31 Mart 2010 Çarşamba

Emirates'te Uzay Futbolu

Eğer Arsenal - Barcelona maçını futboldan nefret eden bir kadına izletseydiniz 90 dakikanın sonunda futbola aşık olurdu. 2010 yılında izlediğim kalite düzeyi en yüksek futbolu Şampiyonlar Ligi'nde sergiledi iki takım.

İlk yarı neredeyse top göstermeyen bir Barcelona karşısında giderek açılan ve 90 dakikanın sonuna doğru performansı tavana vuran bir Arsenal vardı. Tempo bir ara o kadar yükseldi ki mutfakta kendime yaptığım kahveyi almak için ayağa kalkıp 30 saniye ekran başından ayrıldığımda Walcott golü atmış ve ben görememiştim.

Zlatan'ın iki golü de birbirinden güzeldi, her iki pozsiyonda da defansın arkasına yaptığı koşularda Almunia ilk golde erken çıkarak ikincisinde ise ilkinden kaynaklanan bir tedirginlikle yerinde kalarak hata yaptı ama o vuruşlar da kolay kolay çıkmazdı.

Bu iki gol Barcelona'ya rehavet getirdi mi tartışılır ama oyunu Wenger'in sahaya Walcott'u sürmesi değiştirdi biraz da. Maxwell'in olduğu kanattan aktı oyuna girdikten sonra. Fabregas'ın penaltısı tartışılır olsa da Arsenal 2-2'yi söke söke aldı Katalan ekibinden.

Günümüzde Barca karşısında belki de izlemekten en çok zevk alacağınız takım Arsenal olur. Futbol oynamaya bu kadar istekli Gunners'ın ilk yarıda topa sahip olma oranının neredeyse %30'larda kalması aslında Barca'nın oyun anlayışını ne noktaya çıkardığını gösteriyor. Ama Arsenal'in geri dönüşü de bu maçtan beklentimizin boş olmadığını ispatlıyor.
Rövanşta Arsenal kanadında Fabregas'ın cezalı olması, Gallas ve Arshavin'in sakatlıkları önemli eksikler ama Barca defansının da göbekten çatırdadığını söylemek gerekir. Puyol kırmızı kart, Pique ise sarı kart cezası nedeniyle yoklar.

Bir başka anektod ise Arsenal'in beraberliği maç sonunda "Evine Hoşgeldin" pankartları asılı tribünleri yaşlı gözlerle selamlayan Thierry Henry'nin oyuna girmesinden sonra atmış olması. Acaba Henry o anda ne hissetti dersiniz?

Dünya Kupası'nda Unutulmaz Kareler-10

İsveç ulusal futbol tarihinin en görkemli seviyesine kendi evinde oynadığı 1958 Dünya Kupası'nda çıkmıştır.

Ama finalde karşısına D.Santos, Zito, Bellini, N.Santos, Orlando, Gilmar, Garrincha, Didi, Pele, Vava , Zagalo gibi bir rüya onbir çıkar. Dördüncü dakikada evsahibi takım taraftarlarını umutlandıran gol gelse de bir daha rakip kaleyi doğru dürüst göremez İsveç Milli Takımı. Maç sonunda tabelada (in the tabela) 5-2'lik Brezilya galibiyeti yazmaktadır.

Brezilyalı oyuncuların sevinci böyle yansır fotograf karesine. Daha öncesinde ve sonrasında hiç olmayacak kadar simetrik bir sevinç gösterisiyle.

3. Dünya Savaşı - 1. Bölüm

Milenyuma girerken 1900'lü yılların son şampiyonu olmuştu Manchester United. Ve o maçta neredeyse tek kale oynayan Bayern Munchen 90 dakika boyunca Schmeichel'ın koruduğu kaleyi dövmüş, onu geçse bile direklere takılmıştı.

En acısı da normal süreye eklenen dakikalarda yedikleri iki garip gol o dakikaya kadar 1-0 önde götürdükleri karşılaşmada bir rüyanın sonu olmuştu.

2010'da tekrar Şampiyonlar Ligi'nde eşleştiler. Bu sefer ise Manchester United mağlubiyeti hakeden bir futbol oynamadı ama 2-1 yenilerek çeyrek finalin ilk bacağını şimdilik kaybetti.

Rooney ile Ribery'nin düellosunda karşılıklı birer gol attılar ama son sözü Olic söyledi Bavyera takımı adına. Şimdi Ada'da oynanacak 3. Dünya Savaşı'nın ikinci bölümünü bekliyor herkes. 90 dakika top bir o kaleye gider bir bu kaleye ve sonunda Almanlar kazanır klişesinin dışına çıkmış olan bu eşleşmede İngilizlerin en büyük handikapı ise düşman topraklarından bir ağır yaralı ile dönüyor olmaları. İkinci maçta Rooney'siz oynamak zorunda kalmaları çok kuvvetli bir ihtimal.

Milyon Dolarlık Bebek: Yılmaz Vural


Yılmaz Vural'ın demeçleri birçoklarının hoşuna gidiyor ve eğlendiriyor olabilir ancak aslında son derece yüzeysel ve işkembe-i kübradan konuşan bir adamın bu kadar da manşetlere çıkıyor olmasını yadırgamak gerekir.

Böylesine sert bir giriş yapmak istemezdim ancak bugün zaten fazlasıyla ters bir günümdeyim. Yılmaz Vural'ın yerli ve yabancı teknik adamlar konusunda hiçbir tabanı olmayan açıklamalarından artık gına gelince ve bu da benim ters günümle çakışınca lafımı esirgemeden yazayım dedim. Önce şunu bir ortaya koyalım: Kendisini sürekli Daum ile karşılaştırarak aynı enstitüde eğitim almış olmalarına ve benzer birikimleri edinmelerine, donanım olarak birbirilerine çok yakın olmalarına rağmen kendisine ve kendisi nezdinde bütün Türk teknik adamlara yeterli değerin verilmediğini söylemek fazlasıyla popülist bir söylem.

Bu söylemlerin Türk teknik adamlarının değerini anlatmaktansa daha da aşağı çektiğini düşünüyorum. Türk teknik adamlar demişken bu işin Türk'ü, Alman'ı, İngiliz'i olmadığını da kalınca altını çizerek not edeyim. Evet bu ülkede kendi toprağının teknik adamına sabır düzeyi düşüktür ama yabancı teknik adama olan sabır düzeyinden daha düşük değildir. Şampiyon olamadığı bir sezon dört büyüklerde kalmaya devam eden Türk teknik adam nasıl bir elin beş parmağını geçmiyorsa yabancılar için de bu durum geçerlidir malesef.

Bu ülkede Türk teknik adamla yabancı teknik adamı ayıran temel farklılık ise aldıkları ücretlerdir. Ama bu konuda Yılmaz Vural'ın sallaması gereken kendisi ve kendisi gibi bir sezonda üç beş takım değiştiren meslekdaşları olmalıdır. Bir parantez açalım: Tıpkı Daum gibi benim de hiçbir sözüm yoktur Fatih Terimlere, Mustafa Denizlilere, Şenol Güneşlere, Ertuğrul Sağlamlara, Abdullah Avcılara...

Saygı duyulan ve sözüne güvenilen bir insan olmanın da milliyeti yoktur. Biraz önce ismini saydığım ve hatırlamadığım pekçok Türk teknik adam fazlasıyla bu ülkenin futbol dünyasında saygın isimlerdir. Eleştirilmezler mi tabi ki de kantarın topuzu kaçar her zaman. Ama sadece onlara değil, Geretslere, Zicolara, Rijkaardlara da kaçar kantarın topuzu.

Basının önüne çıkıp da 400.000 $'lık Vural'ın 4.000.000 $ kazanan Alman'ı nasıl 3-1 yendiğini anlatmanın da 3 yaşındaki bir çocuğun zeka düzeyinde bile bir anlamı olacağını zannetmiyorum. Adama Sarıyer'i nasıl yüzüstü bırakıp gittin, Antalyaspor'u nasıl düşürdün o zaman derler (örnekleri de çoğaltılabilir ama amacımız yüz kızartmak değil).

Bu ülkede senin kıymetini bilen yoksa o zaman adama derler ki çıkaydın er meydanına futbol sadece bu ülkede oynanmıyor ki? Elin Portekizlisi nasıl ülke futbolunu temsil edebiliyorsa, sende de böyle bir cevher varsa buyursaydın geçseydin Chelsea'nin, Barca'nın, Arsenal'in başına. Hadi o da olmadı mükemmel Almancan ile gideydin Bundesliga'da bir takımın başına. Ama futbolcusunu sahada tekme tokat döven bir adamı getirmezler ne o takımların, ne dört büyüklerin, ne de Milli Takım'ın başına.

Sen oyuncunu döverken biz neremizle güleceğimizi şaşırdık doğru bizimki de ayrı bir ahmaklık. Bir laf vardır ya güleriz ağlanacak halimize o hesap. Ama yeter be Yılmaz Hoca... Bence asıl bu söylemler ve davranışlar ucuzlatıyor Türk teknik adamların değerini, en azından bazılarının değerini.

Bana sorarsan senin aldığın 400.000 $'a karşılık fikren ortaya koyduğunu savunduğun bu söylemlerin Türk futbolu adına 4$'lık değeri yok. En fazla 50 kuruş eder ve gazeteyi alıp spor sayfasında okuyup gülünür geçilir hepsi o.

29 Mart 2010 Pazartesi

90 Dakika Bir Ömür

Dün akşam çok açık olan birşey vardı o da Daum'un Fenerbahçeli oyunculara altını kalın çizgilerle çizerek verdiği iki talimat. Bunlardan birincisi Dos Santos, Keita gibi açık alanda müthiş etkili olan oyunculara sahip Galatsaray'a kendi yarı alanlarında boş alan bırakılmamasıydı.

Fenerbahçe son yıllardaki klasik derbi oyun düzeniyle, belki biraz daha defansif olsa da Daum'un ilk talimatını eksiksiz yerine getirdi. Sağ ve sol kulvarları hiç boş bırakmadılar. Kademe anlayışı mükemmele yakın bir defansif oyun ortaya koydular. 90 dakika boyunca da hiçbir şekilde organize gelemeyen Galatasaray karşısında birkaç kişisel beceri sonucu elde edilen şanslar dışında hiç pozisyon vermediler.

Daum'un ikinci talimatı ise kaleyi gördüğünüz yerden vurundu. Islak zeminden öte bu talimatın arkasında yatan sezon başında bir transfer hatası olarak gündeme getirdiğim Leo Franco'nun varlığıydı. Fenerbahçeli futbolcular defansif anlamda ortaya koydukları oyunu ofansif alana taşıyamasalar da 90 dakika içerisinde pozisyon yakaladıkça bu uzaktan şut girişimlerini denediler. Özer, Selçuk, Güiza topu ayağına aldıklarında genelde kaleyi düşündüler. Bu girişimlerden biri de Leo Franco'nun hatası kadar, Selçuk'un da sert olmayan ama kavisli ve yere vurdurarak attığı güzel şutun etkisi ile skora dönüştü.

Fenerbahçe açısından hücum hattındaki oyuncuların formsuzluğu ise bana göre bu maçta fark olmasını engelledi. İyi bir Fenerbahçe bu oyun düzeninde çok daha çarpıcı bir skora imza atardı. Eğer maç 1-0 bittiyse ve rakip yarı sahada bu kadar açık alan bulabiliyorsanız bu pozisyon kısırlığı sadece daha defansif oynamakla açıklanamaz.

Arda değişikliği belki de Fenerbahçe'nin ekmeğine yağ süren en önemli etkendi. Ama Rijkaard'ı suçlamadan önce burada Arda'nın hazır olduğunu belirtmesi, takımın sağlık heyetinin onay vermesi irdelenmeli. Eminim ki Rijkaard ısınırken acı çeken Arda'nın o halini maçı takip ederken göremedi. Ama Arda'nın oyuna girerse sakatlığı yüzünden etkili olamayacağını 70 milyon anladı. En azından fizyoterapistin uyarması ya da Arda'nın "hocam olmuyor, sıkıntı çekiyorum" demesi gerekirdi.

Mehmet Topal'ın oyundan alınması da her ne kadar modern futbol anlayışına ters düşen bir markaj oyuncusu görüntüsünden öteye geçemese de Alex'i o dakikaya kadar oldukça iyi kontrol ettiği düşünüldüğünde bir başka hataydı aslında. Zaten Arda dahil oyunda yapılan hiçbir değişiklik de Galatasaray'ı ileri götüremedi hatta geriye itti ve oyunun kontrolü her geçen dakika daha fazla Fenerbahçe'ye geçti.

Galatasaray maçın ikinci yarısında Dos Santos ile yakaladığı ve 90+4'te Keita ile girdiği pozisyonları atabilmiş olsa farklı bir maçtan bahsediyor olabilirdik. Birinci pozisyonda her ne kadar başarılı bir transfer olsa da vuruş ve asist konusunda eksikleri olduğunu düşündüğüm Dos Santos'un kötü şutu engel oldu gole. İkincisinde ise benim diyen kalecinin çıkaramayacağı bir topu harika kurtardı Volkan. Bu kurtarış dünyanın en iyibeş kalecisinin yapacağı kurtarış. Volkan böyle bir iddiayı gündeme getirirken bu tarz kurtarışlarını referans gösterebilir ama yedikleri golleri anlatmak konusunda sıkıntı yaşar. Ve eminim bu konsantrasyonu her maç sergilese gerçekten o kalıba rağmen müthiş esnekliği ile ilk beşe girer. Dünkü oyunda farkı yaratan temel faktör de kritik anlardaki Volkan ile Leo Franco'nun performansları olsa gerek.

Dos Santos iyi bir transfer dedik ama bu 90 dakika özelinde bakarak Galatasaray'ın diğer transferlerini de genel lig performasları için irdelemek gerekir. Keita sahada sergilediği tiyatral yeteneğini bir kenara bırakırsak Galatasaray açısından çok faydalı bir oyuncu. Ama Jo ve Neill konusunda endişeliyim. Jo yanında iyi bir bitirici olmadan Galatarsaray'a faydalı olamaz gibi gözüküyor. Neill ise vasatın çok üzerinde değil. Ama Galatasaray için asıl problem Elano. Sezonun başından beri süregelen kan uyuşmazlığı halen devam ediyor. Zaten Galatasaray'daki temel problem de oyuncular arasındaki kan uyuşmazlığı. Rijkaard'a herkes sallayacak şimdi ama bu maçta hatalı gözüken tercihlerine rağmen Adnan Polat'ın yapacağı en iyi şey Rijkaard'ı sabırla beklemek olur. Böyle bir teknik adam bir sezon için alınmaz. Galatasaray uzun vadeli düşünüyorsa Rijkaard ile 3-4 sezonluk bir plan yapabilmeli.

Gelelim hakem değerlendirmesine: Benim takıldığım birçok pozisyon var aslında. Güiza'nın ofsayt ile ve sonrasında elle kontrol ettiği gerekçesi ile kesilen pozisyonları, Dos Santos'un ve Keita'nın ortada hiç faul yokken hakemi kandırabilmeleri... Bu pozisyonları hiç süzemedi Cüneyt Çakır. Oyunu da çok fazla kesti kanımca. Bu da zaten vasatı aşamayan mücadeleyi zaman zaman çok sıkıcı hale getirdi. Maçın son dakikasında Lugano'nun çekmesi de açık bir penaltıydı.

Derbi demek bu olsa gerek. 90 dakika çok kaliteli olmayan bir mücadele de bile sayfalarca yazacak hikaye çıkarabiliyor. Hikayenin sonunda ise birkaç hafta öncesine göre emin adımlarla yürüyen bir Fenerbahçe var. Kayseri'yi geçerlerse ceplerinde 6 puan olacak ve Beşiktaş'ı ağırlayacaklar. Artık viraj dönüldü, düğüm çözülüyor.

Ne Haftaydı Be

Hafta başlamadan bu hafta virajı dönen takım kim olursa şampiyonluğun en büyük favorisidir diye yazmıştım. Dün Beşiktaş, bugünse Fenerbahçe virajı aldılar ve 3 puan avantajla önde gitmesine rağmen Bursaspor ve dördüncü sıraya düşen Galatasaray açısından işler bir hayli zorlaştı.

Galatasaray - Fenerbahçe maçı analizini yarın göndereceğim, ama ondan önce ne haftaydı be demek gerekir. Sezonun en stresli ve futbolun en heyecan verdiği haftasını geride bıraktık. İstanbul B.Ş.B karşısında Bursaspor şampiyonluğun en büyük adayı titri ile çıktığı maçta bu ağırlığı taşıyamadı. Cuma akşamı mesai dönüşü eve giderken Bursasporlular da TEM'de şarkılar söyleyerek Atatürk Olimpiyat Stadı'na doğru yol alıyorlardı. Onlar takımlarına güveniyorlardı ama olmuyor işte. Ne zaman Anadolu'dan bir şampiyon geliyor desek sahada bacaklar titremeye başlıyor. Bursaspor'un da yaşadığı ve bundan sonraki haftalarda da yaşayacağı budur aslında.

Ertesi gün bana göre yenilseydi Beşiktaş da lige veda etmiş olacaktı. Nitekim Eskişehirspor 2-0'ı yakaladığı maçın dönmesinde ve ardından girdiği iki pozisyonda 4-0'ı bulamamasında bir keramet olsa gerek. Nihat kaç haftadır gol atmadı hatırlamıyorum ama iğne deliğinde öyle bir top geçirdi ki can verdi siyah beyazlılara. İğne deliği demiken Bobo'nun golü de bir başka iğne deliği versiyonu oldu. 2-0'dan gelip 3-2 maç çevirmek kolay iş değil. Beşiktaş şimdi sımsıkı tutundu lige. Bursa son haftaya önde girse ve Beşiktaş'ın galibiyet dışında şansı olmasa bile deplasmanda kazanabilecek güvene sahip artık diye düşünüyorum. Önde olmak hele ki büyük takım değilsen çok zor. Beşiktaş arkadan geliyor önünde ise Bursaspor var.

Tabi bu geceden sonra bir de Fenerbahçe. Maç ile ilgili çok fazla söylenecek şey var. Kalitesi düşük ama heyecanı yüksek bir maç oldu. Bu maçla Fenerbahçe şampiyonluğun diğer büyük adayı oluverdi 90 dakikanın sonunda. Golsüz Eşitlik mükemmel yazmış: "Fenerbahçe kalecisi topu (afedersiniz ama) kıçıyla bile tutarken, Galatasaray kalecisinin eliyle değil kıçıyla kalecilik yaptığı bir maçta" diyor. Bu cümle maçın özetidir. Tabi ki Fenerbahçe'nin son on yılda derbilerdeki başarısını ayrıca analiz etmek gerekir. Ama Leo ile Volkan'ın yaptığı iki harekettir özünde maçın sonucunu belirleyen.

Ben bu haftayı karlı kapatan iki takım olacağını zannetmiyordum. Beşiktaş ipten döndü, Fenerbahçe de daha az şans verilen bir 90 dakikada büyük iş çıkardı. Şimdi ligin kısalan mesafesinde Şükrü Saraçoğlu'ndaki derbi herşeyi belirleyecek gibi duruyor.

26 Mart 2010 Cuma

Dünya Kupası'nda Unutulmaz Kareler-9




































İtalya 90 Dünya Kupası tarihinde gol ortalamasının dibe vurduğu ve futbol seyir zevkinin yerlerde süründüğü bir turnuva olarak kabul edilse de Afrika Kıtası'nın o güne kadar ki gelmiş geçmiş en renkli takım performansını izletti Kamerun futbolseverlere.

O takımda 40 deviren Roger Milla'nın attığı her gol sonrası köşe gönderine giderek yaptığı figürler de bir başka tad olarak kaldı gönlümüzde.

Futbolla haşır neşir olduğumuz yılların baharında mahallede iki arkadaş turnuva başlamadan Kamerun'u tuttuğumuzu ilan etmiştik hiçbir futbol temelli dayanağımız olmadan. Daha bıyıklarımız terlememişti ama belki de bir Türk ismine yakınlığından dolayı, o mahalle maçlarında Omam Bıyık ben de Kana Bıyık oluyordum.

Arjantin'i 10 kişi kaldığı maçta 1-0 ile geçerlerken ben de sömestr tatili nedeniyle babamın banka müdürlüğü yaptığı Elazığ'a gitmek için otobüs bekliyordum. Eskişehir'in eski otogarında bir büfeden takip ettim maçın son anlarını. Sonra Hagili Romanya'yı 2-1 ile sahadan sildiler. Gruptan çıkmayı garantiledikleri son maça hiç asılmadan Sovyetler Birliği'ne 4-0 yenilmeleri aslında rakipleri için ilk puanları ve kupadan prestijli bir ayrılış anlamına geliyordu.

İkinci turda rakip Arjantin'i elemelerde 5 golle gömen Rinconlu, Aspirillalı, Higuitalı, Valderramalı ve Pele'nin turnuvanın favorisi ilan ettiği fantastik Kolombiya idi. 120 dakika 2-1 ile bitti ve Roger Milla galibiyete imzasını Higuita'dan kaptığı topla Dünya Kupası tarihinin en unutulmaz gollerinden birini atıp köşe gönderinde klasikleşen dansıyla kutlayarak yaptı.

Çeyrek finalde ise unutulmaz bir eşleşmede uzayan bir başka maçta İngiltere'ye 3-2 ile boyun eğdiler. Eğer normal sürede 7-8 dakika daha dayanabilselerdi 2-1 ile bir üst tura yürüyor olacaklardı. Ama Lineker buna izin vermedi.

