Süper Lig etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süper Lig etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Düşürmezseniz Adam Değilsiniz


Bu blogda hep yazdım, hep de yazmaya devam edeceğim. Fenerbahçe Spor Kulübü'nde yönetici, sporcu, çalışan kim varsa bu şike soruşturmasında suçlu bulup da düşürmezseniz adam değilsiniz. Ben yazdım, başka Fenerbahçeli bloglar yazdı, twitterda binlerce tweet atıldı. Haftasonu Fenerbahçe il Galatasaray Süper Final'de karşılaşacaklar ama Fenerbahçe taraftarı için herşeyden önemli olan aklanma ya da cezayı çekmek hala.

Bir kulübün başkanının ağzından bir kez daha okuyun. Bu kulübün başkanı hala suçluysak düşürün, değlsek aklayın diyor. Kimse kusura bakmasın ama bu sürecin günahı vebali en çok Fenerbahçe'nin dışındaki güçlerdedir. Buyrun aşağıda Başkan'ın açıklamalarını okuyun ve artık bu konu üzerine demogoji yapmayın. Tek yürek diyoruz ki: "Suçluysak düşürmezseniz adam değilsiniz".

Türk futbolunun içerisinde bulunduğu kaygı verici durum kamuoyunun malumudur. Gelinen bu noktanın yegane sorumluları, cesaret ve kararlılığın ötesinde "dışarıda olmalarına rağmen bizlerden daha tutuklu ve daha esaret altında olan Futbol yöneticileridir."


Sürecin başından beri işaret ettiğim ve sıklıkla gündeme getirdiğim "Fenerbahçe Operasyonu" nihayet sona yaklaşmıştır.

Fenerbahçe’nin kazandığı günün, gece yarısı karanlıklarına sıkıştırılan planlı kararlar, Aziz Yıldırım ve arkadaşlarının haklılığını bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Hukukun gücü yerine gücün hukukunu uygulamaya kalkanlar sipariş kararlarla 58. Maddeyi değiştirmiş, başından beri haykırdığımız üzere "kulüple başkan ve yöneticilerini", "kulüple taraftarını" ayırarak "böl ve yönet" prensibini hayata geçirme hedeflerini açıkça gözler önüne sermişlerdir.

Kamuoyu bilmelidir ki;

Fenerbahçe Spor Kulübü ile Başkanı, taraftarı ve yönetimi ayrılmaz bir bütündür.

Fenerbahçe taraftarına ve Fenerbahçe çoğunluğuna hoş görünmek adı altında kulübü mesnetsiz bir şekilde yöneticilerinden ayırmaya kalkışanlar, birkaç yöneticimizi günah keçisi ilan edip, olmayan suçlardan cezalandırma yolunu seçenler,

Fenerbahçe Başkanını susturmak için Aziz Yıldırım’a sus payı verebileceğini düşünenler ve bütün bunların yanında "haklı-haksız" ayrımı yapmadan tüm kulüplerimizi ceza kurullarına sevk ederek Fenerbahçe ile diğer kulüpleri düşman etmeye, futbolu yangın yerine çevirmeye kalkışanlar tarafımızdan gereken cevabı en sert şekilde alacaklardır.

Fenerbahçe ve tüm spor kamuoyu bilmelidir ki; adı geçen tüm yöneticiler "kendileri istedikleri sürece yeni dönemde de Fenerbahçe’de görev alacaklardır."

Ve yine kamuoyu bilmelidir ki; Aziz Yıldırım duruşmada da açıkladığı üzere "Fenerbahçe için ödenecek her türlü bedeli tek başına ödemeye hazırdır."

Ancak kulüplerin temiz olduğuna karar verip, bu kulübün başkan ve yöneticilerini suçlamaya kalkmak, planlı bir operasyon ötesinde açık bir "hukuk cinayetidir". Bağımsız mahkemelere gelen ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tertemiz olduğunu gösteren raporları hiçe sayarak kararlarına gerekçe dahi gösteremeyenler, Fenerbahçe’yi kayırma rolünü üstlenme gibi bir hadsizliğe kalkışamazlar.

Aynı şekilde gerekli görülmediği için şahsi hesapları inceleme altına dahi alınmayan ve tüm tasarrufları belgelere dayanan yöneticilerimizi suçlayarak dolaylı olarak Fenerbahçe Spor Kulübü’nü zan altında bırakmak kimsenin uhdesine terk edilemez ve edilmiş de değildir.

Spor ailesinden olmadığı için yargılayamadıkları, hatta ifadelerini dahi alamadıkları spor ailesi dışındaki 3. kişilerin eylem ve tasarruflarını, kulübümüze ve yöneticilerimize izafe edenler, bu keyfi kararların sorumluluklarını da bilmelidirler.

"Şike ve Teşvik" suçunun unsurları olarak talimat ve yasaların aradığı ve "suç işlemeye elverişli" şahıslar olarak tanımladığı kişilerin eylemlerine bizzat tesadüf edilmeden, yani "suç ve eylem sübuta ermeden", "teşebbüs" eyyamıyla karara bağlayanlar bu dosyanın gerçek sanıklarıdır.

Unutulmamalıdır ki; "şüphe" adı altında Ceza Kurullarına sevk edilen yöneticilerimizin cezalandırılması için, bu "şüphe"yi hangi delil ve inandırıcı kanıtlarla karar niteliğine taşındığını ispat edemeyenler bir takım oluşumların medyadaki tetikçilerine şirin gözükmek içn karara bağlayanlar, yargı önünde bizler kadar eşittir ve öyle de olacaktır.

Fenerbahçe çınarının bir yaprağı bile, yaratılan futbol sonbaharında süpürülüp savrulmayacaktır. Fenerbahçe’nin her yerde her branşta ve özellikle göz diktikleri Fenerbahçe Futbol Takımının şampiyonluğunu engellemek için sahaya yansıtılan tüm çirkinlikler ve kirli oyunlar dün itibariyle artık tüm kamuoyunun malumu olmuştur.

Fenerbahçe taraftarına reva görülen uygulamalar "vatan hainlerine" bile gösterilmeyen sertliktedir. Ufukta görülen, Fenerbahçe’nin tutuklu olmayan yönetici ve hukukçularının aynı oyun ve tehditlerle karşı karşıya olduklarıdır.

Ama bilinmelidir ki; Fenerbahçe bir bütün olarak "her şeyin farkındadır" ve "her zamankinden daha güçlüdür."

Ancak Fenerbahçe’ye ve Fenerbahçeliye karşı yürütülen bu linç kampanyasını yürütenler unutmamalıdır ki, sabrımızın da bir sınırı vardır.

Ve tüm spor kamuoyu bilmelidir ki;

Fenerbahçe yönetimi bu adil olmayan düzende ve aynı uygulamaların devamı halinde Fenerbahçe Futbol takımını "Yarışmaktan alıkoymak" kararı da dahil olmak üzere bir takım yaptırım ve kararları kongre sonrası genel kuruluna götürmekten kaçınmayacak olgunluk ve kararlılıktadır.

Sporda verilebilecek en ağır cezanın "alkıştan mahrum bırakmak" olduğunu bilen bir spor adamı olarak kim olursa olsun Lig şampiyonunu şimdiden alkışlıyor ve her iki takımımızı da Şampiyon saygınlığı ile selamlıyorum.

Tüm Fenerbahçe taraftarına güzel ve güneşli günler göreceklerine inanmaları isteğimle sevgilerimi ve hasretlerimi sunuyorum…

Aziz YILDIRIM


Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Beyaz Bereler Kadar Temiz Bir 90 Dakika



Dün gece ile ilgili yazacak çok şey var da aslında yukarıdaki dört kare ile de özetlenebilirmiş. Ben Trabzon'daki Fenerbahçe düşmanlığı tiyatrosunu ilk kez izlemiyorum, çokça şahit oldum geçtiğimiz senelerde ama ilk kez bu kadar limitleri zorlayan bir şehir halkı toptan, başka bir şehrin semtine düşman olduğu resmi gördüm. O semt de o şehre düşman oldu artık. Günün özeti budur aslında.

Üçüncü Dünya Savaşı Kadıköy ile Trabzon arasında çıkacak bu gidişle. Yaşanan olayları bir şehrin halkına ya da bir kulübün taraftarına mal etmeye etmeye millet cinnet geçirme noktasına geldi. Nasıl olsa suçlu yok,herşey bireysel bir takım hareketlerden kaynaklanıyor ve şehrimize ya da takımımıza mal edilmiyor, öyle değil mi? Aslında şehir, semt, taraftar, orada yaşayan insanlar hepsi tertemiz, mükemmel insanlar.

Hafta boyunca Trabzonspor Başkanı'nın kaybederlerse dünyanın sonundan daha kötü olacağını söyleyerek bütün bir şehri Fenerbahçe'ye karşı bilemesini izlemiştik. Dün geceye dönersek sahada bu düşmanlık o boyuta geldi ki, Afrikalı futbolcusu daha birkaç hafta önce maç içerisinde barıştığı Emre'ye, o 90 dakikanın bitiminden sonra dolmuş taştığına ve sonunda onun futbolculuk hayatını bitirmeye karar verdiğine şahit olduk. Maç boyunca 4-5 kez kafalarına isabet eden çakmak vs. bilimum sert ve yaralayıcı maddeden dolayı yerlerde acı içinde kıvranan takımın oyuncularına karşı maçın hakeminin ev sahibine çanak tutuşunu ve Fenerbahçeli futbolcuların oyun içerisinde defalarca Colman ve Zokora önderliğinde yedikleri dayağa rağmen maçtan 3-1 galip gelerek ayrıldığını gördük.

Hafta içinde orta sahayı Selçuk-Cristian-Emre üçlüsünden kurarsa ve etkili kanat oyuncuları ile beşli bir set oluşturursa Aykut Kocaman'ın bu savaşı kazanacağından emindim aslında. Nitekim öyle de oldu. Maçla ilgili geriye söylenecek başka da birşey yoktur. Beyaz bereler takıldı, papazın çayırından gelenler linç edilmek istendi.

O papazın çayırından gelen bir grup onur mücadelesi veren genç insan an itibariyle ligde ve kupada finale çıkıyor ve iki kupa için son 180 dakikasına giriyor. İki kupanın da değeri yok aslında, değer verilmesi gereken sadece tıpkı dün akşam gibi kendilerini, şahsiyetlerini, onurlarını ortaya koymuş olmaları. Ve malesef karşı takımdaki meslekdaşlarının tam tersi bir ruh haliyle mücadele etmeleri. Kanuni'nin şimdi kemikleri sızlıyor olsa gerek, çünkü o en uzun süre tahtta kalan padişah olarak iktidarının hiçbir döneminde beyaz bere takmadı.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Sen Zaten Şampiyonsun


Bizim canımız hergün her dakika her an yandı, hala da yanıyor 3 Temmuz'dan bugüne kadar. Aramızda çokça feveran eden oldu, belki söyledikleri ya da yaptıkları ile yanlış, yaralayıcı davranan da. Belki sadece Aziz Başkan'ın arkasındaymış gibi duran da, şikeyle şampiyonluk olsaydı da her yolu mübah sayıyormuş gibi duran da.

Kazın ayağı hiç öyle olmadı ama. Bizim canımız yandı, Fenerbahçemiz yerin dibine itin kuyruğuna sokulmaya çalışıldı, biz de takımımıza gücümüz yettiğince meydanlarda,sokaklarda,stadyumlarda,bloglarımızda,tweetlerimizde elimizden ne geliyorsa o şekilde sahip çıkmaya çalıştık. Tweet atıp da eyleme geçmeyenler küçümseniyor ya ben onları bile çok değerli buluyorum zira Fenerbahçe bir tek taraftarının külüne muhtaçtı bu dönemde.

Bizim canımız çok yandı, lütfen kimse, hiçbir taraftar ve hiçbir takım bizim canımı da yandı demesin. Komik oluyor, yaşamadıkları şeyin dışarıdan etkisini muhakkak ki hissettiler ama asla yaşamadılar. Şimdi biraz canı yananlar feryat ediyorlar. İş tehlikeye girince Fatih Terim hakeme sallıyor, saldırıyor. Şenol Güneş futbolun ayrıştırıcı olmasından bahsediyor. Yıldırım Demirören'e oy verenler de vermeden gizli gizli destekleyenler de şimdi gitmesini istiyor. Ben hiç gelmesincilerdendim mesela. Neyse sonuç hep aynı canı yanan bağırıp çağırıyor diğerleri onların sesini duymuyor bile.

Kimsenin 3 Temmuz'dan beri bizim sesimizi duymadığı gibi. Bugüne kadar gelinen süreçte hiç kimsenin ümidi olmadığı bir sezonda iki şampiyonluk da artık tamamen Fenerbahçe'nin elinde. Ama benim alacakları şampiyonluk umurumda bile değil. Ben sahada alın terini akıtan, iyi oynamasa da mücadele eden bu takımı zaten gönlümde şampiyon ilan ettim. Bu yazıyı da henüz hiçbir şey belli değilken yazmak istedim ki, sonradan çevir kazı yansın yapıyor demesinler.

Sahada bir onur mücadelesi vardı ve bu mücadeleden galip ayrıldı Fenerbahçe takımı. Bunun ötesi yok, bu mücadele ligde 3, kupada 1 maçla daha devam edecek ve nihayetinde birileri şampiyon olacak. Ama bu onur mücadelesi Fenerbahçeli taraftarlar nezdinde hiç unutulmayacak. Ben bunu Şükrü Saraçoğlu'ndaki son Beşiktaş maçında fazlasıyla hissetim. 52.000 kişi hiç olmadığı kadar sarıldı takımına o gün. Takım da onlara...

Geriye bu sezonla ilgili anlatılan herşey hikaye. Canım yandı diyenlerin de Fenerbahçe camiasının yaşadıkları yanında boş söyledikleri. Eğer Fenerbahçe'nincanı bu kadar yanmasaydı bugün burada olması bile mümkün değildi bu kadro yapısıyla. Canı o kadar yandı ki bugün finişe önde girmek üzere.

18 Nisan 2012 Çarşamba

Süper Finalde İlk Haftanın Ardından


Süper Final başladı, ilk hafta geride kaldı, ne Fenerbahçe'nin beklediği gerçekleşti, ne de Galatasaray'ın tam olarak. Her ikisi de haftayı karlı kapattılar ama her ikisi de rakiplerinin puan kaybını boşuna beklediler. Süper Final'in ikinci haftası da olası bir Galatasaray galibiyeti ile düğümü çözebilir ve geriye kalan haftaları anlamsız bir hale getirir.

Bu açıdan Süper Final paketi gazına gelmeyip Lig TV'den paketi almadığım için mutluyum. Çok iyi bir Fenerbahçe Trabzonspor maçını evde keyifle bira ve çerez muhabbetiyle izlemek varken dışarıda izlemiş olmama rağmen. Maçı iyi yapan etken kuşkusuz Fenerbahçe'nin 34 haftada gerçekleştiremediği oyun hakimiyetini bu maçta fazlasıyla sağlamış olmasından kaynaklanıyor. Belki pozisyon zenginliği açısından orta karar bir maç ama Fenerbahçe'de veteranların dönüşü muhteşem. Emre ve oyuna girdikten sonra Semih'in etkisi olumlu yönde. Cristian şunu net olarak ortaya koydu ki hücuma dönük orta saha kendisi. Savunmada da görevini yerine getiriyor ancak Cristian ofansif görevleri partnerinden yani genel olarak Emre'den çok daha fazla üstlenmeli. Fenerbahçe'nin oyunun zenginleştiren etkenlerin başında bu geliyor. Bir diğer etken de 4-3-3 sevdasından bu maçta da vazgeçilmesi. Stoch'un oynamayışı ve onun yerine görev alan Caner'in oyunun iki yönüne verdiği katkı Fenerbahçe'nin oyun anlayışını bir üst kademeye taşıyan bir diğer faktör. Alex'in vitrine çıkmasına gerek kalmadan kazanılan bir maç önemli Fenerbahçe adına. Trabzonspor ise daha sezon başında yazdığım bir yazıda olduğu gibi Burak Yılmaz odaklı ve oyunu kanatlara yayamayan tek bir alternatif strateji yaratamamanın cezasını bolca çekecek Süper Final'de.

Haftanın ikinci maçı gösterdi ki Beşiktaş'ın da kalan 5 haftada Trabzonspor'dan pek farkı olmayacak. Galatasaray'ın hiç kasmadığı bir oyunda varlık dahi gösteremediler. Bu hafta Galatasaray'ın form durumunu gösterecek. Son haftalarda yapılan form düşüklüğü eleştirileri gerçek mi yoksa Galatasaray gücünü ekonomik mi kullanıyor Fenerbahçe maçı gerçek ölçü olacak. Ama Beşiktaş karşısında sadece oyuna hakim olmak istediği dakikalarda top yapması, geri kalan bölümde kontrollü oynaması yetti sarı kırmızılılara.

Haftanın ayıplarında baş sırada Emre Belözoğlu var. Ben ırkçı bir yaklaşımla ağızdan o sözlerin çıktığını düşünmüyorum ama en hafif tabiriyle de uluslararası platform normlarında fiyasko ve terbiyesiz bir yaklaşım. Cezası neyse çekecek. Irkçılık spekülasyonuna da bir sonraki yazımda değineceğim ama şu kadarını şimdilik söylesem yeterli: "Bu ülkede nadir ırkçılığa maruz kalmayan ve sevilen ırktır siyahiler, gerisi palavra çünkü biz ırkçıyız toplum olarak."

Haftanın bir diğer ayıbı da Hüseyin Göcek'e ait. Ben maçın skorunu etkilediğini düşünmüyorum, gol ofsayt olsa da süzülmesi çok ama çok zor bir pozisyon. Hüseyin Göcek'in esas ayıbı bir hakem gibi sahada duramaması ve ortamı germesi. Aldığı her karar ve çaldığı her düdükte hakem dörtlüsü olarak ne tribünlere ne de futbolculara güven veremediler. Özgüven eksikliğini hissettirdiğiniz anda bunun üzerine saçma sapan kararlar veriyorsanız ortam gerilir. Gerildikçe de bir nokta da patlar insanlar.

Haftanın oyuncusu Cristian. Bir gol ve bir asistlik performansının yanında aslında belki de Fenerbahçe'nin tüm sezonda en istikrarlı denebilecek ismi. Oyun kalitesi genelde ortalamanın üzerinde. Ve ne zaman daha ofansif oynama fırsatı bulsa o zaman skor üzerinde etkili. Bu hafta olduğu gibi.

29 Mart 2012 Perşembe

Süper Final


Futbolun içinden gelen, döneminin yıldız futbolcusu, vizyon ve proje sahibi, hiçbir aktif siyasi ve kulüp ilişkisi bulunmayan .... TFF Başkanı oldu.

Kulüpler Birliği feshedildi. Play off yok.

TFF tarafından tüm liglerde oynayan futbol takımlarının kulüp yönetim kurullarında futboldan gelen en az 3 üyenin bulundurulması, bunlardan bir tanesinin eş başkan sıfatıyla görev alması şartı getirildi.

Futbol takımlarının yönetim kurullarında başkanlık görevinin 3'er yıldan en fazla 2 dönem sürdürülmesi, üçüncü dönemde daha önceki iki dönem başkanlık yapan şahısların bir daha yönetim kuruluna seçilememesi karara bağlandı.

FIFA ve UEFA kurallarına göre mali yükümlülüklerini yerine getirmeyen ve belirlenen standartlara göre kulüp yönetim bütçe dengesi sağlanamayan kulüplere 5 yıl transfer yasağı getirildi.

Yabancı futbolcu transferi serbest bırakıldı. Ancak kulüpler on sekiz kişilik kadrolarında alt yapılarından gelen en az 5 futbolcuyu bulundurmakla yükümlü olacaklar. Ayrıca yabancı futbolcularının %75'i kendi milli takımlarında aktif olarak görev yapan oyunculardan oluşacak.

Şike davası yeni kurulan Spor Mahkemesine taşındı ve burada 2 ay içerisinde alınacak kararın bağklayıcı olmasına karar verildi. Davadaki tüm sanıklar tutuksuz yargılanacaklar.

Teknik adamlara aynı sezon içerisinde birden fazla takım çalıştıramama yasağı getirildi. Aynı şekilde bir futbol takımı da aynı sezon içerisinde en fazla iki teknik adamla çalışabilecek.

Futbolcu Sendikası kuruldu, futbolcu hakları bundan sonra tıpkı NBA'de olduğu gibi sendika tarafından korunuyor olacak. Yapılan sözleşmeler ve ödemeler TFF dışında ayrıca sendika tarafından da takip ediliyor olacak.

Basın özgürlüğüne ilişkin yeni düzenlemeler hayata geçirildi. Bu düzenlemeler çerçevesinde sakıncalı bulunan program ve spor yorumcu ve köşe yazarlarına 5 yıl men cezası getirildi. Bu süre içerisinde ceza getirilen program ve spor yorumcu ve yazarları hiçbir şekilde bir basın ve medya kuruluşunda spor kapsamında aktif görev alamayacaklar. Benzer bir yönetmelik TFF tarafından kulüp yönetici ve futbolcularına da geçerli olacak. Ceza süresi ise 1 yıl olarak belirlendi.

Seyircisiz oynama cezası kaldırıldı. Her maç stadyum kapasitesinin %20'sinin Aile Tribünü olarak ayrılmasına karar verildi. Maç esnasında çıkabilecek her türlü olay, sahaya yabancı madde atılması vs. olaylarda hakemin maçı tatil etmesi ve rakip takımın hanesine 3 puan eklenmesine karar verildi.

Stadyumlara hijyen ve hizmet standardı getirildi. Bu standartlara uymayan stadyumların standartlar yerine getirilene kadar kapatılmasına ve o stadyumda oynayan takımın en yakın stadyumda maçlarına devam etmesine karar verildi. Aynı durum standartlara uymayan bozuk zeminler için de geçerli.

Türk futbolcuların bonservis bedellerinin sözleşmesinde kendisine ödenen tutarın 2 katını aşamayacağı maddesi karara bağlandı.

Ligde 16 takımın mücadele etmesi planlanıyor. Türkiye Kupası ilk turdan itibaren eleminasyon usulüne uygun tek maç üzerinden yapılacak. Her takım birbiriyle eşleşecek ve seri başı uygulaması olmayacak.

Deplasman kontenjanı %10'a çıkarıldı. Takımların taraftarları deplasmanlarda stadyum kapasitesinin %10'u kadar kontenjana sahip olacaklar.

Karaborsa bilet satışları alınan önlemlerle tamemen ortadan kaldırıldı.

Daha uzar gider, bir çırpıda aklıma gelenler bunlar. Büyük çoğunluğuna katılacaksınızdır. Katılmadıklarınız, tartışacaklarınız da olacaktır elbet. Nihayetinde her madde için salt çoğunluk sağlayabiliyor muyuz önemli olan bu.

Benim kafamdaki en Süper Final böyle olurdu.

27 Mart 2012 Salı

Türk Futbolunda İnce Ayar


Futbolumuz tertemiz değil bunu hepimiz biliyoruz. Ama tertemiz olmayan futbolu göründüğünden daha kirli hale getirenler de var. Bunların en başında Telegol ekibi geliyor.

Fatih Terim dün gece öyle bir ayar çekti ki, aslında aylardır Fenerbahçe Kulübü'nün de vermesi gereken ayarın tonu da bu olmalıydı. Kısmen ve zaman zaman ayar verdiler ama umarım 30 Mart'ta Aziz Yıldırım serbest kalır ve o zaman ayar neymiş bir kez daha görürler. Malesef Türk futbolu içine düştüğü durumdan nasıl kurtulur için çaba göstereceğine reyting uğruna daha da çamura batırmaya çalışan bu zihniyet arada sırada bu tip ince ayarları hakediyor.

Bir de bu program gibi kötü niyetli olmayan ama basın ve medya mensubu olmanın sosyal medyadaki risklerini öngöremeyip olayları incelemeden yorum yapanlar oluyor arasıra. Dün bunun da bir örneğini twitter ortamında gördük ve bu sefer ayarı veren Fenerbahçe taraftarı oldu.

30 Mart'ta umarım Aziz Yıldırım serbest bırakılacak ve bu sefer ayarı o verecek. Türk futbolu ne kadar kirli bilemem ama Türk futboluna basın ve medya iki türlü zarar veriyor. Birincisi tamamen kötü niyetli reyting avcıları, ikincisi yeteri kadar araştırmayıp ortaya bir fikir ya da görüş atanlar. Ondan sonra da o yönetici posta koydu, bu taraftar saldırganlaştı yaygarası yapılıyor. 

19 Mart 2012 Pazartesi

Kadıköy'de Ezber Bozuldu


Uzun zaman olmuştu bu sezon Kadıköy'e gitmeyeli. Üstelik bu yıl ilk kez Moussa Sow'u da çıplak gözle izleme fırsatım olacaktı. Önce Mercan'da kokoreç, ardından karşısında kaymaklı kadayıfla başlayan derbi heyecanı stadyum çevresine yaklaştığımızda yükselen uğultuyla yanımdaki arkadaşımın "hadi oğlum hadi" uyarısı ve adımlarımızın koşar adıma dönüşmesi her Fenerbahçe maçı öncesi yaşadıklarımızın birer tekrarıydı sanki.

Bir başka tekrarı maç içerisinde ilk on beş dakikada yaşayacağımızı düşünmedik değil. Fenerbahçe maça öyle bir başladı ki en fanatik Fenerbahçe taraftarı dahi böyle bir açılış beklemiyordu muhtemelen. Sow'un vurduğu yarım röveşata ağlarla buluştuğunda muhtemelen sezonun en güzel golünü izlemenin keyfini yaşadı tüm stadyum. Tüm stadyum diyorum çünkü Galatasaraylı taraftarların olmaması aslında bir tarafını eksik bırakıyor oyunun. Ardından gelen Alex'in füzesiyle artık hem Fenerbahçelisi hem Galatasaraylısı dejavu hissine kapılmaya başlamıştı.

Ne olduysa 30. dakikadan sonra olmaya başladı zaten. Fenerbahçe oyunun kontrolünü rakibine verirken Galatasaray ilk yarının son on beş dakikasında ölümcül bir baskı kurmaya başladı. İkinci yarı devam edecek baskının da işaretleriydi bu durum. İlk yarım saat sahada istediğini yapan Alex etkisizleşirken Fenerbahçe Selçuk İnan üzerinde aynı baskıyı kurmamanın ya da bu baskıyı sürdürememenin cezasını çekti aslında. Oysa Selçuk İnan üzerine aynı baskıyı kurabilseydi Galatasaray da birşey üretemeyeceği aşikardı.

Geri kalan bölümde çok pozisyon bulamadı her iki takım da. Ama Galatasaray maçı çevirecek reaksiyonu fazlasıyla gösterdi. Oyunu tamamen Fenerbahçe yarı sahasına yıktığı ikinci 45 dakikada Fenerbahçe tribünleri dakika sayıyordu tezahürat yapmak yerine. Stoch'un beklenmedik derecede kötü oyunu, orta sahanın iki top yapamaz hale gelmesi, Gökhan Gönül'ün bu sene ki formsuzluğunun her geçen dakika gelen Galatasaray akınlarında su yüzüne çıkması herşey bir kenara da 2-0'dan 2-2'ye maçın gelmesini engelleyecek reaksiyonun bir türlü geliştirilememesi sorgulanmalı aslında.

Aykut Kocaman'a oyuna müdahale etmesi için yakarışlar, yaptığı müdahalelerin tasvip edilmemesi şeklinde geçen ikinci 45 dakikada en kritik karar Selçuk'un Stoch'un yerine oyuna alınmasıydı. Çok doğru bir hamleyi oyunu biraz dengeler gibi olacakken Alex'i forvete, Sow'u sola çekerek engelledi Aykut Hoca. Oysa ki yapılacak basit bir 4-4-1-1 düzeniydi. Eğer Aykut Hoca bu düzene ikinci 45 dakikanın başında dönmüş ve oyundan Stoch'u alıp Selçuk ile orta saha takviyesini gerçekleştirebilmiş olsaydı maçı tutma adına daha sağlam bir hamle gerçekleşmiş olacaktı. Fenerbahçe'nin top atıldığında kontra çıkacak bir oyuncudan daha çok topu orta sahada tutacak ve top yapacak bir oyuncuya ihtiyacı oldu kalan 45 dakikada.

Olmadı, Galatasaray teknik anlamda daha zayıf ama fizik kondüsyon açısından daha güçlü olduğunu gösterdi, buna göstermesine de Fenerbahçe çanak tuttu. Galatasaray galibiyeti kaçıran taraf olarak evine 9 puanlık avantajla dönmesini bildi.

Maç ile ilgili bir küçük notum var. Fatih Terim'in alnına gelen cisimle yaralanması çok üzücüydü. Ben hemen Galatasaray yedek kulübesinin arkasında izledim maçı. Taraftar her zaman suçlanıyor ve genel olarak tüm kanallarda da bahsi geçti. Hiç kuşkusuz Fenerbahçe seyircisiz maç cezası alacak ve almalı da. Ama maçın ilk dakikasından son anına kadar Hasan Şaş başta olmak üzere Ümit Davala ve takımın İdari Koordinatörü Şükrü Hanedar işte bu üçlü küfürleriyle, el hareketleriyle tribünleri kışkırtarak olacakların önünü açanlardı.

Tüm samimiyetimle söylüyorum ki blogumu takip eden arkadaşlar bilirler, ben bu üçlüyü Galatasaray Spor Kulübü'ne yakıştıramıyorum. O camiaya yakışmayacak düzeyde kışkırtıcı ve karakter yoksunu olduklarını düşünüyorum. Kendi gözlerimle gördüğüm, kendi kulaklarımla işittiğim şeyleri paylaşma gereği duydum bu noktada. Fatih Terim'e çok geçmiş olsun diyelim ama Hasan Şaş'ın yarılan kafası için bunu demek imkansız o hareketlerini gördükten sonra.

13 Mart 2012 Salı

Sezonun Portreleri


Bu sezon Türk futbolseverini ve tüm taraftarları mutlu etmedi, mutlu edemeden de bitiyor. Galatasaray şampiyon olursa bir başka sevinecek, hep içinde bir sıkıntı olacak. Fenerbahçe şampiyon olursa herşeye rağmen şampiyon oldum diyecek ama içindeki karın ağrısını geçiremeyecek. Diğerlerinin şampiyonluk ihtimali yok gibi ama mesela Beşiktaş belki yıllar sonra geçirdiği ve halen devam etme ümidi olan Avrupa yolculuğunda hiç de mutlu değil.

Tüm bunlara rağmen bu sezonun kahramanları var ve bu kahramanlar yerden göğe kadar övülmeyi hakediyorlar. Mesela Aykut Kocaman. Teknik adamlığı bir yana kulübün herşeyi oldu. Gün geldi avukatlığını yaptı, gün geldi bir psikolog gibi çalıştı, gün geldi oyuncu transferlerini yaptı. Çok büyük bir hikaye çıkardı.

Benzer bir hikayeyi Ankaragücü teknik direktörü Hakan Kutlu da yaşadı. Kulüp deplasmana gidecek parayı bulamazken o, onca ayrılan oyuncusuna rağmen PAF takviyeli kadrosuyla ligde onur mücadelesine soyundu. Başarılı da oldu. O teknik adam ki her hafta acaba kaç yer denilen Ankaragücü belki ligden düşmesi kesinleşti ama her maç ayakta dimdik duran futbolcularla büyük bir mücadelenin lideri oldu.

Ve Carvalhal... Belki sezon sonunda gidecek ama gönderilmesinin düşünülmesi bile Beşiktaş açısından fevkalade üzücü. Tayfur Havutçu'nun tutuklu yargılamasıyla başlayan süreçte ateşten bir gömlek giydi üzerine. Sezon başında emanetçi gibi duruyordu ama bugün o gömleğin gerçek sahibi. Beyefendiliği, insanlığı hep ön plana çıktı. Teknik adamlığı da...

Her üçünün bu sezon ki hikayeleri üç ayrı kitap olacak birer futbol emektarı hikayesi. Süper Lig'in parlayan yıldızları olarak bu sezona damga vurdular.

5 Mart 2012 Pazartesi

Bilerek Gördü Oynatmayın GS Maçında


Bu nasıl bir iki yüzlülük, nasıl bir terbiyesizliktir anlamadım. Selçuk Dereli ile twitter üzerinden başlayan yaygara şu anda Alex iki maç ceza alsın havasına büründü. Ya birileri Aziz Yıldırım içeride diye iyice sahipsiz zannetmeye başladı Fenerbahçe'yi ya da yüzsüzlüklerinde boğulma pahasına bu yayagarayı koparıyorlar.

Evet Alex bilerek gördü o sarıyı, daha önce gören sayısını hatırlayamadığım binlerce Fenerbahçeli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı, Yozgatlı, Konyalı, Erzurumlu gibi.

Yine günah keçisi Fenerbahçe ve Alex olsun sizlerde rahat edin. Hemen iki maç ceza verin bence. Vermezseniz adam değilsiniz.

Hangisi Gerçek


Hangisi gerçek, Gençlerbirliği gibi ligin flaş takımını 6-1 yenen Fenerbahçe mi, yoksa ligin ikinci yarısında düşüşe geçen Eskişehirspor karşısında 2-1 kaybeden ve ortaya futbol adına hiçbir şey koyamayan Fenerbahçe mi?

İkisi de aslında. Aradaki fark sadece rakibin oyun anlayışından kaynaklanıyor. Eğer Eskişehirspor Skibbe yönetiminde maça çıkmış olsaydı bir ihtimal Fenerbahçe kazanırdı ancak Ersun Yanal'ın Gençlerbirliği günlerinden gelen gelenekselleşmiş rakibi yıldırana kadar sert oynama taktiği, hakemin de hoşgörüsü ile çalıştı. Fuat Çapa'nın futbol oynayan takım yaratma isteği ise Fenerbahçe'nin klas ayakları karşısında bir gömlek aşağıda kaldı.

Tabi ki son dönemdeki kayıplar ve puan farkı Fenerbahçeli futbolcuların motivasyonunu ve maçın önemini bir kat daha artıran etkenlerdi. Tabi ki Şükrü Saraçoğlu atmosferi Fenerbahçe'yi daha da iten etkenlerin başında geliyordu. Stoch'un Puskas ödülünü kazandıracak füzesi Gençlerbirliği'ni daha 2. dakikada grogi hale getirdi.

Uzun yıllar boyu unutulmayacak bir imza attı Stoch, Alex istediği boş alanları buldu, oyununu mükemmel bir golle süsledi, ilk yarıda ceza sahası dışından yaptığı ufak dokunuş tıngır mıngır kale direğinin yanından giderken ikinci yarıda golle sonuçlanan benzer dokunuşu bu sefer ceza sahası içerisinde yaparak Gençlerbirliği defans bloğunu aynı şekilde hareketsiz bıraktı.

Beklentilerin azaldığı, yılgınlığın üzerine çöktüğü şu günlerde yeniden yeşertti şampiyonluk umutlarını bütün takım. Ne kadar ileri gidebilirler hala şüpheli ama geriye kalan 5 maçtan çıkarılacak 15 puan daha bu ligde play off'ta çok şeylerin değişebileceğinin kanıtı olsa gerek.

28 Şubat 2012 Salı

Carvalhal


İnsanın yüzüne yansıyor, yansımaması mümkün değil. Bu adam için herkes benzer düşüncelere sahip ama bir kez daha tekrarlamak istedim. Fatih Terim'li tribün koreografisini izlerken insan da hiç mi kıskanma olmaz? bu kadar mı saf ve temiz duygularla bakılır. Adamın yüzüne nur inmiş ve futbolu tüm güzellikleri ile birlikte hazmetmiş. Beşiktaş'ın yerinde olsam bu adamı hiç bırakmam. Hem futbol aklı hem de insanlığı ile çok şey hakediyor.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Ligimizin İki Farklı Yüzü


İster kabul edin ister etmeyin bu lig eşit şartlarda oynanmıyor. Sonra da maç yazısı yazası gelmiyor insanın şartların eşit olmadığını gördükçe. 24 Şubat akşamına gidelim önce. Çağlayan'da binlerce Fenerbahçe taraftarı Aziz Yıldırım ve beraberindekiler için toplanıyor. O saatlerde Fenerbahçeli futbolcularda ekran başında.

Saatler geçiyor bir ses yok, gecenin 23:00'ı ve hala ifadeler alınıyor. Neyse ki sona gelinmiş, bir süre sonra mahkeme karar vermek için çekiliyor. 25 Şubat Cuma günü sabah 02:00 sularında ise karar açıklanıyor. Bir de bakıyorsunuz ki şikeci ve çeteci olmakla itham edilen Başkan, onun bir yöneticisi ve kulubün muhasebe müdürü dışında herkes serbest. Başlıyorsunuz tartışmaya bir iki saat de oradan yiyiyorsunuz ve sabahı ediyorsunuz. Tabi futbolcularda... Tek fark ertesi gün sizin maçınız yok ama futbolcuların çok önemli bir Eskişehirspor maçı var.

25 Şubat akşamı bir gece öncesinin uykusuzluğu ve gerginliğiyle çıkıyorsunuz maça. Bu arada koreografi devam ediyor ve taraftarlarınızın büyük bölümü maça alınmıyor. Alınmadığı gibi bir gece evvel Çağlayan'daki biber gazlı koreografi bu sefer Eskişehir çevre yolunda deplasmana gelen taraftarlara uygulanıyor. Takımın maç başlamadan taraftarların Eskişehir'e girmesinin engellendiğinden haberi var, Allah'tan biber gazı falan onlar için bir gece öncesinin konusu. Taraftar ne bekliyor bu arada futbolcudan, onur mücadelesi. İyi de kafalar bir duman, işin onuru monuru da kalmamış nereye kadar. Artık sahaya konsantre olmanın imkanı yok. Ben bile maç içerisinde on kere yerimden kalkıyorum, bölük pörçük bakıyorum artık sahada neler olduğuna.


Tarih 26 Şubat, aradan 24 saat geçmiş. Galatasaray TT Arena'da Beşiktaş'ın karşısına çıkıyor. Stad güzel, ambiyans süper. Maç öncesi ve sonrası biraz trafikte sorun yaşansa da problem değil. Futbolcuların kafası rahat, hele bir de maç öncesi yapılan 3 boyutlu tribün koreografisi şahane.

Fatih Terim duygulanıyor haklı olarak. Taraftarın imza attığı iş mükemmel, tek yapmak gereken buna sahada yanıt vermek. Üstelik Beşiktaş da Fernandes de yok ve tüm şartlar Galatasaray'ın lehine. Tabi ki bunu geri çevirmiyor Galatasaray ve 1 gece önce en yakın rakibinin takılmasını da fırsat bilerek puan farkını 9'a çıkaracak performansı ortaya koyuyor.

Galatasaray'ın performansını küçümsemek değil tabi ama lig iki farklı yüze sahip bu sene. Sanki İstanbul gibi. Galatasaray'ın olduğu her yer Bağdat Caddesi, İstiklal, Ulus kıvamında. Fenerbahçe ne zaman sahaya çıksa İstanbul diğer yüzünü gösteriyor: Bağcılar, Zeytinburnu, Gazi Mahallesi... Biri lig lideri, diğeri ligin ikincisi. Ligin ikincisi her hafta, haftanın her günü başka bir mücadele daha veriyor. Ligin birincisi içinse tek mücadele sahada. Ara sıra yönetim içi gerginlikler olmuyor mu oluyor tabi ama Fenerbahçe'nin dertlerinin yanında devede kulak.

Ve Süper Lig'in genel görünümü... Lig birincisi ile lig ikincisi arasında Ulus ile Gazi Mahallesi kadar fark var. Süper gerçekten...

7 Şubat 2012 Salı

Futbolumuzun Besin Kaynakları

Uzun zamandır yazamıyorum çünkü kendi hayatımla ilgili düzene sokmam gereken şeyler var. Bu süreçte Lefter'i kaybetmek gibi çok üzücü olaylar da girdi araya. Ben yine iki satır yazamadım. Süper Lig'de yazmaya değer çok mu şey var açıkçası emin olamıyorum.

