30 Aralık 2009 Çarşamba

Mutlu Yıllar


Dükkanı kapatıyoruz... Çok yorucu bir yıl geçti benim için. Bir yandan iş hayatı, bir yandan bloga birşeyler yazma telaşı birarada oldukça yorucu, bir o kadar da zorlu oldu.

Şimdi dinlenme zamanı, bu blogu açtığımdan beri yorumları ile blogun içeriğini zenginleştiren herkese teşekkürler. Okuyup da yazıları beğenen beğenmeyen herkese de. İstikamet Silivri Klasis. Birkaç gün yazmayacağım. Yarın sabah yola çıkıp Klasis'e atacağım kendimi.

Gece de Fedon'la yılbaşına gireceğim. Parasını sormayın bayağı bir patladı açıkçası. Ama sanırım değecek bir yılbaşı gecesi ve ardından açık büfede dibine kadar turlanacak bir sabah kahvaltısı ile yeni yılın ilk gününün keyfini süreceğim.

Yeni yıla nasıl girilirse tüm yıl öyle geçermiş diye bir züğürt tesellisi var ama ben pek inanmıyorum. Her yeniyıla mutlu girip o yıldan pestilim çıkmış bir şekilde çıktığımdan olsa gerek.

Yine de birkaç gün iş yok, yazı yok, hayatın telaşından kaçabileceğim birkaç gün...

Tüm bloggerlara, bu blogları okuyup can verenlere mutlu yıllar...

Haftanın Sözü


Uzun zamandır haftanın sözünü yazamıyorduk. Bu hafta ağlarımıza Sinan Engin düştü yine. Milli takım teknik direktörünün yerli mi yabancı mı olması üzerine ilerleyen tartışmada şu sözleri sarfetti:
"Ben yerlilerle de yabancılarla da yıllarca çalıştım. Hepsini benden iyi kimse bilemez. İnanın bak doğru söylüyorum yabancıların bizimkilerden bir b.k fazla bildiği yok, samimiyetle söylüyorum".

29 Aralık 2009 Salı

Euro 2016 İki Kıtayı Birleştiremedi


En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de geri kalanı okumak isteyenler okusun. PC Lion'ın yazdığı yazıya başından sonuna kadar katılıyorum. Taraftar gözlüğüyle bakmak isterseniz, şovenizm peşindeyseniz, popülarite arıyorsanız elli tane daha neden bulursunuz bu stadlar ve şehirler niye seçildi diye.

Kalkıp da yukarıda bahsi geçen yazının üzerine aynı fikirleri tekrar edip kimseyi de tekrara düşürme gafletinde olmayacağım. Farklı bir pencereden bir tartışma açmak istedi canım. Mesela Dünya Basketbol Şampiyonası 2010 yılının yaz aylarında ülkemizde yapılıyor. Niye kimse düzenlenecek şehirler için aynı spekülasyonları gündeme taşımadı. Turnuva İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri'de oynanacak. Sanırım Kayseri için cılız tepkiler gelmişti.

Eğer konu sporu ülke sathına yaymaksa Dünya Basketbol Şampiyonası da Diyarbakır'da yapılsaydı İzmir yerine. Bursa basketbol şehri değil mi ya da Antalya? 80'lerde fırtına gibi esen Beslenspor'un şehri Gaziantep'te oynanamaz mıydı turnuvanın bir ayağı?

Euro 2016 için neden tartışma sadece Şükrü Saraçoğlu, Trabzon ve Diyarbakır üçgeninde yapılıyor? Futbol garip oyun: İki kıtayı birleştirirken bir ülkenin futbol üzerine kalem çalan tüm gönülverenlerini bölüyor. Ya da futbolun popülaritesinden beslenecek alanlar yaratıyoruz kendimize.

Bırakın illeri tartışmayı, Euro 2016 organizasyonunu Türkiye'nin almasından daha önemli ne olabilir? Eminin sağ duyulu her Trabzonlu, Diyarbakırlı ya da Fenerbahçe taraftarı bundan mutlu olacaktır. Kendi şehirlerinde ya da stadyumlarında turnuva yapılmıyor olsa bile.

Ha derseniz ki biz daha iki tarafı biraraya getiremiyoruz, organizasyonu bize verseler futbol nasıl iki kıtayı birleştirir ona da diyecek sözüm yok.


28 Aralık 2009 Pazartesi

Çin'de Olsa Bulurum



Arsene Wenger'in üretime ara vermeyen ve kaynağı bitmek bilmeyen Football Factory'sinin son ürünleri yakında piyasaya çıkacak. Benim listemde son on yıla damga vuramasa da bir insan, bir teknik adam nasıl üretir konusunda doktora tezi verecek adam Wenger. 8 yeni futbolcuyu daha önümüzdeki sezon yeşil sahalara sürmeye hazırlanıyor.


Önümüzdeki On Yılda Türk Futbolunda Görmek İstemediklerimiz



Melih Gökçek ve aile fertleri:İster asil başkan olsun ister onursal başkan olsun Ankara futbol takımlarını getirdikleri nokta itibariyle, Ankaraspor'u harcayıp, yılların Ankaragücü'nü AnkaraGökçekspor'a çevirdikleri için.

Haluk Ulusoy: Türk futbolunu kaosun içine sokarak, kanunsuzluğun kanun olduğu bir düzende her türlü yönetmeliği kendisine göre yorumlayıp Türk futbol takımlarının altını dinamitlediği ve Şenes Erzik'ten gelen mirası yiyip bitirdiği için.

Yıldırım Demirören: .....(Bakınız blog arşivi)

Aziz Yıldırım: Başkanlığının ilk dönemlerinde yaptığı olumlu işlere rağmen son 3 yılında yönetimsel başarısızlığı saklamak adına Türk futbolunda terör estirip, Fenerbahçe gibi bir camiayı hala tek adam yönetimine mahkum ettiği için.

Ahmet Çakar: Ve nezdinde diğer hakem yorumcuları yorumları ile Türk futboluna hiç birşey katamadıkları, genç hakemlerin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi durdukları, bırakın hakem kararlarını yorumlamak artık teknikve taktik analizlere girebilme cüretine sahip oldukları için.

Hıncal Uluç: Son on senedir, hayır son yirmi hatta otuz senedir korkak Rijkaard, Lucescu, Daum, Denizli, Ersun, Fatih'ten öteye geçmeyen yorumları ve Türk futbolunda bu söylemleri ile otorite muamelesi gördüğü için.

Youla: Senelerdir o takım bu takım dolaşıp Türk futbol takımlarının ekmeğini yiyip ondan sonra Rıza Çalımbay gibi bir adamın arkasından atıp tutabildiği için.

Lucescu: İyi teknik adamlığı bir kenara üç büyüklerde ne zaman teknik adam değişikliği gündeme gelse adı ilk sıraya yazıldığı için. Yoksa teknik adamlığına lafımız yok...

Daum: Dön dolaş ülkeye gelip durduğu ve artık yüzü eskidiği için. Onun da teknik adamlığına lafım yok...

