Bir "futbol ülkesinin" güzide kulüplerinden birinin başına tecrübeli sayılabilecek bir Alman teknik direktör gelir. Bu güzide kulübümüz Alman teknik direktörünün yönetiminde ilk iki sezonunu şampiyon tamamlarken diğer sezonda ligin son haftasınının son dakikalarında şampiyonluğu rakibine kaptırır.
Kulüp güzide olunca teknik direktörle yollar ayrılır ve takımın başına bu sefer de teknik direktörlük kariyeri daha yeni yeni olgunlaşan ancak futbolculuk kariyeri müthiş bir Brezilyalı getirilir. Bu Brezilyalı da arada sırada UEFA başkanı ile top sektirmek ve birbirine penaltı atmak dışında takımı ilk sezonunda şampiyon, ikinci sezonunda ise ikinci yapar. Üstüne de uluslararası bir turnuvada bu futbol takımı tarihinde gelemediği bir noktaya gelerek büyük başarı yakalar.
Yine de güzide kulübümüzü bu lig ikinciliği kesmez, Brezilyalı gider yerine tarihinde sadece bir uluslararası şampiyonluğu bulunan Milli Takımı, aradan geçen onlarca yıldan sonra ikinci kez aynı başarıya taşıyan "Futbol Dede'si" getirilir. Üstelik takımın başkanı "Tam da benim gibi düşünen bir teknik adam" der bu teknik direktörümüz için.
Sonuç bu güzide takımımızın Ekim ayına gelinen şu günlerde tarihinde gördüğü en kötü performans. Üstelik bundan yıllar önce lige kendi sahasındaki 6-1'lik yenilgiyle başladığından da kötü. Gerçi o dönemde de Holanda vatandaşı olan gerçekten çok önemli bir teknik adam bu güzide takımın başındaydı ya neyse.
Bir başka futbol ülkesinde ise (ama bu gerçekten futbol ülkesi), yine çok önemli bir futbol takımının başına 1986 yılında gidip bir İskoç'u getirirler. Bu İskoç'un 1993'e kadar kazandığı lig şampiyonluğu yoktur ama takımın başında olmaya devam eder. Sonrasında 1993'ten günümüze kadar 9 lig şampiyonluğu ve 2 kez de uluslararası düzeyde kulüpler seviyesindeki en büyük kupa kazanılır.
Bir "futbol ülkesinin" güzide kulübü teknik direktör öğütürken, diğeri kulübün anahtarını teslim eder 22 yıl boyunca tek bir kişiye. Güzide kulüp patronları ise malesef beş yılda iki teknik adamla yaşanan üç lig şampiyonluğu ve iki ikinciliği, uluslararası düzeyde yakalanmış başarıyı yeterli görmezler. Onların vizyonu çok daha ötesindedir kulübün.
Kulüp bir şirkettir ve şirketler dünyasında kapitalist düzenin acımasız kuralları hakimdir. Nasıl ki şirketler CEO'larını bile gözü kapalı bir şekilde harcıyorlarsa ve gerektiğinde parayı bastırıp başkalarını getirebiliyorlarsa, aynı şey kulüpler için de geçerlidir. Kulüpten büyük futbolcu olamaz, tabi ki olamaz da kulübü sırtında taşıyan adamlar da ödüllendirilmez tıpkı şirketler dünyasında olduğu gibi. Üç kuruş fazla vermektense yeni heyecanlar aranır nedense.
Politika para politikasıdır ama arz-talep dengesi gözetilmez, fiyat dengesi içerideki futbolcu için farklı, dışarıdan alınan için farklıdır. Öyle olunca bu güzide kulübümüz gider o kıtanın en güzide liglerinden birinin gol kralına sırf bonservisi için onlarca milyon dolar sayar, gerçekten iyi de eder. İyi eder ama o lige üç kuruş fazla vermediği için en değerli futbolcusunu kurban verir. Buna ticarette olmasa da futbolda "hayali ihracat" denir.
Bir de "hayali ithalat" var. Son yedi sekiz sezondur hiçbir varlık gösteremeyen ancak rakip takımda yetiştiği için değerine paha biçilemeyen ülkenin en büyük yeteneği kazandırılır güzide kulübün kadrosuna. Önemlidir bu hamle tabi ki, gerçekten önemlidir ama hem hayali ithalat yapacak lüksün var, hem de hayali ihracat, sen Real Madrid misin demezler mi hiç adama?
