15 Kasım 2011 Salı

Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 2

Dün Hiddink ve Milli Takım ile olan geleceğine cevap aramış, gündemdeki bu konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmıştım, buradan okuyabilirsiniz. Bugün ise gündemin bir diğer maddesi olan duygusallık mı, mantık mı sorusuna cevap arayacağım.

Hırvatistan maçı öncesi birçok kanal Euro 2008'de oynadığımız maçlara yerverdi. Hatta bazı kanallarda 90 dakika tüm maçları yayınladı. Ben de oturdum izledim bir kez daha ama bu sefer son derece objektif bir şekilde. Euro 2008'de futbol tarihi açısından bakıldığında bir destan yazıldı. Öyle bir destan ki Yunanistan'ın Avrupa Şampiyonu olmasının ötesine geçen ve neredeyse Almanya ile oynanan yarı final maçında da gerçekleşmesinin son anda Lahm'ın ayağından engellenen 4 maçlık bir geri dönüş destanı. O turnuva sonrasında Avrupa basınında çıkan haberleri hatırlıyorum da Türkler takım otobüsüne binmeden maç bitmez diye manşetler atılıyordu. Her bir maçın verdiği heyecan ile bu turnuva özelinde maçların teknik ve taktiksel kriterleri çok arka planda kaldı çoğumuz için.

Geçtiğimiz hafta bu maçları duygusallıktan uzak, sahadaki futbola yoğunlaşır bir şekilde izledim. Portekiz maçını zaten değerlendirmeye almıyorum ve şunu söyleyebilirim ki İsviçre, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan ile oynadığımız üç maçta da rakip bizden daha iyi, nitelikli ve üstün bir oyun koymuş sahaya. Bir tek Çek Cumhuriyeti maçının son 20-25 dakikası oynanan oyun ve yarı finalde birçok eksikle çıkılan Almanya maçları dışında bizim o turnuvada ayakta kalmamız bir mucize. Peki Hiddink bu konuda neler demişti daha önceleri: "Euro 2008'de çok büyük bir iş başardınız ancak bu her zaman yapılabilecek birşey değil. Orada gösterilen karakter çok özel bir durum ve benim de saygı duyduğum bir duruş" anlamına gelen ifadeler kullandı devamlı. ama hep şunun altını çizdi: Bu yakalanan coşkunun sürekli başarıya gidebilmek için yeterli olmadığını aklın bu coşkuyla birleşmesi gerektiğini söyledi. Biz kıçımızdan anladığımız için bu adam duygusallığı bırakın tipik bir orta Avrupalı olun diyor zannettik. Ya da öyle işimize geldi. Oysa söylemek istediği şuydu aslında şifreleri çözersek: İspanya da coşkulu bir futbol oynuyor, devşirme oyuncuların takıma katılışıyla yani son jenerasyonun entegrasyonu sonrası Almanya da. Ama hiçbir üst düzey takım sahada verilen taktiğin, uygulanan sistemin dışına çıkmıyor. Bu ülkelerde tüm futbolcular biliyor ki çarkın birer dişlisi herbiri. Ve dişlilerden biri eksildiğinde çark dönmemeye başlıyor. O yüzden sahada yeralan her bir futbolcu maç öncesi stratejiye sadık kalacak görev bilinciyle oynuyor ve gerektiğinde insiyatif alarak hareket ediyor. Biz de ise durum biraz farklı. Strateji 1-0 yenik durumu düşünce bitiyor, herkes vatanı kurtarma peşine düşüyor. Halk olarak biz de bunu çok seviyoruz. Hatırlayın geçen sezon Galatasaray çok kötü giderken biz futbolseverler Servet'in defansı bırakıp dakikalarca forvette gol kovalamasını avuçlarımız patlarcasına alkışlıyorduk hem tirbünlerde, hem de televizyon yorumlarında. Evet bu mantığın neticesinde geldi Hırvatistan karşısında Semih'in attığı gol. Eğer Emre ileri çıkmasa ve top sırtından sekmese bugün böyle bir destansı hikayemiz yoktu. Ama o son saniyede yakalanmak istenen şans için atılan bir adımdı, bir maç stratejisi ya da oyun planı değil.

Hikayeler çoğu zaman daha çok hoşumuza giden oldular. Herkes Çanakkale Savaşı'nda top mermisini sırtında taşıyan Seyit Onbaşı'yı bilir ama savaş stratejisini sorsan kimse cevap veremez. Herkes Osman Paşa Plevne'den nasıl da çıkmam dedi diye böbürlenir ama oradaki savaşın savunma stratejisini de kimse bilmez. Herkes Fatih Sultan Mehmet nasıl da gemileri tepelerden aşırarak İstanbul'u fethetti hikayesine bayılır ama nasıl bir strateji ile bu fetih gerçekleşti kimsenin umurunda değildir. İşte Hiddink'in söylediklerinin tercümesi, Türkçe meali bu aslında. Siz Euro 2008'de üç maç üstüste destan yazdınız diyor ama bu üç maç normalde bir takım için yüzyılda olmayabilir demek istiyor. Yani yüzyılda üç kez bile gerçekleşmesi şüpheli olan bir durum bir kupada ardı ardına geldi diye coşku, heyecan, arzu, istek her ne diyorsanız bunların bütünü olan duygular üzerine strateji üretilemez.

Hiddink diyor ki Seyit Onbaşı gibi top mermisini gerektiğinde sırtınıza alın ama sadece Seyit Onbaşı top mermisini sırtına aldı diye kazanmadık biz Çanakkale Savaşı'nı. Belki Hiddink gider ama bu saptaması yıllarca kalır, çünkü çok önemli bir saptamadır aslında. Hiçbirimizin kabullenmek istemediği, dile getirmekten kaçtığı ve hep hikayeleri dinlemek/anlatmak istediği bir dünyada çok çok önemli. Bu bir savaş ve bu savaşta motivasyon çok önemli diye yorumlar yapıldı maç sonrasında. Mecazi anlamda bu bir savaşsa ki bence de öyle motivasyon ancak stratejiyi besleyen bir faktör olabilir ve strateji olmadan o savaş kazanılamaz. Motivasyon görevi de illa Hiddink'in değil, o takımın yardımcı teknik adamlarının hatta futbol takımının ağabeylerinin işidir pekala. En azından sadece Hiddink'in işi değildir. Öte yandan bir teknik adam maç içerisinde ya da basın toplantılarında ciddi olduğu için futbolcuları motive etmiyor ve onlarla ilişki kurmuyor diye suçlanamaz. Benim gördüğüm birçok fotograf ve okuduğum birçok haber var Hiddink ile ilgili futbolcuların pozitif ilişki ve söylemlerine ilişkin.

Ama biz hikaye yazmayı ve okumayı çok seviyorduk değil mi? Bugün yazı dizisinin ikincisine nokta. Sanırım duygusallık mı, mantık mı sorusuna cevaplar fazlasıyla var bu yazının içinde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder