31 Ocak 2011 Pazartesi

Nedir Bu?

AnkaraGökçekspor bu hale gelecek takım mıydı? Yönetimi var mı yok mu, yarın ne olacağı belirsiz bir takım sonunda taraftarı ile teknik adamı yumruklaşır bir noktaya geldi. Gökçek Hanedanı ne kadar gurur duysa azdır kendileriyle.

Hadi yönetimi bir kenara bırakalım da bu taraftarın yaptığı nedir? Taraftar futbolcusunu, teknik adamını döver mi? Bu ne cürettir?

Ümit Özat'ın gözünü karartıp insani tüm duygulardan uzaklaştırarak kendisine saldıran taraftarın kafasına basması nedir? Daha dün Köln formasıyla yeri yığıldığında tüm Türkiye'yi göz yaşlarına boğan adam nereye gitti de bu yenisi geldi?

Tüm bu olanların üzerine Hikmet Karaman'ın çakma bir imparator olarak sadece bir saat önce bir taraftar ile bir meslekdaşının kavgasına tanık olmasına rağmen sırf Gökçek'lere inat tribünleri selamlayarak dolaşması nedir? Manisaspor onun yönetiminde şampiyon olsa kaç yazar bu sahte imparatorluk yürüyüşünden sonra?

Ne olduğunu bilemiyorum...Süper Lig'den süper manzaralar...

Fener Gümbür Gümbür

Fenerbahçe dün gece Şükrü Saraçoğlu'nda işgalci karıncalar gibiydi. Oyuna o kadar önde ve baskılı başladı ki Trabzonspor kendi yarı alanından çıkmakta ciddi sıkıntılar yaşadı.

Hiç kuşkusuz Emre ve Mehmet Topuz'un bu oyunda rolü çok büyüktü ancak iyi bir Selçuk'un bu takım için ne kadar önemli olduğunu da bir kez daha gördük. Bence ağır bir karar olan ikinci sarıdan atıldığı pozisyona kadar defansif anlamda çok önemli katkılar sağladı. Hatta Trabzonspor'un maç boyunca pozisyon bulamamasının en büyük faktörlerinden biri geri dörtlünün uyumu kadar Selçuk'un bu bölgeye verdiği destekti. Zaman zaman eleştiriler de alan Selçuk bana göre Fenerbahçe'de en azından on sekiz kişilik kadronun değişmez bir parçası. Ve yıllardır onun oynadığı bölgeye kim gelirse gelsin hiçbir teknik adamın vazgeçemediği bir isim.

Bir parantez de Alex'e açmak gerekir. Belki Lugano'ya asisti dışında skora katkı sağlayacak bir oyun sergilemedi ancak maç içerisinde o kadar önemli işler yaptı ki, anlatmakla açıklamak zor. Takımı hücuma taşıyan isimdi. Bir lider gibi savaştı ve savaşırken topu rakip kaleye en hızlı şekilde götürmesini bildi. İlk yarıda Guti'ye nazire yaparcasına kendi defansı önünden Niang'a attığı yaklaşık 50 metrelik bir pas vardı ki, bunu yapabilecek oyuncu sayısı dünya futbolunda bile az bulunur.

Trabzonspor için şimdi çok daha zor bir dönem sözkonusu. Zira stresi üzerilerinde hissetmeye başladılar. Maçtan önce yazdığım gibi Fenerbahçe bu maçı takip eden 3 haftayı en azından 7 puanla kapatırsa işleri daha da zorlaşacak. En önemli sıkıntıları da defansın göbeğinde Giray'dan dolayı ortaya çıkan zaafiyet. Egemen'in sakatlanması, Glowacki'nin yeni sakatlıktan dönmesi önümüzdeki haftalarda bu bölgede sıkıntılar yaratmaya devam edecektir.

Fenerbahçe açısından ise durum hala karışık. Trabzonspor maçındaki oyun iyi bir gösterge ancak bu yılın deplasman fakiri sarı larcivertliler açısından artık puan kaybına tahammül yok. Ve sadece Trabzonspor değil geçen sezonun şampiyonu Bursaspor belki de daha ciddi bir rakip şampiyonluk yolunda. 

Bünyamin Gezer açısından zor maçtı kabul ediyorum ancak kartlardaki standardı bir türlü tutturamaması da bunda etken oldu. Bence Selçuk'a gösterdiği ikinci sarı ağır bir karardı. Keza Glowacki için gösterilen ilk sarı da tartışılabilir. Maç içerisinde çok daha sert hareketleri kartsız geçiştirdiği oldu. Yine de skoru etkileyecek bir hataya imza atmadı. Kısaca Fenerbahçe gümbür gümbür oynayarak kazandı maçı.

