27 Nisan 2012 Cuma

Kısa Bir Taraftar Mektubu


Sevgili Fenerbahçem,

Ruhunu satarsan ölürsün. Sen de ölürsün, ben de, biz de. Hepimiz ölürüz, Fenerbahçe ölür. Bu süreçten ya tamamen aklanarak çık, ya da git amatör kümede oyna. Ama ruhunu satma.

Bir Taraftar

25 Nisan 2012 Çarşamba

Mahalle Kavgası


Mehmet Topuz "Goyduk eğleniyooz" dedi. Şivesinin Sivas mı yoksa Kayseri mi olduğu sosyal medyada tartışma konusu.

Gökhan Gönül 3D koreografiyi onur kırıcı bulduğunu bir Fenerbahçeli olarak duygularının incindiğini söyledi.

Stoch GS formasını şortunun arkasına soktu.

Mehmet Topuz sahaya işeyen köpek taklidini eleştirenlere "e peki Melo pitbull taklidi yapınca sorun olmuyor da ben mi yapınca sorun" dedi.

Zaten Melo da golden sonra abuk sabuk el kol hareketleri yaptı.

Galatasaray tribünleri orta yuvarlakta yapılan Sivas kangallı gösteriden sonra çileden çıktı.

Burak Yılmaz "Edebinle sevin" diye gazetelere demeç verdi.

Sonra Selçuk İnan'la buluşan Burak Yılmaz acaba ne konuştular?

Loran koridorda Fenerbahçeli futbolcularla çak çak yaparken Ali dürüst geldi napıyon laa çıkarın bu adamı dedi. Fenerbahçeli futbolcular Loran'ı çıkarırsanız röportaj vermeyiz dediler.

Fırat Aydınus koridorda sıkıştırılınca Caner'e ikinci sarıyı çıkartamadı.

Erman'ın maç yorumunda "Her sevişmede çocuk olmaz, sevişeceğin zaman önemli" dedi.

Arada Ünal Aysal play off istemem dedi, Aziz Yıldırım da Metris'ten "En rahat maçımız, ben çok rahat izledim" dedi.

Twitter'da hashtag yarışı: "Seni yerler yerlere karşı Loranı yedirmeyiz"

Bıdı bıdı bıdı bıdı.

Ne bu ya derbi maç mı, mahalle kavgası mı?

Futbolda Artık Verimlilik Tartışılmalı

Yukarıda Barcelona - Chelsea maçının istatistikleri var. Benim gözüme çarpan %72 topa sahip olan bir takımın kaleyi bulan 5 şutuna karşılık, rakibinin sadece %28 ile oynayıp kaleyi bulan 3 şutunun olması.

Barcelona'nın total futbol anlayışına sonuna kadar saygım var ve halen tartışmasız en iyi olduklarını düşünüyorum. Dünya futbolunda yeni bir Yunanistan modeli olmasını da kesinlikle istemem. Ancak sözkonusu verimlilik ise futbol adamlarının da oturup düşünmesi gerekiyor. Efektif bir oyun istatistiği değil Barcelona'nın ki, total futbol prensiplerinden taviz vermeden şapkayı önlerine koyup topla daha az oynayıp yine oyun hakimiyetini sürdürebilecekleri ama gol yollarına daha efektif gidebilecekleri bir modele dönüştürmeliler bu oyunu.

Ramires'in attığı gol efektif bir hücumun en güzel örneği belki de. Chelsea'nin oyununu övmek adına değil, çünkü Çanakkale geçilmez ile her zaman maç kazanılmaz ama Barca'nın da hala çıkabileceği bir üst basamak olduğunu görmek adına değerli bu rakamlar. Topa sahip olmak nereye kadar? Bence oyun hakimiyetine sahip olacak kadar topa sahip olmak ve sahip olduğun anlarda efektif kullanmak daha değerli.

Siz %72 topa sahip olup kaleyi bulan 5 şutu mu tercih edersiniz yoksa %58 topa sahip olup kaleyi bulan 9 şutu mu? Eğer bu kadar baskın oynamaya kalkarsanız rakibiniz de Çanakkale geçilmezi oynamak zorunda kalır ve başını ilk kaldırdığında gole gider.

Tıpkı haftasonu oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi gibi.

