30 Kasım 2011 Çarşamba

Kupayı Eve Götüremeyince

İspanya Milli Takımı 2010 Dünya Kupası'nı alarak ismini tarihe kazıdı ancak bazıları daha da fazlasını yaptılar. Sergio Ramos bu başarıyı ölümsüzleştirmek adına gitmiş kupayı dövme ile vücuduna kazımış, üstelik de oldukça başarılı bir renklendirme ile.

Herhalde kupayı bizim ülkemizdeki bazı yöneticiler gibi eve götüremeyince o da o zaman kupayı vücudumda taşırım demiş olsa gerek.

TFF Ülke Futbolunu Nasıl Koruyor?

Şike soruşturması kapsamında Fenerbahçe'den bir açıklama geleceğinin sinyalleri geçtiğimiz haftadan beri hissediliyordu. Bu konuda en son haftasonu oynanan Gençlerbirliği maçı sonrası Ali Koç düğmeye bastı ve hafta içinde ulaştıkları bazı önemli bilgileri paylaşacaklarını iletti. Dün yapılan basın toplantısında yeralan açıklamalara kısaca bakalım:
  • Sayın Cornu CAS’ta devam eden davamız ile ilgili olarak verdiği savunmasında Sayın Arıboğan ve Helvacı’ya Fenerbahçe’nin %1 dahi şike yapmamış olma ihtimali yok mu?diye sorduğunu bu soruya Sayın Arıboğan ve Sayın Helvacı’nın "hayır Fenerbahçe yüzde yüz şike yapmıştır" diye yanıt verdiğini söylemiştir. Bu toplantıda Sayın Arıboğan ve Sayın Helvacı Cornu’ya şunları aktarıyor: İlk olarak, ’Ellerindeki verilere göre Fenerbahçe’nin şikeye karıştığı kesindir şeklinde görüş belirtmişlerdir. Ancak UEFA müsabakalarına kayıtlı olan ve yetkilileri şüpheli olan diğer 2 kulüp bakımından delillerin yetersiz olduğunu ve bu kulüplerin şikeye karıştıklarına dair şüphe olduğunu belirttiler’ diyor.
  • CAS’a sunulan dilekçeye göre; Ancak bu iddialı ve yönlendirme içeren yorumlarına rağmen kendilerinin Fenerbahçe’yi şampiyonlar ligine göndermeme kararını alamayacaklarını aksi takdirde güvenliklerinin tehlikeye gireceğini söyleyen ikili UEFA müfettişine kendilerine bir mektup gönderilmesini ve bu mektubu kullanarak Fenerbahçe’nin UEFA Şampiyonlar Ligi’ne gönderilemeyeceğini söyledi.
  • UEFA’nın, resmi sitesinden yaptığı açıklamaların da TFF’ce bildirilen ifadeler olduğunu belirten Ali Koç, "TFF’nin burada çıkan metninde ’Şikeden soruşturulduğu için’ diyor, orada ’Şike yaptığı için’ diyor. Bu da bir detay ama önemli bir detay" dedi.
Benim için yapılan uzun basın toplantısında yukarıda belirttiğim 3 madde aslında herşeyi anlatıyor. Bugün gelinen noktada UEFA CAS'a yalan ifade vermiyorsa, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne gidememesinin tek sorumlusu UEFA'nın tüm baskılarına rağmen TFF'dir. Bu noktada da TFF'nin sorumluluğu üzerine alması gerekir.

TFF'nin insiyatif kullanarak masumiyet karinesini de hiçe sayarak iddianamesi hazır olmayan bir konuda Fenerbahçe'nin %100 şike yaptığı yönünde görüş belirtmesi de bir camia adına kabullenilebilecek bir durum değildir.

Öte yandan TFF yine almış olduğu bu kararla Trabzonspor ve Beşiktaş'a UEFA tarafından daha sonra verilebilecek daha ağır cezaların da yolunu açmıştır. Eğer Fenerbahçe mevcut iddialar doğrultusunda Şampiyonlar Ligi'ne gönderilmediyse, bu durumda TFF'nin aynı hassasiyeti Beşiktaş ve Trabzonspor adına göstermemiş olması bugüne kadar TFF'nin Türk futbolunu korumak adına hareket ettiği tezini de çürütmektedir.

Tüm bunların ışığında Fenerbahçe'nin şike yaptığını kabul ettik diyelim, bu bile şu güne kadar TFF tarafından alınan kararların ortaya konulan nedenler açısından çarpıklığını ve tutarsızlığını engelleyemiyor. Ve hatta kanımca taraflı, uzaktan kumanda ile alınan bu kararlar ülke futbolunu iddianamenin sunulması sonrasında Beşiktaş ve Trabzonspor'un da UEFA organizasyonlarından çıkarılmasına yol açacak ciddi bir kaosa doğru götürüyor.

Dava sonucunda çıkan karar neticesinde tüm tazminat haklarının saklı kalması bir yana, kulüplerden çok daha fazla zarar görecek olan ülke futbolu, zira takımlarımız bir şekilde haklı çıktıkları noktada maddi ve manevi tazminat haklarını kullanabilecekler ve yara kapanmasa da üzerine merhem olacak. Öte yandan TFF ise tutarsız kararları ve uygulamaları ile ülke futbolu üzerinde hiçbir zaman kapanamayacak bir yaraya imza atmış olup ülke futbolunun gördüğü zararı asla tazmin edemeyecek.

Keşke Fenerbahçe'yi men etmese ya da şike soruşturmasında adı geçen hiçbir kulübü UEFA organizasyonuna göndermemiş olsaydı. O zaman adil, tutarlı bir davranış sergilemiş olur ve ne futbolda kaos ortamını yaratmış, ne de futbol taraftarlarını kutuplaştırmış olurdu. Sırf bu kutuplaşma yüzünden bugün ahmakça bir kararla derbilerde deplasmana taraftar dahi götürülemez hale gelmiş durumdayız.

Ve bugün belki de en sağduyulu davrananlar ne TFF, ne futbol kulübü yöneticileri, ne de basın. Herşeye rağmen sağduyuya sahip tek grup sadece teknik adamlar, futbolcular ve taraftarlar. Ve tüm bu olanların günahını da malesef futbolun emekçileri ve cefakarları çekiyor.

Son olarak şunu da belirtmek de fayda var: "Herkesin aklına hırsızın hiç mi suçu yok" sorusu gelebilir. Eğer zanlının hırsızlık yaptığı sonucuna ilgili mahmemelerce karar verilirse ve bu karar kesinleşirse bu sorunun cevaplarını o gün geldiğinde arıyor ve birilerinden de hesap soruyor oluruz. Ama bugün o gün değil hala. Bugün TFF'ye kapıya niye kilit vurmadın, eşeğini çalarlarken senin niye haberin olmadı, senin de doğru dürüst bir ahırın bile yok deme günü. Çünkü TFF eşeğini sağlam kazığa bağlayamıyor.

    27 Kasım 2011 Pazar

    Küllerinden Doğmak

    Yazın patlak veren şike skandalından bugüne gelinen noktada geçen yıl şampiyon olunan beş büyük branşta erkekler basketbolu hariç yine zirvede Fenerbahçe var. Bugün çok güzel bir oyunla kadınlar basketbolda 96-82 ile Galatasaray'ı geçen Fenerbahçe'nin zirveye oturmasıyla geriye bir tek erkek basketbol takımı kaldı ki, onlar da NBA'de lokavtın sona ermesiyle birlikte aslında yine TBL finalinin en büyük favorisi haline geldiler. Bir camia için yaşanan bunca travmadan sonra büyük başarı.

    Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım

    LA GAlaxy ile sözleşmesi sona eren ve iyiden iyiye PSG'ye gideceği söylentileri ayyuka çıkan David Beckham için futbol hayatının sonuna geldiğinde önerildiği söylenen rakam bir hayli yüksek.

    Arap sermayedarlar herşey de olduğu gibi futbolda da para harcamasını bilmiyorlar ya da para fazla geliyor. 1,5 yıl için 14 milyon euro konuşuluyor ki bana göre en iyi döneminde bile David Beckham'a bu para ödenmezdi.

    Bu arada yine çıkan söylentiler eşinin de Paris'i çok istediği yönünde. Evin reisi Paris dediyse David Beckham için seçenek kalmıyor zaten.

    24 Kasım 2011 Perşembe

    Gustavo'yu Kurtarmak

    Habertürk'te okudum, hemen google'da aradım. Facebook sayfasını buldum. Futbol tarihinin en güzel karesine bir süre oturup baktım iş yerinde. Gustavo 3 yaşında, benim oğlumdan 6 ay küçük ve kanser. Orduspor'un Portekizli oyuncusu Miguel Garcia'nın meslekdaşı Carlos Martins'in oğlu.

    İlik nakli gerekiyor bu küçük veledin hayatına, umutlarına devam edebilmesi için. Orduspor camiası kan vermek için bir kampanya başlatmışlar. Futboldan nefret eder hale geldiğimiz şu günlerde beni futbola bağlayan bir haber oldu bu. Ama onun da ötesinde dünyanın başka bir yerinde küçük Gustavo için bu kadar hassas olabilmek duygulandırdı beni. Gustavo 3 yaşında, Gustavo'nun babasının ne hissettiğini hepimiz anlayabiliyoruz ama onun ne hissettiğini ancak ben ve benim gibi o yaşta bir çocuğa sahip olanlar hissedebilirler.

    Oğlum bir ay kadar önce nereden ve nasıl öğrendiğini bilmediğim bir şekilde "Örümcek adam beni öldürecek" dediğinde ölümü ve daha kötüsü öldürmeyi nasıl açıklayacağımı bilememiştim. Hala da açıklayamadım bizim oğlana. Açıklamaktan kaçtım. Gustavo'nun babası nasıl açıklar ne anlatır nasıl anlatır, nasıl anlatmaz ve tüm bunları yaparken nasıl oğlunun karşısında ağlamadan durabilir düşünebiliyorum. Düşündükçe de şükrediyorum Allah'a oğlumun bir sağlık sorunu olmadığı için. Ve diliyorum ki hiç olmasın.


    Gustavo'nun büyüdüğünü görmeyi, hastalığını yendiğini duymayı diliyorum Allah'tan. Gustavo'nun kurtulmasını. Ve bütün Gustavo'ların...

    Bir Rio de Janerio Masalı

    Adriano özel bir oyuncuydu benim için, yetenekleri ile aynı paralelde bir kariyere sahip olamadı. Futbolun ağır sikletiydi rakip defanslar için ama aynı zamanda Muhammed Ali gibi son derece hareketli, hızlı bir ağır siklet.

    Inter forması altında geçen yıllar, daha sonra Serie A'daki kiralık dönemleri, İtalya kariyerinin sonuna doğru alkol, uyuşturucu ve kadınlar üçgeninde kaybolan bir kariyer, ardından Flamengo ile 2008 itibariyle yeniden doğuş sinyalleri ve 31 maçta attığı 19 gol.

    Dönmeyeceğim dediği Avrupa'ya Roma'da tekrar bir başlangıç denemesi ama 5 maç kadar süren çok kısa bir geri dönüş.

    2011'de Corinthians ile imzaladığı 1 yıllık kontrat sonrası aşil tendonundan yaşadığı sakatlık. Daha Corinthians imza atalı 1 ay olmuşken yaşadığı sakatlık yüzünden 6 ay sahalara dönmek için geçen sürenin sonunda geçen haftasonu Atletico MG karşısında 88. dakikada attığı galibiyet golüyle sahalara yeniden dönüşün kutlaması.

    Adriano henüz 29 yaşında ama inanılmaz istikrarsız ve sorunlarla dolu bir kariyeri geride bıraktı ki onun yaşadıklarına baktığınızda Brezilyalı'nın 35 yaşına gelmiş olduğunu düşünüyor insan.

    80'lerde gazetelerde fotoroman bölümleri vardı, yandaki fotograflarda Atletico MG maçında attığı golün ve dönüşünün bir fotoromanı. Golü de buradan izleyebilirsiniz eğer fotoromanı çok alaturka buluyorsanız.

    Bugünkü durumu ve kariyerinin nereye gideceği soru işareti ama attığı gol tam bir Adriano klasiği. Eskisine göre biraz daha ağırlaşmış olsa da.

    Umarım kariyerinin geriye kalan bölümünde tekrar Brezilya Milli Takımı'nda onu görebileceğimiz performansa ulaşır. Bu blogda en çok yer verdiğim futbolculardan biri olan Buldozer, iyi olduğu dönemde durdurulması imkansız bir golcüydü. Ve bana göre iyi bir Adriano son on yılın bölgesinde en iyi birkaç isminden biri Rio de Janerio doğumlu golcü. Ne yazık ki bunu çok uzun süre gösterme şansını bulamadı.

    Zevkler ve Renkler

    İyi para kazanmak zor ama harcamasını bilmek daha da zor sanırım. Biraz zevk sahibi olmak gerekiyor.

    Samir Nasri'de pek olmayan bir özellikten bahsediyorum. Siyah üzerine rengarenk kalpli boxerı ile Samir Nasri'nin zevkler konusunda ne kadar kötü bir noktada olduğunu anlayabiliyoruz.

    Berbat bir seçim Samir...

    23 Kasım 2011 Çarşamba

    Moreno Tarzı Sevinmek

    Fotograf Racing Club'ta forma giyen Giovanni Moreno'ya ait. Argentinos Juniors maçının 55. dakikasında takımının galibiyet golünü atan Moreno takım arkadaşlarıyla birlikte son yılların en ilginç gol sevincine imza atıyor.

    Bu golle Racing, Velez Sarsfield karşısında berabere kalan lider Boca'yla puan farkını 8'e düşürerek zirveye oynamak için iştahlansa da, haftasonu Boca deplasmanından 0-0 ile dönerek bu hesapları şimdilik ertelemek zorunda kaldılar.

    Puyol-Xabi Alonso Aşkı

    Birbirilerine sevgi dolu bakmadıkları kesin ama iş ciddiyeti mi yoksa kişisel bir sorun mu yansımış fotograf karesine çözemedim.

    Direkten Döndüler

    Dün akşam Trabzonspor'un ortaya koyduğu oyun hiç kuşkusuz ülke futbolu adına bu yılın en iyi performansıydı. Inter karşısında bu maçtan önce oynanan CSKA-Lille maçının Fransız ekibinin 2-0 galibiyeti ile sonuçlanmasının ardından Trabzonspor tam bir final maçına çıktı.

    Colman harika bir oyun ortaya koydu, hem ofansif hem de defansif olarak görevini eksiksiz yerine getirirken bana yıllar önce Trabzonspor'da yıldızı parlayan Aurelio'yu hatırlattı. Trabzonspor Colman'ı da tutabilecek mi emin olamıyorum bu performansı gördükten sonra sezon sonu geldiğinde. Zokora takımın defansif hattaını ayakta tutan isim olurken Alanzinho ikinci yarıda takımı tam anlamıyla bir vites yükselten performansa ulaştırdı. Defansın önüne kadar gelip top alarak sorumluluk üstlenmesi, aldığı her topta dikine Inter savunma hattını yıpratması dün gece ki seyir zevkinin en önemli parçasıydı.

    Inter pozisyon bulmadı mı, tabi ki ciddi tehlikeler yarattı ve bazı anlarda tıpkı golde olduğu gibi Milito, Zarate ve Alvarez ile defansın arkasına sarkarak Tolga ile  burun buruna geldikleri anlar var. Ama Sneijder'in yokluğunda özellikle ikinci yarıda oyunun tüm insiyatifini Trabzonspor'a bıraktılar. Garip ama gruplar başlamadan önce Inter'den 4 puan alacaksınız deseler herhalde hepimiz Trabzonspor'un grubu rahat bir şekilde lider bitireceğini düşünürdük. Bordo-mavililer sadece 6 puan ile grupta ikinci sırada ve son maçların arkasından grubu dördüncü bitirme ihtimalleri de var.

    Maç performansından bağımsız olarak ve grup ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın aklımı kurcalayan bir konuyu dile getirmeden duramayacağım yine de. Bu maçın üzerine konuşulmayan, geri plana itilen bir konu var ki benim hala aklımın köşesinde. Şike iddianamesininin eli kulağında iken ve ortaya atılan iddiaların bir kısmı Trabzospor'u da bağlarken, hatta son dönemde daha da açık seçik bazı iddialar Mecnun Odyakmaz tarafından dile getirilirken nasıl oluyor da kamuoyu olası bir Avrupa kupalarından men tehdidini görmezden gelip hayal dünyasına kapılıyor anlayamıyorum.

    Dün gece uzun zamandır özlenen futbolla dolu bir gecenin üzerine limon sıkmak gibi olmasın ama bu yazdıklarımda hala yüzyüze olduğumuz bir gerçek.

    Son bir not da dün geceki yayına. Doğuş Grubunun Star'ı satın almasıyla birlikte CSKA-Lille maçını Ercan Taner'in, Trabzonspor-Inter maçını da Murat Kosova'nın ağzından dinleyebilmek büyük bir keyif.

    22 Kasım 2011 Salı

    Süper Lig Genel Görünüm - 11.Hafta

    Onbirinci haftanın geride kaldığı Süper Lig'de hala futbol konuşamıyor ve yazamıyor olmanın sancısını yaşıyorum tüm bloggerlar gibi. Geride kalan onbir hafta sonunda Fenerbahçe'nin geçtiğimiz sezona oranla güç kaybettiği, en azından psikolojik olarak, gün gibi ortaya çıkarken, zaman ilerledikçe şike soruşturmasının deformasyonlarını da beraberinde hissetmeye başladık.

    Kör topal kazanılan Eskişehirspor maçına damga vuran hiç kuşkusuz bu psikolojik yıpranmışlığın Emre ve Gökhan Gönül arasındaki patlama noktasıydı. Olay tatlıya bağlandı ama ne futbolcular ne de kenar yönetim huzur bulmadı. 17 Kasım'dan sonra iddianame açıklanacak haberleri Demokles'in kılıcı gibi durmaya başladı Fenerbahçeli futbolcuların üzerinde. Birçok Fenerbahçeli gibi bu sezon eleştirilerimizi bir kenara bırakıp takımın mevcut konjönktür içerisindeki başarısına alkış tutsak da artık çok rahat hissediliyor tekerleğin dönmekte zorlandığı.

    Bu haftanın bir başka öne çıkan konusu "Maymun" hikayesi de oldukça iyi geçen Beşiktaş - Galatasaray mücadelesine damgasını vurdu. Eboue tam da FIFA Başkanı Sepp Blatter'in futbolda ırkçılık yoktur diye saçmaladığı bir haftada en olmayacak ülkede, en olmayacak taraftar grubu içerisindeki birkaç densiz yüzünden ırkçı bir tacize uğradı. Daha kötüsü vaktiyle bakanlık da yapmış olan bir Trabzonspor Başkanı'nın büyük bir bilnçsizlik ve safiyanelik içerisinde siyahi futbolcusuna "Bizim Yamyam" dediği ülkemizde bunun son derece bilinçli bir şekilde Beşiktaş'ın resmi televizyon kanalından Eboue için seslendiriliyor olması oldu.

    Maça bakacak olursak Beşiktaş beklenildiği gibi daha üstün olan ve pozisyona daha çok giren taraf olurken, Galatasaray hala kağıt üzerinde iyi duran diziliş ve onbirin sahada kreatif işler ortaya koyma noktasında sıkıntılarını yaşıyor. En başta iki kanat oyuncusunun mevcut düzen içerisinde Galatasaray'ın hücum gücüne katkı sağlamaktan ve rakip ceza sahası içerisinde etkin olmaktan uzakta oldukları tespitini ortaya koymak gerekiyor. Ne Kazım ne de Riera sezon boyunca performans olarak bir üst çizgiye çıkamayacaklar. Üzerine forvet arkasında takımın hücum gücünü beslemek adına defansif ve/veya geriden oyun kurma özellikleri ile ön plana çıkan Melo ve Selçuk'tan hayal edilen katkı gelmeyince Galatasaray tıkanıyor. Sabri'sizlik ilerleyen haftalarda önemli bir problem. Engin Baytar'a umut bağlamak ise Galatasaray adına umutsuz durumu daha da netleştiriyor.

    Trabzonspor'u izleyemedim ancak Şampiyonlar Ligi maçı öncesi takılmaları sürpriz olmadı. Ben sonrasında da puan kaybı bekliyorum. Trabzonspor Avrupa'ya veda ederse ligde daha konsantre ve iyi bir futbol ortaya koyabilir kanaatindeyim. Ancak Avrupa, mill maç derken bu konsantrasyonu ve enerjiyi hala sahaya yansıtamadılar. Burak Yılmaz endeksli gidiyor olmak da bir başka ama çok büyük tehlike. 

    İlerleyen haftalarda dört büyükler içerisinden kimin zirve mücadelesinde kalacağı, İBB'nin teknik direktör değişikliğine, Manisaspor'un ve Orduspor'un istikrarlı çizgilerine, Bursaspor'un geçmiş yılları aratan performansına rağmen ne kadar üst sıraları zorlayacakları merak konusu. Ama şimdiden şunu söyleyebilirim ki ilk sekizde bu takımlar olacak diye düşünüyorum.