Fatih Terim: Milli takımda ve Galatasaray'da yaptıklarını başımın üstünde tutarak yine de tıpkı Lucescu gibi her yıl tekrar hem Milli Takım'ın hem de Galatasaray'ın başına getirilme çabaları için. Fatih hocam gitsin Avrupa'da çalışsın artık...

Geri kafalı, çağdışı yöneticilerin hepsi: O kadar çok isim var ki yazmakla bitmez. siz onların kimler olduğunu biliyorsunuz. Üç ayda bir teknik adam değiştiren, bırakın kulüp bütçesini kendi evinin bütçesini yapamayacak, parayla başarıyı satın alabileceğini zanneden yöneticilerden bahsediyorum. Türk futboluna zarar verdikleri için.

Tribün teröristleri: Tribüne gelerek toplumu, futbolu kirlettikleri ve hayatta hiçbir şey olamadıklarından orada kendilerini tatmin ettikleri için.

Okuduğumuzu Anladık mı?

Bu bölüm ilkokul yıllarımda ki Türkçe derslerinden aklımda kaldı. Listedeki bazı isimler Türk futbolundan temizlenmesi gerekenler. Bazıları ise yerlerine yeni isimler üretilmesi gerekenler. Hangileri olduğunu yorumlara yazabilirsiniz.

Buonanotte'nin Savaşı


Genç River oyuncusu Buanonotte'nin yaptığı kaza haberini dün almıştık. Son durumu ile ilgili gelen açıklamalar umut verici ancak kendisi için çok uzun bir yol olduğunu gösteriyor.

Herşey yolunda giderse ve akciğerlerinde yaşadığı problem ortadan kalkarsa en az 7 ay sonra sahalara dönmesi sözkonusu olabilecek. Kulüp doktoru Horacio Cavallieri de 21 yaşındaki oyuncunun şu anda durumunun stabil olduğunu ve beklemeye devam ettiklerini açıklamış.

Operasyon sonrası önündeki 72 saatin en riskli süreç olduğu belirtiliyor. Bilinci yerinde olan oyuncunun olayla ilgili bilgi alması istenmiyor. Bu nedenle televizyon izlemesi ve gazete okumasına da izin verilmiyor. Kazada 3 arkadaşını yitiren Diego'nun bu olayı atlatabilmesi için aynı zamanda psikolojik destek alması da gerekecek.


Bizden Bu Kadar


Dadaş'ın dramı geldi bu gece ekranlara.Aslında Türk futbolunun dramı demek daha doğru olur. Dört aydır para almadan TFF 2. Lig 3.Grup'ta maçlara çıkan Erzurumspor bugün Trabzon Karadenizspor'a karşı evinde 1-0 kaybettiği maçın ilk dakikası boyunca sahada hareketsiz bekledi.

Bu süre içerisinde Trabzon Karadenizspor da kensi sahasında top çevirdi. Maçın sonunda "Bizden Bu Kadar" diye pankart açan Erzurumsporlu oyuncular sahadan ayrılmayarak oturma eylemi yaptı. Maç sonunda birçok taraftar, yönetici ve oyuncu gözyaşları içerisindeydi.

Bu durum devam ettiği takdirde ikinci yarıda maçlara çıkmayacaklarını bildiren oyuncular zaten koca bir ilk yarıyı da 12-13 kişilik dar bir kadro ile götürmeyi başardılar. Şu anda grubun dibine demir atmış olan Erzurumspor için artık yokuş aşağı düşüşün önüne geçilemeyecek gibi duruyor.

Bir zamanlar Süper Lig'de mücadele veren takımın içler acısı durumundan farklı değil aslında birçok kulübün durumu da. Kocaelispor mesela... Süper Lig'de oynayan Diyarbakırspor mesela... Oturup bir liste hazırlasak ne takımlar çıkacak karşımıza Türk futboluna damga vurmuş.

Ve bu aciziyet karşısında hiçbir şekilde duruma müdahale etmeyen bir TFF, bir türlü etkin hale getirilememiş bir futbolcu sendikası ve bugün Türk futbolunun içerisinde bulunduğu sarmal.

1998-2000 arasında 3 sezon Süper Lig'de yeralan bir takımın on yılda geldiği nokta. Son on yıl listeleri yaptık ya. Bu da son on yılın Türk futbolundaki en büyük düşüşlerinden biri olsa gerek.

27 Aralık 2009 Pazar

Son On Yılda Dünya Futboluna Damga Vuran Beş Teknik Adam



2009'da on yıllık iş çıkararak tüm kupalara ambargo koyduğu için Guardiola

Önce Porto ile neredeyse imkansızı başarıp, UEFA Kupası ve hemen ardından ŞL'yi kazanan ardından şampiyonluğa hasret Chelsea'yi iki kez ligin zirvesine taşıyan ve ikinci bir büyük ligde Inter ile aynı başarıyı gösteren Mourinho

Son günlerde çokça tartışılsa da ölüyü diriltip önce UEFA, ardından masalsı ŞL şampiyonluğuna Liverpool ile ulaşan, 2000'li yılların başında Valencia ile fırtına gibi esen Rafa Benitez

Gittiği her takımda başarıyı yakalamaya devam eden Fabio Capello

Ve hem seksenlerin, hem doksanların hem de iki binlerin listesine girebilecek, bugünlerde on dördüncü City teknik direktörünü gören, başarıları bu son on yılda da saymakla bitmeyecek adam Alex Ferguson



Son On Yılın En Heyecan Verici Takım Performansı


Bana göre hiç kuşku yok ki son on yılın en heyecan verici takım performansı 2002-2004 yıllarındaki oyunuyla Gençlerbirliği'dir. Ligde elinden alınan şampiyonluk, UEFA Kupası'nda Benitez'in Valencia'sına karşı uzatmalarda kaybedilen tur ve muhtemel UEFA Kupası ile unutulmazlara adını yazdırmışlardır.

Halmstads, Blackburn Rovers, Sporting Lisbon ve Parma ile devam eden seride o yıl kupayı alan Valencia'yı yenen tek takım olmak, içerideki 1-0'ın rövanşını uzatmada eksik kaldıktan sonra yenilen bir golle 2-0 kaybetmek son on yılın en spektaküler performansı olarak yeterli benim için.

Birçok Anadolu takımı ligi domine etti son on yılda ama Denizlispor'un UEFA Kupası performansını bir kenara bırakırsak hiçbiri Avrupa'da da Gençlerbirliği kadar etkili olamadı. O yıllarda Ersun Yanal yönetiminde oynadıkları oyun büyük küçük demeden rakiplerini ezen ve yıldıran bir oyundu.

İşte o efsane kadro: Botonjic, Deniz, El Saka, Ümit, Erkan, Filip, Skoko, Serkan, Ali Tandoğan, Mustafa Özkan, Youla

Hikayenin devamı gelmese ve her zamanki deneyim kazandık geyiğiyle bitse de Anadolu'nun düşen en önemli kalesi oldular Avrupa'da.