Tarihi Karede Bir Türk


Pozisyon 5.000 metre erkekler finali gibi ama değil, Torres uzatmalarda kontra ile gole ve finale koşarken Busquets onu takip etmeye çalışıyor. Cüneyt Çakır'ın bu dakikadaki deparı inanılmaz. İyi maç yönetti Cüneyt Çakır, yardımcıları da iyi destek oldular kendisine. Özellikle de Terry'nin atıldığı pozisyonda.

24 Nisan 2012 Salı

Oyun Aklını Yitirmek


Cumartesi gecesi oynanan El Classico'ya atıfta bulunulsa da Pazar gecesi Galatasaray Fenerbahçe karşısında Barca'nın Real Madrid'e karşı oynadığı oyundan birkaç gömlek daha üstün oynadı. Buna rağmen kazanamaması ise artık sadece Fenerbahçe karşısında Galatasaray'ın şansı tutmuyor ya da Galatasaray'lı oyuncular psikolojik olarak etkileniyor ile açıklanamaz boyuta geldi artık.

Yıl 1996, günlerden Mayıs'ın beşi birçok Fenerbahçeli'ye ve birçok Trabzonsporlu'ya birşeyler hatırlatıyordur. Aykut Kocaman'ın şampiyonluğu getirdiği golle deplasmanda 2-1 kazanan sarı larcivertliler o gün de Pazar gece ki kadar pasif bir oyun ortaya koymuşlardı. Şenol Güneş ise Abdullah ile Trabzonspor 1-0 öne geçtikten sonra oyunu kontrol etmek yerine çılgınlar gibi hücum etmesini izlemişti takımının. O gün beraberlik bile yetiyordu ama Trabzonspor kudurmuşçasına hücum etti. Ve o kadar kontrolsüz geldi ki önce Oğuz'un frikik golü ardından maçın sonlarına doğru Aykut'un kontrataktan yaptığı skorla bir daha geçen sezona kadar hiç yaklaşamadığı lig şampiyonluğunu kendi eliyle bıraktı rakibine.

Pazar gecesi Galatasaray mükemmel bir oyun ortaya koydu .Bunu sahanın tartışmasız en iyisi olarak Volkan'ı göstererek zaten kabul ediyoruz. 40. dakikadan sonra maçta 70'lere gelene kadar ben bir taraftar olarak diken üzerinde oturdum. Ama öyle goller kaçmaya başladı ki ve Galatasaray öyle açık alanlar bırakmaya başladı ki Fenerbahçe'nin birkez rakip kaleye yüklenirse golle buluşacağını da düşündüm. Galatasaray çılgınlar gibi saldırmasının cezasını çekti. Tıpkı 96'da Trabzonspor'un çektiği gibi. Tıpkı 6 Kasım'da yaşadığı daha büyük felaket gibi.

Eğer biraz kontrollü olabilselerdi, yine galip ayrılacaklardı muhtemelen. Belki sadece bir adam daha fazla bırakabilselerdi geride ne Özer'in kafası Bienvenu'ye gidecek, ne Bienvenu gibi dengesiz bir adam yine dengesiz bir şekilde topu ileri dürtebilecek ne de Stoch o boş koşuyu yapıp Muslera ile burun buruna gelecekti. Fatih Terim çok büyük bir teknik adam ve onu büyük yapan etkenlerin başında da ne olursa olsun hücumu düşünmesi geliyor. Fatih Terim olmasaydı mesela Euro 2008'deki Çek Cumhuriyeti galibiyeti kesinlikle yaşanmazdı ülke tarihinde. Ama Fatih Terim gerek teknik adam kimliğiyle, gerekse mental olarak 6-0'ın intikamı peşinde. Sırf bu yüzden 2-1 bile maçı kazansa dahi rakibini ezerek, sahadan silerek bunu yapmak istiyor. Maçın skorunun bile artık önemi kalmadı. Amaç tamamen rakibi sahadan silmek. Bu kadar başarılı bir baskıya ve yaklaşık 40 dakika süren oyunu domine etme gücüne rağmen eğer Fenerbahçe biraz daha kaliteli isimlerden oluşsaydı eminim maç çok daha farklı olurdu.

O zaman ne Galatasaray bulduğu pozisyonların birçoğunu yakalayabilir ne de Fenerbahçe 2-1 ile yetinirdi. Sadece birkaç kaliteli ayak bile bu baskın oyunu kıracak çıkışları yapar ve skoru daha da farklı bir noktaya getirirdi. Kimse bundan bahsetmiyor ama gerçek bu. Fenerbahçe iki top yapıp orta sahaya kadar topu her taşıdığında Stoch'un attığı golün benzerlerini atma şansını yakalayacaktı. Kabul ediyorum ki Fenerbahçe'nin mağlup olmaması aynı zamanda Galatasaray'ın şanssızlığı ve Volkan'ın büyük kaleci olmasına bağlı çokça. Ama daha çok aklını yitirmiş bir oyun anlayışına. Galatasaray girdiği pozisyonlarda bile şuursuzca vurdu kaleye topları. Kontrolsüz bir güç gösterisi yerine oyun aklının öne çıktığı bir kalite koymadı sahaya. Kısacası Galatasaray maçı çevirmek adına oyun aklını yitirdi.

Ben artık Galatasaray'ın baskın oynayıp da kaybettiği diğer maçlarda Fenerbahçe karşısındaki hiçbir 90 dakikayı şanssızlığa ya da büyüye bağlayamıyorum. Bu tamamen oyun aklını yitirmekle ilgili bir durum. Ve Galatasaraylılar bu tip sonuçlara şanssızlık dedikleri sürece bunu daha çok yaşamaya devam edecekler.

19 Nisan 2012 Perşembe

Futbol Endüstrisinde Finansal Durum Bilgi Çizelgesi

Futbol endüstrisi üzerine hazırlanmış başarılı bir bilgi çizelgesi. Güncel verilere tek bir tabloda hakim olmak açısından yararlı olacaktır.

-Son dönemde futbolda finansal krizler

-Premier Lig takımlarının finansal durumları, gelir kaynaklarının dağılımı

-Son 20 yılda Premier Lig ve diğer alt liglerin futbolculara ödenen paralar yüzünden açılan makasın çarpıcı bir görünümü.

-Dünyada en çok kazanan futbolcular ve gelir bakımından dünyanın en büyük kulüpleri listesi.

Hepsi birarada.

Ada futbolunda Premier Lig ve alt liglerdeki futbolculara yapılan ödemelerde makasın bu kadar hızlı bir şekilde açılmış olması aslında gerçekten korkutucu bir tablo. Ve bu tablo Ada futbolu için ne kadar keskin gözükürse gözüksün benzer dağılımlar diğer ülke futbolları için de geçerli. Süper Lig için de mesela.

Rus oligarkların ve Arap sermayedarların futbola olan yatırımları kuşkusuz bu makası açan ilk faktör olsa gerek. Real Madrid'in 2000'lerde başlayan Galacticos 1 ve Galaticos 2 dönüşümü de aslında benim gibi romantik bir Real Madrid taraftarını takımdan soğutmuş ve bu tabloya katkıda bulunmuştur.

Futbolda mali kriterler sert bir şekilde uygulanmaya geçmeden, NBA gibi tavan ve taban ücret politikaları belirlenmeden, hatta takımların transfer politikalarına müdahale edilmeden bu tablonun normalleşmesi beklenemez.

Öte yandan top liste takımlarının da bu müdahaleye izin vermeyeceklerinin altını çizmek gerekir. En kötüsü de peki ne olacak sorusunun cevabını verememek.

Taraftar profillerinin değiştiği, futbolun giderek elit bir tabaka tarafından stadyumlarda izlendiği bir dönüşümü de yaşadığımız şu günlerde gerçek futbolseverin takımını ancak TV yayınından izleme şansı var bu finansal döngüde özellikle ülkemizdeki bilet fiyatlarına da baktığımızda. TV yayın gelirlerinin bu kadar önemli bir pay aldığı günümüz futbolunda da ancak kendi takımını takip edebilen ve bu nedenle futbolseverlikten uzaklaşıp sadece takım taraftarı modeli oluşturan bir yapıdan bahsedebiliriz zira Şampiyonlar Ligi, kendi ligin vs. yayınların farklı yayın kuruluşlarından şifreli yapıldığı bir ortamda birkaç farklı decoder ve üyelik yapmak pek mümkün gözükmüyor. En azından Türkiye için. Çünkü aslında bu bilgi çizelgesi Türkiye'deki futbol endüstrisine de bir ayna tutuyor. Birebir aynı olmasa da birçok benzerlik içeriyor.

Messi için o bu dünyadan değil diyorlar ama aslında yavaş yavaş futbol dünyalı olmaktan uzaklaşıyor galiba. Futbol başka bir gezegenin oyunu olacak mı?

Güzel bir Türk filmi klişesiyle birgün gelecek ve biz ortalama gelir sahibi insanlar bile futbola dönüp şu sözleri mi söyleyeceğiz?

Ey futbol biz ayrı dünyaların insanlarıyız...

18 Nisan 2012 Çarşamba

Bir İtiraf: Irkçıyız


Irkçılık genel olarak çeşitli insan ırkları arasındaki biyolojik farklılıkların kültürel veya bireysel meseleleri de tayin etmesi gerektiğine ve doğal sebeplerle bir ırkın (çoğunlukla kendi ırkının) diğerlerinden üstün olduğuna ve diğerlerine hükmetmeye hakkı olduğuna duyulan inanç veya bu değerleri kabul eden doktrindir. Ortaya çıkış nedenleri arasında çoğunlukla ekonomik nedenleri olması yanı sıra düşünsel nedenlere de dayanmaktadır.  - Wikipedia

Bu tanımı ortaya koyduktan sonra Türkiye'de ırkçılık yoktur demek zor, Türk ırkı diğer ırklardan üstündür savını benimseyen bir kitle, en azından bazı ırklardan üstündüre inanan insanların olduğunu hala kabullenmiyor ya da reddediyorsanız siz yalancısınız. Üstelik de bu kitle, insan topluluğu bayağı büyük.

Türkiye'de en nadir görebileceğiniz ırkçılık türü ise siyahilere karşı olanıdır. Zira nesiller boyu kültürümüzde olan ezilenin yanında olma, onun tarafını tutma içgüdüsüyle hep Türk halkı büyük bir çoğunlukla sempati ile bakmıştır siyahilere. Atletizmde siyahi atletleri tutarız, basketbolda siyahileri destekleriz, futbolda bir başkadır onların yeraldığı ve yıldızlaştığı takımların bizim nazarımızdaki değeri. Ama bu bile pozitif ırkçılık olarak nitelendirilebilir aslında.

Neyse ne, Emre Belözoğlu bir bok yedi ve Fenerbahçe camiasının en mutlu olduğu anlardan birinde limon sıktı tüm camianın keyfine. Ben ırkçı bir yaklaşımla söylediğine inanmıyorum ama karşısındakini yaralamak, onu incitmek için pekala söylemiş olma ihtimali yüksek. Bir Türk futbolcusuna nasıl ki o... çocuğu dediğinizde delleneceğini biliyorsanız, benzer bir durum siyahi bir futbolcu için de geçerli. Emre Belözoğlu'nu dışarıda çok iyi bir insan diyenler var, ben tanımam etmem. Sahada ise bambaşka onu da kabul etmek gerekir. Sahada her hareketini 6 yaşında bir çocuk aklıyla gerçekleştiriyor. Söylediği sözün de nereye gideceğinin farkında bile değil.

Ama ırkçılığı da baside indirgemeyelim. Yoksa Melo Riera'ya yumruklarını saydırırken mesela "fucking spanish" ya da "fucking gitano" dediyse bu da ırkçılık tanımına girer aynı bakış açısıyla ki deme ihtimali de yüksektir. En azından bu gerilim sürecinin gelişiminde evinin oturma odasında menajeri ile sohbet ederken de demiş olabilir. Papazın Çayırı'ndan Kanuni'nin Memleketine pankartını açmak daha ırkçı bir yaklaşımdır Türkiye normlarında aslında, gloabal normlarda Emre'nin sözlerinin de hiç aşağı kalır yanı olmasa da. Ya da Trabzonlulara "Rum Çocukları" demek.

O veya bu şekilde gerçekleşen bir eylem varsa ceza almalıdır Emre. Ama 3 maç ama 5 maç, ne verilirse verilsin. Yine de bu eylemi tribüne cebinde muz kabuğu ile gelip sahadaki bir siyahi oyuncunun önüne fırlatmakla karıştırmamak gerekir. Ya da pankart açmakla. Hepsi planlıdır ama siz halı sahada her zaman evine gidip annesinin yemeklerini yediğiniz en yakın arkadaşınıza "o... çocuğu" diyebilen bir kültürün evlatlarısınız en nihayetinde. Aslında aklınızda hiçbir zaman annesine sövmek yok, karşınızdakini yaralamak var, çünkü bir nedenle canınız yanmış. Eğer bunu yapıyorsanız Emre'nin neyi neden söylediğini daha iyi anlarsınız.

Irkçılığa tekrar gelelim... Bir ırkçıyız arkadaşlar. Tüm dünya insanlarında da bu var. Gidin A.B.D.'ye bakın bakalım siyahilere hala hangi gözle bakılıyor. Ya da Çinlilere, ya da İtalyanlara... Gidin Fransa'ya Türklere ve Araplara ne gözle bakıyorlar. Gelin Türkiye'ye bakın bakalım bırakın Ermenistan'da yaşayan Ermenileri, Ermeni vatandaşlarımıza hangi gözle bakılıyor, Rum kökenli olanlara, ülkedeki her azınlığa...

Bu işler öyle "Irkçılığa Hayır" demekle olmuyor, bizzat eylem gerektiriyor. Bizzat tüm varlığınla hissetmek gerekiyor. Biz hissetmiyoruz. Bu ülkede herhangi bir ırka karşı nefret hissetmeyen kaç kişi var? Nokta.

Alt Bağlayanını İlk Kez Gördüm


Çok futbolcu gördüm de altını bağlayanını ilk kez. Görüntüler Stuttgart'ta forma giyen Cristiano Molinaro'ya ait. Ausburg karşısında oyuna girmeye hazırlanan Molinaro tedbiri önceden almış gözüküyor.

Süper Finalde İlk Haftanın Ardından


Süper Final başladı, ilk hafta geride kaldı, ne Fenerbahçe'nin beklediği gerçekleşti, ne de Galatasaray'ın tam olarak. Her ikisi de haftayı karlı kapattılar ama her ikisi de rakiplerinin puan kaybını boşuna beklediler. Süper Final'in ikinci haftası da olası bir Galatasaray galibiyeti ile düğümü çözebilir ve geriye kalan haftaları anlamsız bir hale getirir.

Bu açıdan Süper Final paketi gazına gelmeyip Lig TV'den paketi almadığım için mutluyum. Çok iyi bir Fenerbahçe Trabzonspor maçını evde keyifle bira ve çerez muhabbetiyle izlemek varken dışarıda izlemiş olmama rağmen. Maçı iyi yapan etken kuşkusuz Fenerbahçe'nin 34 haftada gerçekleştiremediği oyun hakimiyetini bu maçta fazlasıyla sağlamış olmasından kaynaklanıyor. Belki pozisyon zenginliği açısından orta karar bir maç ama Fenerbahçe'de veteranların dönüşü muhteşem. Emre ve oyuna girdikten sonra Semih'in etkisi olumlu yönde. Cristian şunu net olarak ortaya koydu ki hücuma dönük orta saha kendisi. Savunmada da görevini yerine getiriyor ancak Cristian ofansif görevleri partnerinden yani genel olarak Emre'den çok daha fazla üstlenmeli. Fenerbahçe'nin oyunun zenginleştiren etkenlerin başında bu geliyor. Bir diğer etken de 4-3-3 sevdasından bu maçta da vazgeçilmesi. Stoch'un oynamayışı ve onun yerine görev alan Caner'in oyunun iki yönüne verdiği katkı Fenerbahçe'nin oyun anlayışını bir üst kademeye taşıyan bir diğer faktör. Alex'in vitrine çıkmasına gerek kalmadan kazanılan bir maç önemli Fenerbahçe adına. Trabzonspor ise daha sezon başında yazdığım bir yazıda olduğu gibi Burak Yılmaz odaklı ve oyunu kanatlara yayamayan tek bir alternatif strateji yaratamamanın cezasını bolca çekecek Süper Final'de.

Haftanın ikinci maçı gösterdi ki Beşiktaş'ın da kalan 5 haftada Trabzonspor'dan pek farkı olmayacak. Galatasaray'ın hiç kasmadığı bir oyunda varlık dahi gösteremediler. Bu hafta Galatasaray'ın form durumunu gösterecek. Son haftalarda yapılan form düşüklüğü eleştirileri gerçek mi yoksa Galatasaray gücünü ekonomik mi kullanıyor Fenerbahçe maçı gerçek ölçü olacak. Ama Beşiktaş karşısında sadece oyuna hakim olmak istediği dakikalarda top yapması, geri kalan bölümde kontrollü oynaması yetti sarı kırmızılılara.

Haftanın ayıplarında baş sırada Emre Belözoğlu var. Ben ırkçı bir yaklaşımla ağızdan o sözlerin çıktığını düşünmüyorum ama en hafif tabiriyle de uluslararası platform normlarında fiyasko ve terbiyesiz bir yaklaşım. Cezası neyse çekecek. Irkçılık spekülasyonuna da bir sonraki yazımda değineceğim ama şu kadarını şimdilik söylesem yeterli: "Bu ülkede nadir ırkçılığa maruz kalmayan ve sevilen ırktır siyahiler, gerisi palavra çünkü biz ırkçıyız toplum olarak."

Haftanın bir diğer ayıbı da Hüseyin Göcek'e ait. Ben maçın skorunu etkilediğini düşünmüyorum, gol ofsayt olsa da süzülmesi çok ama çok zor bir pozisyon. Hüseyin Göcek'in esas ayıbı bir hakem gibi sahada duramaması ve ortamı germesi. Aldığı her karar ve çaldığı her düdükte hakem dörtlüsü olarak ne tribünlere ne de futbolculara güven veremediler. Özgüven eksikliğini hissettirdiğiniz anda bunun üzerine saçma sapan kararlar veriyorsanız ortam gerilir. Gerildikçe de bir nokta da patlar insanlar.

Haftanın oyuncusu Cristian. Bir gol ve bir asistlik performansının yanında aslında belki de Fenerbahçe'nin tüm sezonda en istikrarlı denebilecek ismi. Oyun kalitesi genelde ortalamanın üzerinde. Ve ne zaman daha ofansif oynama fırsatı bulsa o zaman skor üzerinde etkili. Bu hafta olduğu gibi.

3 Nisan 2012 Salı

Ofsaytı Bilmeyen Sadece Kadınlar mı?


Offside 2006 yılı İran yapımı ve Berlin Silver Bear ödülünü kazanmış bir film.filmin hikayesi de ülkede futbol izlemesi yasaklı olan İranlı kadınların futbola olan aşkını konu ediyor. Biz ne kadar erkek oyunu diye sahiplensek de, ofsaytı bilmiyorlar diye dalga geçsek de, ofsayt kuralını bilmeyenler sadece kadınlar değil, biz de erkeklerde bihaber durumdayız. Hem de konu hakkında otorite kabul edilen isimler seviyesinde.

Bugün Milliyet Gazetesi'nin internet sitesinde ofsayt kuralının 2011-2012 sezonunda nasıl yorumlanması gerektiğine dair bir yazı yayınlanmış. Yazıyı buradan okuyabilirsiniz, ben belge niteliği taşıması açısından aynen blogda da yayınlıyorum.

"FIFA Kural Kitabı’nda yer alan ilgili ofsayt pozisyonu grafiklerini inceledik. FIFA Kural Kitabı’nın 59’uncu sayfasından itibaren başlayan, “İlave talimatlar ve hakemler için rehber” bölümünde, ofsaytın modern tanımı resimlerle örneklendiriliyor:


Topa dokunursa ofsayt:
Sayfa 106, grafik 1’de “Rakibine müdahalesi bulunmayan ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu (A) topa dokunuyor. Yardımcı hakem, oyuncu topa dokunduğu anda bayrağını kaldırmalıdır.”
Topa dokunmuyor, ofsayt değil:
Sayfa 105, grafik 3’te ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu (A) topa doğru koşuyor ve ofsayt pozisyonunda bulunmayan takım arkadaşı (B) de topa doğru koşuyor ve topla oynuyor. (A) oyuncusu ofsaytla cezalandırılmaz, çünkü topa dokunmamıştır.
Kalecinin görüş çizgisini engellerse ofsayt:
Sayfa 108, grafik 6’da “Ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu (A), rakip kalecinin görüş çizgisini engellemektedir. Oyuncu ofsaytla cezalandırılmalıdır.”
Topla oynamazsa, rakibinin topla oynamasını önlemezse ofsayt değil:
Sayfa 109, grafik 8’de “Ofsayt pozisyonundaki hücum oyuncusu A (topla oynamıyor), topa doğru koşuyor fakat rakibinin topla oynamasını ya da oynayabilmesini önlemiyor. A, B’yi aldatan veya dikkatini dağıtan bir jest ya da hareket de yapmıyor. Pozisyon ofsayt değil."

Bu noktada bir kez daha görüyoruz ki Erman Toroğlu ve Ahmet Çakar gibi isimlerin futbol oyun kuralları üzerine söyledikleri padişah fermanı değil. Hatta Markus Merk gibi çok kariyerli bir isim dahi yaptığı yorumda yanıldı. Bir başka konu da bu durumda Fenerbahçe-Galatasaray maçında Alex için kalkan bayrağın da geçerli olmadığı.

Açıkçası ben kuralı bilmekle birlikte Sow'un pozisyonunun nasıl değerlendirileceğine hakim değildim. Artık çok net bir şekilde değerlendirme imkanımız olacak.