    21 Kasım 2011 Pazartesi

    BÖ 2011'de Oylama Başladı, Futbolmanya'ya Oylarınızı Bekliyorum

























    Bu yıl düzenlenen BÖ2011'e spor blogları kategorisinde ben de katıldım. Beni takip eden ve yazılarımı beğenerek okuyan arkadaşların oylarını bekliyorum.Siteye üyelik işlemi yapılması ve ardından cep telefonunuza gelen kodun doğrulanarak oylamanın gerçekleştirilmesi gerekiyor. Oyunuzu sayfanın sol üst köşesindeki BÖ2011 bannerı üzerinden ya da buradan verebilirsiniz:-)

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - Son

    Dört tane yazı yazdım bugüne kadar ayrı başlıklar altında ve Milli Takım'ın durumunu incelerken gündemdeki sorulara cevap arayan. Dört yazının finalini de "Peki kimler sorumlu?" sorusunun cevaplarıyla bitirmeyi tercih ettim. Sırasıyla kimler sorumlu bir bakalım hep beraber o zaman:

    Basın ve Yayın Kuruluşları, Medya: Ben İngiltere'de de tabloid gazeteleri var, İspanya'da Marca, AS gibi saygın gazeteler de ateşin üzerine benzin döküyor, İtalya'da bu eleştirilerin çok daha fazlası yapılıyor gibi argümanları anlamam. Benim için doğru tektir, o da basın ve yayın kuruluşlarının tarafsız ve objektif habercilik anlayışı ile iş yapmaları. Hiddink'in kontrat tutarı ne kadar haber değeri taşıyorsa, o ülke futbolunun istikrarsız yönetim anlayışı daha fazla haber değeri taşır. Medya futbolda toplumu en çok etkileme gücüne sahip organsa ki öyle, toplumda Hiddink gitsin, Abdullah Avcı gelsin, yarın Avcı gitsin, Sağlam gelsin rüzgarı yaratarak değil, bu rüzgarın ne kadar yanlış olduğunu anlatarak misyonunu yerine getirebilir. Alex Ferguson 1986'dan beri Manchester United'ın başında deyip, 2 yıl dolmadan Hiddink gitsin yaygarası koparmak, Löw'e Almanya'nın başında methiyeler düzüp, Fenerbahçe'deyken gitmesi için davul zurnayla yaygara koparmak, Rijkaard'ı, Schuster'i, Lucescu'yu, Zico'yu, Tigana'yı, Gerets'i bir göklere çıkarıp sonra yerin dibine batırmak etik bir anlayış olarak değerlendirilemez. Başarı için istikrarın şart olduğunu kabul edersek toplum üzerinde kamuoyu oluşturup gündem yaratma derdinde olmak anlaşılır birşey değildir. Bunda da özellikle bazı hakem ve futbolcu eskileri, hatta futbolun dışından gelip futbol üzerine ahkam kesenler, daha da öenmliisi buna çanak tutan medya kuruluşları sorumludur. Sözüm düzgün, ilkeli ve bu işi bilen futbol yazarlarına değil.

    Ülkenin Futbol Adamları: Eğer bu ülke U-15 ya da U17 yaş gruplarında bir takım değerler üretebiliyor da, 20'li yaşlarda bu değerler kayboluyorsa ülkede futbol adamı yok demektir. Alttan oyuncu gelmiyorsa, misal bir Arda on senede bir geliyorsa o zaman özellikle kulüpleri, kulüp yönetimlerini, teknik adamları ve altyapıyı sorgulamak gerekir. Değer üretemeyen bir ülkede futbolu değerli kılmak da mümkün olmayacaktır. Raşit Çetinerlerden, Uğur Tütnekerlerden, Erhan Önallardan medet umarak yani Almanya'da yetişen Türk futbolculardan medet umarak bir ülke futbolu nereye kadar gidebilir? En nihayetinde Almanya alt yapısında yetişen birkaç oyuncu yeralıyor milli takımınızda ve doğal olarak kendi altyapınızdan aynı değerde ve mental yapıda oyuncular yetişmeyince de işler sarpasarıyor. Yine söylüyorum iyi bir milli takımımız var ama mental güçlülükleri ve oyun aklı yeterli olamayabiliyor.

    Medya ve Ülkenin Futbol Adamları: Bu maddede yine medya ve ülkenin futbol adamlarını beraber yazalım hatta futbol hakkında konuşan herkesi. Bir soruşturma ile futbolcuların ve taraftarların bütün psikolojisini bozan, bir kararı aylarca vermekten kaçıp, gündelik kararlarla işi idare eden, üstüne bir de depremdi, şehitlerdi diye futbol üzerinde baskı kuran herkes... Fazla söze gerek var mı?

    Taraftar: Milli takımda futbolcular uluslararası arenada kulübünü değil, o ülkeyi temsil eder. Ama bunu anlamaktan yoksun kıt beyinli bir kitle hala kırmızı beyazlı forma yerinde oyuncuların üzerinde kulüp takımlarının formasını görmeye devam ederse ne o ülkenin milli takımından başarı beklenir ne de taraftarından övgüyle bahsedilir. Türk taraftarları ateşlidir bir Avrupalı uydurmasıdır ve bizi gaza getirmek için söylenmiştir. Türk taraftarı iyi gün dostudur daha doğru bir söylemdir. Maç berabere gittiği ya da takımımız önde olduğu sürece desteğin kralını verir, mağlubiyet halinde ise linç kültürü başlar. Taraftar baskısı rakipten çok kendi takımımız üzerindedir malesef.

    Hiddink, teknik ekip ve futbolcular: Tabi ki hatasız değiller, mesela Hiddink tüm söylemlerini doğru bulmama rağmen keşke mental değişikliği yola çıkarken radikal bir şekilde yapabilse ve kendi istediği mental yapıdaki oyuncuları seçebilseydi. Ya da eldeki mevcut kadroya ne istediğini anlatacak, onları motive edebilecek yardımcı teknik adamları olabilseydi. Futbolcular herşeye rağmen ülke futbolunun bu kirlenmişliğinden etkilenmeyecek profesyonelliği gösterebilselerdi. Ama suç listesi içerisinde onlar en alt sıradakiler.

    Katılmayanlar olacaktır, kısmen katılanlar, tamamen destekleyenler. Herkes farklı argümanlar üretebilir ama asıl olan başarının süreklilik arzetmesi için futboldaki temel taşların hepsinde istikrara, belirli bir stratejiye ve adanmışlığa ihtiyaç vardır. Sanırım bu yazı dizisinde herkesin katılacağı ortak nokta listeye aldığım herkesin ya da her mercinin bu kıstasları yerine getirmek konusunda ayıplı olduğudur. Ayıp büyüdükçe de daha çok Emre'nin, Arda'nın, Volkan'ın taraftarla ve basınla karşı karşıya gelişini izleriz.

    Bu ülke değil midir Dünya Kupası oynanırken daha grup maçlarında Hakan Şükür ile Cuma namazı polemiği yapan? Bu ülke değil midir niye bu milli takım Dünya Kupası'nı kaldırıp gelmedi diye sorgulayan? Bu ülke değil midir Euro 2008'de Portekiz maçı sonrası Fatih Terim'i asan? Bu ülke değil midir yabancı futbolcu geldiğinde on binleri Atatürk Havalimanı'na yığıp adam giderken arkasında neredeyse taşlayacak olan? Aslında yazıyı bırakın ya bu ülke futbolunu adam edemeyiz diye bitiresim geliyor ama bir taraftan da doğru bildiklerimi yazmadan duramıyorum.

    Ülke futbolu adına ne olur biraz makul, mantıklı bir bakış kazanalım. Yoksa milli meselemiz gitgide dibe vuracak ve elimizde milli mesele dahi kalmayacak.

    Dünya Futbolu Annesini Kaybetti

    "Diego bana hayatın bahşettiği en büyük güzellik"diyen kadın vefat etti. Dünya futboluna ve biz futbolseverlere gelmiş geçmiş en büyük futbolcuyu armağan ettiğin için teşekkürler Dona Tota... Huzur içinde uyu.

    18 Kasım 2011 Cuma

    Robinho JR



    Adam olacak çocuk kendini hemen belli edermiş, futbolcu olacak çocuk da öyle...

    Sistemsiz Sistem

    Hiddink 1990'da geldi Fenerbahçe'ye, takımı 3-5-2 oynattı, biz beceremedik. Daha ilk 3-5-2 sınavında Fenerbahçe Aydınspor'a 6-1 yenildi. O maçı radyodan dinlemiş daha 14 yaş aklıyla ne oluyor yahu, bu Hollandalı ne yaptı koskoca Fenerbahçeme demiştim. Sadece ben değil kelli felli bütün futbol medyası bu sistem de neyin nesi, böyle diziliş mi olur diye ayağa kaldırdılar ortalığı.

    Hiddink gitti, ülkede bir dönem bütün takımlarımız 3-5-2 oynadı. Önce ne biçim denilen sistem tüm dünyada olduğu gibi bizde de moda oldu. Geriden de olsa.

    Hiddink 2010'da bu sefer Türk Milli Takımı'nın başına getirildi. Elinde bir Barca örneği vardı 4-3-3 oynayan, bir de oynamaya çalışanlar. Dünya futbolu 4-3-3'e gidiyorken yavaş yavaş, Hiddink milli takımımızda 4-3-3 oynasın, modern futbol dünyasının karakterine önce ayak uydurabilen milli takımlardan olsun istedi.  Biz yine beceremedik, futbol medyası milli takım 4-3-3 oynayamaz dedi, noktayı koydu.

    Hiddink yine gitti.

    Anladım ki bu ülkede sistem işlemiyor. Ülkenin sistemi sistemsizlik. Herşeyde olduğu gibi futbolumuza da yapışan bu kene Türk futbolunun da kanını emiyor.

    17 Kasım 2011 Perşembe

    Dört Büyük Açıkladı: Sizi İstemiyoruz

    Döndük dolaştık yine dar kafaların aldığı kararla sarsıldık. Dört büyük kulübümüz yine baklayı ağzından çıkararak futbolun içine etmişler. Verilen karara göre bu sezon dört büyük kulübümüz kendi aralarında oynayacakları maçlarda rakip takımın taraftarını stada almayacaklarını açıklamışlar. TFF'ye bildirilen bu karara bir çatlak ses de şimdilik çıkmamış gözüküyor. Milli takım nereye gidiyor diye boşuna tartışıyormuşuz, Türkiye'de futbolun içine etmek için herkes el birliği ile çalışıyor. Yuh...

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 4

    Kimin takımı bu milli takım? Milli takımla ilgili yazdığım seri yazıların dördüncüsünde hala hiçbirimizin ve benim de bilemediğim bu soruya odaklanacağım. Kimdir milli takımı vatan sevgisiyle destekleyen ve nerede oynayacak bu milli takım maçlarını? Ne kadar seviyoruz hangimiz bu soruya doğru cevap verebilir bilemiyorum.

    İşin doğrusu galiba şu: Ben şahsen itiraf etmeliyim ki Fenerbahçe'yi milli takımın önüne koyuyorum. Küçükken böyle değildi. Mesela Galatasaray Manchester United'ı Old Trafford'ta 3-2 yendiğinde sevinçten kapıları pencereleri yumruklayarak koşuşturmuştum evin içerisinde. Sonra ne oldu bilmiyorum, hatırlamıyorum ama ne zaman ki toplum olarak Avrupa kupalarında tuttuğumuz takım dışındaki diğer kulüp takımlarını desteklemez olduk, hatta rakip takım Yunaninstan takımı da olsa biz onu destekler hale geldik, işte o zaman milli takım da ölmeye başladı yavaş yavaş. Milli takımda işler kötü gidiyorsa takımımızdaki rakip kulüp oyuncusuyla dalga geçecek kadar değil, ona toplu küfür edecek kadar değil ama bunu yapabilecek bir kitle de hiç azımsanmayacak kadar çok. Özellikle de İstanbul'da. Çünkü Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş rekabetinin en üst düzeyde yaşandığı ve taraftarlarca hissedildiği yer burası.

    Olay bu hale gelmişken milli maçları İstanbul'da oynayalım demenin de anlamı kalmıyor. Oysa Anadolu'da bu rekabetten daha uzakta kalan biraz daha saf ve biraz daha milli takıma aç bir kitle var hala. Eskişehir, Bursa, Adapazarı hatta İzmir hem futbola hem de milli takıma aşık olan iller mesela ilk aklıma gelen. Ama burada dauygun stadyum var mı sorusu ile karşı karşıyayız. allah'tan Bursa'nın stadı renove ediliyor, ama çok geç kalınmadı mı? 3-5 bin kişiye maçlarını oynayan Kayserispor'dan, bu ligde dahi olmayan Rizespor'dan önce yapılması gerekmez miydi bu saydığım illerin stadyumlarında renovasyon? Stratejik, politik ne derseniz deyin hata...

    Yine de biran önce gitmeli milli takımİstanbul'dan. İstanbul seyircisinin de özlemeye ihtiyacı var milli takımı. Üstelik stadyum kapasitesinin yarısının VIP'lere davetiye olarak dağıtılıyor olmasına da bir son verilmeli. Böyle riyakarlık, iki yüzlülük olmaz çünkü. Hem milli takımı destekleyen ateşli bir taraftarımız yok deyip hem de beleş bilet için bile poposunu kaldırıp maça gitmeye üşenen bir zümreye bilet vermek komik kaçıyor.

    Ben özlemek istiyorum bir İstanbullu olarak milli takımı. Bir süre gözden ırak olmalı, gözden ırak her zaman gönülden ırak olmuyor. Araya zaman girmesi, belki de milli takım özlemi İstanbul'a da yarar belki. Hatta Almanya'da gurbetçilere bile oynasak daha iyi bundan sonra bir müddet.

    16 Kasım 2011 Çarşamba

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 3

    İki gündür milli takımımızın durumu hakkında derinlemesine bir inceleme yapmaya ve kamuoyunda sıkça tatışılan konulara futbolmanya penceresinden yorumlar getirmeye çalışıyorum. İlk iki yazıda Hiddink gitmeli mi ve duygusallık mı, mantık mı konularını irdeledim. Bugün ise kadro seçimi ve yeni bir jenerasyona ihtiyaç var mı konularının çevresinde dolaşacağım.

    Dün akşam Hırvatistan karşısında bir önceki maça göre farklı 8 oyuncuyla sahada yeraldık ve 0-0 berabere kalarak en azından biraz daha başımız dik bitirdik Euro 2012 elemelerini. Bazıları zaten maç öncesinde kadroda revizyon veyeni bir jenerasyona ihtiyaç olduğu yönünde kulis yapmaya başlamıştı ama 0-0'lık bu sonuç ekmeklere daha da yağ sürdü. Oysa ilk maçın psikolojik ve saha içi şartları ile hiç ilgisi olmayan ve Hırvatistan'ın kendisini hiç kasmayarak garanti oyun oynadığı bir maç vardı sahada ikinci randevuda. Ama bu tartışmaya teğet geçerek önce kadro seçimlerini değerlendirelim.

    Elemeler boyunca 35 farklı futbolcunun forma giydiği milli takımın son Hırvatistan maçları da eklenince kadro anlamında istikrarsız bir yapısı olduğu düşünülebilir. Ancak şunu gözardı edemeyiz, sadece rakamsal bazda bakıldığında hepimizi dehşete düşüren bu rakamın aslında futbolumuzdaki istikrarsızlık ve bundan daha önemlisi sakatlık sorunlarından dolayı sürekli alternatif arayışından kaynaklandığını söylememek yanıltıcı bir yorumdur. İstanbul'daki Hırvatistan maçında kamuoyu açısından büyük oranda ideal kadroyla sahaya çıkıldığı gerçeğini de kimseden saklamanın alemi yok. Eğer Nuri hazır olsaydı bir tek onu ilk onbirde görmeyi arzu ederdik hepimiz. Sabri'nin orta sahada oynatılması bir tartışma konusu olmakla birlikte tamamen teknik adam tercihidir. Yani Hırvatistan maçı kadrosu tartışmaya açık bir kadro değil aslında, hepimizin ortak tercihi. Daha da önemlisi hem bu kadar farklı oyuncu oynatılır mı deyip hem de şu isimler formsuz onların yerine bu maçta bunlar oynamalıydı demek bu sayıyı daha da yükseltecek bir tezat kendi içerisinde. Yani hem kadro istikrarı yok diyeceksiniz hem de aslında ideal kadroya en yakın dizilişi bazı oyuncular formsuzdu, bunları da değiştirin teziyle ilk söylediğinizi yalanlayacaksınız. Olmaz... Bir şeyleri doğru bir platform üzerinde tartışmak gerekir.

    Kadro seçimi konusunda ligin dha formda isimlerinin seçimi tartışılıyor. Mesela stoperde Bursaspor'dan Serdar Aziz, Gaziantepspor'da lige harika bir başlangıç yapan Muhammet Demir gibi. Ama dışarıda bırakılan bu isimlerin henüz devamlılık sağlama konusunda herkes için bir soru işaretli. Geçen sezonun ikinci yarısında işte milli takıma yeni bir forvet geliyor dediğimiz Cenk Tosun'un bu sezonki performansı ortada. Ayrıca her oyuncu milli takım oyuncusu olamıyor malesef. Bunu en iyi Aykut Kocaman örneği ile açıklayabilirim. Belki bir iki küçük dokunuş ile fark yaratabilinirdi ama sahada %90 oranında bu onbir yeralacaktı.

    Nasıl bir dokunuş yapılabilirdi sorusuna en güzel cevap Gökhan Gönül'ün oynatılmaması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan şundan eminim ki ilk maçtan sonra ben de Gökhan Gönül'ü oynatmazdım mesela. Ama ilk maç öncesinde formsuz duruşuna rağmen tahtaya banko yazacağım isimdi. Bu örneği pekala çoğaltabilirim ama gereği yok. Yeni jenerasyon mu demiştiniz bu arada? Taş gibi bir jenerasyon var sahada, Hırvatistan maçındaki çöküş ve eleme gruplarındaki genel performans başka nedenlerden kaynaklanıyor.

    Bu çöküşün en önemli nedeni kulüplerde futbolcuların yeteri kadar iyi çalıştırılmaması ve performans düşüklüğü, bakınız geçen sezon ki Galatasaray ve Beşiktaş'ın performansları. İkincil neden özellikle şike soruşturması ile birlikte belki de en kaliteli yerli isimlere sahip olan Fenerbahçe'de milli takıma giden tüm futbolcuların zihinsel ve fiziksel çöküşü. Sadece Fenerbahçe değil, Beşiktaş'lı futbolcular da o kadar ağır olmasa da benzer bir travmayı yaşıyorlar. Bu iki neden zaten başlı başına bir sorun ama bu sorunun kemikleşmiş bir Türk futbolu sorunu haline getirmek yanlış. Sağlam bir jenerasyon var şu anda bundan eminim. Hırvatistan maçına bu etkenlerin üzerine bir de saçma sapan duygusallığı ekleyince işler bu noktaya geldi. Evet duygusallık diyorum. Herkesin tersine ben yine fazlaca duygusallaştığımız için 3-0 yenildiğimizi söylüyorum. Takımın motivasyona ihtiyacı olabilir ama biz Türk halkı ve kamuoyu olarak motivasyon araçlarımız olarak neleri belirledik:
    1. Şike ile sarsılan Türk futbolunu sizler kurtarabilirsiniz.
    2. Depremde yanan canlar için siz ilaç olabilirsiniz.
    3. Şehitlerimiz için oynayın, bu acıyı siz hafifletebilirsiniz.
    Malesef bu yükü profesyonellik de kaldıramaz. Eğer bir takıma devamlı sizden çok büyük beklentiler var ve tüm ulusu siz bu düştüğü durumdan kurtarabilirsiniz yükünün altına sokarsanız o takım daha da ezilir, daha da büzülür ve ortaya facia bir sonuç çıkar.

    Bir şeyi daha açıklığa kavuşturarak bugünün incelemesine son verelim. Kadro seçimi çok fazla tartışılmaması gereken bir konudur. Zira her ne kadar büyük ölçüde Hırvatistan maçı öncesinde sahaya çıkan kadro konusunda mutabık gözüksek de eminim kadroyu görmeden önce 100 kişiye ilk onbir sorulsa ve aday kadro sınırlaması yapılmadan tercih etmeleri söylense 100 farklı kadro alternatifi üretilirdi. Futbol adamları bu işi yapsalar 100 değil de 95 olurdu bu rakam. Çok görece bir konu...
     
    Sonuç olarak ne demiş oldum: Kadro seçimi tartışılması çok doğru bir konu değil, tabi ki bir iki farklı oyuncu seçilebilirdi ama seçilmedi. Bu yenilginin faturasını kadro seçimine bağlamak için son derece anlamsız bir tartışma. Yeni jenerasyon konusuna gelince: Arkadan gelen geliyor ve takıma monte oluyor zaten. Gökhan Töre ilk on sekize yerleşti. Ömer Toprak da geliyor. Ama elinde hala Arda, Nuri Şahin, Hamit, Burak, Gökhan Gönül, Selçuk İnan gibi isimler var ve kadroya eklenecek oyuncu sayısı önümüzdeki dönemde en fazla 3-4'tür. Bu da yeni jenerasyona geçiş değil, zira omurga hala yerinde olacak. Ben jenerasyon değişikliği dendiğinde 7-8 kişilik köklü bir değişilik anlıyorum ki 2 stoper ve yaş itibariyle Emre dışında böyle bir değişiklik sözkonusu olmamalı. 2 stoper değişikliği de eldekilerin yetersizliğinden. Eğer Serdar Kesimal sakatlık sonrası aynı form düzeyini yakalarsa ve Ersan Gülüm sapasağlam dönerse 2 stoper pozisyondaki isimler bunlar olacaktır ya da Ömer Toprak.
     
    Bugünlük nokta...

    15 Kasım 2011 Salı

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 2

    Dün Hiddink ve Milli Takım ile olan geleceğine cevap aramış, gündemdeki bu konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmıştım, buradan okuyabilirsiniz. Bugün ise gündemin bir diğer maddesi olan duygusallık mı, mantık mı sorusuna cevap arayacağım.

    Hırvatistan maçı öncesi birçok kanal Euro 2008'de oynadığımız maçlara yerverdi. Hatta bazı kanallarda 90 dakika tüm maçları yayınladı. Ben de oturdum izledim bir kez daha ama bu sefer son derece objektif bir şekilde. Euro 2008'de futbol tarihi açısından bakıldığında bir destan yazıldı. Öyle bir destan ki Yunanistan'ın Avrupa Şampiyonu olmasının ötesine geçen ve neredeyse Almanya ile oynanan yarı final maçında da gerçekleşmesinin son anda Lahm'ın ayağından engellenen 4 maçlık bir geri dönüş destanı. O turnuva sonrasında Avrupa basınında çıkan haberleri hatırlıyorum da Türkler takım otobüsüne binmeden maç bitmez diye manşetler atılıyordu. Her bir maçın verdiği heyecan ile bu turnuva özelinde maçların teknik ve taktiksel kriterleri çok arka planda kaldı çoğumuz için.

    Geçtiğimiz hafta bu maçları duygusallıktan uzak, sahadaki futbola yoğunlaşır bir şekilde izledim. Portekiz maçını zaten değerlendirmeye almıyorum ve şunu söyleyebilirim ki İsviçre, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan ile oynadığımız üç maçta da rakip bizden daha iyi, nitelikli ve üstün bir oyun koymuş sahaya. Bir tek Çek Cumhuriyeti maçının son 20-25 dakikası oynanan oyun ve yarı finalde birçok eksikle çıkılan Almanya maçları dışında bizim o turnuvada ayakta kalmamız bir mucize. Peki Hiddink bu konuda neler demişti daha önceleri: "Euro 2008'de çok büyük bir iş başardınız ancak bu her zaman yapılabilecek birşey değil. Orada gösterilen karakter çok özel bir durum ve benim de saygı duyduğum bir duruş" anlamına gelen ifadeler kullandı devamlı. ama hep şunun altını çizdi: Bu yakalanan coşkunun sürekli başarıya gidebilmek için yeterli olmadığını aklın bu coşkuyla birleşmesi gerektiğini söyledi. Biz kıçımızdan anladığımız için bu adam duygusallığı bırakın tipik bir orta Avrupalı olun diyor zannettik. Ya da öyle işimize geldi. Oysa söylemek istediği şuydu aslında şifreleri çözersek: İspanya da coşkulu bir futbol oynuyor, devşirme oyuncuların takıma katılışıyla yani son jenerasyonun entegrasyonu sonrası Almanya da. Ama hiçbir üst düzey takım sahada verilen taktiğin, uygulanan sistemin dışına çıkmıyor. Bu ülkelerde tüm futbolcular biliyor ki çarkın birer dişlisi herbiri. Ve dişlilerden biri eksildiğinde çark dönmemeye başlıyor. O yüzden sahada yeralan her bir futbolcu maç öncesi stratejiye sadık kalacak görev bilinciyle oynuyor ve gerektiğinde insiyatif alarak hareket ediyor. Biz de ise durum biraz farklı. Strateji 1-0 yenik durumu düşünce bitiyor, herkes vatanı kurtarma peşine düşüyor. Halk olarak biz de bunu çok seviyoruz. Hatırlayın geçen sezon Galatasaray çok kötü giderken biz futbolseverler Servet'in defansı bırakıp dakikalarca forvette gol kovalamasını avuçlarımız patlarcasına alkışlıyorduk hem tirbünlerde, hem de televizyon yorumlarında. Evet bu mantığın neticesinde geldi Hırvatistan karşısında Semih'in attığı gol. Eğer Emre ileri çıkmasa ve top sırtından sekmese bugün böyle bir destansı hikayemiz yoktu. Ama o son saniyede yakalanmak istenen şans için atılan bir adımdı, bir maç stratejisi ya da oyun planı değil.

    Hikayeler çoğu zaman daha çok hoşumuza giden oldular. Herkes Çanakkale Savaşı'nda top mermisini sırtında taşıyan Seyit Onbaşı'yı bilir ama savaş stratejisini sorsan kimse cevap veremez. Herkes Osman Paşa Plevne'den nasıl da çıkmam dedi diye böbürlenir ama oradaki savaşın savunma stratejisini de kimse bilmez. Herkes Fatih Sultan Mehmet nasıl da gemileri tepelerden aşırarak İstanbul'u fethetti hikayesine bayılır ama nasıl bir strateji ile bu fetih gerçekleşti kimsenin umurunda değildir. İşte Hiddink'in söylediklerinin tercümesi, Türkçe meali bu aslında. Siz Euro 2008'de üç maç üstüste destan yazdınız diyor ama bu üç maç normalde bir takım için yüzyılda olmayabilir demek istiyor. Yani yüzyılda üç kez bile gerçekleşmesi şüpheli olan bir durum bir kupada ardı ardına geldi diye coşku, heyecan, arzu, istek her ne diyorsanız bunların bütünü olan duygular üzerine strateji üretilemez.

    Hiddink diyor ki Seyit Onbaşı gibi top mermisini gerektiğinde sırtınıza alın ama sadece Seyit Onbaşı top mermisini sırtına aldı diye kazanmadık biz Çanakkale Savaşı'nı. Belki Hiddink gider ama bu saptaması yıllarca kalır, çünkü çok önemli bir saptamadır aslında. Hiçbirimizin kabullenmek istemediği, dile getirmekten kaçtığı ve hep hikayeleri dinlemek/anlatmak istediği bir dünyada çok çok önemli. Bu bir savaş ve bu savaşta motivasyon çok önemli diye yorumlar yapıldı maç sonrasında. Mecazi anlamda bu bir savaşsa ki bence de öyle motivasyon ancak stratejiyi besleyen bir faktör olabilir ve strateji olmadan o savaş kazanılamaz. Motivasyon görevi de illa Hiddink'in değil, o takımın yardımcı teknik adamlarının hatta futbol takımının ağabeylerinin işidir pekala. En azından sadece Hiddink'in işi değildir. Öte yandan bir teknik adam maç içerisinde ya da basın toplantılarında ciddi olduğu için futbolcuları motive etmiyor ve onlarla ilişki kurmuyor diye suçlanamaz. Benim gördüğüm birçok fotograf ve okuduğum birçok haber var Hiddink ile ilgili futbolcuların pozitif ilişki ve söylemlerine ilişkin.

    Ama biz hikaye yazmayı ve okumayı çok seviyorduk değil mi? Bugün yazı dizisinin ikincisine nokta. Sanırım duygusallık mı, mantık mı sorusuna cevaplar fazlasıyla var bu yazının içinde.

    Sen Kimsin?

    Türk futbol medyasının genel seviyesi için bir tespit yapmak gerekirse, buna kahvehane düzeyi demek en doğrusu olur. Birkez daha gördük ki Lig TV'den ayrıldığında haksızlık yapıldığını düşündüğüm Erman Toroğlu aslında fazlasıyla hakediyormuş gitmeyi.

    Neyseki yerine son derece kaliteli bir isim, Markus Merk geldi de ekran başında futbol üzerine insani düzeyde konuşabilen hakemler olduğunu gördük. "Kimsin lan sen Emre demeyen"...

    14 Kasım 2011 Pazartesi

    Hiddink Traş Bıçağını Değiştirsin

    Belki de bu ülkede ne kadar iyi traş yapıyorsan o kadar kıymetin oluyor. İşin şakası bir yana Fatih Terim'in unutulan bir reklam filmi, buradan izleyebilirsiniz. Başarının sırrının iyi traşta olduğunu belgeler nitelikte.

    Hiddink'e motivasyon, takım tertibi, diziliş, oyuncu değişikliği, futbol vizyonu vs. konularda öneriler yapan arkadaşlara traş bıçağını değiştirmesini önermeleri konusunda bir destek filmi olsun bu da. Bakarsınız sivri zekalının biri izleyip bunu da önerir Hollandalı teknik adama...

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 1

    Milli Takım'ın kendi evinde Hırvatistan'a 3-0 yenilmesi doğal olarak ülke kamuoyunda sansasyon yarattı. Yaratmayacak gibi de değil zaten sahadaki oyuna ve alınan neticeye bakınca.

    Ülkenin futbol otoriteleri öyle bir tartışmaya girdiler ki içerisinden çıkılacak gibi değil. Yani kafalar da çok karışık şu anda. Ben bu aşamada tartışma konularına genel bir yaklaşım ortaya koymak ve hepsini toparlamak adına biraz kafa yorunca bilirkişiler ve toplum olarak en çok şu konularda cevap aradığımız kanaatine vardım:
    1. Hiddink ve ekibi ne olacak, giderse kim gelecek, yerli mi yabancı mı?
    2. Duygusal mı, mantıklı mı?
    3. Milli Takım'da kadro seçimi doğru yapılıyor mu ve yeni bir jenerasyona ihtiyaç var mı?
    4. Hangi stadyumda oynayalım, bu takım ülkenin mi yoksa İstanbul'un mu takımı?
    5. Kimler sorumlu? Sadece futbolcular ve teknik heyet mi yoksa ülke olarak topyekün bir sorumluluk mu almalıyız?
    Birinci maddeden başlayalım yazı dizisine öncelikle her ne kadar bu soru zurnanın son deliği olsa da. Hiddink ve ekibi ne olacak, giderse kim gelecek, yerli mi yabancı mı? 

    Hiddink bu takımın başına gelirken referans aldığımız nokta onun farklı kültürlerin Milli Takımlarında aldığı başarılı sonuçlar ve özellikle kulüpler düzeyinde de başarılı PSV ve Chelsea performanslarıydı. Bu harika kariyer içerisinde tabi ki Fenerbahçe'de ve Valencia'da uğradığı gibi yol kazaları da vardı ancak genel performans açısından tercih son derece başarılı gözüküyordu. Yardımcıları arasında ikinci adam tercihimizi ise Oğuz Çetin'den yana kullandık. Son üç büyük organizasyon içerisinde yeralan ekibin bir parçasıydı Oğuz Çetin.

    Bu tartışmaya girerken şunu hemen saptayalım, bu tartışmanın konusunun yerli mi yabancı mı ve Hiddink giderse kim gelecek olmaması gerektiğine inananlardanım. Öncelikle bu takımın teknik direktörlüğünü yerli yapsın diyenlere şu soruyu sormak gerekiyor: Yıllarca basketbol takımının koçluğunu neden Tanjevic yaptı? Yıllardır voleybol milli takımlarımızı yabancıya emanet etmedik mi? Kulüp takımlarında yabancı teknik adamlar ne iş yapar? Bu yabancılarla ruh kazanan takımlar iş futbolda milli takım olunca mı ruhsuzlaşıyor?

    Hiddink gidecek peki kim gelecek sorusuyla uğraşanlar var bir de. Daha önce Fatih Terim olmadı,  Denizli gelsin, Mustafa Denizli olmadı, Şenol gelsin, Şenol Güneş olmadı, Denizli gelsin, Mustafa Denizli olmadı, Ersun gelsin, Ersun Yanal olmadı, yine Fatih gelsin, Fatih Terim olmadı, Hiddink gelsin, şimdi de Hiddink gitsin şu gelsinle geçen bir on küsür yıl var geride bıraktığımız. Yerlileri de kapı dışarı etmişiz ulus olarak hep birlikte, arkasından gelecek yeni kurbanı da kamuoyu yaratarak belirlemişiz. Başarı için devamlılığın esas olduğunu bir kenara bırakarak, tüm bu teknik adamlara orta ve uzun vadeli planlama yapma imkanı sağlamadan, günlük başarı ya da başarısızlıklara endekslenmiş bir yaklaşımla hep yanlış şeylere odaklanarak geçen on küsür yıl. Bunun sonucunda gelinen nokta ise 1996-2002 arasında oynanan dört büyük turnuvadan üçüne katılırken, geriye kalan on yılda oynanan beş büyük turnuvadan sadece birine katılabilmek. Orada da 1996-2002 arasında teknik adam devamlılığı kadar jenerasyonun da etkisi var. Zira bu jenerasyon o dönemde çok küçük değişikliklerle yeraldı turnuvalarda. En azından omurgayı büyük ölçüde koruyarak. Teknik adam devamlılığı konusunda ise Türk futbolunun üç duayen isminin ardarda gelip her birinin yaklaşık dörder yıl çalışması ve benzer felsefelerle ilerleyerek bir devamlılık göstergesi sağlamasına dikkat çekmek gerekir. Zira bu üç isim daha önce yapılan işleri silmeden hep üzerine birkaç tuğla ekleyerek devam etme yoluna gidince altın jenerasyon da istikrar yakalama fırsatı buldu.

    Sonrasında ise devamlı bir yap-boz tahtası haline geldi işler. Öyle ki Ersun Yanal'ı daha görev süresi tamamlanmadan ve takımımızın iddiası devam ederken gönderme işgüzarlığını bile yaptık. Bu son dönemdeki temel sıkıntı işi devamlı başa döndürüp bir türlü geçmiş dönemin üzerine birşeyler ekleyerek gidemiyor olmamızda yatıyor. Bu son gelinen noktada ise aslında kilit ismin Oğuz Çetin olduğunu düşünüyorum. Zira son üç organizasyonda hep arka plandaki isim kendisiyken, hem Fatih Terim'i hem de Hiddink'i yönetebilmesi, yönlendirebilmesi ve bu uzun süreçte birşeylerin inşa ediliyor olması gerekirdi. Teknik adamlar değişir, bu kadar sık olmasa da zaman içerisinde giderler, başkaları gelir. Ama sistem devamlı olmalıdır. Eğer siz bu sistemin içerisinde 5-6 yıl kalıyorsanız o zaman sistemin ana hatlarını belirlemesi ya da sürdürülebilir hale getirilmesi konusunda etkin ismin de Oğuz Çetin olması gerekir. Malesef Hiddink ne kadar doğru bir isimse Oğuz Çetin puzzle için doğru parçaymış gibi gelmiyor bana. Tepede devamlılığı yakalayamadığımız ama alt kadroda önemli bir görevde ve önemli bir isimde devamlılık sağladığımız noktada başarı için devamlılığı sonuca dönüştürmesi gereken isim de alt kadrodaki o kilit isimdir.

    Bu noktadan sonra ne olacak? Bu sorunun cevabı aslında biraz bir sonraki yazının da konusu. Duygusal mı, mantıklı mı hareket edelim? Sizce?

    Şu anda en az ihtiyacımız olan şey duygularımız belki de. Siz hiç büyük bir şirketi yöneten bir CEO'nun tamamen duygularıyla hareket ettiğini gördünüz mü? Ya da her 1-2 senede bir başarılı şirketlerin CEO'larını değiştirdiğini duydunuz mu? Bugün milyar dolarlık yaratılmış bir Milli Takım ölçeğinden ve ekonomisinden bahsederken bu tartışmayı "Vatan, Millet, Sakarya" ya da "yerli-yabancı" ya da duygular mı, mantık mı" düzeyinde tartışmak hiç olası birşey değil. Üç duayen isme yaklaşık dörder yıl görev vermek dışında 1923'ten bu yana benzer bir istikrar ne zaman yakalayabilmişiz biliyor musunuz? Bela Toth ile 1927-32 yılları arasında. Bir de Coşkun Özarı ile dört yıl var sanırım hatırlayabildiğim. Onun dışında bir iki yıllık görev süreleriyle dolu bir kronoloji hakim Milli Takımlar teknik direktörlüğü tablosunda. Mesele baştaki teknik adamı değiştirmekte değil, mesele baştaki adama projeleri uzun vadeye yayabilecek, bir felsefeyi oturtmasına fırsat sağlayabilecek düzeni ve altyapıyı sunabilmekte.

    Hiddink kalmalıdır, kendi gitmek istemediği sürece. Zira değişmesi gereken perdenin arkasında olanlar aslında. İlk yapılması gereken iş de Hiddink ile oturup, ne yapacağız, nasıl yapacağız, stratejimiz ne olacak, bunun için kaç yıla ihtiyacımız var planlarını masaya yatırmak olmalı, tozları halının altına süpürmeden. Hepimiz biliyoruz ki ne Mourinho, ne de Abdullah Avcı dayanabilir bu ortama. Hiddink çok yıprandı diyenler olabilir ancak TFF adam gibi ne yapacağını ve nasıl yapacağını anlatırsa eminim ki ülke kamuoyu şimdikinden çok daha tatmin olacaktır. Sonrasında başarı gelir ya da gelmez, bu programın uygulanmasının ardından tartışılacak konudur. Son beş turnuvadan birine katılabilmişiz, gelecek dönemde daha kötüsü olabilir mi?

    Ya da soruyu şöyle soralım: Konuştuğumuz isimler, Türk futbolunun üç duayeni de dahil Hiddink'in kariyerinin yanından geçebilirler mi? Hiddink bize uyum sağlayamamış ve bizi anlayamamışmış. Pardon beyler, bir dakika... Biz bu adamı bize uyum sağlasın diye değil bize vizyon katsın diye getirdik. Eğer bu iş profesyonel düzeyde yapılıyorsa uyum sağlaması gereken, birilerini anlaması gereken Hiddink'ten daha çok bizleriz. Üstelik adamı da yerin dibine hunharca batırıyoruz. Yani Hiddink G.Korelileri anladı, Rusları anladı, Avustralyalıları anladı bir tek bizi anlayamadı öyle mi?

    Biz birşeyleri değiştirmeye çalışmadan bir üst seviyeye çıkamayız. Bir üst seviyeye çıkabilmenin ilk şartı öğrenmeye ve gelişime açık olmaktır. Öğrenmeye ve gelişime açık olmadığınız sürece aynı yerde saymaya veya geriye gitmeye mahkum bir topluluk haline gelmek de kaçınılmaz son. Türk futbolu özelinde konuyu bağlayacak olursak: Evet biz bir Hollandalı'dan birşeyler öğrenmek zorundayız. Dünya futbolunda ekol bir ülkenin günümüz futbolunda ekol bir teknik adamından bu kadar kolay vazgeçmek ve o adamı küçük beyinlerle yapılan sığ eleştiriler doğrultusunda gönderme senaryoları yazmak, yarın daha da küçüleceğimizin kanıtıdır bana göre.

    Ben kendi adıma küçük ülkenin küçük beyinli vatandaşı olamam, değilim de. Eğer futbolcu olsam ya da futbolu yöneten bir adam olsam yemez içmez evimde Hiddink'i beslerim. Hiddink'in hiç mi hatası yok, var elbette. Ama futbola katacağı o kadar çok şey varken ve başkalarına bunu katabilmişken benim ipe sapa gelmez nedenlerle bu adamı gönderiyor olmam abesle iştigal. Tabi bu da benim gözümde.

    Yazının ilk bölümüne şimdilik nokta...

    12 Kasım 2011 Cumartesi

    Türkiye İçin Uyanma Vakti

    1996 Avrupa Şampiyonası uzun yıllar sonra dünya futbol sahnesine ilk kez adım attığımız benim daha yirmi yaşında genç ve ateşli bir futbol seyircisi olmanın doruklarında olduğum yıllardı. Fatih Terim'in imparatorluğunu yeni yeni ilan ettiği o yıllarda biz gençlerin henüz Macar zaferi, 1954'te Dünya Kupası'na giden yolda İspanya ile oynanan üçüncü maçın sonunda Franco'nun çektiği kura ile bu çapta bir organizasyona ilk kez katılışımız dışında elimizde avucumuzda da pek birşey yoktu açıkçası.

    Euro 96'da kaderimiz ilk Hırvatistan maçının son 3-4 dakikasında çizildi. Top yekün kazanacağımıza inanmış bir şekilde Hırvatistan kalesine yüklenirken köşe vuruşumuzdan dönen top rakibin ani bir kontratağına dönüştüğünde orta çizgi üzerinde Alpay'ın Vlaovic'i düşürmemesi turnuvaya kötü başlamamıza neden oldu ve ilk Avrupa Şampiyonası deneyimimiz hüzünle başlayıp hüzünle bitti. Garip ama o gün bizi yıkan Hırvatlar da Euro 2008'de on iki yıl önce bizim yaşadığımız acının çok daha büyüğünü 120+2'nin içerisinde iken ve daha birkaç dakika önce penaltılara gidecek denen maçta 1-0 öne geçmişken yaşadılar. Tuncay'ın ayağa kaldırdığı takım, ileriye Rüştü'nün şişirdiği topta Emre'nin sırtından seken topa Semih'in muhteşem vuruşuyla önce 1-1'i sonrasın dabu moral motivasyonla penaltılarda yarı finali yakaladı ve Türk futbol tarihinin en büyük başarılarından birine ama daha da öenmlisi en destansı Milli Takım performansına o turnuvada imza attı.

    Bu gece Euro2012 yolunda Euro 2012'ye gidip yine tarih yazmak için son eleme dönemecinde birkez daha Hırvatlar vardı karşımızda. Son on beş yıl içerisinde en dramatik skorlara karşılıklı imza attığımız Hırvatlar bağıra bağıra Euro 2008'in intikamını aldılar. Maç boyunca %37 topa sahip olma oranıyla bize sahanın en etkisiz bölgelerinde %63 topa sahip olma imkanı vererek ama daha da önemlisi acı bir ders vererek geceye imza attılar. Maçın teknik taktik analizine gerek yok. Başka şeyleri sormamız gereken bir geceyi geride bıraktık.

    Bu geceye biz toplum olarak şike skandalı ile sarsılan Türk futbolunu kurtarma misyonunu yükledik. Depremle gelen acıları sarmak için bu maçı seçtik. Yetmedi terör lanetinden bu maç ile kurtulacağımızı zannettik. Daha önceki turnuvalarda böyle olmamış mıydı sanki? Hiddink bize çok duygusalsınız dediğinde biz zaten duygusal olduğumuz için rakiplere sahayı dar ediyoruz diyen zihniyet tüm acıları ve sıkıntıları aynı duygusal çerçevede bu maça yükledi. Kağıt üzerinde çok iyi ama iyi olduğu kadar da formsuz bir kadroya sahip olduğumuzu görmezlikten gelerek teknik ekibin veremediği "hadi çocuklar çıkın bu maçı alın" gazını basınıyla, yorumcusuyla, taraftarıyla vererek sahaya çıkmayı tercih ettik.

    Hırvatistan Euro 2012'de ilerleyemez, bu çok açık. Ama bizim de Euro 2008 rüyasından uyanma vaktimiz çoktan geldi. Biz nasıl ki depremde çatlayan binaları sıvayınca bütün hasarlı binalardaki sorunları halledeceğimizi zannediyorsak, futbolumuzdaki çatlakları da sıvama yoluna gitmeyi seçtik hep. Sonra Hırvatlar gibi Avrupa futbolunda ikinci sınıf bir takım da gelip bize sıvayınca yine "ne oluyor yahu" diyoruz. Yine işin kolayına kaçıp dünya üzerinde sadece bu ülkede başarısız sonuçlar alan Hiddink'i yerden yere vurup, sistemini değiştirmiyor, bu takıma gaz vermiyor diye hariçten gazel okuyoruz.

    Hiddink duygusalsınız deyince darağacına koyasımız geldi. Maçtan sonra Bilic ne dedi biliyor musunuz? "Siz de bizim gibi çok duygusalsınız, ilk golü bulursak işimizin daha kolay olacağını ve moralinizin bozulacağını biliyorduk". Tokat gibi bir yorum ama onu bile duymamazlıktan geliyoruz. Adam aslında hem kendilerinin hem de Türk Milli Takımı'nın neden Avrupa'nın ikinci sınıf takımı olduğunu tıpkı Hiddink gibi açıklıyor ama biz hikayeleri sevdiğimizden, ders almamayı tercih ettiğimizden kulak arkası ediyoruz.


    Ders almam ders veririm kültürü buraya kadar aslında. Ders almayıp ders verdiğimiz için her depremde yüzlerce, binlerce ölü veren, üç tane sınır karakoluna devamlı baskın yiyip şehitlerine ağlayan, 30 yıldır şike yapılan topraklarda sanki ilk kez böyle birşey olmuşçasına bir ya da birkaç kişiye bu suçu yükleyip sıyrılan zihniyet malesef 96'dan bu yana yükselttiği futbol çıtasını birinci sınıf olma yolunda ilerletemiyor.

    1996'ya geri dönünce gerçekten çok önemli bir yol almışız, geriye bakmadan bugünü eleştirmemek gerekir. Şimdi bir sürü hikayemiz var elimizde anlatacak. Ancak şimdi aynı zamanda ders çıkarmamız gereken de bir sürü hikayemiz var. Eğer kulaklarımızı açıp at gözlüklermizi çıkartabilirsek o zaman biz de Avrupa'nın ikinci sınıf takımı olmaktan çıkabilir ve birinci sınıfta yerimizi alırız. Yoksa üç dört turnuvada bir hikayelermiz olur ama ötesine gitmez futbolumuz.

    Malesef her zaman torbadan tavşan çıkaracak bir sihirbaz ya da Türkiye'yi çekecek bir Franco bulamıyoruz.

    5 Kasım 2011 Cumartesi

    Hukuk Guguk Olursa

    PFDK'nın Fenerbahçe derbisinin 90. dakikası yaşanırken Van depremi nedeniyle yardım amaçlı olarak taraftarların birlikte eş zamanlı sahaya atkılarını attığı organizasyon yüzünden Beşiktaş'a 20.000 TL ceza verdi. Hukuki açıdan yazılan raporlarda atkıların yanısıra yaralayıcı bazı şeylerin de sahaya atıldığı yönünde. Aynı zamanda maçın 30-35 saniye durması da verilen cezada bir etken.

    İyi de vicdanımız hiç huzur bulmuyor ki malesef alınan bu tip kararla. Mutlaka hukuki dayanakları var da, mahkemelerce 13 yaşında bir kızın yirmi küsür erkekle kendi rızasıyla beraber olduğu kararı alınan bir ülkede hiçbir dayanak noktası rahatlatmıyor kafaları.

    Hiç olmazsa verilen cezayı sadece Van depremi için yardım parası olarak kullanılmak üzere gibi bir hükme bağlayamazlar mıydı? En azından vicdanlar rahat eder, yüzler asılmaz, umutsuz ve kızgın ruh hali yaşanmazdı.

    Sivas Fenerbahçe İçin Çok Soğuk

    Aralık ayının ikinci yarısında 2010 yılının son günlerinde bir Sivasspor maçıyla başlayan Fenerbahçe'nin yenilmezlik hikayesi kaderin garip bir cilvesi sonucu yine bir Sivasspor maçı ile sona ererken aynı zamanda sahada bir önceki hafta 85 dakika 10 kişi müthiş bir performans ortaya koyan Fenerbahçe'nin fiziksel ve mental çöküşünü izledik.

    Böyle bir düşüş yaşaması normaldi takımın zira futbolcular ne psikolojik olarak sağlıklı bir dönem yaşıyorlar ne de yorgunluğun etkisiyle fiziksel anlamda yükü kaldırabilecek düzeydeler. Baz alınması gereken bir maç değil Sivasspor maçı. Sivaspor'un yükselen formu, Eneramo, Grosicki gibi etkili bir ofans hattı tabi ki yadsınamaz ama Fenerbahçe'nin hangi şartlarda bu maça çıktığının altını çizmeden de sarı larcivertli ekibi eleştirmek haksızlık olur.

    Bu maçtan en çok Aykut Hoca'ya ders çıkıyor olsa gerek. Birinci ders Alex yoksa yeni bir Alex yaratamazsınız. O zaman dizilişte farklı düşünmek alternatif olabilir bu tip maçlar için. Ne kadar formsuz gözükürse gözüksün Semih ile forveti ikilemek gerekir, belki 4-4-2 dizilişi ile sahaya yayılmak daha derli toplu bir görüntüyü de beraberinde getirebilir. İkinci ders bana göre Sezer'in bu takımın oyuncusu olmadığı gerçeği. Bunu gözlemleyebilecek kadar Sezer bu sezon forma aldı mı sorusuna cevabım Arsene Wenger'in iyi futbolcu tanımını yaparak mümkün olur. Yetenek, oyun zekası ve motivasyondan biri eksik olursa asla büyük futbolcu olamazsınız demiş ünlü teknik adam. Sezer'de bana göre oyun zekası yeterli düzeyde değil. Yine bana göre zaten iyi futbolcu gümbür gümbür gelir ve kadroda yerini alır. Bakınız Tuncay, bakınız Gökhan Gönül, bakınız Arda Turan... Hepsi hiç itiraza yer bırakmayacak performanslarla başlamadılar mı büyük kulüp kariyerlerine?

    Tüm bunlara Fenerbaçe'nin ilk golü bariz ofsayttan yemesi ve Reto Ziegler gibi şu an Türkiye'deki en iyi sol savunma oyuncusunun maç içerisinde geçirdiği erken sakatlık sonucu oyundan alınması, sahanın berbat durumda olması gibi etkenleri de eklediğinizde yenilgiyi daha bir makul karşılayabilirsiniz. Ve bu da potansiyel performansı sergilemenizi engeller. Sahada yeralan oyuncular içerisinde bir küçük eleştirim Volkan'a aslında. Kimse yediği gollerden dolayı Volkan'ı suçlayamaz. Ancak benim tanıdığım Volkan da özellikle Enaramo'nun bu kadar açısı dar olduğu bir pozisyonda bacak arasından topu içeri almaz.

    Bir sürü olumsuz etkenin biraraya geldiği bir gecede 27 maçlık serinin bitmesi Fenerbahçe açısından sihrin, taraftar açısından da hikayenin sona ermesi gibi gözükebilir ancak bir taraftandan galibiyet serisini bozmama baskısının takım üzerinden kalkması takımı daha da iyiye götürebilir. Zaten takımın üzerinde fazlasıyla baskı var. Daha fazlasına gerek yok.

    3 Kasım 2011 Perşembe

    İnsanız Hepimiz

    Çok etkileyici bir insan hikayesi yatıyordu Carvalhal'in hikayesinde. Sonradan anlaşıldı ki tamamen uydurma bir hikaye. Birkaç gün önce burada yazmıştım, birkaç gün sonra gelen bir yorumla öğrendim ki asparagasmış.