Bir daha ne Kamerun bu turnuvadaki performansını sergileyebildi ne de o kadrodaki oyuncular bu kadar üst düzeye çıkabildiler. Ama hoş bir anı olarak kaldı Kamerun hafızalarımızda. O yaz turnuvadan sonra okul bahçesindeki taştan kalelere atılan goller sonrası bahçenin köşesine yapılan koşu sonrası dans edişlerimiz de.

Fatih Akyel Tukaka Gökdeniz Karadeniz Baştacı























Spor Bakanımız Faruk Özak son patlayan bahis şikesi skandalı ile ilgili olarak yapılanların cezasız kalmayacağını açıkladı. Suçlu bulunanlar için de 5 ila 12 yıl arası hapis istenilmesi gündemde. Bu yazı bahis şikesini örtme ya da suçluları aklama yazısı değil, başka yorumlara yol açmamak için baştan belirteyim. Ama anlayana ne kadar balık hafızalı olduğumuzun ve bu ülkede adaletin bireyden bireye nasıl farklı dağıtıldığının anlatımı.

Son skandalda isimleri geçenler arasında Fatih Akyel Ali Rıza Gültekin, Recep Öztürk ve Tepecikspor Başkanı Temel Eyüboğlu tutuklandı. Henüz suçlu bulunmadılar ve doğal olarak bir ceza da almadılar. Dolayısıyla kanunlar önünde halen suçsuzlar.

Yıl 2005, aylardan Nisan... Akçaabat Sebat - Kayseri maçında ortaya atılan bahis şikesi skandalı ile çalkalanıyor memleket.Olayları uzun uzun anlatmayacağım. Gökdeniz de işin içine giriyor ve hatta iş kurşunlanmaya kadar gidiyor. Bu çalkantılar sonunda ne mi oluyor? Profesyonel Disiplin kurulu, ‘bahis skandalı’ olarak kabul edilen olay sonrası, Gökdeniz Karadeniz’e 10 ay ve 60 bin YTL, Ogün Temizkanoğlu, Bayram Toysal, Metin Aktaş’a 12'şer, Ali Şen Kandil 8 ay men cezası veriyor.


Yapılan itirazlar sonucunda, Gökdeniz’in cezası 6 aya, Alişen Kandil, Metin Aktaş ve Bayram Toysal’ın cezaları da 5 aya indirilirken Ogün Temizkanoğlu’nun ve 12’şer ay men ve para cezaları alan Trabzonspor Kulübü malzemecisi Özkan Saraç ile Akçaabat Sebatspor Kulübü Doktoru İlhan Günaydın’ın cezaları ise kaldırılıyor.

Bugün koparılan yaygaranın nedeni UEFA'nın bu işin üzerine gidiyor olması ve TFF'ye gönderilen dosyalar. O gün herşeyin üstünün örtülüyor olmasının nedeni ne peki?

Mesela Gökdeniz Karadeniz'i, eğer suçluysa Fatih Akyel'den ayıran nedir? O dönem bugün Spor Bakanı olan Faruk Özak yine hükümette görevli bir milletvekili hatta bakan değil miydi? Peki o gün neden aynı açıklamaları yapmadı?

O Gökdeniz Karadeniz bugün Faruk Özak ile Trabzonspor camiasında yapılan her türlü etkinlikte görüşüyor mu görüşmüyor mu? Peki o dönem patlayan bahis skandalından sonra Gökdeniz Rubin Kazan'a transfer olurken Faruk Özak "Gökdeniz, altyapıdan yetiştirdiğimiz bir oyuncumuz. Gökdeniz, Trabzonspor’a çok şey verdi. Giderken de kulübüne çok büyük bir ekonomik değer katarak gitti. Gökdeniz’e Trabzonlu ve Trabzonsporlu bir ağabeyi olarak teşekkür ediyorum. Başarılar diliyorum” dedi mi demedi mi?

70 milyon insanız bu ülkede ama 70 kişinin aklına gelmez bu olaylar? Balık hafızası ile yaşamak genlerimizde var. Gökdeniz Karadeniz Barcelona'ya gol attıysa, Fatih Akyel de Roberto Carlos'u silmişti sahadan iki de asist yaparak. Adamın UEFA Kupası da var Süper Kupası da. Başarıysa suçlu bulunmama, aklanma, omuzlarda gezdirilme kıstası, bu kıstasın babası Fatih Akyel'de var.

Başarı değil tabi kıstas da kıstas ne o zaman. Fatih Akyel tukaka da neden Gökdeniz Karadeniz bizim evladımız, baştacımız? Yok ya...

Son skandal ile ilgili kim ne ceza hakediyorsa sonuna kadar alsın. Ama kimse insanları salak yerine koymasın. Kimse de elini kolunu sallayarak yüzü bile kızarmadan yaptıklarının üstü örtüldüğü halde bu sokakta dolaşmasın.

24 Mart 2010 Çarşamba

Barcelona Kanadında En Büyük Kim Sorusuna Üç Farklı Görüş

Kim daha büyük tartışmasına Barcelona kanadının en önemli üç ismi üç farklı yorumla katıldılar.

Başkan Laporta Messi için futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu yorumunu yaptı. Johann Cruyff ve Maradona ile birlikte Barcelona kadrosunda yeralan en iyi oyuncu olduğunu da sözlerine ekledi.

Ona göre Messi defalarca en iyi olduğunu kusursuz oyunuyla Barcelona'nın da lideri olduğunu gösterdi.

Barcelona teknik direktörü ise bu tartışmaya farklı bir açıdan yaklaştı. Guardiola Messi'nin Maradona'nın değerinden herhangi birşey çalıp götürmeyeceğini söylerken Messi'nin daha çok genç olduğunu ve bu karşılaştırmayı ancak Messi emekli olduktan sonra yapmanın doğru olacağını ifade etti. Halihazırda bu sorunun cevabını ise çok net verdi: "Benim jenerasyonum için Maradona en iyisidir".

Tartışmaya konu olan Messi'nin yorumu ise bir hayli manidar oldu. Messi "Efsane olabilmek için Dünya Kupası kaldırmak gerekir" şeklinde bir ifade kullandı.

Aslında Messi'nin söylemi çok net ancak Cruyff efsane olurken Dünya Kupası kaldıramamıştı mesela. Laporta'nın da Messi konusunda henüz erken yorum yaptığını söylemek mümkün. Galiba en doğru yorumu Guardiola yaptı bu konuda.

Kimin en büyük olduğunu zaman gösterecek. Ve bu tartışmayı Messi emekli olduğunda çok daha sağlıklı bir şekilde yapıyor olacağız.

Dünya Kupası'nda Unutulmaz Kareler-8

1934'te İtalya'daki Dünya Kupası siyasetin futbolla bu kadar içiçe girdiği ilk organizasyonlardan biri ama en çarpıcı olanıdır herhalde. Dünya Kupası adeta Mussolini'nin faşizm propagandasına dönüşmüş, İtalya'nın zaferiyle de bu propaganda kısmen de olsa amacına ulaşmıştır.

Öyle ki şampiyona için hazırlanan görsellerde bile faşist selamı veren biri vardır. Her ne kadar İtalyan teknik adam Vittorio Pozzo Mussolini'nin baskılarına pek boyun eğmese de turnuva faşizim şovuna dönüşmüştür. Öyle ki Mussolinin'nin final maçı öncesi futbolcuların askerlerle birlikte yürümesini istediği ancak Pozzo'nun bunu reddettiği söylenir. Mussolini de kupayı getiremezse teknik adamı kellesini almakla tehdit etmiştir.

Sonuçta Mussolini ve Duce'nin baskısı, saha içinde başarılı bir takımı saha dışı etkenlerle de destekleyerek kupayı İtalyanlara getirmiştir. Her ne kadar final maçı uzatmaya da gitse İtalyanlar Çekleri 2-1 ile geçerek mutlu sona ulaşmıştır.

Dünya Kupası'nda düşen bunca gölgeye rağmen Vittoro Pozzo'nun Mussolini'ye baş eğmeyen tutumu turnuva sonundaki kupa seremonisinde yukarıdaki fotograf karesiyle ölümsüzleşir. Siyaseti ne kadar futbolun içine sokmaya kalkarsanız kalkın başarı futbolcuların ve futbol adamlarının olacaktır. Başarıyı ölümsüzleştiren bu karede Pozzo futbolcuları ile birlikte yeralmaktadır.

Galatasaray - Fenerbahçe Derbisine İkinci Bilet























Kazanan ahmetdonecato, yedek listemizde maniacburak var, ahmetdonecatodan email, cep tel, adres bilgilerini armagan.ozkaynakci@gmail.com. adresine göndermesini bekliyorum.

Galatasaray-Fenerbahçe derbisi için bilet kazanacak ikinci talihlimizi seçiyoruz. Bu noktada biraz futbol dışında ve kendi profesyonel alanımla ilgili bir soru sormak istedim.

Bildiğiniz gibi Galatasaray da, Fenerbahçe de mobil (sanal) operatör işine girdiler. Bu iki takımımızın mobil iletişim hizmeti verdikleri operatörlerinin adları (kendi markaları) nelerdir?

Sorumuzu 17:00'a kadar cevaplayanlar arasında yapılacak çekilişle son talihliye de biletini vermiş olacağız.

23 Mart 2010 Salı

Ligin Falını Açtım

Yaptığımız iş biraz falcılık olacak ama bu hafta ligin kaderini belirler gibime geliyor. Bursaspor 5 puan avantajla çıkacağı İstanbul B.Ş.B. önünde oynarken, Beşiktaş ligin bir başka flaş takımı Eskişehirspor'u ağırlayacak. Ve tabi bir de Galatasaray-Fenerbahçe maçı var.

Benim tahminim odur ki bu üç maçtaki dört şampiyonluk adayından sadece bir tanesi 3 puan alıp ayrılacak sahadan. Bu da demek oluyor ki diğerleri takılacaklar. Hangisinin 3 puan alacağı konusunda bir fikrim yok ancak bu hafta 3 puanı alan takımın şampiyon olacağına inanıyorum. Eğer bunu Bursaspor başarırsa bu da demek oluyor ki puan farkını daha da açacak. Diğer ihtimaller gerçekleşirse bu durumda Bursaspor'un klişe tabirle bu stresi kaldıramayacağını düşünüyorum.

Çok zor bir hafta ve İstanbul B.Ş.B ve Eskişehirspor maçları hiç kolay geçmeyecek.Derbiye değinmeye gerek yok zaten başlı başına stresli ve kırmızı kartların çıkacağı bir maç olması muhtemel.

Birçokları itiraz edebilir tabi bu haftadan sonra daha 7 hafta var ve bu hafta bir takımın 3 puan alması hiçbir şey ifade etmez diye. Köprünün altından çok sular akacaktır doğru ancak bu haftayı bir takım 3 puan ile kapatırsa psikolojik üstünlüğü fazlasıyla eline geçirmiş olacak. Şampiyonluk havayı yakalama olayıdır ve Bursaspor bu havayı yakaladı. Ancak bu hafta rüzgarı tersine çevirmek mümkün.

Bu hafta rüzgarı arkasına alacak takımı da bir daha durdurabilmek çok zor.

Galatasaray - Fenerbahçe Derbisine Bilet


364. randevu diyen "halimizduman" eski açıktan bir koltuk kapmayı başardı. Kendisi armagan.ozkaynakci@gmail.com adresine isim soyisim, cep tel, email ve adresini gönderirse biletini ulaştıracağız.

Yedek İsim: "?" nickname'li arkadaşımız da yedek listededir. "halimizduman'a" ulaşamazsak kendisi ile irtibata geçeceğiz.

Tarihi derbiye iki adet eski açık bileti veriyoruz. Uygulamamız her zaman ki gibi. Bugün birinci talihliyi belirlemek için, yarınsa ikinci talihliyi belirlemek için sorumuz olacak.

Biletleri blog okurlarına her zaman olduğu gibi Avea sağladı. Unutulmaz derbilerden birini daha stadyumda yaşamak için cevaplanmasını istediğimiz ilk soru şu: Toplamda Galatasaray ve Fenerbahçe derbi tarihindeki kaçıncı randevularına çıkıyorlar?

Soruyu bugün saat 22:00'a kadar cevaplayabilirsiniz. 22:00'dan sonra yapacağımız çekilişle ilk şanslı okuru belirlemiş olacağız.

Boynuz Kulağı Geçecek mi?

Son bir haftada yani 3 maçta 8 gole imza attı ki ben bir takımın performansını bu kadar domine edebilen başka bir oyuncu hatırlamıyorum.

Arjantinli Eto'o gittikten sonra Barcelona'nın yaşadığı golcü krizine de derman oldu. Uzaktan attı, kafayla attı, rakiplerini ipe dizip vurdu attı. Olmadı yaka paça indirilip penaltı yaptırdı, onu da Zlatan'a ikram etti atsın diye. Korkunç bir performansa ulaşmış durumda Lionel Messi. Onu Maradona ile karşılaştırmak ne derece doğru bilemiyorum çünkü her futbolcuyu kendi dönemi içerisinde değerlendirmek gerekir.

Ancak eğer ışığını ve seyir zevkini mukayese edeceksek Messi Milli Takım'dan hocasını ve tüm dünya futbolunun idolünü geçmek üzere. İhtiyacı olan tek şey bu performansı sürdürmesi ve bir de Dünya Kupası olsa gerek.

Dünya Kupası'nda Unutulmaz Kareler-7

1958 Dünya Kupası'nın yıldızı hiç kuşkusuz Garrincha idi. Muhteşem driblingleri ile rakip takımların defans oyuncularının başını döndüren bu adam kimilerine göre ve bana göre Pele'den daha iyiydi.

Ama futbol hayatı Pele gibi görkemli olamadı. Yokluk içerisinde hayata gözlerini yumarken yanında futbolun şaşalı günlerinden pek kimseler yoktu. Futbolu erken bıraktı, hayattan erken göçtü. Hayattaki sorunları alkol ile yenmeye çalıştı ancak alkol daha büyük bir sorun haline geldi. Alkol komasına girip öldüğünde yıl 1983'tü ve ardında 13 çocuk ile mezar taşındaki şu sözleri bıraktı:

O küçük bir çocuktu
Kuşlarla konuşurdu.

Son Centilmen: Başımız Sağolsun, Özhan Abi'yi Kaybettik

Galatasaray Başkanı olarak mucizevi bir şampiyonluk da gördü, 6-0'lık tarihi hezimeti de. Galatasaray'ın borçlarının altına kendi kişisel itibarını koydu. Borç batağı bugün Adnan Polat döneminde artık gündeme gelmiyorsa onun zamanında yapılan ekonomik politikaların etkisi çoktu.

Rakip takım taraftarlarının diline de düştü, Galatasaray tribünlerinin de ağır hakaretlerine uğradı. Tam bir İstanbul beyefendisiydi ama Bursalıydı. Bursaspor şampiyon olursa belki de şampiyonluğu ona adamalı. Sadece Galatasaray değil Türk futbolu güzel bir futbol adamını kaybetti. Son yıllarda o kadar çok ani ölüm geldi ki bu sonuncusu da üzerine tuz biber oldu aslında.

Galatasaray onu en çok da Seyrantepe projesi ile hatırlamalı. Seyrantepe'nin ve Galatasaray'ın yarınlarına imza atan adamı böyle anmalı. Fenerbahçe gol attığında Aziz Başkan'ın elini sıkan bir centilmen olarak hatırlamalı. Süleyman Seba'dan sonra Türk futbolunda bir kulübün başına geçen tek ve son centilmendi.

Başımız sağolsun...

20 Mart 2010 Cumartesi

Dünya Kupası'nda Unutulmaz Kareler-6

82 Brezilya Milli Takımı birçokları gibi benim de aşkımdı. Henüz 6 yaşında ve daha futbol kurallarını dahi bilemezken izlediğim ilk büyük turnuvada Brezilyalıların sambası beni mest etmişti.

Herşey İtalya ile karşılaştıklarında yıkıldı. Paulo Rossi diye bir adam çıktı ki o Paulo Rossi az daha Dünya Kupası kadrosunda yeralmayacaktı, koskoca Brezilya'yı attığı 3 golle yıktı.

Bu fotograf karesi Brezilya'nın 90 dakika içerisinde son kez yıkıldığı andı. Maç boyu iki kez geri düşmelerine rağmen Socrates ve Falcao'nun mükemmel golleriyle rakibin yakalayan Brezilya bir daha geri dönemedi.

Paulo Rossi'nin o maçta attığı 3 gol ise benim yeni futbol ilahımı seçmemin ve sonraki yıllarda koyu bir Juventus taraftarı olmamın ilk adımı oldu.

Kadıköy - Mecidiyeköy Hattı


Maçın ilk 30 dakikasını yolda arabada radyodan, geri kalan bölümünü bizim sitenin kafesinde komşularla beraber izledim. Keşke tamamını radyodan dinleseydim zira radyoda anlatılan maçla sahada oynanan maç arasında her zaman iki seviye fark oluyor.

Fenerbahçe son 270 dakikada neredeyse pozisyon bulamadı desek yeridir. Pozisyon da vermiyor o ayrı ama Gaziantep maçı değişik bir dönüm noktası açıkçası. Ligin ilk yarısında 8 yalancı galibiyetin üzerine dokuzuncu haftada Gaziantep uyandırmıştı güzel bir rüyadan Fenerbahçe'yi. Ligin ikinci yarısında bu sefer 8 haftadır kabus gören Fenerbahçe Gaziantep galibiyeti ile kabustan uyandı.

Ama ortada üretkenlikten uzak bir oyun vardı. Güiza'nın golüne şapka çıkarılır ancak ilk yarıda o golü atan mı gerçek Güiza yoksa ikinci yarıda kaleyi biraz daha karşıdan gören pozisyonda topu dağlara taşlara vuran mı?

Bir başka çarpıcı gerçek ise Emresiz bu takımın hiç olmadığı. İkinci 45 dakikada iki top yapamadı takım. Laf Emre'ye gelmişken evlendiğinden bu yana sahada bir başka Emre var. Kimse değinmiyor ama sinirlense de sinirini gizleyip rakibiyle devamlı tokalaşmaya çalışan daha sevecen olmak isteyen bir Emre. Bir kadın bir erkeği bu kadar değiştirir...

Haftayı 3 puanla kapatmak önemliydi, Ali Sami Yen'de önemli bir başka viraj var haftaya. Yönetim Galatasaray'ın sahası kapatılsın diye yaygara koparacağına soyunma odası ve hakem odası ziyaretlerini bıraksa ve işine baksa en azından bir hafta boyunca kafalar daha rahat olabilir. Ama bu baskı altında Fenerbahçe'nin işi hayli zor gözüküyor.

Tek avantajı Lugano ve Bilica ikilisinin çok zor pozisyon veriyor olması ki bunu cebine koyup Sami Yen'e çıkmaları dakikalar ilerledikçe büyük bir avantaja dönüşecek.

Yazı Gaziantep maçı ile başladı ama maçta anlatacak çok fazla birşey olmayınca Sami Yen'e kadar uzandı. Yarın bana göre Galatasaray'ın olası puan kaybı çok stresli bir haftaya dönüşecek. Hadi hayırlısı...

19 Mart 2010 Cuma

Kafamdaki Bulanık Sorular

Futbol Federasyonu'nun Galatasaray'a verdiği cezaya hiç girmeyeceğim. Benim derdim başka.

Bir önceki yazıda geçen mülki amir vardı ya, mesela olur ya seyircinin biri cinnet geçirse ve mülki amiri sahaya fırlatıp atsa ne olur?

Soruyu düzeltelim ve açalım:

Mülki amiri sahaya fırlatan seyirciye ne olur?

Bu olay maçın 87. dakikasında meydana gelirse maç yarıda kalır mı?

Futbol Fedrasyonu bu durumda ne karar verir ve nasıl bir açıklama yapar?

Mülki amir hastane odasından ne der? Çıkar çevrelerinin hizmetine hareket eden kişi olarak kimi gösterir?

Biri bana bu soruların cevabını versin.

Hırsızın Hiç mi Suçu Yok

Futbol Federasyonu'nun İstanbul B.Ş.B - Diyarbakırspor maçını 87. dakikasında 1-0 iken yarıda kaldığı an itibariyle tescil etmesi "ne şiş yansın ne kebap" olayından başka birşey değil aslında. Burada alınan kararda en önemli faktörlerden biri de İstanbul Valisi'nin açıklamaları ile gözlemci ve emniyetin verdiği raporlar.

Dün akşam İstabul Valisi Muammer Güler'in maçtan hemen sonra Telegol programına bağlanıp yaptığı açıklamayı dinleme imkanı buldum. Kendisinin açıklaması sahaya kendini bilmez iki-üç kişinin girdiği yönündeydi. Herhalde 70 milyon insan sayı saymasını bilmiyor olsa gerek. Sahaya giren seyircilerden futbolcu ve hakem triosunun nasıl kaçtığını da kimse görmemiş olacak.

Valinin açıklamasında daha vahim olan bir mülki amir olarak hakem Hüseyin Göçek'in sahaya takımların dönmemesi konusunda  verdiği kararı yersiz ve bir takım çıkar çevrelerinin ekmeğine yağ sürer nitelikte olduğunu söylemesiydi. Bu da şu demek: Vurun Hüseyin Göçek'e, olanların suçlusu Hüseyin Göçek'tir, hırsızın da hiç kabahati yoktur.

Şimdi mülki amir tanımına bir bakalım: Görev bölgesi sınırları dahilinde devlet ve hükümet fonksiyonlarını aynı anda uhdesinde yani sorumluluğunda bulunduran kişi. Hakem tanımını yaparken de bir karşılaşmayı, bir oyunu, belli bir kurallar bütününe uygun olarak, gerektiğinde kuralları da yorumlayarak yöneten kişi demek mümkün.

Bu durumda Futbol Federasyonu diyor ki hakem bu yorumu yapmaya haiz değildir ki bu gibi durumlarda mülki amir devreye girer ve kararını verir. Üstüne üstlük bu maça diğer maçların 3-4 katı emniyet görevlisi atandığı halde bu olaylar patlak vermişken ve sahadaki futbolcu ve hakemler için bir tehdit unsuru oluşmuşken Vali bu olayları kendini bilmez 2-3 kişinin yaptığı bir olay olarak değerlendirirken. Hatta Futbol Federasyonu'nun bu maça atadığı en yetkili ismin yani hakemin kararını bazı çıkar çevrelerine hizmet eden yanlış bir karar olarak değerlendirirken bunu söylüyor.

Futbol Federasyonu basın açıklamasında herkesin bu konuda yorum yaptığını ve tüm bu yorumları dinleyerek en sağduyulu kararı almaya çalıştıklarını belirtiyor.

Bugün 19 Mart Cuma... Kimse bu tarihten sonra futbola siyaset karışmasın demesin. Diyen olursa 19 Mart Cuma günü neredeydin derler adama. Kimse bundan sonra hakemleri eleştirmesin. Mülki Amir var, gerekirse müdahale edebilmeli ve hakemin kararını değiştirebilmelidir. Bu yetki Futbol Federasyonu'nca bizzat kendisine verilmiştir.

Hakem penaltı mı verdi, mülki amir bu kararın belirli çıkar çevrelerine hizmet eden bir karar olarak nitelendirebilir. Kırmızı kart mı çıkardı, mülki amir hakem belirli çıkar çevrelerini tahrik ederek onlara hizmet ediyor diyebilir.

Mülki Amir'in tanımı:  Görev bölgesi sınırları dahilinde devlet ve hükümet fonksiyonlarını aynı anda uhdesinde yani sorumluluğunda bulunduran kişi. O zaman mülki amir bu sorumluluğunu yerine getirmek için bizzat 90 dakikanın herhangi bir anında maça müdahil de olabilir.

Senaryoyu şöyle oluşturalım: Barcelona İstanbul'a Diyarbakırspor ile maç yapmaya gelsin ve maçın herhangi bir anında Diyarbakırlı seyirciler sahaya dalsınlar. Hakemle birlikte Messi, Xavi falan topukları kıçlarına vura vura kaçsınlar. Hakem de maçın geri kalan kısmının oynanmamasına ve gerekli güvenliğin sağlanamadığına kanaat getirsin.

UEFA ne der? Bunu okuyucu yorumuna bırakıyorum.

Peki mülki amir aynı sözleri söyler mi? Sıkıysa maçın hakemi bazı çıkar çevrelerinin ekmeğine yağ sürüyor, UEFA eyyam yapıyor, bu maç oynanmalıydı desin.

Yazık...

18 Mart 2010 Perşembe

Fener'e Niyet Corinthians'a Kısmet


Haftasonu mükemmel bir gol atmıştı Roberto Carlos. Sevincini de Dentinho ile birlikte paylaştı. Dede ve torun birarada girdiler fotograf karesine.

Devre arasında biri Fenerbahçe'den ayrılırken diğeri az daha Fenerbahçe'ye geliyordu. İkisini de Fenerbahçe formasıyla izlemek vardı ya o ayrı bir konu. Şimdi Corinthians formasıyla izliyoruz.

Not: Bazen yazdığım yazılarda hatalar yapıyorum bu yazıyı da Corinthians yerine Santos olarak yazmıştım. Yazının girildiği saate ve yorgunluğuma verin.

Edebine Uygun Sevinin Kardeşim

Hoş değil tabi, edebine, adabına göre sevinin kardeşim.

Ben de Seni Seviyorum Hocam



Fırat Aydınus'un hakemliğini çok beğenmem, hakemlik stili de benim benimsediğim bir tarz değil açıkçası. Ama kişiliği hakkında birşey diyemem tabi ki. Hatta eğlenceli ve matrak biri olduğunu düşünüyorum.

Four four two'nun bu ay ki sayısında onunla ilgili okuduklarım bu kanaatimi güçlendirdi. Kahkahalarla güldüğüm bir anısını buraya taşımak istedim:

"Eşimle evliliğimizin ilk yıllarında sürekli bana küçük notlar yazardı. Bu notları da maç çantama, cebime koyar öyle giderdim maçlara. Yine bir Süper Lig maçında bir pozisyonda oyuncuya yaptığı hareketten dolayı sarı kart göstermek için elimi cebime attım. Sarı kartla birlikte bir not cebimden fırlayarak döne döne yere düştü. Futbolcu ve benim bakışlarım arasında kağıdın yazılı yüzü yerde okunacak şekilde yukarıda kaldı. Kağıtta -seni çok seviyorum- yazıyordu. Futbolcu bana döndü ve: -Hocam ben de seni çok seviyorum dedi".

17 Mart 2010 Çarşamba

Zemin Futbol Oynamaya Pek Müsait Değil




Geçen gün basında yeraldı ya ne kadar doğru olduğu şüpheli hatta patlak bir haber gibi gözükse de Tevez için City'e teklif verilirken Güiza+para önermiş Fenerbahçe yönetimi. Tevez Fernerbahçe'ye gelir mi peki?

Gelir tabi niye gelmesin vaktiyle büyük düşünüp Anelka'yı getirebilen zihniyet Tevez'i de getirir. Çözüm Tevez'i getirmek mi durup bu soruya cevap vermek gerekir. Fenerbahçe taraftarı yıldız ister, yıldızı izlemek için para verir. Zevk alır yıldızını Şükrü Saraçoğlu'nun berbat da olsa yeşilden başka her renge çalan çiminde izlemekten.

Ama işte o devasa yapı gibidir Fenerbahçe yönetimi de. Dışarıdan baktığınızda Kadıköy'ün göbeğinde yükselen bir mağbet. Merdivenlerinden içeri girdiğinizde pırıl pırıl yerleri duvarları ile ihtişamlı bir yapı. Sonra kafelerin de olduğu bekleme alanını geçip koltukların arasına daldınız mı zevkten dört köşe olacağınız bir atmosfer. Ne zaman ki kafanızı kaldırıp sahanın içine bakarsınız işte gerçek yüzünüze Mike Tyson'ın sağ kroşesi gibi çarpar. Aslında kral çıplak, çim çıplak, saha dımdızlaktır.

Fenerbahçe yönetimi de Tevez'i getirecek vizyona ve büyük düşünceye sahiptir. Ama Tahsin Kaya bile bu büyük düşünceye sahip olduğu için getirmemiş midir zamanında Toni Schumacher'i? Demek ki her dönemde dönemin şartları içerisinde yöneticiler bu vizyona sahip olabilmişlerdir. Önemli olan binayı dikmek değil temeli içten oturtabilmektir.

Geçen hafta yazmıştım, Fenerbahçe'de işler yine günlük yürüyor diye. Yarını olmayan bir takımdır Fenerbahçe. Bundan üç dört sene önce Ümit Özatlı, Tuncaylı kadronun yarını vardı ancak o kadro öyle bir temizlendi ki, şimdi içeri baktığınızda o kadrodan geriye kalanların yarını değil bugünü kurtaracak çapta olmadıkları, yeni gelenleri vücudun kabul etmediği, yabancıların iyice yabancılaştığı bir takım oluvermiş.

Aziz Yıldırım kendi takımını kendisi kurmak, kendi oyuncağını kendisi istediği gibi oynamak üzerine bir yönetim anlayışı oturttu. Şimdi de takıma küsmüş, Daum ve futbolcularla konuşmuyormuş mecbur kalmadıkça. Belki de Fenerbahçe açısından daha hayırlı hiç konuşmaması. Konuşunca işler daha da kötü gidiyor çünkü. Ama benim gözümde günden güne Demirörenleşen bir başkan var malesef.

Kendi efsanesini gün be gün yok eden bir başkan. Ve hikayenin sonu geldi artık. Yine üç dört sene önce rakiplerinin 20 yıl önüne geçti diye uyutulan bir camia gördü ki kral çıplak. Sahanın zemini de çıplak, çim falan yok...

Sezon sonunda Cristiano Ronaldo, Kaka, Tevez, Messi hepsi beraber gelsin birşey farketmez. Sorun getirebilmek de değil sorun zeminde. Zemin futbol oynamaya pek müsait değil Fenerbahçe'de.

16 Mart 2010 Salı

İmza



Mourinho geceye imzasını attı. Maçtan saatler önce Chelsea ile yollarının ayrılmasına üstü kapalı bir sitem gönderen Stampford Bridge'in efsane ismi eski öğrencilerini Eto'nun attığı golle üzerken bir İtalyan haricinde son yılların intikamını da alarak bütün İtalyankarı sevindirmiş olsa gerek.

Öyle ya son yıllarda öyle bir hegemonya kurmuştu ki İngiliz takımları İtalyanların üzerinde, içerisinde Roma'nın 7 yediği felaketlerde vardı. İdealinde bir İspanyol takımını şampiyonluğa taşımak olan Portekizli hem İtalyanların ya da daha doğrusu İtalya futbolunun başını kaldırırken hem de Abramovic'e küçük bir ders verdi. Belki de Barcelona ile birlikte kupanın en önemli favorisi tıpkı Los Galacticos projesi gibi futbol sahasının çimlerine gömülmüş oldu.

Eski öğrencisi Drogba'nın kırmızı kart gördüğü gecede maçı 1-0 alan Inter'de bütün ilgi Mourinho'nun üzerindeydi. Portekizli bu gece İngiltere'de itibarını geri aldı.

Mourinho'nun Şifresi



"Ada'daki dört büyüğe baktığımda Chelsea'de olduğum yıllarda rakip olduğumuz Sir Alex Ferguson, Arsene Wenger ve Rafa Benitez hala takımlarının başındalar. Chelsea'nin başında hala olabilmek çin gereğinden çok daha fazlasını yaptım. Hala Chelsea'nin başında olabilirdim. Ama artık geleceğe bakacağız. Chelsea'de hiç kimseyle bir sorunum yok, çok iyi ilişkilerimiz var. Bugün yapacağımız maç sadece Şampiyonlar Ligi'nde bir çeyrek final mücadelesi benim için, hepsi o.

Bugün kazanırsak kendimi tutacağım çünkü Chelsea 3,5 yıl görev aldığım takım. Oradaki o büyük oyuncular bana çok büyük zaferler yarattılar. Ama bu kazanmayı istemediğim anlamına gelmesin. İlk maçı 7 kez izledim, ileri geri sararak. Kazanmak için gerekli motivasyona fazlasıyla sahibim"

Mourinho yaptığı açıklamalardaki şifreleri çözmeyi çok seviyorum. Mourinho için Chelsea çok farklı ve çok sevdiği bir kulüp. Ama içinde öyle bir ateş var ki içi kan ağlaya ağlaya da olsa Chelsea'den değil Abramovic'ten intikamını almak istiyor. Bu akşam bunu başarabilecek mi göreceğiz.

Bir İhtimal Daha Var


Sırf Dünya Kupası kadrosunda yeralabilmek için Avrupa'ya tekrar gelmişti aslında. AC. Milan formasını giymeye başladığında bu onun 2010 Dünya Kupası'nda forma giymesinin de bir teminatıydı.

Capello şart koşmuştu zayıf ve rekabetten uzak USA yerine Avrupa'ya dönmesini. Kader ağlarını haftasonu ördü ve Milan'ın Chievo'yu1-0 yendiği maçta aşil tendonundan sakatlandı. En az dört ay sahalara dönmesi imkanısız gözüken yıldız oyuncuyu dördüncü Dünya Kupası'nda göremeyecek olmak kendisini çok sevmesem de beni fazlasıyla üzdü. Özellikle Dünya Kupası'nı kaldıracağına inandığım kadroda onu görmek isterdim.

Tüm bunların yanında Fabio Capello'nun radarına takılan ve Beckham'ın yerine düşünülen isim City'den Adam Johnson. U19 ve U21'de Milli olan oyuncu için önümüzdeki dönem belirleyici olacak. Belki de çok zor gözükse de İngilizler yeni yıldızını çıkaracaklar.

Mucizevi de olsa küçücük bir ihtimal daha var o da Beckham'ın daha kısa sürede sahalara dönebilmesi. Kupaya bu kadar az bir zaman kala bunu beklemek hayalperestlik gibi gözükse de Beckham'ın kupada olma isteği mucizevi bir nekahat dönemine dönüşebilir.

15 Mart 2010 Pazartesi

Seaman Üçledi



Söz Seaman'dan açılmışken bir haberi de vermek gerekir. David Seaman iki çocuk sahibi olduğu 47 yaşındaki hayat arkadaşından boşanmış. 11 yıllık evliliğin sona ermesi Seaman'a 4 milyon £ gibi bir meblağa mal olmuş.

Seaman'ın ikinci evliliğini bitiren neden ise eşi Debbie'den 10 yaş daha genç olan bir başka hatun. Tıpkı evlendiği ilk eşinden 1984'te Arsenal'de resepsiyonist olarak çalışan ikinci eşi için ayrıldığı gibi şimdi de yollarını bir başka kadın için ayırmış.

Arsenal'de iken yerden havadan hiçbir topu kaçırmazdı. Ama acaip goller yediği de olurdu. Yaş ilerlese ve bayağı bir fizikten kaybetse de Seaman özel hayatında da hala havadan karadan uçanı kaçanı yakalıyor.

2006'da katıldığı Ada'nın Buzda Dans programı "Dancing on Ice" programında görev alan profesyonel buz dansçılarından biri yeni aşkı.

13 yıl Arsenal kalesini koruyan ve benim için en iyi Arsenal onbirinin vazgeçilmez ismi 40 yaşında kariyerine omzundaki bir sakatlık nedeniyle Manchester City formasıyla son vermiş ve emekliye ayrılmıştı. UEFA finalinde Galatasaray karşısında muhteşem bir performans ortaya koyduğunu ancak penaltılarda kupanın sarı kırmızılılara gitmesine engel olamadığını da anmadan geçmeyelim.

Bahaneyle hatırlamış olduk.

Dünya Kupası'ndan Unutulmaz Kareler-5



2002 Dünya Kupası Ronaldinho'nun aslında tam anlamıyla vitrine çıktığı bir kupa oldu. O zamana kadar gelecek vaadeden bir yıldız adayıydı denilebilir. Hoş gümbür gümbür geliyordu ama patlamamıştı.

İngiltere ile çeyrek finalde yolları kesiştiğinde kesin favori Brezilya idi. Ancak Owen ile öne geçen taraf İngiltere oldu. İlk yarı biterken Rivaldo eşitliği getiren golü attı.

İkinci yarıda ise taç çizgisine yakın bir yerden Ronaldinho topa öyle bir kesme vurdu ki muhtemelen orta niyetine vurulan top Seaman'ın bakışları arasında İngiltere filelerine takıldı.

Seaman'ın topa bakarken ki çaresizliği ve şaşkınlığı fotograf karesine yukarıdaki gibi yansıdı. Bu Dünya Kupası emektar kalecinin son Dünya Kupası olurken Ronaldinho yürüdü gitti. Barcelona ile ortaya koyduğu futbol resitali ile 2000'lerin unutulmazlarına adını yazdırdı Brezilyalı.

14 Mart 2010 Pazar

Siz Nesiniz?



Üstünü ört, yutkun, on kez düşün bir kere bile söyleme bir yere kadar. Diyarbakırspor'u zerre düşünmeyen bir zihniyetin üzerine, kendi insanını zerre düşünmeyen o küçük beyinlere susarak ve sağ duyulu davranarak da hiçbir şey değişmiyor.

Size soruyorum savaş mı var, kimi öldürmeye gidiyorsunuz? Sahada gırtlaklamaya gittikleriniz sizin düşmanınız mı? Ekmeğinizi mi çaldılar, ocağınızı mı söndürdüler, canınıza mı kastettiler?

Neyin kavgasını veriyorsunuz, bu verdiğiniz insanınızın kavgasıysa sizin insanınız bunu mu görmek istiyor zannediyorsunuz? Şimdi bombayı 70 milyonun ortasına attınız ve bundan memnun musunuz? Futbolun içine ettiniz çok mu birşey yaptınız? Zaten Ankaraspor olayıyla içine edilen bir lig, sizin bu yaptığınızla rezalet oldu, çok mu iyi ettiniz?

Kavganızın yeri futbol sahaları mıdır? Yoksa siz futbolla alakasız kişilersiniz de provakasyona mı geldiniz? Tabi ki alakanız yok ve provakasyona geldiniz? Geldiniz de hiç iyi etmediniz? Gram beyin olmayan, ne sürüsü olduğu belli olmayan bir grubun yaptığı bu çirkinlik nasıl açıklanabilir? Bırakın Türk futboluna ve Türk halkına kendi şehrinin insanına bu kadar zarar vermek akla mantığa sığabilir mi?

Bu yaptıklarınızla Diyarbakır'ı ve Diyarbakırspor'u mutlu mu ettiniz yoksa başka şeylere mi hizmet ettiniz? Bu blogdan birkaç kere bağırdım, benim tanıdığım 8-10 tane öz be öz Diyarbakırlı çocuk vardı. Hepsinin gözleri ışıl ışıl parıldıyordu ve hepsi sevgi dolu gözlerle bakıyorlardı bana. Her Diyarbakır'a gidişimde bir proje nedeniyle iş icabı onlarla biraraya geliyordum. Benim gördüğüm Diyarbakır siz değildiniz.

Siz Diyarbakır değilsiniz, siz hiçbirşey değilsiniz. Futbolda terör varsa Terörist Sizsiniz.

Rooney'in Rüyası



Dayan Rooney çok az kaldı...

Daum Değil Denizli Sendromu



Skor yazarlığı yapmamak için şunu kabul etmek gerekir: Gençlerbirliği karşısında Fenerbahçeli oyuncular ellerinden geleni yaptılar. Ama ellerinden gelen bu kadardı. Üretmek isteyip de üretememek bu olsa gerek.


Fenerbahçe neden üretemiyor sorusunun cevabı aslında Fenerbahçe'de gizli yine. Fenerbahçe onbirinde üç tane gol kralı var. İkisi Turkcell Süper Lig'in biri La Liga'nın gol kralı. Ve yine bu gol krallarından bir tanesini Fenerbahçe köreltmek, futboldan soğutmak için elinden geleni yapıyor senelerdir. Kezman'ın, Güiza'nın arkasında beklete beklete en sonunda bunu da başardı. Bu politika Aziz Yıldırım politikası tabi. Eldeki yabancıya verilen tonlarca para nedeniyle, o yabancıyı yok pahasına satmamak için yapılan bir iş.


Eldeki ikinci gol kralını zaten Trabzonspor bitirmişti. Camia baskısı ile bütün özgüvenini bitirdiler Gökhan Ünal'ın. Ayakta duramıyor, topu tutamıyor. Kendi özündeki golcülük yeteneklerini zaman zaman sergiliyor, nitekim maçın ikinci yarısında çok güzel bir kafa şutuna direk engel oldu ama hepsi o. Maç boyu yaptığı koşuları değerlendirecek bir orta saha da yoktu bu ayrı bir konu.


La Liga'nın gol kralını da Fenerbahçe taraftarı bitirdi. Adam Torres değil kabul ama Turkcell Süper Lig'de en az 15 golü bulabilecek kapasiteye sahip. Sahip de bunu Fenerbahçe tribününe anlatamazsın. Fenerbahçe tribünü her maç üç gol atan santrafor ister. Böyle adamı da hüngür hüngür ağlatır. En sonunda da Gençlerbirliği maçındaki gibi yedek bankından melül melül maçı seyreder İspanyol.


Sahi Roberto Carlos arkasına çok adam kaçırıyordu değil mi? Gençlerbirliği maçında hiç kaçırmadı Fenerbahçe Allah için. Sol kanat olmayınca yürüye yürüye geldiler bu kanattan hepsi o. Bir de sağ kanat var ki Mehmet Topuz'un bu kanada uğradığı yok. Ama benim futboldan anlamayan seyircim (maçı izlediğim kafedeki birkaç kişiden bahsediyorum, tribün bir tepki verdi mi görmedim) Gökhan Gönül'e söver. Neymiş orta yapamıyormuş, topa basamıyormuş... Adam maç boyu gidip geliyor o kanatta kimse olmadığından onu gören yok. Rıdvan da çakıyor Gökhan Gönül'e. İyi de Gökhan Gönül geldiğinden beri o kanatta tek başına gidip gelmekten helak oldu. Bu yüzden 30'a gelmeden emekli olacak adam.


Konuşacak, yazacak çok şey var ama sayfalar sürer. En çarpıcı olanları bunlar. Giren çıkan herkes didindi. Emre mesela kendini parçaladı. Ama takımda pil bitti. Çok iyi ve vasat (vasatlar da çok çabalıyor kimsenin hakkını yemem) adamlar birarada bu kadar oluyor.


Betondan anlamıyorum ama futboldan anlıyorum vesselam. Bu takım 14 Mayıs 2006'da tükendi Denizlispor deplasmanında. Şimdi diyeceksiniz ki kaç kişi vardı sahadaki onbirden o takımda. Çok azı elbet ama tükenen oyuncular değil yönetim zihniyeti idi.


İşte o tükenen yönetim zihniyetidir sirayet eden takıma. Hala o Mayıs akşamının bunalımını yaşıyor yönetim ve futbolcu kadrosuna da yaşatıyor. Fenerbahçe'de o güne kadar geleceğe dönük atılan adımlar o günden sonra günü kurtarmak üzerine kurulan bir düzene dönüştü. Ve bugün gelinen noktada yol bitti.