Son On Yılın Türk Oyuncular Karması

Son on yılın yabancılar karmasına ciddi eleştiriler almıştım. Türk oyuncular için de gelecektir. Ben Türk futboluna en çok damga vuran oyuncular arasından yaptım seçimlerimi. Mesela Rüştü yerine şu an ki formunu göze aldığımda Volkan ya da Sabri yerine Gökhan Gönül'ü oynatmak daha doğru olur.



Ama geride kalan on seneye baktığımda sahada yeralan kadro ben de en çok iz bırakan takımın kadrosu. Bu yüzden ağırlıklı olarak 90'lı yıllarda karmayı hakeden ve 2000'lerin başında futboldan yavaş yavaş uzaklaşan ya da o yıllardaki form grafiğini sürdüremeyen oyuncular da pek yeralmadı takımda.

E o zaman Rüştü diyenleri duyar gibiyim. O farklı: hem 90'larda hem de 2000'lerde tartışmasız Türkiye'nin bir numarasıydı son birkaç yıla kadar.

Teknik adam mı? Ben son on yıla damga vurmuş bir isim bulamadım. Önce Şenol Güneş, biraz Denizli ve son yıllarda tekrar Terim...Ama en spektaküleri Ersun Yanal. 2003-2004 sezonu ve o yıl UEFA Kupası'ndaki Gençlerbirliği son on yılda izlediğim en iyi takımlardan biriydi. Sonrasında kariyeri üzerine yapılan tartışmalarla en spektaküler ödülünü veriyorum kendisine.

Fenerbahçe Raulsuz Olmaz


Real Madrid'i nasıl Raulsuz düşünemiyorsam, Semih'in olmadığı bir Fenerbahçe'yi de düşünemiyorum. O Raul ki Ronaldo'dan Van Nistelroy'a birçok dünya çapında forvet oyuncusunun gelip geçtiği Real Madrid'te kulübün simgesi olmayı başarmıştır.

Bu sabah gazeteleri açtığımda Huntelaar'ın Fenerbahçe'ye transfer haberi, altında da Semih'in kendisine kulüp aradığı yazıyordu. Bu yıl formsuzluk ve sakatlıklarla boğuşan bir adamı bu kadar kolay gözden çıkaran Fenerbahçe yönetimi ve teknik adam kadrosu hangi akla hizmetle kendi Raul'unu yıllardır baş tacı edemez hala aklım almıyor.

Daha önce de yazmıştım birkaç kere, Semih gitmelidir çünkü ne spor kamuoyu, ne Fenerbahçe Spor Kulübü ne de taraftarları bu adama hakettiği değeri vermemektedir. Aziz Pierre bir kenara, ne Nobre, ne Anelka, ne Kezman, ne de Güiza bu kulübe Semih'in verdiklerinin yarısını verememişken hala forvet arayıp kendisini üçüncü plana itmek fazlasıyla kör olmak demektir bir futbol kulübü adına.

Daha da vahim olan bir kulübü yönetenlerin başarıya giden yolu isim yapmış bir forvet oyuncusu almaya endekslemeleridir. Zira Semih'i göremememnin başka izahı olamaz. Sarı larcivertli formayı giydiği günden bu yana kendisini sürekli geliştiren, çok farklı gol silahlarına sahip olan (bakınız MTK'ya uzaktan attığı gol ile Almanya'ya Euro 2008'de attığı gol), dribling yapmayı bile 24-25 yaşında öğrenebilen ve bu özelliği ile bana göre öğrenmeye en açık Türk futbolcusu olan "Genç" Semih eğer Huntelaar ya da bir başkası gelecekse kesinlikle gitmelidir.

Fenerbahçe hala kendi değerlerine sahip çıkmayı öğrenemediyse bunu ne Semih ne de benim gibi düşünenler öğretebilir. Semih'i yedek kulübesinde oturtup Kezman'ı sahada tutarak kaç şampiyonluk kaçmıştır hesap edilemiyorsa bu sorun üzerine bir kitap yazılabilir.

Eğer Avrupa'da kendine uygun bir kulüp ve onu anlayan bir teknik adam bulabilirse Semih'in çok başarılı olacağını düşünenlerdenim. Bu anlamda da bence adresi Bundesliga olabilir.

Semih Avrupa'da başarılı olabilir de Fenerbahçe Raulsuz olabilir mi orada ciddi soru işaretlerim var.

Son On Yılın Herşeyi


Son on yıl olayına girelim, tabi bu liste de bana göre...Birçok itiraz gelebilir. Şimdiden kabul ediyorum.

Son on yılda

Dünyanın en unutulmaz maçı: Liverpool 3-Milan 3 (penaltılarla Liverpool)- ŞL Finali, 25 Mayıs 2005

Süper Lig'in en unutulmaz maçı: Fenerbahçe 6- Galatasaray 0 - SüperLig, 6 Kasım 2002

Dünyanın en iyi takımı: Geçen sezondan sonra tabi ki Barcelona

Turkcell Süper Lig'in en iyi takımı: Galatasaray ve Fenerbahçe'yi ayırmak istemiyorum

Dünyanın en iyi oyuncusu: Zinedine Zidane (Messi dahil son on yılda daha büyüğü gelmedi, Messi'nin de daha yolu var bence onu 2000'li yılların ikinci on yılına koyalım)

Turkcell Süper Lig'in en iyi oyuncusu: Alex de Souza

Dünyanın en iyi kalecisi: Casillas

Turkcell Süper Lig'in en iyi kalecisi:
Rüştü Reçber

Dünyanın en iyi teknik adamı:
Mourinho

Turkcell Süper Lig'in en iyi teknik adamı: Mircea Lucescu

Dünya futbolunda en büyük sürpriz: Porto'nun 2004'te Şampiyonlar Ligi'ni kazanması

Türk futbolunda en büyük sürpriz: Geçtiğimiz iki yıldaki performansı ile Sivasspor

Dünyanın en şanslı taraftarı:
Farkında mısınız ama Türk futbolseverler. Cumhuriyet tarihinde kimsenin göremediğini son on yılda görebildiğimiz için. Milli Takımlar düzeyinde bir Dünya ve bir Avrupa üçüncülüğü.



26 Aralık 2009 Cumartesi

Türkiye'de Oynayan Yabancılar Karması

2000'li yılların ilk on yılı için herkes birşeyler çıkartıyor, ben de Türkiye'den bir karma yapayım dedim. Buyrun Türkiye'de forma giyen oyuncular içerisinde son on yılın en iyi yabancılar karması:



Hagi niye yok demeyin onun doksanların karmasında olması daha doğru olur. Anelka ne forvet ne de sağ kanatta yer bulabildi doğal olarak Türkiye'deki performansı da bu bölgede ismi geçenlerin yanında daha zayıf kalır.

Giunti'yi geç bulduk ama çabuk kaybettik, muhteşem bir adamdı. En çok Baros'u koyarken zorlandım. Karmaya üç büyükler dışından bir tek Kayserispor'lu Toledo girebildi.

Lugano mu Ronaldo mu sorusunu da bayağı sordum kendime ama 2 yıl önceki ŞL performansı Lugano'yu öne çıkardı. Sanırım bu takımla Avrupa'da iyi işler çıkarırım.

Teknik adam mı? Tabi ki Lucescu...

