını da ciddi ölçüde değiştirdi. Daha önceki yıllarda takımına tepki gösterebilen profil yerini sahada mücadele veren takımlarına sonuna kadar sahip çıkan bir profile dönüştürdü. Takım ve camia olmanın bütünlüğü sağlandı.

Olumsuzluklarını saymıyorum bile, ki en başta artık Fenerbahçe seyircisi herhangi bir spor karşılaşmasına başta futbol olmak üzere sportif bir müsabaka olarak bakamıyor. Başka bir mücadele var artık sahada. Rekabet oynanan takımla değil de başka bir güçle. Burada adını koymak istemiyorum, zira bu durumun gerçekliğini desteklemek adına değil algıyı ortaya koymak adına yazılan bir yazı. Eğer bir takımın taraftarları sportif mücadeleyi, teknik adamını, sporcularını, rakibini kritik etmekten daha çok aşağıdaki kelimelerle günlük sohbetlerini yapıyor, maç öncesinde bugün ne olacaktan çok yarın ne olacağı konuşuyorsa, kalkıp da ona sportif mücadele demek pek mümkün gelmiyor bana. Bakın Fenerbahçeli son 9 ayda en çok hangi kelimeleri ya da kelime öbeklerini kullanıyor:

Şike - Cemaat - Özel Yetkili Mahkeme - Savcı - Aziz Başkan - 3 Temmuz (artık bir de 12 Mayıs eklendi) - Spor Şube - Çevik Kuvvet - Çağlayan - biber gazı - müdahale - Fenerbahçeyiz - orantısız güç - duruşma - hakim - polis - limon - yüz yıkama - yürüyüş - mücadele - zalim ve zulüm - Emniyet - Silivri - Metris - cezaevi - adliye - masumiyet karinesi - hukuk...

Bu listeyi daha da uzatmak mümkün, ben ilk aklıma gelenleri sıraladım. Bir camia o kadar spordan ve sportif mücadelenin sahaya yansıttığı sonuçlardan uzaklaştı ki, bu çok sağlıklı bir durum değil. Ben bile yıl boyunca bir tek maç kritiği yapmadım bu blogda neredeyse. Kimse yapmıyor. Mevcut durumda Fenerbahçe taraftarının bugün itibariyle sağlıklı bir topluluk olarak nitelendirilmemesi gerekiyor. Sağlıklı olmayan bir kitleyi tekrar Türk sporuna kazandırmak da kaba kuvvet ve güç gösterisiyle mümkün değil. Karşınızda gündemi, günlük konuşma dili bambaşka bir topluluk var ve bu topluluk gitgide yabancılaşıyor. Kendi ülkesinde bunu hisseden 25 milyon insandan bahsediyoruz ki, bu yabancılaşmanın nedeni etnik, kültürel, dinsel temeli olmayan sadece bir takım tutkusuna dayanan bir yabancılaşma.

Konunun  ne kadar hassas olduğunun kimse farkında değil, zira bu insanların din, dil, ırk, aile gibi dokunulmazlarının dışında bir de kendi seçimleriyle hayatlarına kattıkları bir değer olan takımdaşlık duygusu çok hafife alınıyor. Oysa ki o takımdaşlık her bir bireyin hayatına değer katan mutlu, üzüntülü, coşkulu anılarla geçmişlerini yani kendi kişisel tarihlerini oluşturan bir olgu. Bu takımdaşlığa karşı uygulanan her türlü şiddet aslında kişisel bazda insanların anılarına karşı uygulanıyor. Bu insanlar her haksızlıkla karşılaştıklarında günlüklerinden birer sayfa koparılmak isteniyormuş gibi hissediyorlar. Birileri kalkıp da Fenerbahçe taraftarıyla kucaklaşmadığı sürece de bu yabancılaşma ve kendi koruma kalkanlarını kaldırma eylemi hiddetlenerek büyüyecek.

12 Mayıs'ta yaşanılanlar 300-500 kişinin futbol fanatizminin ötesindeydi. Yarınlar neler getirecek bir fikrim yok. Ama o gün orada yaşanılanların vehametini aslında ispatlayan bir şey ifade edeceğim şimdi. Hiç kendi sahanızda ezeli rakibiniz Galatasaray'a kaybedilen bir şampiyonluktan daha kızgınlık verici, Fenerbahçeliler'i çıldırtacak bir başka duygu olacağına inanabiliyor musunuz?

Bundan 9 ay önce biri Fenerbahçeliler'in Galatasaray'dan daha fazla kızgınlık duyacağı başka birşey olacak deseydi hepimiz güler geçerdik. Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçeli'nin günlüğünde artık Galatasaray satır aralarında geçen bir detaydan öte değil. Fenerbahçeli'nin tek bir gündemi var, o da ne şartta olurlarsa olsunlar birbirilerini ve günlüklerini korumak. Atlarına binip yel değirmenlerine saldırmak pahasına.

15 Mayıs 2012 Salı

Yorumsuz













Fenere Karşı


Ben bir aile babasıyım, evli 2 çocuklu ve ailesine karşı sorumlulukları olan. 35 yaşındayım, üst kimliğim Fenerbahçe taraftarı olmak. Ne soldayım, ne sağda, ne ortadayım, ne kenarda. Hayatını daha iyi idame ettirmek isteyen, basit ama keyifli zevkleri olan, bunların başında da futbol ve Fenerbahçe olan bir aile babası.

Şampiyonluk maçına 1 hafta önceden hazırlanan, maç sabahı oğluna da formasını giydirip ailesiyle birlikte keyifli bir kahvaltı yapmaya çıkan. Gazeteleri karıştıran, sağdan soldan gelen sataşmalara sataşarak karşılık veren, takımdaşlarının oğluna "Ne olacak bu akşam, şampiyon olacağız değil mi?" demelerini tebessümle karşılayan. Galatasaraylı eşiyle maç konusunda itişip kakışan ve onun Fenerbahçe tarihini Galatasaray'dan daha fazla bilmesini sağlamanın gururunu duyan bir aile babası.

Cumartesi günü bir başka Fenerbahçeli dostuyla yola çıktığında keşke oğlanı da alsa mıydım yanıma, ilk maçına bir derbi ve şampiyonluk maçında mı gitseydi diye bir taraftan üzülen ve vicdanen kendini rahatsız hisseden, bir taraftan da maçta çıkabilecek olası gerginlikler yüzünden bu maçı oğlunu götürmemenin mantıklı olduğuna iç sesiyle kendini ikna eden. Şampiyonluk maçına gidebilmek için yolda 2,5 saat kalan ve ancak 18:00 sularında Göztepe civarında olup stadyuma yürüyerek havayı koklamak isteyen. Maçtan önce hafif bir atıştırmadan sonra Kızıltoprak'tan Migros'a doğru okulun arkasından yürürken Çevik Kuvvet ile burun buruna gelen. Ve o an ne yapacağını bilemeyen.

Sadece bir maça girme derdi olan ama karşısındaki yüzlerce emniyet görevlisinin etrafı panzerlerle sularken bir taraftan da biber gazını dayamasını hayretler içerisinde izleyen. Ve o an çok şükür ki 4 yaşındaki oğlanı getirmedim diyen. Maça girmek için ilk aklına gelen yöntemi uygulayan ve bu şiddet görüntüsünün arasına maç biletini bir beyaz bayrak sallar gibi yukarı kaldırıp dalarak, herhangi bir şiddete maruz kalmadan stadyum kapısına ulaşmayı umut eden. Bir taraftan biber gazından etkilenmemek için gözlerini açıp kapayarak koşarken bir taraftan da ciğerlerine soluduğu o keskin gazın etkisini azaltmak için yüzünü atkıyla kapatan.

Kapanan kapının önünde 10 dakika kapının açılmasını bekleyen ve artık gazdan nefes alamaz hale gelmişken bir şekilde kapının açılmasıyla kendini mabede atabilen. Yerine geçtiğinde herşeyi unutmuş ve stadyumun atmosferine kendini kaptırmış. Maç boyunca diğer 55.000 ile tek yumruk olup, tek bir kişinin oturmadığı, herkesin bir ayağını koltuğuna, diğer ayağını ön sıradaki koltuğun tepesine koyarak tezahürat yaptığı ortamda 90 dakika boyunca sadece takımını destekleyen.