    Bu kadar hassas bir konuda bile asparagas çıkaranlar için ne demeli bilemiyorum. Tıpkı Arda Turan haberinin asparagas çıkması gibi. Bir bloggerlar buralarda futbol üzerine birşeyler yazıyoruz. Bizim için serbest kürsü aslında bloglarımız. Ama bizler dahil herkes, birileri ile birşeyler paylaşan herkes konuştuğumuz, yazdığmız, paylaştığımız şey ne olursa olsun ucunda etkilenen bir insan hayatı olduğunu unutmamalı.

    Carvalhal'in hikayesi gerçek olsaydı çok anlamlı ve insanın vicdanına dokunan bir hikaye olacaktı. Ama bu hikayenin gerçek olmaması ona, diğer teknik adamlara, futbolculara ya da her ne konuda yazıyorsak yazalım muhattabı olan insanların insan olduğunu unutmadan yapılmalı. İnsanız hepimiz... Hatalarıyla, sevaplarıyla, günahlarıyla, zaaflarıyla...

    1 Kasım 2011 Salı

    Forvette Cesur Yürek mi, Küçük Emrah mı?

    Hangisini istiyorsunuz karar verin Fenerbahçe taraftarı? Herkes eldekilerden daha iyisini birinci sınıf olan bir forvet oyuncusu görmek ister. Bu şartlarda birinci sınıf getirmek mümkün değilse ne olacak peki? O zaman birinci sınıf oyuncuyu sen yaratacaksın. Peki sahada yüreğini ortaya koyan mı yoksa Küçük Emrah'ı oynayan mı daha makbul Fenerbahçe taraftarının bunu anlaması gerekiyor. Gol vuruşu öğrenilir, teknik taktik gelişim sağlanır, futbolcu zamanla olgunlaşır. Ama yüreklilik doğuştandır, sonradan olmaz. Ben Bienvenu'nün bu sezon beklentileri karşılamasa bile iyi bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyorum. 

    Tweetball - Bünyamin Gezerse Aytekin Durmaz

    Dün gecenin olay adamı, kahramanı artık neresinden bakarsanız... Maça damgasını vurunca sosyal medyanın tepkisiz kalması da düşünülemezdi. Tweetball köşemizi bu hafta Aytekin Durmaz'a ayırdım.

    Asalet1907 Aykut

    Aytekin Durmaz seni hala bir güzel anıyorum haberin olsun

    _1907_eda _1907_eda

    Aytekin ''Durmaz'' sa FENERBAHÇE durdurur sorun değil!!!

    mehmetsarisin Mehmet Sarışın

     "Aytekin Durmaz" Maç bitti... Uyandı mı? Bu hakem daha haftalarca abandone vaziyette dolaşır, durur...

    ibrahimseten İBRAHİM SETEN

    Emre'ye verdiği sarı kart Aytekin Durmaz'ın beyninin durduğunu gösteriyor artık.. 3 tane başka pozisyonda olurdu ama burda olmaz..

    gokselcogalan Goksel Cogalan

    Yusuf Namoğlu yarın veya öbür gün çıkıp Aytekin Durmaz hakkında konuşmazsa hatrım kalır baştan söylemem lazım :)

    alperocal Alper Öcal

    Tolga Özkalfa, Aytekin Durmaz, Abdullah Yılmaz, İlker Meral, Suat Arslanboğa yeni jenerasyonun facia hakemleri. Kuddusi'nin veliahtı çok.

    fatihkaynar Fatihkaynar

    Aytekin Durmaz Gunaydin :) anladin sen ;)

    Gunners'ta Yüzler Gülüyor

    Manchester United kazasının ardından toparlanmaları zor gözüküyordu ancak başardılar. Sezon başında takımdaki önemli yıldızları kaybedip, transferin son günlerinde apar topar yapılan transferler ile sezona giren Arsenal bu haftasonu toparlanma sürecine ilaveten güvenini de kazandı. Chelsea'yi 5-3 ile geçmeleri önemliydi takımın ruh hali açısından. Bugün gelinen noktada ligin dibinden kurtulup zirvesine yaklaşmış durumdalar. Üçüncü sıradaki Chelsea ile puan farkı sadece üç ve yedinci sıraya demir attılar an itibariyle.

    Fenerbahçe'nin Bermuda Şeytan Üçgenleri

    Klasik bir soru vardır, rakip takıma Fenerbahçe'den bir oyuncuya maçın başında kırmızı kart göstereceğiz, kimi atalım diye sorsalar, oybirliği ile Alex seçilir. Karabükspor maçında da bu oldu. Daha bismillah demiştik, Alex kızardı ve Fenerbahçe 10 kişi kaldı. Alex'in pozisyonuna ve hakem performansına sonra geleceğiz. Ama Alex'in atılması Fenerbahçe'nin 10 kişi ile sezon başından beri en iyi performanslarından birini ortaya koymasına neden oldu. Gemi kaptansız da yürüdü, yürümedi pupa yelken ilerledi.

    Yazılarımda zaman zaman değiniyorum Fenerbahçe şu anda Türkiye'deki en iyi yerli oyuncu kalitesine sahip. Üstelik yine takım dizilişine baktığınızda üçlü blotaki en verimli ve kaliteli üçgenler bu takımda. Solda Ziegler, Caner ve göbeğin solunda Emre, sağda Gökhan Gönül, Mehmet Topuz ve göbeğin sağında Cristian ve tüm bu oyuncuların merkezinde üçgenin çatı noktasında Alex. Futbol basit bir oyun ve bu basit oyunu en etkili oynayabilmenin yolu yeşil sahada kurulan üçgenler aslında. Fenerbahçe'nin bu pozisyondaki oyuncuları birbirine bağlı bir sürü Bermuda Şeytan üçgeni oluşturabiliyor. Eğer hem sağ kanat hem de sol kanat formda ise durdurabilmenin imkanı yok Fenerbahçe'yi. Çünkü o zaman hem kanatlardan hem de rakibin dengesi bozulduğu için göbekten sayısız pozisyon üretebiliyorlar. Dün Alex'siz kanatların her ikisi de etkin olunca yine bunu başarabildiler.

    Bienvenu çokça eleştiriliyor ve Emenike'den sonra hatta Niang'tan sonra bir seviye aşağıda bir oyuncuya razı olduğu kesin Fenerbahçe'nin. Ama Güiza'ya, Kezman'a kıyasla nerede olduğunu da es geçmeyelim. Sahada basmadık yer bırakmıyor. Önüne atılan toplarda rakibi zorlayan koşular yapıyor ve gelişimini tamamlamamış bir oyuncu. Daha iyisini o şartlarda almak mümkün değildi, gol vuruşları zayıf, Fenerbahçe için şu an yeterli değil ama çok daha kötülerini gördüğüm için şans verilmeyi hakediyor. Caner ile birlikte ilk yarıda sol tarafta baskıyla kaptıkları top bile Bienvenu'nün iyi özelliklerini görmek konusunda ve şans vermek konusunda beni cesaretlendiriyor. Varsın Güiza olacağına Bienvenu olsun takımda.

    Caner'e değinmişken bir iki satır yazmak gerekir. Fenerbahçe Tuncay'ını buldu bu çok açık. Fenerbahçe'nin emin olmak istediği konu Caner'in bu performansını ne kadar istikrarlı ve uzun vadeli sürdürebileceği. Alt yaş grubu Milli Takımların yıldızıydı. Galatasaray'da sürekli defansın solunda oynatılma şansszılığı onu geriye götürdü. Ama sol kanat oyuncusu olarak doğduğunu Fenerbahçe'de kanıtlıyor. Mehmet Topuz da artık Fenerbahçe'de rolünü bilenlerin başında geliyor. Kayserispor'un lideriydi. Burada doğal lider Alex'in, hatta Emre'nin, hatta Gökhan Gönül'ün ve birçok oyuncunun arkasında kalması gerekiyordu liderlik konusunda. Dün akşam Alex yokken elini taşın altına nasıl sokacağını gösterdi. Alex varken de bu takımın en önemli işçilerinden biri olduğunu rolünü hiç yadırgamadan gösteriyor. Sakatlık sonrası yavaş yavaş form tutan sağ kanadın ikilisi Gökhan ve Mehmet Topuz'un performansları birlikte daha da büyüyecektir.

    Gelelim maçın hakemine... Biraz akıllı bir hakem bilir ki Alex rakibe dirsek vurmaz. Hele hele bunu maçın 6. dakikasında hiç yapmaz. Ola ki pozisyonu göremedin, görmedin. Kabul edilebilir bir durum ama görmediğin bir pozisyonda biraz kafayı çalıştırıp pozisyonu süzebilecek kalibrede olmak gerekir. Bu pozisyondan sonra dağılmasını ve saha içerisindeki kararlarını yazmanın gereği yok bile. İpleri Emre'ye verdi, garip kararlar ve kartlar çıkardı ya da çıkaramadı, Fenerbahçe'nin ikinci golünü saçma sapan bir uygulamayla oyunu durdurarak öldürdü, Caner'e yapılan ceza sahası önündeki tehlikeli hareketi göremedi. Ama zaten dağıldığını biliyoruz, muhtemelen bu sabah halen dün gecenin şokunu yaşıyordur.

    Çifte Standart

    Emre Belözoğlu'nun Karabükspor maçı sonrası sıcağı sıcağına basın toplantısında yaptığı açıklama kelimesi kelimesine şu şekildeydi: "Biz haksız yere kırmızı kart gören kaptanımızın arkasında duruyoruz, Merkez Hakem Kurulu'ndan da hakemlerin arkasında durmasını bekleriz. Bir Milli Takım oyuncusu olarak bunları söylemeye hakkım olduğunu düşünüyorum."

    Sanırım MHK Başkanı Yusuf Namoğlu Emre'nin sözlerinin ne demek olduğunu anlamıştır. Zira o koltuk milletvekili koltuğuna benzemez. Taraf olamazsın, herkesi de yağlayamazsın. Şimdi Alex'in kırmızısından sonra da kalkıp televizyon yorumculuğuna soyunur mu kendisi merka ediyorum. Ama dün akşamın hakemi Aytekin Durmaz'ın savunulacak bir tarafı yokken kendisi kalkıp sadece Galatasaray-Gaziantepspor maçının hakemi Abdullah Yılmaz için yaptığı açıklamalarla yetinirse buna da bizim köyde en hafif tabiriyle çifte standart denir. Ama varsın Emre'nin dediği gibi hakemlerin arkasında durabilsin bundan sonra. Biz bir kereliğine olsun o çifte standarda da razıyız.

    Maç yorumu yarın sabah...