Üç senede üç şampiyonluk sözü de günü kurtarmıyor artık. Avrupa'yı çöpe atan zihniyet Turkcell Süper Lig'i cebe attığını sanmıştı oysa. Cebin delik olduğunun kimse farkında değildi ama.


Unutmadan şunu da söyleyeyim: Kişilikli bir camia maçtan önce ben yedek oturuyorum diye ısınmaya çıkmıyorum diyen adamı İzmir marşıyla gönderir ama nerede o basiret?

11 Mart 2010 Perşembe

Real Madrid Yolu



Allah'ın sevdiği kulu mu diyelim, şeytan tüyü mü var diyelim yoksa şeytana pabucunu ters giydirecek adam mı diyelim.

Bu sezon Inter ile Serie A'yı tekrar zirvede tamamlayacaklarına kuşku yok. Şampiyonlar Ligi ne olur bilinmez. Ama meslekdaşı Pellegrini gibi onun da bu turda kupaya veda etmesi çok sürpriz olmaz. Yine de alacağı sonuç Florentino Perez'in umurunda olmasa gerek.

Portekizli her geçen gün, her geçen dakika biraz daha yaklaşıyor Real Madrid'e sanki. İspanya'da Del Bosque dedikoduları da dolansa Perez bu takımı Bosque'ye emanet etmez. En azından benim tanıyabildiğim kadarıyla Perez'in takımın başına fazlasıyla iddiası olan bir teknik adamı getirmek isteyeceğini düşünüyorum.

Yaza kadar kokusu iyice çıkar bu işin.

Futbolcu Şirin



Totti bu haliyle Şirinler çizgi filminden fırlayıp stadyuma gelmiş bir karakter gibi. İlla bir isim bulacaksak Futbolcu Şirin mesela...

Los Galacticos'un Sonu _ 2. Perde



Futbol hiç bu kadar keyifli olamazdı. Dün gece birkez daha paranın futbolda herşey olmadığını gördük. Lyon bunu tüm futbolseverlere gösterdi.

Los Galacticos projesi bir kez daha başladığı yerde bitti. Benim gibi koyu bir Real Madrid taraftarını 2000'lerle birlikte yavaş yavaş bu takımdan soğutan Florentino Perez zihniyeti bir kez daha iflas etti.

Real Madrid kurabileceği en güçlü kadroyu kurdu sezon başında. Ama dişliler bir türlü yerine oturmadı. La Liga'da zirveyi ele geçirmeleri de birşey ifade etmez. Uluslar arası arenada ne yaptığın önemli. Lyon gibi baş altı bir takım, ki Lyon senelerdir bu baş altından bir türlü yukarılara çıkamadı, istikrarın ne olduğunu gösterdi en azından futbolseverlere.

Sırf bu yüzden Lyon Avrupa'da çok farklı bir yere oturuyor aslında. İki takımın son 10 yılda harcadığı paralara ve kazandığı başarılara baktığınızda terazinin Lyon tarafı ağır basıyor hiç kuşkusuz.

Ne diyelim: Futbolun ruhu yine galip geldi.

Çocukların Gözünde Futbol



Futbolda şiddetin her geçen gün arttığı bir ülkede yaşıyoruz. Taraftar, kulüp ve futbolcu üçgeninde gün geçmiyor ki yeni bir şiddet olayı olmasın, bir yönetici tahrik yüklü açıklamalar yapmasın, sahada futbolcular birbirine girmesin.

Futbolu sevmek için benim çocukluğumda çok neden vardı, ben tribünlerin yarı yarıya maç izlediğini görebilen şanslı bir nesildenim. Ama çocukluğumda her zaman özlem olmuştur sevdiğim futbolculara dokunabilmek, ulaşabilmek. Eskişehir'de ilkokuldayken deplasmana gelen Sarıyer'de oynayan Rıdvan'ı ve Sercan'ı gördüğüm günü hala unutmam. Dokunamamıştım, imza alamamıştım o kalabalıkta ama görmüştüm.

Şimdiki çocukların ise bu şansları var. Artık o televizyonda gördükleri idollerine çok daha yakın olabiliyorlar. Türk Telekom'un çocuklar için oluşturduğu TT Çocuk web platformuna üye olup buradan başvuru yapan 22 çocuk futbolcu ağabeyleri ile birlikte elele sahaya çıkarak bu mutluluğu yaşayabiliyorlar.

Yeşil sahaya elele çıkıp seromonide yarısı kadar oldukları ağabeylerine aşağıdan baktıklarında gelecekteki kendilerini görebiliyorlar. Ben bunu biraz hani o meşhur Hagi'nin golünü kale arkasından izleyip sevinen Arda'ya benzetiyorum. Onlarda belki de kısa bir süre önce ellerini tuttukları ağabeylerinin sahada attıkları gole aynı küçük Arda gibi seviniyorlar.

Futbol saf duygularla oynandığı zaman çok daha güzel. Çocukluğumuzun mahalle aralarında geçtiği, kale direklerinin taşlardan yapıldığı günlerdeki gibi safiyane olabildiğinde. Yöneticilerin, futbolcuların, taraftarların bir an sadece bir an bu çocuklara kafalarını çevirip kendi çocukluklarını düşünmeleri bile yeter belki de futbolumuz üzerindeki bu şiddet ortamını dağıtabilmek için. Biran onlarında Lefterleri, Can Bartuları, Metin Oktayları izledikleri günlere dönmeleri yeter.

O zaman zannederim ağabeylerinin ellerinden tutan bu çocukların dünyasında futbolun onlar için neler ifade ettiğini daha iyi görebilecekler. Hiç kimsenin farketmediği bu çocukları farkettiklerinde hareketlerini, söylemlerini birkaç kez daha düşünüp gerçekleştirecekler.

Trabzonspor - Galatasaray maçında bu çocuklar yine ağabeylerinin ellerini tutup seromonide yeralacaklar. Umarım bu sefer herkes daha farklı bir gözle bakar bugünün küçükleri yarının devleri olacak çocuklara.

10 Mart 2010 Çarşamba

Evine Hoşgeldin: 4-0



12 yılını geçirdiği ve efsane olduğu kulübün karşısına deplasman takımının oyuncusu olarak çık sonra da pas pas ol geri dön.

Olmazdı tabi en azında 60 dakikada 3 gol yiyen takım sahadayken o kulübedeydi. O yüzden United efsanesinin suçu olamazdı bu skor. Olmadı da. Old Trafford seyircisi onu yıllar sonra görmenin gururu ve mutluluğuyla çılgınca alkışladılar oyuna girerken. Manchester United'ta 7 numaralı oyuncular her zaman birer idol oldular ama ilk kez içlerinden bir tanesi rakip olarak seneler sonra Old Trafford'a gelip "Evine Hoşgeldin" tezahüratları ve pankartları ile karşılandı.

Ferguson ile yollarını ayırırken soğuk da olsalar hiçbir zaman bir Cristiano Ronaldo olmadı İngiliz. Maçla ilgili ise söylenecek pek bir şey olmasa gerek. Milano ekibi evinde 3-2 yenilmeyi haketmese de Manu Old Trafford'ta turu geçmeyi fazlasıyla haketti.

Milano ekibi sahada sönmüş yıldızlar geçidi gibiydi. Hoş Manchester United da 2 yıl önceki takım değil ama bu hali bile fazlasıyla yetti İtalyan takımını saf dışı etmeye.

Rooney daha ilk dakikalarda imkansız hale getirdi Milan için turu ama 4-0 da ağır oldu. Hatta ne kadar hoşgeldinlerle karşılasalar da Beckham'a biraz ayıp oldu.

Bu Ne Perhiz Bu Ne Fildişi


Hiddink G.Afrika'da Fildişi Sahilleri'nin başında olacak. Bir süredir medyada gündeme gelen bu durum kesinlik kazandı.

Hiddink'in Fildişi Sahilleri ile 15 Mayıs'tan itibaren geçireceği 2 ay oldukça spekülasyon yaratacaktır Türk basınında ancak bence hem Fildişi hem Türk Milli Takımı hem de Hiddink açısından iyi bir gelişme.

Uzun zamandır kadrosunun hakkını uluslararası arenada veremeyen Fildişi için Dünya Kupası'nda önemli bir fırsat olacak Hiddink. Ayrıca o da önemli bir turnuvadan antremanlı gelecek.

Hazır bir Hiddink'in Dünya Kupası performansı ardından yeni bir motivasyonla Türk Milli Takımı ile de iyi bir başlangıca imza atacağını düşünüyorum. Üstelik 2012 elemelerindeki Almanya'yı da yakından izlemiş olacak.


Bu anlamda Türk Milli Takımı ile beraber bir kamp ya da beraberlik yaşamasındansa uluslar arası arenada yer alması önemli diye düşünüyorum. En azından Milli Takım içerisinde bir kişinin Dünya Kupası havasını yaşayarak gelmesi ve olası bir başarı ona olan güveni daha da artıracaktır.

Hiddink'in sadece Almanya'yı değil diğer takımları da yakından izleyecek olması, maç performansı ile Milli Takımı'n başına geçmesi hepsi olumlu etkenler.

Şimdi birçokları yazacak bu ner perhiz bu ne lahana turşusu geçsene takımının başına araya niye Fildişi'ni sokuyorsun diye. Fildişi'nin başarısızlığı sözkonusu olursa bu da malzeme verecektir ama ne olursa olsun ben olumlu değerlendiriyorum bu gelişmeyi.

Bir Garip Mehmet Vardı


Bir dönem Mehmet Aurelio'suz bir Türk Milli Takımı orta sahası düşünülemez hale gelmişti. Mehmet Aurelio Real Betis ile Segunda Division'a düşünce ve araya da sakatlığı girince öküz öldü ortaklık bozuldu.

Ciddi bir sakatlık geçirdi Aurelio tabi bu süreçte. O dönem boyuncada hayırlı ülkemde kimsenin gündemine gelmedi pek. Ancak sahalara döndü uzun bir aradan sonra. Aurelio'nun takımı Betis şu anda liginde dördüncü sırada ve La Liga'ya çıkma iddiasını sürdürüyor.

Honduras maçı ile Milli formaya tekrar geri döndü bizim Mehmet. 81 dakika sahada kaldı ve hiç fena değildi. 32 yaşının verdiği olgunluğu ile daha birkaç yıl hizmet edecektir Milli Takıma.

O gittiğinden beri ne Fenerbahçe orta sahasını toparlayabildi, ne de Milli Takım başarılı sonuçlar alabildi. Basında bazı üstün zekalılar tarafından sıkça da eleştirildi oynadığı oyun. Yok efendim Fenerbahçe'yi yavaşlatıyormuş, Milli Takım'da oynayacak kalitede daha iyi oyuncular çıkarabilirmişiz.