Sonraki karma Türk futbolcular için olacak.

25 Aralık 2009 Cuma

Güzel Kareler



İngiliz takımları bu işin PR'ını iyi yapıyorlar. Michael Owen, Wayne Rooney, Owen Hargreaves, Gabriel Obertan, Ben Foster, Park Ji-Sung, Patrice Evra ve Jonny Evans hep beraber bir çocuk hastanesi olan Royal Children's Hospital'ı ziyarete gitmişler.

Güzel kareler yansımış fotograflara. Çocuklar mutlu, Manchesterlı oyuncular mutlu. Bizim kulüplerimiz de yapıyor hoş ama biraz duyurma konusunda sıkıntılılar. Oysa bu tip davranışlar güzel örnekler teşkil ediyor toplumsal dayanışma adına da.

Bir Başka Trabzon


Trabzon'a gittim diye yazmıştım ya hani Şenol Güneş'i gönderiyorlardı. Trabzonlular hakikaten en teresan insanlar. Bundan bir yıl önce gitmiştim ilk kez Trabzon'a.

Daha havaalanında körükten uçağa geçerken başladı olaylar. Tam uçağın kapısına geldik önümdeki vatandaş hostese ne dese beğenirsiniz? "Trabzon uçağı di mi daa"

Trabzon'a indim bir de ne göreyim heryerde "Olimpiyat Şehri Trabzon'a Hoşgeldiniz" yazılı billboardlar. Akçaabat'a köfte yemeye giderken taksi şoförü Trabzon'u tanıtıyordu, orada anladım "Olimpiyat Şehri Trabzon" hikayesini.

Taksi şoförü deniz kenarındaki devasa inşaatı göstererek " Ha bu da bizim yeni yapılan Olimpiyat Stadı" dedi. Ben de soru işaretleri kocaman olmuştu o anda. Ben farkında değilim de Trabzon 2012 Olimpiyatlarına mı aday oldu diyeceğim, hoş o günlerde Sidney'in kazandığı belli olmuştu. O sırada taksi şoförü çıkardı baklayı ağzından: "Karadeniz Olimpiyatlarını Trabzon'da yapacağuz da".

Akçaabat'taki Köfteci Nihat hikayesi de ayrı. Köfte dışında başka ne spesiyalleri olduğunu sormuştum. Garson Laz Böreği dedi. Doğal olarak merak edip sordum nasıl oluyor bu Laz Böreği diye. Aldığım cevap: "Güzel oluyoo daa".

Niye anlatıyorum bu hikayeleri konusuna gelince. Bazen Trabzon halkının ve futbol takımını yönetenlerin yaptıklarına çok kızıyorum. Ama öyle değil işte bir taraftan da hakikaten farklı yaşıyor o yörenin insanı.
O yüzden Trabzon'u eleştirirken artık diğer takımlardan ayrı bir yere koyma kararı aldım. Bundan sonra hem takımı hem de yönetimi, hem de halkını olabildiği kadar farklı bir gözle değerlendireceğim.

Christmasta Hep Birlite Christmasta Hey Hey


Ağır abiler Christmas kutlamasında.


Aman Deniz Taşmasın



Ronaldo'ya haksızlık oluyor, Adriano'yu da şişko klasmanına alabiliriz aslında. Şampiyonluğu serin sularda göbeğini hoplatarak kutluyor İmparator. Mayo seçimi dehşet...

Iniesta Ne Yapıyor?



a) Hakeme gözlük
b) Maç 0-0 biter
c) Hepiniz böylesiniz
d) Teyel ama iğne ve ipi göremiyoruz
e) Hepsinden biraz

24 Aralık 2009 Perşembe

Mancini City


Yandaki yarma kim tanımıyorum bu arada ama Mancini ile City ne yapar göreceğiz.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Şenol Güneş Ne Zaman Gider?




Fenerbahçe maçının ertesi sabahı Trabzon'a gittim iş nedeniyle. Her Trabzon'a gidişimde mutlaka taksi şoförleri ile sohbet ederim. Mesela Ersun Yanal'ı onlar gitmeden altı ay önce göndermişlerdi.

Ortaya yemi attım, ne zaman göndereceksiniz Şenol Güneş'i diye. Alem insanlar bu Trabzonlular. Bir tanesi gelmesi hataydı dedi. Bir diğeri altı aya kalmaz, sezon sonunu zor görür, diğeri de Şenol değil önce yönetim gitsin dedi.

Trabzon'a ilk gittiğimde Akçaabat'ta köfte yemeye gittiğimde tatlı ne var demiş, laz böreği cevabı alınca da o nasıl birşey diye sormuştum. Garson "Güzel bişi da" demişti.

O gün bugündür ne deseler şaşırmıyorum.

20 Aralık 2009 Pazar

Fener İlk Yarıyı Lider Kapattı



Maçtan önce Alex'e tedbir alacağını okuduğum Trabzonspor Alex'i saha içerisinde o kadar rahat bırakıp defans hattını da o kadar ileride kurdu ki maç içerisinde arkaya yedikleri topları sayamadım.

Özellikle ilk yarıda Fenerbahçe hiç olmadığı kadar rahat bir oyun oynadı Avni Aker'de. Roberto Carlos'un gidişiyle Santos gerçek yerine döndü. Son maçlara göre fena değildi ancak Trabzon da en çok bu kanattan Serkan ile zorladı rakibini. Santos'un önünde oynayan Özer'in çok iyi bir huyu var. O da devamlı dikine top atarak rakibi zorlaması. İşte Alex ile birlikte onun ve Mehmet Topuz'un attığı toplar 90 dakika içerisinde iki takım arasındaki farkı ortaya koydu.

Çok mu iyi oynadı Fenerbahçe: Kesinlikle hayır. Zaten sahada da temposu yüksek ama kalitesi düşük bir oyun vardı. Ama Fenerbahçe rakibine oranla daha efektif top yaptı. Birkaç topta tehlikeli bölgelere sızdı. Trabzonspor ise gelip gelip Fenerbahçe defansından geri döndü. Colman'ın ikinci yarıdaki kaçan akılalmaz pozisyonu ve Umut'un birkaç zorlaması var hepsi o.
Bu sonuçla ilk yarının lideri oldu Fenerbahçe. İkinci yarıda fikstür avantajı var. Ama devre arasında bu oyunun üzerine koymak zorunda.


Futbol Gayleşir mi Yoksa Bir Türk Takımı Şampiyonlar Ligi'ni Kazanır mı?


Futbolda homoseksüel futbolcular üzerine çokça yazılar yazıldı. Hatta benim bir yazım da samimiyetsiz olduğum ya da gizli homoseksüel olduğum yönünde yorum almıştı.

Futbol doğası gereği fazlasıyla maskülen bir spor. Tabi bu benim görüşüm. Eğer feminen olsaydı bugün bayan futbolunun çok daha farklı bir yeri olurdu dünya gündeminde. Tenis ve voleybol gibi. Futbolu maskülen olmasında insanoğlunun yüzyıllardan beri getirdiği, içerisindeki güdüler de etken olabilir, zira futbol ortaçağdaki arenaların yerini alan ve bir stadyum içerisinde onbinlerin Collessium'da gladyatörlerle kölelerin savaşını izlediği bir aktivite halini almıştır.

Ortaçağda gay gladyatör var mı diye sormak kimsenin aklına gelmiş midir bilemiyorum ancak bu maskülen spor olayında dünyadaki her ülkede bakış açısı çok değişememektedir. Yani her ülkede bolca Tanju Çolak vardır ve "gay futbolcu olmaz" der. Bugün futbol arenasının belki de en bilinen gay oyuncusu Guti bile sahada "guy" olur izleyiciler için.

İngiltere'nin ünlü PR danışmanlarından Max Clifford Independent gazetesine verdiği röportajda son beş yıl içerisinde çalıştığı 2 kalburüstü İngiliz futbolcusunun gay olduğunu bildiğini ve onlara "sakın odanızdan dışarı çıkmayın" tavsiyesinde bulunduğunu açıkladı.

Çok fazla bir bilgim olmamakla birlikte Max Clifford'un içlerinde David Beckham da dahil birçok İngiliz oyuncunun danışmanlığını yaptığını biliyorum. Ama müşterilerinin kimler olduğu konusunda daha fazla bilgiye sahip değilim.

Merak konusu bu iki oyuncunu kim oldukları haliyle. Modern zamanların en şaşalı arenalarında boy gösteren Premier Lig oyuncularının kim olduğu bu açıklamadan sonra pek gizli kalmayacaktır gibime geliyor.

Peki ya sonra? Mesela bundan on ya da yirmi yıl sonra futbol takımlarında gay veya kadın oyuncular görebilecek miyiz? Bayan basketbolunda çok yakında bazı oyuncuların NBA'da boy gösterebilecekleri konuşulduğunda Lebron James bile bunun kendi kariyeri sona erene kadar mümkün olamayacağını söylerken insanların cinsel kimliklerini afişe ederek yeşil sahada yeralmaları mümkün olacak mı?

Bu sabah Independent'ı okurken düşündüm bunların hepsini. Garip bir dünyada yaşıyoruz ve değişim çok hızlı gerçekleşiyor bir önceki on yılla karşılaştırdığımızda. Daha çarpıcı olanı siyah ırk üzerindeki ırkçı yaklaşımlar bile on yıl öncesine göre bambaşka bir boyut kazandı. Bugün ABD'nin başında siyahi bir lider var. Oysa on yıl önce bunu kimse düşünemezdi.

Okuduğum haber ironik bir şekilde beni farklı boyutlara götürdü, bana çokça yabancı gelen bir senaryoyu düşündürdü bir anda. Gitgide bir deneme haline gelen bu yazıda her satır, her cümle, her kelime başka bir kapı açtı.

Bazıları için komik, bazıları için korkutucu, bazıları için inkar edilen, bazıları için sevindirici, bazıları içinse dudak bükecekleri bir fikr-i münazara yaşadım yazıda.

En azından kafamda iki olasılığı karşılaştırdığımdaşu sonuca vardım: bir Türk takımının Şampiyonlar Ligi'ni kazanması veya futbol takımlarındaki oyuncuların cinsel kimliklerini açıkça ortaya koymalarından hangisi daha güçlü bir ihtimal olarak geliyor? Bence ikinci ihtimal birincisine göre çok daha güçlü.
İkinci ihtimalin birincisine göre neden çok daha güçlü olduğunu da oturup düşünmesi gerekenler düşünsün artık.



Avrupa Ligi'nde Eşleşmeler


Avrupa Ligi'nde kuralar çekildi, biz de duvara tosladık biraz sanki. Kuraların çekildiği gün iş nedeniyle Adana'da olduğum için yorum da giremedim pek.

Gerek Lille gerekse Atletico Madrid şu an Fenerbahçe ve Galatasaray'ın oynadığı oyuna baktığımda şanslı olan taraflar gözüküyorlar. Ancak ne Lille birinci sınıf bir Fransız takımı ne de Atletico Madrid kağıt üzerinde yazan kadronun takımı.

İkinci tur maçlarında bol gollü karşılaşmalar izleyeceğimiz aşikar. Bunda Lille'in gole dönük bir takım olması kadar, diğer eşleşmede Galatasaray'ın da fazlasıyla defansif olarak güven vermeyen yapısı etken olacak.


Lille karşısında herkes Fenerbahçe'nin ara transferde ne yapacağını bekliyor. Böyle bir beklenti olunca da insan ister istemez vay halimize diye düşünüyor. Öte yandan Liverpool'un karşısına çıkma hesapları yapılıyor da ben Unirea'nın o eşleşmede hiç de azımsanmayacak kadar şansı olduğunu düşünüyorum. Burada ilginç bir nokta var o da eğer Lille'i geçerse vaktiyle Dan Petrescu'yu Fenerbahçe'ye getiren basınımız ve Tahsin Kaya'nın yapamadığını UEFA'nın başarmış olması olacak. Unirea'nın teknik direktörü futbolculuk yıllarında gelemediği Şükrü Saraçoğlu çimlerine Livepool'u elerlerse ve Fenerbahçe'nin de Lille'i geçmesi durumunda ayak basacak.

Diğer bir entersan durum da İki takımımızın da turu geçmeleri durumunda olası bir İstanbul- Liverpool çarpışması. Liverpool şehrinin diğer takımı Everton'un Sporting'i, Rafa'nın öğrencilerinin de Unirea'yı geçmeleri durumunda İngiliz ve Türk basınına müthiş malzeme çıkaracak eşleşmeler izleyeceğiz.

Bu kupada iki takım da ilerlemek istiyorlarsa elbet ilerleyen turlarda sıkı takımlarla eşleşeceklerdi. Bunun ikinci turda başlarına gelmesi aslında bu kupada neler yapabileceklerini de net bir şekilde ortaya koyacak. Yazının başında da belirttiğim gibi ben pek ümitli değilim.

19 Aralık 2009 Cumartesi

Altı



Anadolu Devrimi


Eğer Fenerbahçe Trabzon'da, Galatasaray da İstanbul'da Gençlerbirliği önünde puan kaybederse (en iyi ihtimalle berabere kalsalar da) Kayserispor kendi evinde Antalyaspor önünde çıkaracağı 1 ya da 3 puanla ilk yarıyı Bursaspor ile birlikte ilk iki sırada bitirmiş olacak.

Lig tarihinde ilk yarının puan tablosunda ilk iki sırayı dört büyükler dışında Anadolu takımlarının aldığı bir sezon var mı? Ben en azından yakın zamanda hatırlamıyorum.

18 Aralık 2009 Cuma

Roberto Carlos'un Mirası




Bazı anlar vardır bir karar vermeniz gerekir ve o karar bir tarafı sevindirirken diğer tarafı çok üzere. Aile sözkonusu olunca ister istemez akan sular durur.


Böyle bir ayrılık Roberto Carlos'unki de. Herkes hakkında birşeyler yazıp durdu. Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi solbeki, bizim yaş grubunun izlediği futbolcular arasında bir karma yapsanız banko alacağınız adam performansını ne kadar tartışsanız da Türkiye'de oynadı.