Maç bittiğinde kaçan şampiyonluğun hüznünden çok takımının 3 Temmuz'dan bugüne verdiği mücadeleyi ayakta alkışlayan. Takımının tribünleri dolaşmasını bekleyen ve bunu beklerken Galatasaraylı futbolcuların orta yuvarlaktaki sevinç gösterilerini sabote edeceğimizi düşünen stadyumdaki Çevik Kuvvet'in ve diğer güvenliklerin oluşturduğu etten duvara bir yerleriyle gülen. Maçın bitmesinin üzerinden 8-10 dakika geçmesine rağmen ve maç boyunca tek bir taşkınlık yaşanmadığı halde tepemizde uçuşan helikopterlerin motor sesinin "Fener Gol Gol Gol, Şampiyonluk Geliyor" tezahüralarına karıştığı bir 90 dakikanın ardından sadece takımını bağrına basmak isteyen.

Türk Telekom tribününün Maraton ile birleştiği köşedeki hareketlenmeyi izlerken dahi olayların bu noktaya varacağını hiç düşünmeyen. Ve Çevik Kuvvet'in biber gazlarını boşaltmasıyla birlikte, hiddetlensem de işlerin giderek kötü bir hal alabileceğini düşünerek tribünlere yapılan müdahalenin de orantısızlığını farkedip herşeye rağmen hiçbir şeye bulaşmadan evine dönemeye karar veren. Tribünleri terkederken daha merdivenlerde stadyuma gelirken soluduğum gazı içine tekrar çekmek zorunda kalan, stadyum çıkışına geldiğinde Çevik Kuvvet ve polislerle karşılaşınca "Nedir bu yaptığınız?" diye bağırıp cevap olarak küfür yiyen, hiçbir olay çıkmadığı halde ortamı Beyrut'a çeviren bu akıl yoksunu gücün yaptıklarına isyan eden. Kızıltoprak'a doğru sağa sola kaçışmaya çalışan yüzlerce taraftarla çarpışa çarpışa koşar adım ilerlerken bir taraftan da maç girişindeki gibi ağzını yüzünü atkıyla kapayıp gazın etkisinden gözlerinden yaşlar damlaya damlaya uzaklaşan ve Tanrı'ya bir kez daha oğlumu maça getirmediğim için şükreden.

Ben arkadaşımla koşaradım uzaklaşırken, sağı solu panzerler kuşatmış halde bir tarafta kızgın insanların taşlarla sopalarla şişelerle o panzerlere saldırdığını izleyen bir taraftan da o kızgınlık seline kapılıp aynı davranışı göstermek isteyen ama yine sorumluluk duygusu ağır basıp bunları yapmaktan kendini alıkoyan. Bağdat caddesinde trafiğin ters yönüne doğru ilerlerken 400-500 kişilik bir Fenerbahçe taraftarının stadyuma yürüyüşünü gören ve onların dışında takımından gurur duyan nice aracın bayrakları ile stadyuma gidişine atkısını sallayan. İşlerin daha da karıştığının farkında olup otomobiline ulaştığında hemen radyoyu ve telefonundan mobil televizyonu açan ve tahmin ettiği o felaket sahnelerle yüzyüze kalan. Bir taraftan da sosyal medyayı takip eden ve apartman köşelerine sıkışmış, stadyumda mahsur kalmış binlerce insanın feryatlarını yakarışlarını içinde büyük bir kin birikerek yaşayan. Eve 2 saatlik trafikten çıkıp geldiğinde eşinin "sen çok pis birşey kokuyorsun" sözleriyle imzalı formamın üzerindeki kokukun ter ve sigara olmadığını, biber gazının formama sindiğini gururla farkeden.