Ama kim ne derse desin bir garip Mehmet geçti Turkcell Süper Lig'den. Oynadığı yıllarda lige ve Milli Takım'a damgasını vurarak geçti hem de. Umarım 2012 yolunda onu ay yıldızlı forma ile sıkça izleriz ve tabi 2012'de de. Zira Mehmet adını 2008'deki başarıya altın harflerle yazdırmış bir isim.

Galatasaray-Ankaragücü Maçına İkinci Bilet


Dilkulübü senden de irtibat bilgilerini bekliyorum. bir bilet de sana gelecek kuradaki sorundan dolayı.

Kazanan Karum, bugün şanslı gününüde. Email,ceptel ve adres bilgilerini armagan.ozkaynakci@gmail.com adresine göndermeni bekliyorum. Dilkulübü yedekte.

Önce biletler kapalı üstten onu da belirteyim istedim. İlk bileti verdik, sıra ikincisinde. Bu seferki sorumuz Ankaragücü ile ilgili. Aslında biraz Galatasaray biraz Ankaragücü dersek daha doğru olur.

Galatasaray'ın efsane teknik adamı Fatih Terim hangi yıl Ankaragücü'nün başına teknik direktör olarak geçmiştir?

12:00'a kadar gelen cevapları kabul ediyorum. 12:00'dan sonra gelen yorumlar arasında yapılacak çekilişle Avea'nın Galatasaray-Ankaragücü maçına verdiği son bileti kazanan talihli belli olacak.

Galatasaray Ankaragücü Maçına Bilet



Kazanan Eray Sözen, yedekte Karum var. Eray senden email,ceptel ve adres bilgilerini armagan.ozkaynakci@gmail.com adresine göndermeni bekliyorum.

Galatasaray-Ankaragücü maçına iki biletim var. İlkini bu soruya doğru cevap verenler arasından çekeceğimiz kura ile vereceğim. Cevapları sabah 09:00'a kadar gönderebilirsiniz.

Biletler yine Avea'dan blog okurlarına hediye. Soruya gelince aslında oldukça kolay: En son Ankaragücü'nden Galatasaray'a transfer olan futbolcunun ismini soruyorum. Gelen yorumları sabah yayınlayıp kazananı sabah 09:00'dan sonra açıklayacağım.

Ondan sonra da ikinci bilet çekilişi için diğer soruyu soracağım.

9 Mart 2010 Salı

Dünya Kupası'ndan Unutulmaz Kareler-4



İtalya 2006 Dünya Kupası'nı haketmişti hiç kuşkusuz. Ancak finalde Zidane'ın futbola vedası hatıralardan silinmeyecek kadar hüzün doluydu.

Materazzi ile girdikleri ağız dalaşı, bir başka deyişle Materazzi'nin Zidane'ın kız kardeşini tacizkar sözleri karşısında Zidane'ın sanal alemde oyunlara konu olacak kafası ona hem bir kırmızı karta hem de Dünya Kupası'na mal olmuştu.

Zidane gördüğü kırmızı kart sonrası soyunma odasına giderken gerisinde bıraktığı Dünya Kupası ile birarada girdi fotograf karesine.

Sadece bu fotograf karesi bile Zidane'ın geride neyi bıraktığını anlatmaya yetiyordu.

24


Fenerbahçe sezonun ilk sekiz haftasında 24 puanı toplayınca ister istemez şampiyonluğa emin adımlarla yürüyeceğini düşünmüştü herkes. Kimse bir sonraki on altı haftada ancak 24 puan toplayabileceğini tahmin edemezdi herhalde.

Geriye kalan 10 haftada ise Fenerbahçe'yi Gençlerbirliği ve Galatasaray maçlarının yanısıra içeride oynayacağı Beşiktaş ve Trabzonspor maçları bekliyor. Ankaraspor'dan alınacak 3 puanın cepte olduğu düşünülürse geriye kalan haftalarda sihirli bir 24 puana daha ihtiyacı olacak gibime geliyor sarı larcivertlilerin.

Bugünkü görünümüyle bu performansı yakalaması ise imkansıza yakın. Daum-Aykut Kocaman üzerine dönen spekülasyonlar bir yana kadronun havasını kaybetmiş olması son derece düşündürücü. Luganosuz Fenerbahçe'nin Lugano ile birlikte çıkışa geçeceğini düşünebiliriz pekala geçmiş yıllardaki Luganolu ve Luganosuz maçlar gözönüne alındığında.

Galatasaray'ın istikrarsız görüntüsü de ümit verebilir ancak hiç hesapta olmayan bir Beşiktaş var artık devrede. Ve rakiplerine göre Fenerbahçe deplasmanı dışında daha iyi bir fikstüre sahipler kağıt üzerinde.

Turkcell SüperLig'de herşey arapsaçına dönmüş durumda velhasıl. Hiç hesapta olmayan bir Beşiktaş ve yine hiç hesapta olmayan bir Bursaspor zirveyi ciddi şekilde tehdit ediyorlar.

24 puan iddialı gibi gözükse de Fenerbahçe'nin bu puanı toplaması demek bu kadar karışan ligde şampiyonluğa ulaşması için garanti gözüken puan miktarı. Aziz Yıldırım ne kadar hesap yapsa azdır, üç yılda üç şampiyonluğa bu sezon veda ederse bu alması gereken 24 puan yüzünden değil ilk sekiz haftada alınan ve aldatıcı 24 puan yüzünden olacak.

8 Mart 2010 Pazartesi

Dünya Kupası'ndan Unutulmaz Kareler-3



Herkesin gördüğü bir kare, herkesin de bildiği bir hikaye. Esasından Meksika 86 pek çok açıdan Dünya futboluna unutulmaz anlar sundu.

Mesela Meksika dalgası o dönemden bugünlere kadar yadigar kalan bir tribün hareketidir. Maradona'nın İngiltere karşısında yarıfinale attığı imza dışında, Belçikalı 6-7 oyuncuyu karşısana almışken topla dansedişi de unutulmaz.

Ama benim için en unutulmazı o yılın finali olsa gerek. O zamanlar henüz 10 yaşında olan bendeniz Erdek'te bababmın mensubu olduğu bankanın kampında izledim ilk yarıyı. 2-0 ile Arjantin oldukça net bir skor yakalayınca da daha fazla uykusuzluğa dayanamadım. Ben nereden bileyim ki maçın 2-2'ye geleceğini ve Maradona'nın tekrar shneye çıkıp Burruchaga'ya uzattığı muhteşem pasla Arjantin'in kupaya uzanacağını.

Birçok kare var tabi ama futbol seyircisi açısından "Tanrı'nın Eli" bir kitaba ismini verecek ve nesilden nesile devam edecek ayrı bir hikaye. Maradona'nın o gün ağzından dökülen bu kelimeler de onu taparcasına sevmemizin bir başka nedeni.

Madrid Bugünü Çok Uzun Zamandır Bekliyordu



Gün Madridlilerin günüdür. Bu sahneyi doyasıya yaşayabilmek için ne kadar beklediklerini, ne çile çektiklerini en iyi bir Madridista anlatabilir herhalde.

7 Mart itibariyle ligin zirvesine oturdular. Haftasonu Barcelona'nın Almeira deplasmanında 2-2 berabere kalmasından sonra zorlu Sevilla maçını 3-2 ile geçince zirvenin yeni adı averajla da olsa Real Madrid oldu.

Hem de 60. dakikaya 2-0 geride girdikleri bir 90 dakikada Pellegrini son duasını ederken yaptılar bunu. Hem de sezon başında Uçan Hollandalıların arasına katılması muhtemel Van der Vaart'ın 90+2'de attığı golle ulaştılar 3 puana.

Şimdi tarihi yeniden değiştirebilecekler mi göreceğiz ancak geçen yılın ultra süper takımı Barca için hiç de kolay günler olmayacak sezonun kalan bölümü.

Kendini Kandırmak


Diyarbakır'da yaşananları açıklamak için çoğu kişi ilk devre oynanan Bursaspor maçına gidiyor. O maçta ne olduğunu herkes biliyor, İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmayan bir grup Diyarbakırspor seyircisine yönelik olarak "PKK Dışarı" tezahüratları yapılmış sonrasında da Bursaspor'a para cezası verilmişti.

Diyarbakır'da olay olacağı hafta içinden belliydi. Ama olan olayları ilk yarıda oynanan maça bağlamak konusunda ciddi tereddütler içerisindeyim. Olayın siyasi yönüne hiç girmeden dokunmadan birşey yazmak çok zor. Benim karşılaştırmam daha çok diğer çıkan olaylarla ilgili olacaktır.

Sahaya kaya parçalarının yağdığı bir maç hatırlamıyorum malesef. Diyarbakırspor'un kendi sahasında oynanan maçları bir kenara bırakırsak bu kadar çok şiddetin ön plana çıktığı başka maç yok hafızamda. Herkes Fenerbahçe ile Galatasaray maçlarını örnek gösteriyor ama burada yaşananlar çok farklı.

Ve burada yaşananları hiçkimse sportif bir olayın şiddete dönüşmüş parçası olarak değerlendiremiyor. Bu olay sportif bir olayın parçasından çok daha fazla örgütlü bir çalışmanın ürünü olarak çıkıyor karşımıza.

Ve herkes biliyor ki Diyarbakır'ın sahasında hangi ligde olurlarsa olsunlar bu olaylar devam edecek. Çözümü de sportif alanda aramak mümkün değil. Öte yandan Bursaspor seyircisinin ilk maçta yaptığını tasvip ya da tenkit etmeyeceğim. Bu benim kişisel görüşüm ve bana kalmalı. Tek söyleyeceğim şey bu konuda şu olur herhalde:

Hiçbir insan evladı linç kültüründen beslenmemeli. Linç kültürü ile toplumun hangi katmanınında sıkışıp kalırsa kalsın bu kadar yüz göz olmamalı. Linç kültürü ile yetişen bedenler gözlerini bu kadar karartarak insanların canına kastedmemeli.

Ve herkes, ister Diyarbakırlı olsun, ister Bursalı bu tip olayları hiç çekinmeden lanetleyebilmeli. Haftasonu Diyarbakır'da yaşananların açıklaması "PKK Dışarı" sloganı değildir. Kimse kendini kandırmamalı.

4 Mart 2010 Perşembe

Arda Turan'ın uefa.com'daki Röportajı



Arda Turan UEFA'nın web sitesinde hayranlarının sorularını yanıtlamış. Liverpool'a olan aşkından, Galatasaray kaptanı olarak Turkcell Süper Lig kupasını ve Avrupa'da ilerleyen yıllarda bir kupayı kaldırma hayaline kadar pek çok şeyi paylaşmış.

Fenerbahçe'ye karşı oynamanın stresli ve bir o kadar da eğlenceli olduğundan bahsetmiş. Karşısında oynarken en zorlandığı oyuncunun Hırvat Corluka olduğunu söylemiş.

Daha merak edeceğiniz pek çok şey var.