27 Ocak 2011 Perşembe

Ana Kuzusu Messi

Haftasonu Racing Santander karşısında attığı golü annesine atfederek kendisinin doğum gününü kutlayan Messi aslında hepimiz birer ana kuzusuyuz mesajını da vermiş oldu. Dünya yıldızı olsa bile...

25 Ocak 2011 Salı

Fenerbahçe Nereye Koşuyor?

Üç puanlık sistemde dokuz puan fark önemli değildir klişe bir ifadedir. Galibiyete üç puan verilmeye başlanması ile birlikte hayatımıza giren bu cümlecik ikinci yarının ilk haftasında yeniden temcid pilavı gibi geldi önümüze.

Trabzonspor'un kendi sahasında berabere kalmasını kimse beklemiyordu daha ilk haftadan ama bordo mavililer Avni Aker'den 1-1'lik skorla ayrılınca Fenerbahçe'ye gün doğdu. Haftanın kazananıdır Fenerbahçe, Bursaspor'un da puan kaybıyla bu hafta kendi sahalarında oynayacakları Trabzonspor maçı daha büyük bir umut oldu sarı larcivertli camiaya. Galibiyet, farkın dört puana inmesi demek ancak galibiyet dahi bu maçın akabinde bekleyen zorlu haftaları gözardı etmeyi kaldıramayacak kadar hassas bir dengede olan Fenerbahçe'yi kesmeyecek.

Manisa deplasmanı, Kayserispor ile iç saha ve ardından İnönü'ye Beşiktaş karşısına çıkılacak üçlü bir ralli daha var. Manisaspor istim üzerinde ve Hikmet Karaman yönetiminde kazanılan 25 puan, Karaman'ın bu takımı 0 puanla aldığı gerçeğini gözönüne aldığımızda daha da korkutucu bir hal alıyor. Diğer iki maçın zorluk deecesinden bahsetmeye zaten gerek yok. Hal böyle olunca iç sahada oynanacak Trabzonspor maçının kazanılması dahi aslında hiçbir şey ifade etmiyor.

Benim düşüncem Fenerbahçe'yi Antalyaspor karşısında izledikten sonra bu dörtlü final haftalarından Fenerbahçe'nin çıkamayacağı yönünde. Hazır taraftar bu kadar havaya girmişken, tribün grupları Şükrü Saraçoğlu'na dönerken daha ligin ikinci yarısının başında yaşanacak bir kopma da Fenerbahçe açısından tamiri çok zor bir durum yaratacaktır.

Lafı eveleyip gevelemeden söyleyelim: Bu dört hafta sonunda Aykut Kocaman ya gider ya da geçici bir süre için bile olsa kahraman olur. İlk ihtimal çok kuvvetlidir ve Aziz Yıldırım dahil hiç kimse arkasında duramaz Kocamn'ın. Aziz Yıldırım yine işin içinden sıyrılarak "denedik ama olmadı" der. Olan Fenerbahçe'ye olur. Kötü senaryo da olsa gerçek bu.

O yüzden Fenerbahçe taraftarının hayale kapılmasını istemiyorum. Ben kapılmıyorum, gerçek bu kadar çarpıcı bir şekilde karşımızda dururken. Tabi takıma sihirli bir dokunuş olmazsa...

16 Ocak 2011 Pazar

TT Arena Açılışına Hariçten Gazel

Dün akşam TT Arena'nın açılışında "Ali Sami Yen'de kiracılık yükümlülüklerini yerine getiremeyen Galatasaray yönetimi ve aynı şekilde bu arazide de tahsis şartlarını yerine getiremeyen yönetim" cümlesi ile protestolar tavana vuruyor. Dahası benim duyamadığım ama ötede beride okuduğum "Özhan Canaydın'ın karşımıza gelip naif ve sessiz sedasız duruşu dün gibi aklımda" ifadesi var. Öncesinde Recep Tayyip Erdoğan konuşma yapması için anons edildiğinde de protesto var. Ama benim Galatasaraylı dostlardan duyduğum ve TOKİ Başkanı konuşmaya başlarken ki ortam ile yukarıdaki cümleyi sarfederken ortaya çıkan protesto ıslıkları arasında dağlar kadar fark var.

Futbol ile siyaseti karıştırmayalım, stadyumda siyasi görüşler doğrultusunda protesto yapmayalım, Türk örf ve adetlerine göre konukları ağırlayalım... Buraya kadar herşey tamam. Sadece Galatasaraylı için değil, benim taraftarı olduğum Fenerbahçe için de, Beşiktaş için de, Trabzonspor için de, Diyarbakırspor için de, Eskişehirspor için de bu böyle.

Ama yukarıdaki cümle ülkenin neresinde, hangi takımı için sarfedilirse edilsin taraftardan fazlasıyla tepki alır. Olayın ötesini berisini karıştırmadan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşma yapması için anons edilmesi sırasındaki protestoları hiçbir siyasi pencereden bakmaksızın anlamsız bulduğumu söyleyerek şunu ifade etmek istiyorum:

Eğer TOKİ Başkanı'nın bu konuşması sonrasında o stad kimsenin başına yıkılmadıysa, herkesin dua etmesi gerekir. Zira bu türden bir konuşma yapmak, hele hele bu konuşmayı bir takımın evi kabul edilen bir mabetin açılışında onbinlerce taraftar önünde yapmak akıl alır gibi değil.

Başta Adnan Polat ve yönetimi olmak üzere, Fatih Altaylı gibi bazı önde gelen Galatasaraylı yazarların da Başbakan'dan özür dileyip, ki kesinlikle dilemelidirler, TOKİ Başkanı'nın yaptığı konuşma ile ilgili tek bir kelime etmemeleri beni Galatasaraylılıkları ile ilgili sorgulatır. Zira Galatasaraylılık da özür dilemek gibi bir erdem ile beraber aynı zaman da hesap sorabilecek yüreği taşıyabilme cesaretini de taşıyan bir kimliğe sahip olmalıdır.

Hariçten gazel okuyorum başlıkta da yazdığım gibi. Ama yazdıklarımı kimse siyasi yöne çekmesin. Ne AKP'yi destekleyen arkadaşlar sen ne diyorsun kardeşim desinler, ne CHP'yi destekleyen arkadaşlar bu yazıyı hükümet aleyhtarı bir yazıya dönüştürsünler. Benim bu yazıdaki tepkim ilkini kendi kulaklarımla duyduğum, ikincisini ise konuyla ilgili yazılan yazılardan okuyabildiğim iki cümleyedir.

Yazı bu iki cümle üzerine kaleme alınmıştır, yoksa bu stadyumun yapılmasında emeği geçen herkes saygıyı ve iyi ağırlanmayı sonuna kadar hakkeder. Bu yüzdendir ki Galatasaraylı taraftarların Başbakan'a olan protestosu onaylanamaz. Ama saygıyı hakkedenler arasında en başta gelen isimlerden biri de merhum Özhan Canaydın'dır herhalde. Rahmetli kalkıp konuşamayacağına göre, onun adına haddim olmayarak kendi düşüncemi dile getirmektir amacım. Sanırım TOKİ Başkanı'nın sarfettiği o naif ve sessiz duruş kendisinin mütevazi kişiliğindendir, yoksa o cümlede ifade edildiği gibi boynu büküklüğünden değil.

Dünden beri şu iki cümleye tepkinin en başta Galatasaraylılardan gelmesini bekledim ama birkaç blog dışında göremedim. Buna da şaşırıyorum açıkçası. Biraz önce bu satırları yazarken Adnan Polat'ın basın toplantısında "kameralarla tesbit edilen ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın protesto edilmesini provake edererek sağlayanların bu stadyuma alınmaması için çalıştıklarını ifade eden konuşmasını da beraberinde izledim.

Adnan Polat ve yönetimi, ya da Galatasaray camiası ne kadar hizmeti geçerse geçsin TOKİ Başkanı'nı o stadyumda ağırlamayı sindirebilecek mi? Ya da Galatasaray TOKİ Başkanı'nın bu ifadelerinden sonra o stadyumda oynamayı midesi kaldırabilecek mi?

15 Ocak 2011 Cumartesi

Yıldız Savaşları Leverkusen'de

Bu pankart Bayer Leverkusen'in Cuma günü karşılaştığı Borussia dortmund karşılaşmasında tribünlerde açıldı. İlk yarısı golsüz geçen maçın ikinci yarısında Ballack ve arkadaşları pek Yıldız Savaşları'ndaki mücadeleyi gösteremediler ve 3-1 ile boyun eğdiler rakiplerine. Borussia Dortmund 13 puan farkla liderliğini sürdürmeye devam ediyor.

Fenerbahçe'de Sorunlar Kocaman

Borges yazımı çalmış. Şaka tabi ki aslında ne yazmayı düşünüyorsam sanki ağzımdan alıp kaleme dökmüş. Zaten okuduktan sonra ne hissettiğimi linkteki yazısına yorum bırakarak söyledim. Tek bir cümleyle söylemek gerekirse Fenerbahçe tarihinin en iyi dönemlerinden ikisini ardarda Daum ve Zico ile yaşadıktan sonra bugün tekrar Pendik faciası seviyesine gelmesinin hesabını, o günlerde Daum ve Zico için gitsin kampanyası yapanlar ile bu iki teknik adamı gönderenler vermelidir.

Ama şu bir gerçektir ki Fenerbahçe'de ne bir muhalefet kalmıştır, ne de bu reaksiyonu gösterecek taraftar.  Bunun da nedeni baskıcı, tek adam rejimine dönüşen yönetim anlayışı ve bu anlayışa boyun eğilmesidir. Diğer kulüpler için durum farklı mıdır, tabi ki değil. Ama daha birkaç sene önce diğer takımların 20 sene önüne geçti diye ben dahil hepimize yutturulan Fenerbahçe'de Yeni Malatya karşısında alınan acı mağlubiyet sonrasında basında "Aziz Yıldırım çok sinirlendi ve ikinci gol sonrası televizyonu kapattı" ya da "Aykut Kocaman hakkındaki kararı Aziz Yıldırım sezonun ikinci yarısında oynanacak Trabzonspor maçından sonra verecek" şeklinde haberler çıkıyorsa orada demokratik, doğru, modern bir yönetim anlayışından söz edilemez.

Ben lidere inanan bir insanım. Eğer bir ülke, bir toplum ya da bir kulüp olsun hiç farketmez, kötü bir durumda ise bir liderin çıkıp masaya yumruğunu vurması ve kitleleri arkasından sürüklemesi gerekir. Ancak işler rayına girdikten sonra da sahneyi bırakıp arka plana geçmesi o liderin erdemidir. Eğer birinci Daum döneminde kaybedilen Denizlispor maçı sonrası bu dirayeti gösterebilmiş olsa, eğer Zico ile yaşanan iki sezonun sonunda teknik adamını takımın başında yönetim olarak tutmuş olsa, Fenerbahçe'nin başında onca geçen başarısız dönemde masaya yumruğunu koyan başkanın 5 sezonda 3 şampiyonluk yaşayıp, biri son hafta biri de ucu ucuna kaçan şampiyonluk nedeniyle popülist davranmayıp egolarına yenilmeyen gerçek bir lider olduğunu düşünürdüm.

Bugün ise Pendik ile Malatya arasındaki mesafe 1.114 kilometre  fark olabilir ama o günkü Fenerbahçe ile bugünkü arasında hiç fark kalmamış bir futbol kulübünden bahsedebiliriz ancak. Aykut Kocaman'ı tartışabiliriz ama sorun onu tartışmak ile aşılamayacak kadar büyüyen bir hal almıştır. Ve korkarım ki geçen hafta içerisinde Fenerbahçe'yi dolayısıyla Aziz Yıldırım'ın yönetici vizyonunu (artık bundan böyle yönetimi ifadesini kullanmaktan vazgetim) diğer kulüplerden ayıran aslında sadece futbol odaklı değil spor odaklı bir kulüp olma özelliği de zaman içerisinde bu tek adam rejimi içerisinde eriyip gidecektir.

İlginç bir noktadır ama o zamanlar uyanamasam da şimdi daha iyi anlamlandırdığım bir olay var son on yılda Aziz Yıldırım başkanlığında gerçekleşen. Levent Ersalman diye bir profesyonel yönetici, ki iş dünyası içerisinde olduğumdan dolayı kendisinin çok başarılı bir yönetici olduğunu özellikle Boyner Holding bünyesindeki işlerinden iyi bilirim, 2005 yılında takımın başına CEO olarak getirildiğinde kulüp tam anlamıyla kurumsallaşma yolunda ilerleyecek bir yapıya kavuşmuştu. Ne gariptir ki Levent Ersalman 5 ay dayanabildi ve rejimin değişmeyeceğini gördü. Cem Boyner gibi modern bir işadamının yanında bu grup bünyesinde yöneticilik yapmak ile Fenerbahçe'de aynı görevi yapmak arasında çok ciddi bir fark vardı o da her an galiz ifadelere maruz kalabileceğiniz bir yapıda çalışma zorunluluğu.

Bir diğer fark ise Boyner Grubu'nda üst yönetim olarak beraberce karar alınırken, bunun Fenerbahçe'de gerçekleşemeyeceği. Eminim ki Levent Ersalman çağdaş bir yönetim anlayışı bulabilseydi kulübü çok kısa bir süre içerisinde tam bir Avrupa takımı kimliğine büründürecek mali yapı ve sportif anlayışı oturtabilirdi. Ama olmadı.

O günlerde gerçekleşen bu yol ayrımı kimsenin gözüne batmadı zira üstüste gelen şampiyonluklar ve başarılar tüm Fenerbahçe taraftarlarını kendinden geçirdi. Eğer o gün bu atılan adım sürekli hale gelmiş olsaydı karşımızda yine bir Yeni Malatya faciası olabilirdi ama eminim ki takımın başında 5 sezondur çalışan ve istikrarlı, Avrupa'da her sezon üst turlara oynayan O.Lyon kıvamında bir takım olurdu.

O zaman bu taraftar önümüzdeki ay belki Madrid'e, belki Londra'ya iki günlük tur paketi bakıyor olurdu. Ama torbadan Yeni Malatya Seyahat'ten gidiş dönüş otobüs bileti çıktı malesef. Velhasıl sözün özü aslında o günlerde zaten net bir şekilde ortaya konmuştu bu başarısız operasyonla kulübün ve bu kulübü yönetnlerin vizyonu.

Ama anlamadık, hala da anlamıyoruz. Birileri anladığında da çok ama çok geç olacak. Türk'ün aklı ya kaçarken ya .. hesabı.

13 Ocak 2011 Perşembe

Flamengo Yolu

İlk kez Paris Saint German'de farkına varmıştım Ronaldinho'nun ama esas dünya futbolunun zirvesine Barcelona'ya imza attığı gün çıkmaya başladı. Barcelona genelde bir Brezilyalı oyuncu alıyorsa bilirdim ki o adam dünya futboluna damga vuracak.

Daha önce Romario, Ronaldo, Rivaldo gibi isimlerde hep böyle oldu. Nitekim Ronaldinho da aynı şeyi yaptı. Kendisini izleyenleri şiir gibi oyunuyla saha içerisinde akarak mest etti. Ve zirvenin en üst noktasına Rijkaard yönetiminde Arsenal karşısında Şampiyonlar Ligi'ne uzanarak çıktığı gün aslında kendisi için düşüşün de başlangıcı olduğunu bilmiyordu Brezilyalı. 2005-2006 sezonunun ertesinde son derece spektaküler ama bir o kadar da sorunlu kadro içerisinde kaynamalar başladı. Eto'o, Ronaldinho gibi isimler topun ağzındaydı artık. Ne de olsa arkadan gelen Messi, Krkic gibi gençler vardı ve kurtlar sofrasında onlara yer açılması gerekiyordu.

Üstelik bugün futbollarına methiyeler düzdüğümüz Xavi ve Iniesta'nın dümene geçme zamanı da gelmişti. Gelen başarısız sonuçlar sonrasında A.C. Milan'ın yolunu tuttu Ronaldinho. Ertesi sezonda Eto'o koptu zaten takımdan. Artık Barcelona Ronaldinho'nun takımı değildi. Barcelona ondan sonra daha da müthiş bir ivme kazandı ve çok büyük başarılara yelken açtı. Ama Brezilyalı Serie A'da attığı birkaç olağanüstü gol dışında bir varlık gösteremedi.

Bugün gelinen noktada Ronaldinho için de yolun sonu. Brezilya'ya dönmek için oldukça genç sayılabilecek bir yaşta. 30 yaşında hala orta sıralarda bir Premier Lig ya da La Liga takımında iş yapabilirdi. Kendince daha huzurlu olacak yolu seçti, birçok Brezilyalı gibi. Her ne kadar Milli Takım'da oynayabilmek için bu kararı aldım dese de hepimiz biliyoruz ki bir kez ülkesine dönen Brezilyalı bir daha Milli Takımı da kolay kolay göremiyor.

Ronaldinho artık güzel bir futbol hatırası olarak yaşayacak zihinlerimizde...

11 Ocak 2011 Salı

Veda Busesi

Buruk olur böyle günler, ben Galatasaray'ı yenmekten, onun üzerinde yeralmaktan çok zevk alan bir Fenerbahçeli'yim. Ama onsuz da futbolun tadının hiç çıkmadığını bilen bir Fenerbahçeli. Galatasaraylı arkadaşlar üzülürken bir mağlubiyet sonrası dalga geçmesini severim. Ama bugünün üzüntüsü farklı. Bugün alınan acı mağlubiyetlerle ölçülemeyecek bir hüzün olsa gerek. O yüzden selam olsun tüm dostlarıma. Merak etmeyin biz de unutmayız Sami Yen'i. Sizin anılarınız, bizim anılarımız...


Yukarıdaki notla başlamak geldi içimden. Beypazarı Şekerspor karşısında oynayan Galatasaray'ı anlatmanın bir anlamı olmasa gerek. Maçın kritiğinden öte Ali Sami Yen'e Galatasaray'ın vedasıydı önemli olan bu gece. Galatasaray taraftarları, futbolcular, yönetim, camia... Hepsi için çok önemli anılara, tarihe tanıklık eden yuvalarına veda maçlarında mağlubiyetle ayrılmaları da hiç yakışık almazdı. Ama yakışanı Galatasaray'ın vedasında Ali Sami Yen tarihindeki son maçta Arda Turan'ın da gol atması olurdu herhalde. Oldu da... Galibiyeti getiren golü attı kaptan. Tıpkı Alex'in attığı 3000. gol gibi muhtemelen maça giden taraftarların hepsinin gönlünden bu buruk sezonda Arda'nın ayağından atacakları golle veda etmek vardı Sami Yen'e. Keşke son golü atmış olsaydı, daha da güzel olurdu. Ama o da Galatasaray formasıyla ilk resmi maçına çıkan Kazım'a nasip oldu (Sanırım bunu tercih etmezdi Galatasaraylılar)..

Herşeye rağmen böyle bir güne yakışmadı Adnan Polat'ın protesto edilmesi. Galatasaray taraftarına bıkkınlık gelse de, yılgınlık gelse de bir zamanlar kral ilan edilen Adnan Polat'ı maç öncesinde konuşurken protesto etmek olmadı. Birçok yanlışına rağmen yönetim olarak güzel bir veda organizasyonu yaptı Adnan Polat ve arkadaşları. Gün protesto günü değildi.

Tribünlere asılan pankartlar içerisinde belki de en anlamlısı "Çektiysen kahrımı, helal et hakkını" yazanıydı. İyi günleri, büyük zaferleri, hüzünleri herşeyiyle... 3-1 bu veda gecesinde sevgiliye küçük bir veda busesi oldu.

Ali Kırca'nın sözleriyle kapatalım yazıyı: Milan, Manchester, Real Madrid, Leeds... Hepsini Yendin, çünkü sen Ali Sami Yen'din.

Güle güle Sami Yen...

Hamit Altıntop Röportajından Satır Başları

Hamit Altıptop'un FIFA Puskas ödülünü kazandıktan sonra verdiği röportajdan satırbaşları:

"Ödülü kazandığım için çok mutluyum. Hayatımda attığım en önemli gol olmayabilir ama kesinlikle en spektaküler olanıydı".

"Bu tip pozisyonlarda neler olup biteceğine emin olamazsınız, sadece şansınızı denersiniz".

"Çocukluk yıllarımda Ronald Koeman ve Ingo Anderbrugge gibi topa vurmaya çalışırdım. Bu iki adam o yıllarda öykündüğüm oyunculardı".

"Grup maçlarında bazı performans düşüşler ve yükselişler yaşıyoruz ancak Hiddink bunların içerisinden pozitif olanları bulabilen ve çıkarabilen bir teknik adam".

"Bundesliga'da Şubat ayı sonunda Borussia Dortmund ile Münih'te karşılacağız. Oraya gelene kadar bir iki puan kaybı yaşarlarsa ve orada bize yenilirse işin rengi değişebilir".

"Çeyrek finalde oynayacağımız Inter maçını gçen senenin bir rövanşı olarak görmüyorum. Dürüst olmak ve açık söylemek gerekirse Inter geçen sene finalde hakkeden taraftı".

10 Ocak 2011 Pazartesi

FIFA 2010 Balon Oldu

Olmadı şimdi, ya da çokça popülist oldu. Önce Sneijder'i yediler 2010 Ballon Do'r için hazırlanan kısa listeye almayarak. Bu gece ise Messi'yi seçerek bir o kadar daha büyük bir hata yaptılar kanımca.

Xavi ve Iniesta'dan biri seçilmeyerek biraz da futbolun ruhuna ihanet ettiler seçimi yapanlar. 2010 sezonunu oturup da karşılaştırmayacağım bu üç adamın başarılarını. Zaten herkes farkında. Gerçi tek kıstas başarı olsaydı Messi değil, Sneijder olacaktı zaten bu listede. Ama hiçbir şey Barcelona ile La Liga'da mükemmel bir sezon geçiren bu adamın Arjantin Milli Takımı ile yaşadığı hüsranı gizleyemez. İşte o Arjantin Milli Takımı belgelemiştir ki bu oyun bir takım oyunu ve en önemli dişliler olmadan Messi gibi bir oyuncu sıradanlaşabiliyor.

O iki öenmli dişli Xavi ve Iniesta'yı bu sezon taçlandırmayı beceremeyen futbol aklı malesef kaybedendir benim gözümde. Daha da kötüsü Messi gibi bir futbolcuyu ilahlaştırmaya çalışmak onu değerli değil değersiz kılmaya yol açar.

Hadi Canım Sende

''Diğer Türk kulüplerinin tümü elendi, sadece Beşiktaş tur atladı. Bu bizi gururlandırıyor. Türk futbolunun onurunu kurtardık. Şimdi Dynamo Kiev ile karşılaşacağız. Bu iyi sonuçlandırılabilecek bir görev''

Bernd Schuster

Böyle birşey dememiştir değil mi? Dememiştir, dememiştir... Dediyse de dememiş sayıyorum. Ama bu benim için ikinci vaka. Türk takımları 60'lardan kalma bir anlayışla oynuyorlar birincisiydi.