Ve bana göre oynadığı dönemde Türkiye'de o bölgede oynayanlar arasında da açık ara en iyiydi. Ligin ikinci devresinde ne demek istediğim anlaşılacaktır.


Sanırım bu fotograf karesi yüzyıllar da geçse Türk futbolseverine ve en çok da Fenerbahçeli ve Galatasaraylılara miras bıraktığı en anlamlı an olacak.



Her pikseli ile bir başucu fotografı bırakıp gitti adam, bazıları hala performansını tartışıyor. "Teşekkürler ROBERTO CARLOS"

17 Aralık 2009 Perşembe

5 Mayıs 1996 Trabzon-Fenerbahçe Maçından Bu Yana Türk Futbolu



5 Mayıs 1996 akşamı Trabzonspor - Fenerbahçe arasında oynanan ve 2-1 sarı larcivertli ekibin galibiyeti ile sonuçlanan maç aslında bir kulüp tarihine beyaz ve kara sayfanın ekleneceği Aykut Kocaman-Ali Şen olayının tohumlarını atan hadisedir.

O gün maçın kahramanı Rüştü, Erdoğan Şenay'ın deyimiyle "Avrupa sahnesinde dahi görülmesi çok zor deha kurtarışları" ile Türk futboluna gelmiş geçmiş en iyi kalecisini kazandırırken maçın ve Rüştü'nün bu performansının önüne geçen, maç sonrasında emeğe olan saygısından rakipleri için üzüldüğünü söyleyen açıklamaları ve Oğuz ile birlikte onu gönderme planları yapan Ali Şen'in Aykut'un Fenerbahçeliliğini sorgulayan beyanatı olur.

Ne gariptir ki yıllar sonra sportif direktör olarak göreve gelen Aykut Kocaman rakip takımda eşdeğer pozisyonda yine o günün yıldızlarından Ünal Karaman ile karşı karşıya gelecekler haftasonunda. O yıl şampiyonluğu ve akabinde işini kaybeden Şenol Güneş bugün kurtarıcı olarak dönmüş memleketine. Ali Şen muhtemelen Bodrum Yalıkavak'taki yazlığından izleyecek haftasonu oynanacak maçı. O zamanlar küçücük bir kasaba olan Yalıkavak bugün turizmin lokomotifi. O zamanlar Fenerbahçe Kulübünün kapısından yeni yeni adım atmaya başlayan Aziz Yıldırım bugün Fenerbahçe'nin son on yılına damga vuran Başkan sıfatıyla izleyecek takımını.

O gün 20 yaşında üniversitede okuyan ve hatırladığım kadarıyla Cine5'ten (Teleon'da olabilir) maçı Bakırköy Kartaltepe'de bir kahvede sigara dumanının ekranı bir sis perdesi ile kapladığı ortamda izleyen ben bugün blogumun 990 küsürüncü yazısını yazıyorum. O kahve hala Kartaltepe'de açık ama eski müşterisi de yok. Sadece mahallenin yaşlıları takılıyor artık.

O haftasonu Manchester United da İngiltere Premier Lig'de şampiyonluğa uzanırken Alex Ferguson'un parlak kariyerinin tohumları da atılıyordu. Ve yine o gün şampiyonluk maçında Giggs kariyerinin üçüncü şampiyonluğuna ulaşıyordu.

96'dan bugüne düşüncelerim, hayata bakışım çok değişti. Futbol da çok değişti, dönemin popüler sistemi 3-5-2 artık çağdışı bir oyun düzeni. Futbolcular ve Türk futbolu da gelişti. Trabzonspor taraftarı bir daha bu kadar hiç yakın hissetmedi şampiyonluğu.

Ama ne yazık ki o günlerden bugünlere futbol dünyamız mental gelişimini bir türlü tamamlayamadı. Manchester United o yıllarda şimdiki efsane takımı yaratmak adına yolun çok başındaydı. Bugün gelirleri, taraftarı ve başarıları ile nerelere geldiğini hepimiz biliyoruz.

O gün Şenol Güneş yoluna devam ediyor olsaydı, o günden bugüne Aykut Kocaman çok daha önce Fenerbahçe Kulübü'nün içinde olsaydı, Ali Şen gibi yöneticilerin yerini çağdaş yönetici profilleri alsaydı, Trabzon'a gittiğimde bindiğim taksilerin şoförleri Ersunları harcamasa, Bakırköy Kartaltepe mahallesinin kahvesindeki Fenerbahçelilerin her biri birer teknik direktör olmasa eminim bugün geldiği noktanın çok daha ötesinde olurdu Türk futbolu.

İlerlemedi mi, tabi ki ilerledi, ekonomiler büyüdü, ülkeye Hagiler, Roberto Carloslar Anelkalar geldi. Ama o günden bugüne Manu'nun aldığı yola bakınca bizim aldığımız yol ancak devede kulak boyutunda kaldı.

Hala tuttuğumuz takım ve düşmanlarımız var. Hala sözde bir takım masa başı oyunları çeviren bir federasyona sahibiz kulüp yöneticilerinin gözünde. O gün Rize'den gelen kafileyi taşlayanların oğulları, çocukları ülkenin dört bir yanında hala taş atmaya devam ediyorlar rakip taraftarlara.

O yüzdendir ki bu ülkeye fazla gelir Anelka, Hagi, Roberto Carlos, Rijkaard, Hiddink, Hoijdoonk, Alex, Kewell, Baros,... Bize on maç yatıp bir maç oynarmış gibi yapan Yattara lazım. Futbolumuz ve futbola bakışımız hala Yattara düzeyinde olduğu için. Hala futbolu Yattara'nın oynadığı oyun olarak gördüğümüz için. Hala Yattara ve Yattara gibilerden medet umduğumuz, takım kurarken on tane Yattara koymaya çalıştığımız ve mümkünse kalecinin de Yattara olmasını istediğimiz için.

Scarface



Görünce Al Pacino geldi aklıma birdenbire. Ve oyunculuğunun doruklarına ulaştığı sinema şaheseri: Scarface. Bu adam futbolcudan daha çok bir mafya babası profiline sahip aslında. Ya da Marsilyalı bir uyuşturucu şebekesinin lideri. Bir başka ihtimalde Grand Theft Auto'dan çıkmış bir sanal karakter olması.

Pedro Tarih Yazdı



Pedro Rodriguez Ledesma Barcelona'nın futbol arenasına sunduğu en son genç yetenek. Henüz 22 yaşında akılalmaz bir rekora imza atan genç hücum oyuncusu dün akşam Abu Dhabi'deki World Clubs Championship'te Meksika temsilcisi Atlante karşısında takımının üçüncü golünü atarak başardı.

Bu golü sıradışı kılan bir yıl içerisinde European SuperCup, Spanish SuperCup, Liga, Spanish Cup ve Champions League ile birlikte altı büyük organizasyonda gol atan tek futbolcu olması.

Barcelona Football Factory iftiharla sunar.

Bu arada maçı 3-1 alan Barcelona finalde Estudiantes'in karşısına dikilmiş oldu.

