1 Eylül 2009 Salı

Pazarlayamıyoruz



Bu blogu ilk yazmaya başladığımda analizlere daha çok zaman ayırıyordum. O dönemlerde bir iki kere de konu ettim bu yazının başrol oyuncusunu. Dün akşam Total Futbol'u şöyle bir izleyebildim. Programda da konu ettiler.

Türkiye'de futbol konusunda yeterli otoriteye sahip olmadığımızı düşünüyorum. Nedeni çok basit, ya futbol konusunda çok dar kalıplara sahip adamlar var Türk basınındaki kritik köşelerde ya da hakedilen değeri bir türlü veremeyen bir kamuoyu. Değerini bilemeyen veya veremeyen bir ülkenin oyuncusu olunca da pazarlayamıyorsunuz futbol cevherlerinizi.

Tıpkı Roma'da Piazza Navona'da bir kafede oturup espresso içmek ile ülkemin herhangi bir köşesinde bakır cezvede yapılmış acı kahveyi içmek arasındaki fark gibi aslında. Biri tam bir ritüele dönüşürken diğeri bizim için rutin. Aynı golü Ibrahimovic atarsa o adam Ibracadabra oluyor, Messi üç kişiyi çalımlayıp araya o pası verirse Mesihlik kategorisine yükseliyor, bizim eleman ise figüran rolünde kulübe beklemeye devam ediyor.

İşte pazarlamayı bilemediğimiz için Pavluchenko Euro 2008 sonrası Tothenham'ın yolunu tutarken o yine Turkcell Süper Lig yolunu tuttu. Ve yedek bankında yine kurtarıcı rolüne soyunan "Nöbetçi Golcü" rolünü üstlendi. Nöbet beklemek ruhumuza işlemiş olsa gerek belki "1000 yıldır dört tarafı düşmanlarla çevrili" bu ülke coğrafyasında ya, o da nöbete devam ediyor. Başkası olsa çoktan gider ama o oturup teknik direktörün oyuna gir talimatını bekliyor.

Bu adam forvet arkasında oynayıp onu besleyebilen bir adam, gol vuruşunda bir Hollandalı kadar soğukkanlı. Bir Brezilyalı gibi bilekleri yok ama hiç de fena çalım atmıyor. Hedef santrafor rolünü Hakan Şükür'den sonra bir tek o becerebildi bu ülkede. Van Hoijdoonkvari orta sahaya doğru ters koşu yapıp sağ veya sol kanattaki demarke olan kanat oyuncusuna 35-40 metre isabetli pas atabilecek yeteneğe ve oyun görüsüşne sahip pek adam da yok onun gibi. İç, dış, kafa her yeriyle ortalamanın üzerinde vuruş tekniği var. Üstelik bu ülke insanının en büyük sorunu gelişim göstermek iken bu adam kendini daha çok geliştirmesi gerektiğini de bilecek kadar olgun. Chelsea ile oynanan ŞL. maçında Terry ve Carvalho arasında fizik olarak ezildiğini hissedip kendini bu anlamda geliştirmesi gerektiğini söyleyen ve bunu aksiyona döken bir futbolcu. Pres özelliği var, ister ilk onbirde başlasın ister 90. dakikada girsin ne performans alacağını bildiğiniz bir futbolcu.



Semih Şentürk...Bu ülkede asla gerçek değerini bulamadığı için Avrupa'ya da ihraç edemediğimiz adam. Eğer adı Pavluchenko olup oyuna sonradan girerek İsviçre'ye, 120.dakikanın son saniyelerinde Hırvatistan'a ve Sabri sıfıra inerken ceza yayı üzerinden mükemmel bir golcü önsezisiyle altıpas üzerine gelip o sihirli dokunuşu yaparak Almanya'ya golü atsaydı bugün o da Premier Lig'deydi.

Adı Semih Şentürk olduğu için hala Güiza mı, Semih mi tartışmalarına meze olup bazen ilk onbirde bazen yedek kulübesinde Fenerbahçe'de forma giyiyor. Tek kazancı ise taraftarın ona duyduğu büyük sevgi. Hatta taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin. Ama biz pazarlamayı bilmiyoruz. Tıpkı bakır cezvede pişen Türk kahvesini pazarlayamadığımız gibi.


1 yorum:

  1. Semih, kesinlikle binlerce kez ısrar ettiğim gibi Avrupa'da ceza alanında en etkili, kudretli 10 forvetten birisidir, eğer Brezilyalı olsaydı şu andakinin 5 katı maaş alıyordu, el üstündeydi. Eylül sayısı için FourFourTwo'ya 3 kapak seçeneğimiz vardı. Mustafa Sapmaz, Erdem Kabadayı ve Ali Ece olarak bir an bile düşünmedik... Tabii ki Semih...
    Sadece şunu düşünüyorum: Semih bir gün Celtic ya da Newcastle gibi futbola gerçekten aşık insanların taraftarı olduğu bir kulübe gitse, tribünler baştan aşağı Semih diye inler... Post modern zamanların Tanju Çolak'ı, üstelik de şahsiyet bağlamında ne Gerrard ne de Terry'den eksiği var hatta belki fazlası bile var ama değerini bilene

    YanıtlaSil