Bu duruma Demirörenleşme sendromu diyebilir miyiz?

Biri Bana Anlatsın

The International Federation of Football History and Statistics (IFFHS) tarafından yayınlanan futbol istatistiklerini bir türlü anlayabilmiş değilim. En son olarak da Arsene Wenger'i on yılın en iyi teknik adamı olarak listenin başına koydular.

Temelde ilk beş için hiçbir itirazım olmayacaktır. Ama son on yıldan bahsettiğimizde Mourinho, hadi olmadı Alex Ferguson Wenger'in açık ara önündeler. IFFHS'in soralaması aşağıdaki gibi:

1. Arsene Wenger
2. Alex Ferguson
3. Jose Mourinho
4. Fabio Capello
5. Guus Hiddink

Guardiola son iki yıl dışında ortalarda olmadığı için doğal olarak listeye çok daha aşağılardan giriyor. Anlamadığım diğer bir konuda Şenol Güneş'in 51. ama Fatih Terim'in 67. sırada yeralması.

6 Ocak 2011 Perşembe

Fenerbahçeli İçin Uyanma Vakti

Her Fenerbahçeli'nin kendisine ve yönetime şu soruları sorması gerekiyor:

Evet Aziz Yıldırım ve yönetimleri zamanında hiçbir kulübe nasip olmayan transferleri gerçekleştirdiler. Ortega, Hoijdoonk, Anelka, Roberto Carlos gibi isimler ve bu ülkede ilah olan Alex...

Ama Beşiktaş da gitti Guti, Quaresma, Simao Sambrosa gibi üç ismi bir sezonda getirdi. Demek ki sadece Fenerbahçe yönetimi getiremiyor, herkes bu transferleri yapabiliyormuş. Galatasaray'da da Elano, Misimovic, Baros, Kewell gibi isimler aynı sezonda forma giyebildiler.

Fenerbahçe yönetimini başarılı kılan transfer politikası ve getirdikleri yıldızlar ise üç büyük kulüp arasında pek bir fark kalmadı geldiğimiz şu günlerde.

Evet muhteşem bir stad yaptılar, gelir kaynakları arttı, Fenerbahçe on yıl öncesi ile çok farklı bir durumda. Ama Fenerbahçe'den çok daha fazla gayri-menkule sahip Galatasaray da gitti süper bir stad inşa ettirdi. Beşiktaş'ın mali yapısı karşık, buraya hiç girmeyeceğim de sahip olduğu gayrimenkul azımsanmayacak ölçüde.

O zaman burada da pek fark yok gibi. Zaten üç kulübün mali yapısı hiçbir zaman gerçekçi rakamlarla yansıtılmıyor.

Peki başarı dört sezonda kazanılan üç şampiyonluk mu? Muhteşem bir dönemdi ama bitti. Aziz Yıldırım dönemi dendiğinde bu dört sezonda kazanılan üç şampiyonluk dışında birşey hatırlıyor muyuz? Hayır...Bir de Mustafa Denizli gibi şampiyon yapsa da ertesi sezon göreceli başarısızlıklarda gönderilen teknik adamlar.

Aziz Yıldırım ve yönetimini diğer kulüp yöneticilerinden farklılaştıran tek bir konu varsa o da amatör branşlarda yaşanan başarılar ve bu yöneticilik anlayışı işin sadece bir futbol kulübü değil, spor kulübü olarak ele alınmasıdır. Ama son Mehmet Ali Aydınlar e Aziz Yıldırım olaylarından sonra buna da şüpheyle bakıyorum ne kadar kalıcı olacak diye.

Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe'ye aşık bir insan olduğuna ve hizmet için çalıştığına inanıyorum. Ama aynı zamanda egosuna fazlasıyla yenik düştüğüne de. Gün itibariyle üç büyüklerin birbirilerine bu kadar yakınlaştığı ve sıradanlaştığı bir dönemde de Fenerbahçe'nin  kişilerin egosundan sıyrılacak, daha profesyonel ve daha farklı bir vizyona ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Yeni bir Ronaldinho transferine değil...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Kazım Çok mu Lazım?

Yetenekli adam hiç kuşku yok ama ötesi değil. Birçokları onu Anelka'ya benzettiğim için benimle dalga da geçse son yıllarda gördüğüm en büyük yeteneklerden biri. Ama futbol için yetenekten daha önzmli bir meziyetin zerresi yok. O da futbol zekası...