Ben bir babayım ve Fenerbahçe taraftarıyım. Her sezon 7-8 maça giden, gidemediğinde de takımının maçını televizyondan takip eden. Oradaydım ve olayların büyük bir bölümüne şahit oldum. Bbu olayları başlatan düğmeye Fenerbahçe taraftarının basmadığına. Benim gibi normal vatandaşların annelerin ve babaların sadece takımını desteklemek için orada olduğuna. Birilerince marjinal olarak nitelendirilen taraftar gruplarının da büyük ölçüde bilinçli hareket ettiğine, ama birilerinin kışkırtmasıyla galeyana geldiğine. Ve ne ilginçtir ki benim gibi normal ve ortalama bir vatandaşın bile sahaya giren yüzlerce Fenerbahçeli holigan/taraftar/genç/delikanlı adını ne koyarsanız koyun aynı şeyleri hissettiği ve aynı öfkeyle saldırmak istediği bir güne şahit oldum.

Benim üst kimliğim Fenerbahçe taraftarı olmak ama hala bir ailenin ve baba olmanın sorumluluklarını üzerimde taşıyorum. Biliyorum ki benim gibi milyonlarca insan var Fenerbahçe taraftarlığını üst kimlik olarak benimseyen. Ve biliyorum ki pek çoğu da kızgınlıklarına, öfkelerine benim gibi başka başka sorumlulukları nedeniyle ket vuruyorlar. Cumartesi gecesi o tribünlere gelen 55.000 kişi Fenerbahçeli olma kimliğiyle oradaydı. Ne sağcı, ne solcu, ne TC vatandaşı, ne Rizeli, ne Amasyalı, ne Çerkez, ne Kürt, ne Ermeni. Tek kimlik Fenerbahçeli olmaktı ve Cumartesi günü yapılan herşey Fenerbahçe'ye karşıydı. Bunu ancak o havayı teneffüs eden, maça giderken emniyet güçlerinin önceden bilenmiş, agresif ruh hali içerisindeki keskin ve sert bakışları ve tutumuna maruz kalan insanlar anlayabilir. Başka hiç kimse bilemez o 55.000 kişi dışındaki. O gün o 55.000 kişi bir kedinin fareyi köşeye sıkıştırdığında o farenin kabarıp kediden daha büyük bir hale gelmesi ruh halini yaşadı. O gün çaresizlik oradaki insanlara herşeyi ama herşeyi yaptırabilirdi. O gün oğlum yanımda olsa yine o sorumlulukla onu korurdum herhalde ama ona bir zarar gelse kontrolümü kaybedip başka şeyler yapabilirdim belki de.

Cumartesi gecesi bir terör yaşandı, ama bu ne bir futbol terörüydü, ne çeşitli siyasi görüşlerin terörist eylemi ne normal vatandaşların, ne de marjinallerin körüklediği bir terör. Bu terör başka terör. Bunun Fenerbahçe'ye karşı bir terör olmadığını birileri bana anlatmak zorunda yoksa anlamayacağım.

Bu satırları okuyan bazıları beni iktidar karşıtı, cemaat ve/veya polis düşmanı, solcu, marjinal falan gibi sıfatlarla nitelendirebilir. Ben bir parti sempatizanı değilim ve hiç olmadım. Ne sola yaklaştım, ne sağa. Ne başörtüsüne öfkeyle baktım, ne mini eteğe. Ailemde polis de var, asker de. Babam, eşim Galatasaraylı, annem takım tutmaz. Ben sade, ortalama bir vatandaşım. Evinden işine, işinden evine gidip gelen. Ben evine ekmek götürme derdinde 35 yaşında 4 kişilik bir ailenin babasıyım. Ben Fenerbahçeli'yim. Ben Fenerbahçe'yim.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Arda Turan


Galatasaraylılar ne kadar inkar etseler de onu çok arayacaklar, gençliğin verdiği coşkuyla bazen gereksiz de konuşsa çoğu zaman doğruların altını çizdi. Atletico'da ilk sezonunda şu tablonun içinde yeralıp ilkonbirin değişmezi olmak kolay değil. Zaten bunu bekliyorduk ve beklentileri fazlasıyla karşıladı. Ama bunda en çok o kültüre ayak uydurabilecek mental yapıya sahip olması etken oldu. Tebrikler Arda Turan.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Düşürmezseniz Adam Değilsiniz


Bu blogda hep yazdım, hep de yazmaya devam edeceğim. Fenerbahçe Spor Kulübü'nde yönetici, sporcu, çalışan kim varsa bu şike soruşturmasında suçlu bulup da düşürmezseniz adam değilsiniz. Ben yazdım, başka Fenerbahçeli bloglar yazdı, twitterda binlerce tweet atıldı. Haftasonu Fenerbahçe il Galatasaray Süper Final'de karşılaşacaklar ama Fenerbahçe taraftarı için herşeyden önemli olan aklanma ya da cezayı çekmek hala.

Bir kulübün başkanının ağzından bir kez daha okuyun. Bu kulübün başkanı hala suçluysak düşürün, değlsek aklayın diyor. Kimse kusura bakmasın ama bu sürecin günahı vebali en çok Fenerbahçe'nin dışındaki güçlerdedir. Buyrun aşağıda Başkan'ın açıklamalarını okuyun ve artık bu konu üzerine demogoji yapmayın. Tek yürek diyoruz ki: "Suçluysak düşürmezseniz adam değilsiniz".

Türk futbolunun içerisinde bulunduğu kaygı verici durum kamuoyunun malumudur. Gelinen bu noktanın yegane sorumluları, cesaret ve kararlılığın ötesinde "dışarıda olmalarına rağmen bizlerden daha tutuklu ve daha esaret altında olan Futbol yöneticileridir."


Sürecin başından beri işaret ettiğim ve sıklıkla gündeme getirdiğim "Fenerbahçe Operasyonu" nihayet sona yaklaşmıştır.

Fenerbahçe’nin kazandığı günün, gece yarısı karanlıklarına sıkıştırılan planlı kararlar, Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının haklılığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Hukukun gücü yerine gücün hukukunu uygulamaya kalkanlar sipariş kararlarla 58. Maddeyi değiştirmiş, başından beri haykırdığımız üzere "kulüple başkan ve yöneticilerini", "kulüple taraftarını" ayırarak "böl ve yönet" prensibini hayata geçirme hedeflerini açıkça gözler önüne sermişlerdir.

Kamuoyu bilmelidir ki;

Fenerbahçe Spor Kulübü ile Başkanı, taraftarı ve yönetimi ayrılmaz bir bütündür.

Fenerbahçe taraftarına ve Fenerbahçe çoğunluğuna hoş görünmek adı altında kulübü mesnetsiz bir şekilde yöneticilerinden ayırmaya kalkışanlar, birkaç yöneticimizi günah keçisi ilan edip, olmayan suçlardan cezalandırma yolunu seçenler,

Fenerbahçe Başkanını susturmak için Aziz Yıldırım’a sus payı verebileceğini düşünenler ve bütün bunların yanında "haklı-haksız" ayrımı yapmadan tüm kulüplerimizi ceza kurullarına sevk ederek Fenerbahçe ile diğer kulüpleri düşman etmeye, futbolu yangın yerine çevirmeye kalkışanlar tarafımızdan gereken cevabı en sert şekilde alacaklardır.

Fenerbahçe ve tüm spor kamuoyu bilmelidir ki; adı geçen tüm yöneticiler "kendileri istedikleri sürece yeni dönemde de Fenerbahçe’de görev alacaklardır."

Ve yine kamuoyu bilmelidir ki; Aziz Yıldırım duruşmada da açıkladığı üzere "Fenerbahçe için ödenecek her türlü bedeli tek başına ödemeye hazırdır."

Ancak kulüplerin temiz olduğuna karar verip, bu kulübün başkan ve yöneticilerini suçlamaya kalkmak, planlı bir operasyon ötesinde açık bir "hukuk cinayetidir". Bağımsız mahkemelere gelen ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tertemiz olduğunu gösteren raporları hiçe sayarak kararlarına gerekçe dahi gösteremeyenler, Fenerbahçe’yi kayırma rolünü üstlenme gibi bir hadsizliğe kalkışamazlar.

Aynı şekilde gerekli görülmediği için şahsi hesapları inceleme altına dahi alınmayan ve tüm tasarrufları belgelere dayanan yöneticilerimizi suçlayarak dolaylı olarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nü zan altında bırakmak kimsenin uhdesine terk edilemez ve edilmiş de değildir.

Spor ailesinden olmadığı için yargılayamadıkları, hatta ifadelerini dahi alamadıkları spor ailesi dışındaki 3. kişilerin eylem ve tasarruflarını, kulübümüze ve yöneticilerimize izafe edenler, bu keyfi kararların sorumluluklarını da bilmelidirler.

"Şike ve Teşvik" suçunun unsurları olarak talimat ve yasaların aradığı ve "suç işlemeye elverişli" şahıslar olarak tanımladığı kişilerin eylemlerine bizzat tesadüf edilmeden, yani "suç ve eylem sübuta ermeden", "teşebbüs" eyyamıyla karara bağlayanlar bu dosyanın gerçek sanıklarıdır.

Unutulmamalıdır ki; "şüphe" adı altında Ceza Kurullarına sevk edilen yöneticilerimizin cezalandırılması için, bu "şüphe"yi hangi delil ve inandırıcı kanıtlarla karar niteliğine taşındığını ispat edemeyenler bir takım oluşumların medyadaki tetikçilerine şirin gözükmek içn karara bağlayanlar, yargı önünde bizler kadar eşittir ve öyle de olacaktır.

Fenerbahçe çınarının bir yaprağı bile, yaratılan futbol sonbaharında süpürülüp savrulmayacaktır. Fenerbahçe’nin her yerde her branşta ve özellikle göz diktikleri Fenerbahçe Futbol Takımının şampiyonluğunu engellemek için sahaya yansıtılan tüm çirkinlikler ve kirli oyunlar dün itibariyle artık tüm kamuoyunun malumu olmuştur.

Fenerbahçe taraftarına reva görülen uygulamalar "vatan hainlerine" bile gösterilmeyen sertliktedir. Ufukta görülen, Fenerbahçe’nin tutuklu olmayan yönetici ve hukukçularının aynı oyun ve tehditlerle karşı karşıya olduklarıdır.

Ama bilinmelidir ki; Fenerbahçe bir bütün olarak "her şeyin farkındadır" ve "her zamankinden daha güçlüdür."

Ancak Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçeliye karşı yürütülen bu linç kampanyasını yürütenler unutmamalıdır ki, sabrımızın da bir sınırı vardır.

Ve tüm spor kamuoyu bilmelidir ki;

Fenerbahçe yönetimi bu adil olmayan düzende ve aynı uygulamaların devamı halinde Fenerbahçe Futbol takımını "Yarışmaktan alıkoymak" kararı da dahil olmak üzere bir takım yaptırım ve kararları kongre sonrası genel kuruluna götürmekten kaçınmayacak olgunluk ve kararlılıktadır.

Sporda verilebilecek en ağır cezanın "alkıştan mahrum bırakmak" olduğunu bilen bir spor adamı olarak kim olursa olsun Lig şampiyonunu şimdiden alkışlıyor ve her iki takımımızı da Şampiyon saygınlığı ile selamlıyorum.

Tüm Fenerbahçe taraftarına güzel ve güneşli günler göreceklerine inanmaları isteğimle sevgilerimi ve hasretlerimi sunuyorum…

Aziz YILDIRIM


Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Juve Campione


Bu sezon hiç ama hiç takip edemedim ama dünya futbolunda Fenerbahçe'den sonra tek tuttuğum ve hastası olduğum takımın şampiyonluğu beni çok mutlu etti. Hoşgeldin yaşlı kadın, artık sahne yeniden senin.

Hepimiz Neyiz?


Gerçekten hepiniz Zokora olmak istediğinize emin misiniz? Bir daha düşünün, üstüne bir daha düşünün. Size Emre olun demiyorum ama Zokora olmak bu kadar gurur duyulacak birşey mi düşünün. Bir daha ve bir daha. Zokora olmayın...