Kazım'a Ne Lazım


Bir şans oyunundan 250.000 £ çıksa yapacağınız en iyi yatırım ne olur? İş kurmak mı, ev almak mı, bazı değerli kağıtların alımı mı, banka mı nedir? Yoksa altın mı alırsınız?

Bir Brighton & Hove Albion taraftarı Coca Cola'dan kazandığı 250.000 £ ile gidip Colin Kazım'ı aldı herkesin bildiği üzere. O Colin Kazım'ın bugün geldiği nokta gözönüne alındığında ilk paragrafta saydığım tüm yatırım araçlarından daha karlı bir iş Colin Kazım'ın bonservisini almak. Bugün bonservisi halen bu taraftarın elinde olsaydı yatırdığı parayı rahatlıkla 10'a katlamış olacaktı.

Yatırım getirisi kadar riskli de aslında. Son dönemlerde Kazım'ın seks partileri, şike suçlamaları, düzensiz hayatı öncesinde zaten kimlik bunalımı yaşayan genç bir adamı fazlasıyla yıpratacak konular. Gerçi Kazım geniş adam ama ne kadar geniş olursanız olun konu gitgide mide bulandırıcı bir hale dönüştü. Şu günlerde şike ile ilgili Kazım'ın ilgisi olmadığı yönünde haberler çıkıyor ama bir kere malzeme yakalandı mı onu sonuna kadar kullanıp sineğin suyunu çıkarmakta usta olan basınımız daha bu defteri bir iki sene daha açacaktır hiç kuşkunuz olmasın.

Bugün Kazım yatırımcısından daha çok para kazanıyor muhtemelen. Ama eğer yatırımcısı ben olsaydım ve 250.000 £ parayı bugün ona katlamış olsaydım Kazım'dan çok daha mutlu bir hayatım olurdu.

Kazım olmak istemezdim her türlü şaşasına rağmen, ama yatırımcısı olmak isterdim. Kazım olduğunuzda dışlanırsınız, yatırımcısı iseniz bu size prestij sağlar. Dışlandığı için Kazım'ı hep Anelka'ya benzetirim. Hem oyun stilini, hem de ruh halini. Anelka'nın bonservisi elinizde olsaydı o belki dünyada yatırımcısına en çok para kazandıran oyuncuların başında olacaktı. Kazım için bu senaryo şimdilik daha uzak ancak Kazım'ı gördükçe Anelka'yı görüyorum nedense.

Ve Anelka'nın bir türlü yürümeyen Fenerbahçe evliliğini. Colin Kazım ve Fenerbahçe ilişkisi de yürümeyecek. Kazım'ın mutlu olacağı yer değil Türkiye ve Fenerbahçe. Belki o da ilerleyen futbol hayatında Anelka gibi mutluluğu bir başka İngiliz kulübünde bulacak ama Türkiye'de değil.

O yüzden hem Fenerbahçe'ye hem de Kazım'a lazım olan şey tez elden karlı bir ayrılık. On katı kazançla değil ama ona ödenen bonservisin altına inmeyen bir anlaşma ile. Çünkü yürümeyecek. Yürütebilirlerse iki tarafı da tebrik eden bir yazı borcum olsun.


16 Aralık 2009 Çarşamba

Sergio Ramos'un Cini



Sergio Ramos'un sihirli lambasından çıkan cine üç dileği olsa ne isterdi?

Birincisi Real'in şampiyonluğu hiç kuşkusuz.

İkincisi yeter bu savunmacıların çektiği, forvette oynayanlar bu işin kaymağını yiyiyor, biz tüm takımın yükünü çekiyoruz. Artık star oyuncu savunmacılar olsun diyebilir.

Üçüncüsünü size bırakıyorum.

Beckhamlar



Brooklyn, Romeo ve Cruz isminde üç çocuk babası olan Beckham sık sık ailesiyle birlikte yeralıyor basında. Bir tatil günü yapılacak en güzel şeyi yapıyorlar beraberce. Milyon dolarlar alabilirsiniz ama bu fotograf karesini yaşamak paha biçilemez.

Böyle Logoya Böyle Futbol



Dün Euro 2012'nin logosundan bahsetmiş ve beğenmediğimizi belirtmiştik. Oldukça feminen kaçmış ancak logo böyle olunca işin içine kadınların gireceği de belliydi. Logoyu çok beğenmiş olacaklar ki topu kapıp fırlamışlar Kiev'deki meydana.


14 Aralık 2009 Pazartesi

Giggs



Saçlarına aklar düştü, yolun yarısını devirdi, hayatının yarısından fazlasını Manchester United'ta geçirdi. Paul Scholes ile birlikte 2010-11 sezonunda da Manchester United formasını giyecekler.

Böylece önümüzdeki sezon da onu izleme şansımız olacak. Daha alacak çok ödül, oynanacak çok maç var.

Ben Oynamam Bu Euro 2012'de



Kötü olmuş Euro 2012'nin logosu, hem de çok kötü. Platini, Ukrayna ve Polonya futbolunun kurmayları da utanmadan poz vermişler önünde.


Anfield Tribünlerinde Bir İspanyol



Arsenal Liverpool'u 2-1 ile yenip Benitez'e anlayacağı dilden beyaz mendil sallarken eski bir dost Anfield tribünlerinde takımının durumunu kaygı dolu gözlerle izliyordu.

Liverpool için Xabi'nin çok şey ifade ettiğini biliyorduk ancak bu kadar dramitik bir sezon geçireceklerini asla tahmin etmemiştik.

Xabi de tahmin etmemiş olacak ki, izlediği Liverpool karşısında bir hayli yıkılmış gözüküyor.

Feyyaz'ı Beğeniyorum


Futbolculuğunda sahada başarılı olan pekçok isim yazıyor gazete köşelerinde, pekçokları da televizyonlarda yorum yapıyor. Bunların içerisinde Rıdvan Dilmen tabi ki bir fenomen. "Gol olur" ifadesini artık onun sayesinde litaretürden sayabiliyoruz. Televizyon yorumculuğu yazarlığının önünde.

Pekçokları da boşa yazıyor ama son zamanlarda benim için biri onlardan ayrılıyor. Daha farklı bakıyor, daha farklı yazıyor. Müthiş analizler yok belki ama başka bir pencereden bakışı var sahaya. Bu kadar birbirine benzeyen yazılar içerisinde böyle kalem sallıyor olması da hoşuma gidiyor.

Kibar Feyyaz'ın son bir kaç ayda yazdıkları arasından bir derleme yaptım aşağıda. Futbolculuğunda da farklıydı, yazarlığında da farklı bir yola girmiş. Bence devam da etmeli. Biraz Vedat Okyar etkileşimi yok değil ama kendi üslubunun da bu olduğunu düşünüyorum yani kopya değil, kendi üslubu ile harmanlanmış bir Vedat Okyarvarilik var.

"Maç öncesi Beşiktaş cephesi güllük gülistanlık. Co pilotu Sivok ile iyi anlaşan Ferrari'ye, “Son viraja girerken sarı kart görüp bizi Manisa maçında sensiz bırakma” uyarısı yapılmış".