Haftasonu Chelsea-Manchester United maçının ikinci yarısını Fenerbahçe-Beşiktaş derbisini izlemeye yeğlerdim. Sonradan izledim hakikaten 45 dakika içine sığan 5 golle birlikte 50. dakikadan sonra 3-0'dan yapılan tarihi geri dönüş daha çok heyecan vericiydi. Ligin tepesindeki takımlar dahil ne altta ne de üstte istikrarlı olarak zevk veren, iyi oynayan bir takım göremiyorum. İşin tadı iyice kaçtı açıkçası benim için. Hayatımdaki bana özel sıkıntılar da araya girince hiç yazamaz oldum.

Şimdi yavaş yavaş döneceğim sahalara. Dönerken de en çok kafama takılan konuyu ele almak istedim son zamanlarda. Türk futbolseverinin ya da Türk futbol katillerinin düşünce yapısı. Haftasonu büyük bir şov izledik NFL finalinde. Ve orada tekrar farkettim ki NFL izleyicisine eğlence vaadediyor. Tuttuğun takım yense de, yenilse de sen gelip maçı izleyerek zevk alacaksın diyor ve bunu gerçekleştiriyor. Avrupa bu düşünce yapısından uzak, Türkiye ise çok daha fazla uzak.

Bizdeki düşünce yapısında iki temel ve basit anlayış hakim. Birincisi "en son ya da en çok kim koydu" mantığı, ikincisi ise "ama ilk siz yaptınız ne yapalım". Birincisini futbol maçları ve özellikle derbiler sonrası sıkça yaşıyoruz, ikincisini ise sahadaki çirkinlikler ya da saha dışı şike, teşvik vb. olaylar gündeme geldiğinde. İki birbirinden sığı düşünce yapısı da futbolu, sporu mahvediyor ama biz de bundan besleniyoruz.  Çünkü iş üretemiyorsan çenen çalışsın polemik üret daha kolay. Öyle ya şimdi işin gücün yoksa Süper Lig'i NFL gibi pazarlamaya çalışacaksın, onca insanı ekrana çekeceksin, bir sürü reklam geliri yaratacaksın ama bunu yaparken de insanlar eğlenecek, devre arası muhteşem bir konser izleyecek, maç öncesi ve sonrası ile 5 saatlik bir canlı yayın yapılacak, Süper Lig için maç öncesi ve arasında verilen reklamlar linklerde internet üzerinde dönecek kadar pazarlama araçları işler hale gelecek falan filan. Çok zor iş...

Daha kolayı var: En son ya da en çok kim koydu, ilk siz başlattınız gibi ilkoklu düzeyinde anlaşılırlığı olan basit polemik konuları yaratmak ve bundan beslenmek. Bu da satıyor, özellikle bizde çok satıyor. Yiyeni bol. Afiyet olsun.

5 Ocak 2012 Perşembe

Acil Durumda Camı Kırma Vakti Geldi

İnsanın yazı yazası gelmiyor hani biliyorsun ya o maçın senaryosunu daha önceden, sonra da senaryo gerçekleşince olmuyor elin gitmiyor yazmaya. Fenerbahçe herşeye rağmen şu anda ligde en iyi defans ve orta sahaya sahip. Ancak forvet hattında o kadar cılız ve etkinsiz ki gol ortalaması olarak tarihindeki en kısır sezonu yaşıyor.

Forvet hattı dışındaki bölgelerde de iyi bir form durumundan bahsedemeyiz, mental düşüş devam ediyor tabi. Ama iyi bir forvet hattı bile şu anda bu takımı sezon sonunda zirveye taşıyabilir. Hem de her türlü mental zaafa rağmen. Mental düşüş konusunda ise ne Aykut Hoca'nın ne de takımdaki oyuncuların yapabileceği birşey yok. Daha profesyonel bir desteğe ihtiyacı var artık tüm ekibin.

Dün oyuna iyi başlamış gibi gözükmekle birlikte Orduspor'un Stancu ile bulduğu golü eğer ikinci yarının başında Emre'nin golü ile cevap veremeseydi Fenerbahçe'nin bu maçı puanla kapama imkanı yoktu. Orduspor'un maçın dakikaları ilerledikçe oyundan düşmesi ya da klasik Hector Cuper anlayışının öne çıkarak daha defansif oynamaları, hatta ikinci yarıda üç adamla bile hücuma çıkamamalarına rağmen Fenerbahçe maçı çeviremeyecekti. Maçı 90 dakika izleyen herkes bu konuda hem fikir. Ben futbolcuların, teknik ekibin her anlamda iyi niyetinden de eminim. Artık ayaklar gitmiyor, beyin topa hükmedemiyor bugün gelinen noktada.

Orduspor maçı ile 4 puan geride kalmanın uzun lig maratonunda hiçbir önemi yok. Fenerbahçe'nin gazı bitmeye başladı. Ve birinin çıkıp acil yardım kutusunun camını kırması gerekiyor. Çünkü futbolcuların ve teknik ekibin birbirine sarılıp kenetlenmesi de bu yükü taşımıyor artık.

4 Ocak 2012 Çarşamba

Galatasaray Arena'da Kritik Virajı Döndü

Dün akşam ki maç Galatasaray açısından oldukça kritik bir virajdı. Gerek Melo'nun eksikliği, gerek İstanbul B.Ş.B'nin çıkış trendine geçmek arzusunda oluşu, gerekse Fenerbahçe il aradaki puan farkını 1 maç fazlasıyla da olsa 5'e çıkarma ve sarı larcivertliler üzerinde baskı oluşturma imkanı Galatasaray'ın bu maçını daha da zor kılıyordu.

TT Arena'da iki farklı maç izledik dün gece. Webo atılana kadar ki bölümde Galatasaray erken golü bulmasına rağmen İstanbul B.Ş.B bu maçı alıp götürecek havası hakimdi. İstanbul B.Ş.B beraberliği erken yakaladıktan sonra öldürücü ileri üçlüsüyle çok zorladı Galatasaray'ı. Topun arkasına geçip bekleyerek tam da istedikleri oyun düzenine gelmişlerdi ki Webo ilk yarının son bölümünde kırmızı kartı gördü. Maç içerisinde yorumlayamadım, Semih'in ayağını gördükten sonra kesin kırmızı kart dedim. Ama pozisyonu tekrar tekrar izledikten sonra kırmızı kartın ağır olduğunu düşünüyorum. Bu pozisyonda Webo topa ayağını taban göstererek ama yerden kaldırmadan uzatırken Semih'in ayağı henüz o karede yok. Semih kayarak geldikten sonra topa hamle yapıp ayağını savurduğu ve savrulan ayağı Webo'nun tabanına geldiği için hareket çok sertleşiyor. Ancak bu pozisyon için kasıt yok demek faul için çıkacak kartı belirleyici unsur değil bana göre. Kırmızı kart olmamasını savunmamın nedeni tamamen Webo topa giderken Semih'in ayağının o karede olmaması ve son anda kayarak yaptığı müdahalede savrulan ayağın Webo'nun tabanına sert girmesi. Webo sert basmıyor, tam tersine gelen ayak sert bir şekilde Webo'nun tabanına vuruyor. Bu kadar uzun bir anlatımdan sonra hakem hatalı karar verdi diyemem öte yandan. Birincisi yoruma açık bir karar, ikincisi ben birkaç kez izleyip kararımı verdiğim noktada hakemin anlık kararı üzerine bu kadar tartışmak doğru değil.

Doğru olansa bu karardan sonra maçın Galatasaray'a döndüğü. İkinci yarıda eksik rakibi karşısında daha oyun başlar başlamaz sahanın yıldızı Emre Çolak ile öne geçince bu sefer kontra yakalama ve pozisyona girme avantajını da Galatasaray aldı. Sonra da maç çözüldü zaten. Öte yandan Galatasaray'a bakınca Melo'suz bir orta sahanın çok vasat bir görüntü verdiğini söylemek mümkün. Galatasaray açısından Melo-Selçuk ikilisinin bozulması demek aslında maçı vermekle eş değer. Zira kronik kanat sorununa bir de orta sahanın göbeği eklenince çözüm sağlamak imkansız bir hale geliyor. Defansta ve ileri ikili de 4-4-2'ye dönüşle sağlana istikrar orta sahada kanatlardaki sıkıntıya bir de göbekte eksilme eklenince Galatasaray vasat bir takıma dönüşüveriyor. Şu an ligin ortası itibariyle de bunun çözümü pek yok gibi. Melo ve Selçuk ikilisinin devamlı oynaması için dua edecek Galatasaraylılar.

Maç fazlasıyla da olsa 5 puan önemli bir avantaj, zira İstanbul B.Ş.B. maçını kaybetmiş dahi olsalar Fenerbahçe'nin bugün Orduspor'dan puan çıkarması zor gözüküyordu. Akşam ne olur bilemiyorum ama sözün özü Galatasaray en kritik virajlardan birini dönmüş oldu.

20 Aralık 2011 Salı

Takım Göndermedik Hakem Gönderdik

İyi hakemdir, kötü hakemdir tartışabiliriz. Bana göre Avrupa'daki üst düzey hakem kategorisinde yeralan pek çok hakemden daha iyidir. Fırat Aydınus da öyle mesela. Bugüne kadar bir Türk hakeminin milli takımlar düzeyinde herhangi bir uluslararası turnuvada uzunca bir süredir yeralamamasının birkaç nedeni vardı:
  1. Ülke olarak hakemlerimizi ayağından hep aşağı çektik, en çok da hakem eskileri ve kulüp yönetimleri. Mesela Ali Aydın gibi adamı yedik hep beraber.
  2. Lobi denilen şeyi hiçbir zaman beceremedik, çünkü lobi denilen şeyin bile ardında bir strateji varken biz strateji yoksunu bir ülkeyiz malesef. Bizim lobimiz Haluk Ulusoy döneminde FIFA Başkanı'nın elini öpüp al takke ver külah muhabbetinden öteye geçemedi.
  3. Ülke futbolu şike skandalıyla sarsılınca ve hakemler hiç bu işe bulaşmamış çıkınca biz de bir süreliğine hakemlerle uğraşmaktan vazgeçtik, yoksa Cüneyt Çakır'ın bile ayağını çekerdik biz bugüne kadar. Ama adam rahat kaldı en azından yarım sezon daha ve performansını da artırdı.
Sonuçta bir Türk hakemi Euro 2012'de düdük çalma imkanına kavuştu. Tebrikler Cüneyt Çakır. Benim kriterlerimde çok iyi bir hakem olmasan da günümüz futbolunda senin orada yeralman gerektiğine inananlardanım Pierre Luigi Collinalar geride kaldı artık o düzeyde isimler yok.

Sonuçta ülke futbolu ülke hakemlerinin gerisine düşmüştür. Euro 2012'de takımımız yok ama hakemimiz var.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Zirveye Tutunma Mücadelesi: Fenerbahçe 1 - Trabzonspor 0

Fenerbahçe'nin Trabzonspor maçını kazanması birçoklarının geçen sezonun ispatı anlamından çok öte bu sezonun dengeleri açısından önemi vardı. Nitekim iki takım da, taraftar da, teknik ekipler de bu bilinçle sahaya çıktılar.

Fenerbahçe adına Semih ve Stoch ikilisinin son iki maçta onbirde yeralmasının yanısıra bu ikiliye Mehmet Topuz'un ve Serdar Kesimal'ın eklenmesiyle ideal düzene dönüş maçıydı diyebiliriz. Geçen sezona göre güç kaybeden iki takımdan Fenerbahçe kayıplarını bu yeni onbiriyle kapamış gözüküyor. Lugano ve Santos'u aramayacak ama bir forvet takviyesi Semih'e rağmen gerekli. Semih bu maçta skor yapamamış olabilir ama bu düzen içerisinde çok önemli bir parça. Sırtı dönük top almasından ve takım öne çıkana kadar rakibi oyalamasından bahsedilir hep ama Semih'i Semih yapan asıl özellik futbol beynini ayaklarına hükmeder hale getirebilmesi. Bunun için maçın ikinci yarısından iki örnek vermek yeterli. Sanırım maçın 58. dakikasıydı, Semih sol taç çizgisi yakınında bir top aldı. Aldığı topu sırtı dönük ve arkası doluyken 45-50 metrelik öyle bir diagonal pasla sağ kanada aktardı ki Fenerbahçe adına bomboş yakalanan bir pozisyona dönüştü atak. Bunu Van Hoijdoonk yapardı, bayrağı Semih'e bıraktı. Yine ikinci yarıda ceza sahası içerisinde Alex'e kafa ile indirdiği topta ustalık işi ve oyun zekasının yansımasıydı. Semih'in devamlılığa ve biran önce form durumunun üst seviyeye taşınmasına ihtiyacı var Fenerbahçe'nin.

Gecenin bu dörtlü içerisindeki en öne çıkan bir diğer ismi Serdar Kesimal oldu hiç kuşkusuz. Yobo ile defansın göbeğinde Milli Takım'ın gelecek on senesine damga vuracağım mesajı verdi. Topu oyuna sokuşu, rakip atakları kesişi ve kademe anlayışı üst düzeydeydi. Genel olarak Fenerbahçe'ninyeteri kadar oyunu domine etmediği söyleniyor olsa da gerek topa sahip olma gerekse oyunu maçın her anında kontrol etme açısından maçın terk hakimi de Fenerbahçe'ydi.

Trabzonspor açısından sadece Burak odaklı bir hücum anlayışının patlayacağını haftalar önce yazmıştım, haftalardır da bunun sıkıntısını yaşıyorlar. İşin kötü tarafı Burak o kadar gole endekslenmiş ki çevresindeki boş adamları göremiyor. 1 hafta önce bu Şampiyonlar Ligi'nin kaçmasına neden oldu belki de. Lille deplasmanında uzatma dakikalarında sağdan aldığı topta kaleye vurmak yerine kafasını kaldırabilse ceza sahası içerisinde bomboş bekleyen arkadaşını (Adrian olabilir) golle burun buruna getirecekti. Dün de bu kadar bariz olmasa kendisinden daha avantajlı arkadaşlarını görmek yerine kaleyi düşünmeye devam etti. Bazı anlaer vardı ki Burak 3-4 kişilik defans duvarına çarpıp çarpıp geri döndü. Trabzonspor'da hücum hattını desteklenememesi kadar Burak'ın da kafasını kaldıramamasının etkisi büyük gol yollarındaki sıkıntıda.

Gün itibayle ilk yarının kapanmasına bir hafta kaldı ve 34 puanla ligin zirvesini Fenerbahçe ve Galatasaray paylaşıyor. Play off sisteminde ne kadar büyük bir dezavantaj gibi görünmese de Trabzonspor'un puan olarak değil, sıralama olarak ciddi kaybı var. O kadar takımı sıralamada geçip ilk dörde kalmak artık çok zor gözüküyor.

Not: Gökhan Gönül kendisinden beklenen ve yakışan hareketi yaptı, yapmasa şaşırırdım açıkçası. Gökhan Gönül böyle bir adam olduğu için hem Fenerbahçeli hem de rakip taraftarlarca seviliyor.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Vurun Emre'ye

Geçen sezon ya da daha önce yaşanmış olsaydı Emre olayı affedilemez bir durumdu. Her ne kadar verdiği kavga takım için olsa da takımın teknik adamının otoritesini sarsacak hiçbir hareket kabul görmemeliydi. Ve şüphesiz ki yaşanan son gelişmede Emre Belözoğlu haksız olan taraf özellikle Aykut Kocaman'a karşı.

Aykut Kocaman ve yönetim kadro dışı kararını tartışarak doğru bir hamle yaptı ama diğer taraftan Emre'nin şu yaşanan süreçte bir kalemde silinecek adam olmadığını kendileri de biliyor. Ve kadro dışı bırakılma kararının konuşulması birçoklarının anladığı gibi Emre'yi kaybetmek için değil kazanmak için yapılmış bir hareketti aslında. Silinecek adam olmaması onun saha içerisindeki rolü için söylenmiş bir söz değil, daha çok bu yaşanan süreçte dimdik kalan birkaç isimden biri olmasından kaynaklanıyor. Emre Aykut Kocaman ve takım arkadaşları Alex ve Volkan ile liderlik yaptılar uzunca bir süre bu takıma ve yapmaya devam da ediyorlar. Ama kimsenin bu yükü kaldırması, taşıması kolay degil, Emre de yıprandı ve yıprandıkça agresif Emre daha çok su yuzune cikti. Birgün Emre'nin patlayacağı belliydi. Haftasonu çıkan Atletico Madrid'e transfer söylentileri üzerine birçok senaryo da yazılabilir son gelişmelerden sonra ama bana tamamen tesadüf geliyor. Haftalardır bir kar topunun bir çığa dönüşmesini izledik zaten canlı canlı.

Emre'yi suçlu ilan etmek doğru mu bilemiyorum. Zira tüm takımın psikolojisi alt üst olmuş durumda. Çünkü bu olay yaşanan süreç icerisinde kimsenin dayanabilecegi bir durum degil. Gökhan formdan düşerek etkileniyor, Volkan içine kapanarak ve sakal bırakarak koyuyor tepkisini, Alex sürekli düşünceli bir ruh halinde, Aykut Kocaman herşeyi içine atarak yaşıyor. Emre de dışarı vurarak yaşadı. Ama bu son dışavurum kolay affedilir olmasa da salt Emre'nin suçu değil. Bu olayı değerlendirirken Emre'nin zihinsel ve mental olarak kendini yönetememesinin bu sonucu doğurduğunu değil, Fenerbahçe'nin camia olarak 3 Temmuz'dan bugüne yaşadıklarının Emre'nin ruh sağlığını etkilediğini söylemek gerekiyor. Neden sonuç ilişkisini çarpıtarak vurun Emre'ye yapmak çok kolay.

Emre hep aynıydı aslında, Galatasaray'da da, N.United'ta da. Sahada agresif ve kendini kaybeden bir oyuncu oldu tıpkı Hagi gibi, Bülent Korkmaz gibi, Lugano gibi, Hasan Şaş gibi, İbrahim Üzülmez gibi... Ama bu yaşananları genel tavrına bağlamak da hata. Bu olay geçen sezon yaşanan Engin Baytar'ın oyundan alınırken Şenol Güneş'e küfretme şımarıklığı, arsızlığı değil.

Aykut hocanın iddia edildiği gibi üzerine yürümesi, "Sen kimsin" diye bağırması" affedilemez hepsini kabul ediyorum, diğer taraftan da bu olayın bir özür ile kapanacağını gün gibi biliyorum, kapanmalı da. Zaten dün hikayenin bu sona ulaşacağını twitter'da yazmıştım. Benim garibime giden bazı Galatasaraylılar'ın ve hiç de azımsanmayacak ölçüde Fenerbahçeli'nin Emre'nin kadro dışı kalmasından yaşadıkları mutluluk oldu. Bazıları büyük bir tatmin yaşadılar twitter üzerinden ya da internette forumlarda. Hadi bazı Galatasaraylı arkadaşların neden böyle yaptığını anlıyorum da, şuursuz Fenerbahçeliler'e ne demeli bilemedim.

Emre'yi savunma yazısı yazmak için oturmadım bilgisayar başına, çoğu zaman da tasvip etmem saha içi hareketlerini. Olay üzeri kolayca örtülecek bir durum değil onun da farkındayım. Ama neden sonuç ilişkisini ortaya koymadan kimse Emre'yi yargılayamaz. Şu günler de Fenerbahçe üzerine en çok konuşma hakkına sahip olan Aykut Hoca da. Ve çok eminim ki yargılamayacak da. Çünkü çoğu Fenerbahçeli'nin olamadığı kadar adil de bir adam. En azından linç kültüründen gelmiyor.

Bugün her Fenerbahçeli'nin birbirine sarılma, hataları affetme, kırgınlıklara yol açmama, birbirini mazur görme dönemi. Emre de bu affedilişi hem hocasından, hem arkadaşlarından, hem de camiadan en çok hakeden isimlerin başında geliyor.

13 Aralık 2011 Salı

Futbolda Köle Ticareti

Türkiye'de futbolcular bir türlü sendikalaşamadıkları için kulüplerin ve futbolu yönetenlerin köleleri haline geliyorlar. NBA'de basketbolcuların haklarını korumak adına koskoca bir sezonu çöpe atmayı göze alarak tüm NBA yıldızları birarada hareket edebilirlerken, bu ülke futbolcusu beceremiyor aynı dirayeti göstermeyi.

Kulüpler Birliği bir derebeylik gibi yönetildiğinden Özgür Çek ve Uğur Uçar'ın haklı nedenlerle Ankaragücü'ndeki sözleşmelerini feshetmelerine karşılık bu oyuncularla sezon sonuna kadar hiçbir Süper Lig kulübünün anlaşmayacağı garantisini verebiliyor. Oysa ortada alacaklarını tahsil edemeyen ve ekemk parasını kazanmaya çalışan iki futbolcu var. Ve Kulüpler Birliği bu iki futbolcuya ekmek paranı kazandırmayız diyor. Buna da koskoca ülkenin koskoca futbolcuları gıkını çıkarmıyor.

İyi de futbolcular hakkını aramazsa kim arayacak? Bu hafta hiçbiri maçlara çıkmasaydı ne olurdu? Sadece futbolcu arkadaşlarımızın hakkını istiyoruz deme cesaretini gösterselerdi kim karşuılarında durabilirdi? Yılardır teknik adam, futbolcu transferlerinde yaşanan paralarını alamama ve susup pısma durumu Kulüpler Birliği'nin vermiş olduğu bu kararla futbolumuzda iyice bataklığa sürüklenen bir kölelik düzenine işaret ediyor.

Sonra da hala ligi kurtarma peşinde koşuyoruz. Oldu canım...

Süper Lig Genel Görünüm - 15.Hafta

Sekiz kişi serbest kaldı, Özgür Çek ile Uğur Uçar'a Kulüpler Birliği'nden transfer yasağı geldi derken bir futbol haftasının daha geride kaldığını ama futbolun da yine gölgede oynandığını artık her hafta benzer olayları yaşaya yaşaya öğrenmiş bulunuyoruz.

Oysa haftanın iki önemli maçı vardı ve daha çok heyecan vermesi beklenirdi. Trabzonspor-Galatasaray maçında Fenerbahçe maçından yıpranarak çıkmasını beklediğimiz sarı kırmızılılar tam tersine Trabzonspor'dan daha istekli, daha çok koşan bir görünümde oldular maç boyunca. Daha önceki yazılarımda hep belirtmiştim Burak endeksli bir Trabzonspor'un nereye kadar ilerleyebileceğini kestirmek zor diye. Bu şartlandırma Galatasaray karşısında son derece kısır bir Trabzonspor görüntüsüne yol açtı tıpkı diğer zorluk derecesi yüksek maçlarda olduğu gibi. Galatasaray ise Elmander-Baros ikilisine dönmenin ve Emre Çolak bonusunun getirdiği hücum zenginliğini yaşıyor. En azında artık tek kanadı var ve o kanat da sarı kırmızılı takımın işini görür nitelikte. Böyle olunca da ikinci yarının başında bir kişi eksik kalan Trabzonspor karşısında 3-0 kaçınılmaz bir skora dönüşüveriyor doğal olarak.

Ligin zirvesini ilgilendiren bir başka mücedele olan Bursaspor-Fenerbahçe maçında derbiden ağır hasarlı çıkmış Fenerbahçe'li oyuncuların takımın nereye koşturacağı bir soru işaretiydi. Aykut Kocaman'ın bu noktada herkesçe beklenen ve istenen dokunuşları ile Fenerbahçe rotasını zirveden çevirmeden 3 puana ulaştı. Semih'in ilk onbire girmesi doğruydu. Stoch ise tıpkı Alex'in geçen sezon bolca yediği kesikler gibi haftalarca bekledi ama sonunda o da ilk onbirde yeralarak dün gecenin yıldızı oluverdi. Sadece bu iki değişiklik bile takımın vitesini bir kademe artırırken, defansta da Serdar Kesimal'a kavuşmak önemliydi Fenerbahçe adına.

Beşiktaş-İstanbul BŞB. maçını izleyemedim ancak Beşiktaş'ın belalısı yine yapacağını yaptı. Gerçi Beşiktaş için haftanın nasıl sonuçlandığı değil, Metris'teki tahliye çok daha önemliydi. Belik lig şampiyonu olmuşçasına sevindirici bir haber aldılar dün akşam. Bu yüzden de daha suçları sabit görülmemişken "aklanın da gelin" nutukları atmayan Beşiktaşlıları tebrik etmek gerekir.