Beyaz Bereler Kadar Temiz Bir 90 Dakika



Dün gece ile ilgili yazacak çok şey var da aslında yukarıdaki dört kare ile de özetlenebilirmiş. Ben Trabzon'daki Fenerbahçe düşmanlığı tiyatrosunu ilk kez izlemiyorum, çokça şahit oldum geçtiğimiz senelerde ama ilk kez bu kadar limitleri zorlayan bir şehir halkı toptan, başka bir şehrin semtine düşman olduğu resmi gördüm. O semt de o şehre düşman oldu artık. Günün özeti budur aslında.

Üçüncü Dünya Savaşı Kadıköy ile Trabzon arasında çıkacak bu gidişle. Yaşanan olayları bir şehrin halkına ya da bir kulübün taraftarına mal etmeye etmeye millet cinnet geçirme noktasına geldi. Nasıl olsa suçlu yok,herşey bireysel bir takım hareketlerden kaynaklanıyor ve şehrimize ya da takımımıza mal edilmiyor, öyle değil mi? Aslında şehir, semt, taraftar, orada yaşayan insanlar hepsi tertemiz, mükemmel insanlar.

Hafta boyunca Trabzonspor Başkanı'nın kaybederlerse dünyanın sonundan daha kötü olacağını söyleyerek bütün bir şehri Fenerbahçe'ye karşı bilemesini izlemiştik. Dün geceye dönersek sahada bu düşmanlık o boyuta geldi ki, Afrikalı futbolcusu daha birkaç hafta önce maç içerisinde barıştığı Emre'ye, o 90 dakikanın bitiminden sonra dolmuş taştığına ve sonunda onun futbolculuk hayatını bitirmeye karar verdiğine şahit olduk. Maç boyunca 4-5 kez kafalarına isabet eden çakmak vs. bilimum sert ve yaralayıcı maddeden dolayı yerlerde acı içinde kıvranan takımın oyuncularına karşı maçın hakeminin ev sahibine çanak tutuşunu ve Fenerbahçeli futbolcuların oyun içerisinde defalarca Colman ve Zokora önderliğinde yedikleri dayağa rağmen maçtan 3-1 galip gelerek ayrıldığını gördük.

Hafta içinde orta sahayı Selçuk-Cristian-Emre üçlüsünden kurarsa ve etkili kanat oyuncuları ile beşli bir set oluşturursa Aykut Kocaman'ın bu savaşı kazanacağından emindim aslında. Nitekim öyle de oldu. Maçla ilgili geriye söylenecek başka da birşey yoktur. Beyaz bereler takıldı, papazın çayırından gelenler linç edilmek istendi.

O papazın çayırından gelen bir grup onur mücadelesi veren genç insan an itibariyle ligde ve kupada finale çıkıyor ve iki kupa için son 180 dakikasına giriyor. İki kupanın da değeri yok aslında, değer verilmesi gereken sadece tıpkı dün akşam gibi kendilerini, şahsiyetlerini, onurlarını ortaya koymuş olmaları. Ve malesef karşı takımdaki meslekdaşlarının tam tersi bir ruh haliyle mücadele etmeleri. Kanuni'nin şimdi kemikleri sızlıyor olsa gerek, çünkü o en uzun süre tahtta kalan padişah olarak iktidarının hiçbir döneminde beyaz bere takmadı.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Sen Zaten Şampiyonsun


Bizim canımız hergün her dakika her an yandı, hala da yanıyor 3 Temmuz'dan bugüne kadar. Aramızda çokça feveran eden oldu, belki söyledikleri ya da yaptıkları ile yanlış, yaralayıcı davranan da. Belki sadece Aziz Başkan'ın arkasındaymış gibi duran da, şikeyle şampiyonluk olsaydı da her yolu mübah sayıyormuş gibi duran da.

Kazın ayağı hiç öyle olmadı ama. Bizim canımız yandı, Fenerbahçemiz yerin dibine itin kuyruğuna sokulmaya çalışıldı, biz de takımımıza gücümüz yettiğince meydanlarda,sokaklarda,stadyumlarda,bloglarımızda,tweetlerimizde elimizden ne geliyorsa o şekilde sahip çıkmaya çalıştık. Tweet atıp da eyleme geçmeyenler küçümseniyor ya ben onları bile çok değerli buluyorum zira Fenerbahçe bir tek taraftarının külüne muhtaçtı bu dönemde.

Bizim canımız çok yandı, lütfen kimse, hiçbir taraftar ve hiçbir takım bizim canımı da yandı demesin. Komik oluyor, yaşamadıkları şeyin dışarıdan etkisini muhakkak ki hissettiler ama asla yaşamadılar. Şimdi biraz canı yananlar feryat ediyorlar. İş tehlikeye girince Fatih Terim hakeme sallıyor, saldırıyor. Şenol Güneş futbolun ayrıştırıcı olmasından bahsediyor. Yıldırım Demirören'e oy verenler de vermeden gizli gizli destekleyenler de şimdi gitmesini istiyor. Ben hiç gelmesincilerdendim mesela. Neyse sonuç hep aynı canı yanan bağırıp çağırıyor diğerleri onların sesini duymuyor bile.

Kimsenin 3 Temmuz'dan beri bizim sesimizi duymadığı gibi. Bugüne kadar gelinen süreçte hiç kimsenin ümidi olmadığı bir sezonda iki şampiyonluk da artık tamamen Fenerbahçe'nin elinde. Ama benim alacakları şampiyonluk umurumda bile değil. Ben sahada alın terini akıtan, iyi oynamasa da mücadele eden bu takımı zaten gönlümde şampiyon ilan ettim. Bu yazıyı da henüz hiçbir şey belli değilken yazmak istedim ki, sonradan çevir kazı yansın yapıyor demesinler.

Sahada bir onur mücadelesi vardı ve bu mücadeleden galip ayrıldı Fenerbahçe takımı. Bunun ötesi yok, bu mücadele ligde 3, kupada 1 maçla daha devam edecek ve nihayetinde birileri şampiyon olacak. Ama bu onur mücadelesi Fenerbahçeli taraftarlar nezdinde hiç unutulmayacak. Ben bunu Şükrü Saraçoğlu'ndaki son Beşiktaş maçında fazlasıyla hissetim. 52.000 kişi hiç olmadığı kadar sarıldı takımına o gün. Takım da onlara...

Geriye bu sezonla ilgili anlatılan herşey hikaye. Canım yandı diyenlerin de Fenerbahçe camiasının yaşadıkları yanında boş söyledikleri. Eğer Fenerbahçe'nincanı bu kadar yanmasaydı bugün burada olması bile mümkün değildi bu kadro yapısıyla. Canı o kadar yandı ki bugün finişe önde girmek üzere.

Şenol Güneş Samimi mi?


Şenol Güneş'e saldırmak için yazmıyorum, zira bana göre Türk futbolunun en değerli 3 hocasından biridir. Ama dün maçtan sonra futbol konuşmayacağım deyip, arkasından futbolun geldiği durumu çok vahim olarak niteleyip, hukukun olmadığı yerde hakkını kan dökerek aramaktan, hukuken aklanıp vicdanlarda nasıl aklanacaksınız diyerek hala tek taraflı olaya bakmaktan öte değildir benim için yapmış olduğu konuşma.

Trabzonsporluların vicdanlarına dokunmuş olabilir, belki diğer takım taraftarlarının da ama vicdanlara takım ve taraf gözetmeksizin dokunabilmektir marifet. Eğer totalde bir barış mesajı vermek istiyorsanız bir cümlesinde dahi taraflı bir kelime etmemelisiniz. Bu yüzden benim vicdanıma dokunmadı Şenol Güneş uzun zamandır futbolun ciddi bir ülke sorunu ve ayrıştırıcı unsur haline gelmesi konusunda onunla paralel düşünsem de.

Doğru düşünebilmek doğru çözümler getirebilme ve ayrışmayı ortadan kaldırma kudretini getirmez. Eğer 1996'da halk ayaklanmasından bahsedip, 2012'de hala hak aramak için kan dökülmesi ya da vicdani aklanma gibi kelimeleri araya serpiştirebiliyorsanız bunu çok anlam yüklü bir konuşma olarak nitelemek komik ve popülist oluyor.