"İnönü'de dün akşam herkes o kadar kibardı ki benim yazıda biraz nazik oldu. Gidek de bir “Alinazik” yiyek bari"...

"Dünya Anti Doping Ajansı WADA “Vadaaa” deyip, SUDAFET'i yasak maddeler listesinden çıkarmış".
"Maç öncesi renktaşlar sıkıntılı. Fenerbahçe'de Kazım yoldan çıkmış... Önder harakiri yapmış... 4 futbolcusu otel odasında çok pas yaparken yakalanmış"...

“Uçan kuşa borcun var deseler” anlarım. Sen de kuşsun Kartal'ım. Atmacadan borç almış, kekliği düz ovada avlarken parayı düşürmüş ya da Kuştepe'de gezerken çantayı kapkaççıya kaptırmış olabilirsin. Ama devlete, millete, şirkete ve özellikle de kendi başkanına nasıl bu kadar borcun olur? Tefeciye kanadını mı kaptırdın? Kimler ibra etti bütçeni de 181.357.189 TL borçlandın"...

Yetiş Kasımpaşalı







Olay A.C Milan'ın kendi evinde 2-0'lık mağluibiyetinin ardından gerçekleşmiş de olsa saldırının siyasi olabileceğini düşünüyorum. Milano Hospital'a kaldırılan İtalya Başbakanı polis raporuna göre saldırganın elindeki heykelciği yemiş yüzüne. Saldırıyı gerçekleştiren Massimo Tartaglia'nın (soyadı da yaptığı eyleme çok uygun adam sürekli tartagliya olsa gerek) şu anda sorgusu devam ediyor.

13 Aralık 2009 Pazar

Kayserispor Nasıl Durdurulacak?


Kayserispor ile oynayan rakiplerine duyurulur. Yine taç atışı ile başlayan bir pozisyonda Makakula ile golü buldular ve bunu hep yapıyorlar.


Bir önceki postta gelen yorum hatırlattı bana bu sezon taç atışı ile başlayıp gelişen ve golle sonuçlanan yedi ya da sekizinci pozisyon olabilir. Hepsi de genelde oyuna topu hızlı sokarak rakip daha pozisyon alamadan atılan goller.

27 gol attılar onaltı haftada ve onüçü Makakula'dan geldi.

O zaman ne yapacak rakipleri bundan sonra? Bir Kayserispor taç atarken uyumayacak, İki Makakula'yı daha bir yakın savunacak.

Not Defteri'nden Gülümseten Notlar


Not Defteri'nde Beyaz'ın konuk olduğu programı ilk yayınlandığında izleyememiştim, bugün banttan izledim. İki tane bomba var programda kayıtlara geçmesi açısından yazıyorum.

Birincisi Rıdvan'ın Önder Turacı ile ilgili açıklaması. Web'ten yayınlanan açıklamayı esprili bir dille ti'ye alıyor: "Açıklama futbolcuyu korur nitelikte aslında, GECE kulübünde tedavi olan futbolcu eve döndüğünde sakatlanmıştır" tarzındaki ifadesi beni kırdı geçirdi.

Bir bomba da haftanın sözleri bölümünde Son Kale programında Ahmet Çakar ile Sinan Engin'den:

Ahmet Çakar: Bu Santos Kazım ile geze gze bozuldu.

Sinan Engin: Ne yani bizim de bir sürü gay arkadaşımız var ama biz gay falan olmuyoruz.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Seyirci Sizsiniz Fenerbahçe


Sekizde sekiz ile kulüp tarihinin en görkemli lig başlangıcına imza atan Fenerbahçe seyircisiz oynadığı son haftada az daha kulüp tarihinin en kötü serisine de imza atacaktı.

Emre'nin yokluğu ile hem oyunu kurarken hem de defansif anlamda yaşanan sıkıntılar bir kez daha ortaya çıktı Fenerbahçe'de. Hoş Emre'nin de son yıllardaki en istikrarlı sezonunu yaşamasına rağmen kart cezalarının üzerine eklenen sakatlık problemi ile beklenen istikrarın altına düşmesi çok ta şaşırtıcı değil benim için aslında.

Bu yoklukta ideal ikili Selçuk ve Cristian gibi gözükse de, 90 dakikadaki verimine rağmen kanattan çok sol iç gibi oynayan Özer'in, Selçuk'un yerine bu bölgeye kaydırılması daha olumlu olabilirdi. Yine de Daum'un artık Özer'e ilk onbirde yerveriyor olması önemli. O da bu şansı fena kullanmıyor. Ama şu bir gerçek ki oyunun belirli bölümlerinde iyi tempo yapsa da Fenerbahçeli futbolcular sırtını Alex'e dayamış o ne yapacak diye ağzının içine bakıyorlar.

Bugün de bazen seyircisiz maçın seyircileri gibiydiler. Düşülen skor dezavantajında bu seyirci hallerini, rakiplere ceza sahasına kadar refakat etmelerini hiç saymıyorum bile. Dün Galatasaray savunma yapmıyor demiştim, Fenerbahe öyle değildi. Ne zaman ki Bilica üç maç ceza aldı ve ardından Emre sakatlandı takımın tüm ahengi de bozuldu. Evet Gökhan fazla yerini boşaltıyor, Roberto Carlos yine kademeye girmiyor ama son dört maçta on gol yiyen takımın bu kadar savunma zaafiyeti göstermesinin tek nedeni bunlar olamaz.

Tüm bu handikaplar içerisinde Ankaragökçekspor'dan alınan üç puan önemli ama bu takım bu haliyle Trabzon'dan çıkamaz gibime geliyor. Tabi Alex şapkadan tavşan çıkarmadıkça.

11 Aralık 2009 Cuma

Galatasaray K.E.K'ledi


Galatasaray gitti denilen maçı yetenekli ayaklarının sayesinde kazanmasını bildi. Aslında çok da farklı bir oyun oynamadı Kasımpaşa maçına oranla.

Orada ortaya çıkamayan yetenekli ayaklar Antalya karşısında ortaya çıktı. Belki Elano hücum bölgesine biraz daha uzaktı Topal ve Barış ile birlikte ama o da içeriye etkili kat edişler yaparak hücuma zenginlik kattı.

Sonuçta Galatasaray Keita, Elano, Kewell üçlüsünün golleri ile maç fazlası liderlik koltuğuna oturdu bu akşam. Tabi birlikte direklerin azizliği ile...


Ama hiç kimse kendini kandırmasın hala Galatasaray oyunun sadece tek yönünü oynuyor.

Soyadı Kızıl Yüzü Değil


Bir yöneticinin, onu bırakın hatta bir kulüp başkanının bir futbolcuyla olan alacak verecek davasında o futbolcunun Fenerbahçe maçlarında şike yaptığını ima eden sözler söylemesi en hafif tabiriyle terbiye sınırlarını zorlayan bir davranıştır.

Hele ki o futbolcu Rüştü Dağlaroğlu gibi bir insanın torunuysa. Ne demişler insan herkesi kendi gibi bilirmiş.