Galatasaray böyle sorunlu bir oyuncuyu niye, neden, hangi strateji ile almış olabilir sorusunun cevabını bugün birçok Galatasaraylı ve Fenerbahçeli veremiyor. İkinci bir şans desek o da olmaz, zaten Fenerbahçe kendisine onlarca kez şans verdi. Kendi kadrosunda Misimovic, Keita gibi adamları sorunlu diyerek gönderen yönetim, sorunlar yumağı ile gelen Kazım'ı neden satın alır?

Bugünden sonra Kazım'ı bol bol kız arkadaşlarıyla, havaalanında öpüşürken, geceleri Reina'dan çıkarken ve bir sezonda iki maç patlama yapıp, ki biri muhtemelen Fenerbahçe maçı olacaktır, sezonun kalan bölümünde sahada gezinirken izlemeye devam edeceğiz. Tablo pek farklı olacak gibi gelmiyor bana.

Adnan Polat yönetimi giderayak devre arası transferlerle muhtemelen yeni gelecek yönetimin eline bomba bırakmaktan başka birşey yapmıyor. Gün itibariyle Adnan Polat yönetiminin yapacağı herşey Galatasaya zararına. Hiç dokunmasalar ve yeni stada geçtikten sonra kongrede yönetimi devretseler daha iyi.

4 Ocak 2011 Salı

Ronaldinho: Son Brezilyalı

Avrupa kariyeri başarılarla dolu son yıllarda yaşadığı düşüşe rağmen küçük Ronaldo, Ronaldinho'nun. Hala özellikle Premier Lig'den Blackburn Rovers başta olmak üzere ciddi talipleri var. Ama Brezilyalı tıpkı diğer vatandaşları gibi huzuru kendi evinde bulacak gibi gözüküyor.

Palmeiras, Gremio, Flamengo gibi takımlar ciddi bastırıyorlar Ronaldinho'u kadrolarına katmak için. Messi ve Cristiano öncesi dönemin tek ilahı olan ve ne olursa olsun iyi olduğu dönemde benim için ikisinden de büyük futbolcu diyebileceğim Ronaldinho için AC Milan vasatı aşamadığı bir deneyim olarak hatrımda kalsa da benim onu daha çok hatırlayacağım maçlar Şampiyonlar Ligi'ndeki Barcelona-Chelsea eşleşmelerindeki oyunları ve türevleri olacak.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Yeni Umutlarla 2011

2010'un Aralık ayında yazamadım, olmadı bir türlü. Oysa o kadar çok malzeme vardı ki... Galatasaray ve Fenerbahçe arasındaki U17 karşılaşmasında sahaya girip terör estiren apaçilerden Beşiktaş'ın kesinleşen Portekizli takviye birliğine kadar pek çok konuyu da atlamış oldum.

Benim için esas haber eşimin ikinci çocuğumuza hamile olması ve bir kız çocuğuna sahip olacak olmamdı. Tabi bunun telaşına, iş yerinde kendi bölümüm dışında başka bir bölüme de vekalet etmek gibi bir durum eklenince zaman en değerli kavram oluverdi hayatımda.

2011 umut dolu geliyor benim için. Ama 2010'da Türk sporu adına, ne kadar ülke zihniyetini yerden yere vursam da, ümit verici bir yıl olarak gözüküyor. 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'nda gelen ikincilik, atletizmde Nevin Yanıt'ın ve Bekele'nin Avrupa Şampiyonluğu, Fenerbahçe Bayan Voleybol takımının Şampiyonlar Ligi finali, Iverson'ın Beşiktaş'a gelmesi futbolun içerisinde olamadığı ama sportif anlamda çok önemli başarılardı.

Umudumuz futbolun da 2011'de tekrar ivme kazanması ve yeni başarılara merhaba demesi. Beşiktaş'ın bu sezon yaptığı transferlerin, Fenerbahçe'deki Afrikalı yapılanmasının, Galatasaray'ın yeni stadıyla ve yepyeni bir yönetimle yeniden eski başarılı günlerine dönmesi, Anadolu futbolunun Bursaspor ile kazandığı itibarın sadece Türkiye sınırlarında değil, Avrupa'da ses getirmesi, Milli Takımı'mızın Hiddink ile Hollanda karşısında verdiği umutların 2011'de yeşermesi bütün beklentim.

Olur mu? Nasıl düştüysek öyle kalkmasını bilmek gerekir. Şu anda Türk sporunda bir süredir futbol travma yaşıyor. Yerinde sayma dönemine giren futbolumuzda mevcut gelişmeler sürekli bir başarıyı engellese de dönüşüm zor değil.

Yeter ki düşünce yapımız değişsin. Belki de 2011'den en büyük beklentim bu...