Hayallerden bahsetmişken tam da bir camianın artık kurumsallaştık, ülke futbolunun onlarca yıl önüne geçtik derken herşeyi gerisin geriye döndürmek hayal tacirliği değil midir?
Bir takım ancak üzerine birşeyler koyarak bir yerlere gelir. Yoksa o takımın tüm kadrosu yabancı futbolculardan oluşsa da üzerine koymadıkça birşey olmaz. Olsa olsa bu "futbol ülkesinde" ancak Real Mardin olur. Üzerine birşeyler koymadan içini boşaltırsanız da bir gün gelir iflas eder. Tıpkı ülke ekonomisi gibi.
Tüm bu hikayeye rağmen bu güzide kulübün sezon içerisinde performansını artırması, şampiyon olması beni şaşırtmaz. Kimseyi de şaşırtmamalı. Halihazırda ortadaki başarısız sonuçlara rağmen kimse istifa etmemeli. Zaten kimse nasıl istikrarlı bir başarı olmadığı sürece başarılı adledilemezse, istikrarlı bir başarısızlık olmadığında da başarısız adledilemez. Önemli olan bu kadar badireden sonra artık istikrarlı bir politika oluşturmanın ne kadar önemli olduğunun anlaşılmasıdır.
Bu anlayışa sahip olmayan sadece bu güzide futbol kulübümüz değildir. Ülke futbolunda yere göğe sığdıramadığımız diğer büyüklerimiz ve büyüklerin etrafında meze olan küçüklerimiz de istikrarsızlık yumağının faturasını zaman zaman ödemektedirler. Zaten bu nedenlerdir ki kulüpler düzeyinde kazanılan bir Avrupa Şampiyonluğu da diğer bir büyük kulübümüzü o sezon dışında başarılı yapmıyor.
Başarı kıstasını sadece medya belirleyemez, sadece taraftar da belirleyemez, belirleyecek olan öncelikle profesyonel futbol yöneticileridir. Başarı kıstası istikrardan geçer. On yılın üzerinde kulübü yönetmek bir istikrardır ve zaman içerisinde belirli periyotlarda başarıyı getirmiştir. Başarıyı sürekli kılmak için alınan kararların istikrarı da önemlidir. İşte bu güzide kulübümüzün aldığı kararları istikrarlı bir şekilde sürdürememesidir bugünkü tablonun nedeni.
Gün yine futbol çığırtkanlarının infaz gerçekleştirme günü olabilir. Olabilir de buna karşı durmak da yönetimlerin işidir. Ne teknik direktörünü ne de futbolcunu aslanların olduğu arenaya atmamalıdır yönetici. Biz bu takım için herşeyi yaptık yediği önünde yemediği ardında da yapmamalıdır. Sakatlar vardır, cezalılar vardır, formsuzlar vardır ve çıkan kadro malesef yetersizdir. Yetersiz olsa da onursuz değildir. Bugün teknik adamınızı ve futbolcularınızı aslanların önüne atmak sizin adınıza günü kurtarabilir ama o futbol takımından uzun seneler verim alamamanıza neden olur. Kulübe sahip çıkmak da bir istikrar işidir ve eğer her başarısız sonucun ardından aslanlara kurban verecekseniz ancak "tüpçü" olabilirsiniz, kulüp yöneticisi değil.
Kulübün menfaatleri için kavga edilir ama savaş açmak başka birşey. Yıllarca diğer büyüklerle, federasyonla kavga etmek kendi taraftarın ve medyan önünde hoş gelir de iş kendi taraftarın ve medyanla kavgaya dönüştüğünde çığırından çıkar. Çürükleri ayıklamak da yönetimin işidir ama çürükleri ayıklarken pire için yorgan yakmadan. Burada da istikrar aranır, istikrar olmazsa sadece yorgan değil, herşey kül olur.
Kıssadan hisse: Eğer hala anlaşılmadıysa şöyle yazayım, başarının yolu istikrardan geçer. Önce istikrarlı olun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder