31 Ekim 2008 Cuma

Ve Tanrı Onu Yarattı


Arjantin 'de bir gazeteci "Biz hep tanrının Arjantin'li olduğuna inandık, Maradona'yı gördükten sonra bunun gerçek olduğunu anladık" diyerek Maradona'yı yere göğe sığdıramayan bir söylemde bulunmuştu. Yine bir başka gazeteci ona olan hayranlığını kelimelere dökerken onun Boca'lı olmasına duyduğu kıskançlığı da gizleyemiyordu. Bu gazeteci River Plate taraftarıydı ve bir River Plate taraftarı için Boca hakkında dolaylı da olsa olumlu bir söz duymanız demek dünyanın sonu geldiğine işarettir.

Küçük dev adam artık Arjantin Milli Takımı'nın başında. Onlarca kokain, doping, şike olayıyla dolu çalkantılı bir futbol hayatının ardından Arjantin Milli Takımı'nın başına geçmek ancak Maradona gibi bir futbol tanrısına nasip olabilirdi. Oldu da...



1986 Dünya Kupası'nda gece üçlerde kalkıp G.Kore ve Belçika maçlarını izlediğim bu adamın teknik direktörlük hayatının da çok renkli geçeceğini ama hızlı sona ereceğini düşünüyorum. Tıpkı futbol hayatı gibi. Tabi futbol hayatı kısa sürmese de, bugün baktığımda onunla ilgili hatırladığım herşey bir film şeridi gibi akıp gidiyor.

Belki de ona olan hayranlığımızın temelinde taraftarla birlikte içiçe tezahurat yapacak kadar bize yakın, ben diğerleri gibi smokinle FIFA toplantılarına katılacak bir adam değilim dediği kadar isyankar, ABD'yi yerden yere vuracak açıklamalar yapacak kadar cesur olması hepimizin ona olan sevgisini katlayarak artıran.

Arjantin Milli Takımı'nın başında ne yapar bilemem ama benim hatıralarımda bu adamla ilgili ilk aklıma gelen resim yazımın başında duruyor. Öyle de kalacak...

10 Ekim 2008 Cuma

Mustafa Denizli Şampiyon Yap Bizi


Ve Beşiktaş'ta Mustafa Denizli dönemi başladı. Şimdiden Çarşı tribünlerinden "Mustafa Denizli, şampiyon yap bizi" tezahüratlarını duyar gibiyim.

Her ne kadar Beşiktaş çok kötü yönetilse de, her ne kadar Ertuğrul Sağlam'ın gidişi çok yakışıksız da olsa Mustafa Denizli tam anlamıyla Beşiktaş'a ilaç olabilecek isim. Kısa vadede Beşiktaş onunla başarılar kazanabilir, uzun vadede diyemiyorum çünkü ligde ilerleyen dönemlerde alacağı başarısız sonuçlar karşısında Yıldırım Demirören'in onunla yollarını ayıracağına olan inancım tam. Yine de bu yıl için şampiyonluğun en büyük adayı haline gelmiştir Beşiktaş Mustafa Denizli ile.

Bir teknik direktörün takıma olan katkısının yüzde beş, on bilemedin on beş olduğu söylenir hep. Ben bu görüşe karşuı çıkanlardanım. İyi bir teknik direktörün meziyetleri önce saha dışında, antremana çıkmadan başlar. İyi bir teknik direktör ilk önce iyi bir psikolog, futbolcusu ile dost olabilen teknik direktördür. Aynı zamanda sosyal olan, ilişkilerini başarı ile yürüten teknik direktör ancak saha içinde de başarılı olabilir. Mustafa Denizli hem saha dışı hem de saha içi meziyetleri ile gerçekten iyi bir futbol adamı. Kariyerindeki başarıları konuşmaya bile gerek yok.
Peki Beşitaş'a katkısı ne kadar mı olur? Yüzde elli bir...

8 Ekim 2008 Çarşamba

Ah Sergen Vah Sergen

Sergen Yalçın için Türkiye'nin George Best'i diyebilir miyiz? Onun kadar hızlı yaşamadı, alkolle arası yok, tabi dünya futbolunda onun kadar popüler asla değil. Ama yeteneklerini harcama konusunda en az onun kadar başarılıydı.

Vedat Okyar onu sahada izlemek ayrı bir keyif der hep ama Sergen Yalçın'ı televizyondaki spor programlarında yorumcu olarak izlemek konusunda ne düşünüyor acaba?
Ben açıkçası onu izlerken eğleniyorum, çok gülüyorum, sahadaki çocuğun televizyon çocuğuna dönüşümünü izliyorum sanki. Bir insan bu kadar mı kendini inkar eder aklım almıyor. Onun gibi aynı konuşma içerisinde beş kez fikir değiştiren ve her söylediği fikri büyük bir tutarlılıkla savunan bir yorumcu daha yok. Yine Rıdvan abisinin, Hakan'ın söylemlerinin hemen ardından onların sözlerini evirip çevirip tekrarlayan ve bunu yeni birşey söylüyormuş gibi süsleyen başka yorumcu da yok.


Ben Sergen Yalçın'ı izlerken keyif alıyorum. Futbol sahalarının dahi çocuğunun ayakları kadar ağzının da iyi çalıştığını ama kaçak çalıştığını görmek tuhaf bir şekilde beni mutlu ediyor.


Ayaklarına ve ağzına sağlık Sergen Yalçın:-)

7 Ekim 2008 Salı

Gerçek Beşiktaşlı Nasıl Durmalı?


01 Haziran 2007
Yıldırım Demirören şunları söyledi: "Sayın Tigana'nın görevden ayrılmasından sonra en son basın toplantısında yarışmayı seven, vizyonu olan, hedefleri olan ve Türkiye'yi tanıyan, Beşiktaş'ı tanıyan bir hoca arayışı içinde olduğumuzu sizlere beyan etmiştim. Yaptığım görüşmeler sonunda bu vasıflara uyan Beşiktaşlılık duruşuyla Beşiktaş'a emek verdiği sürece bütün Beşiktaş Camiası'nın sevgisini kazanmış gönlünde taht kurmuş ve hedefleriyle Beşiktaşımız'ı, genç kadromuzu daha iyi yerlere taşıyacağına inandığımız Sayın Ertuğrul Sağlam'ı bugün Yönetim Kurulu ile beraber son kararımızı vererek teknik direktörlüğe getirdik. Geçen sezon Türk antrenörlerinin senesiydi. Sayın Ertuğrul Sağlam da bunların simgesiydi. Ben Ertuğrul Sağlam ile büyük başarılara imza atacağımıza inanıyorum. Ama burada bütün görev biz Yönetim Kurulu'na, Beşiktaş Camiası'na ve siz değerli basın mensuplarına düşüyor. Hocamızın sonuna kadar arkasında durmak zorundayız.

06 Ekim 2008
Yıldırım Demirören şunları söyledi: “Lucescu ile transfer görüşmedim. Sana (Ertuğrul Sağlam) ve ekibine sonuna kadar güveniyorum. Görevinin başındasın”

07 Ekim 2008
Ertuğrul Sağlam'ın basın toplantısındaki kapanış sözleri: "Taraftarlarımız geldiğim günden bu yana bana destek verdi. Adam gibi adam Ertuğrul Sağlam' dediler. Görevime adam gibi başladım, adam gibi devam ettim ve adam gibi bitiriyorum"

Hangisi Beşiktaşlılık duruşu?

İki Portre: Sayısız Benzerliği Bulun









Gençlik yıllarında boyları dışında birbirilerine benzemedikleri kesin.







Teknik direktörlüklerinin olgunlaştığı şu günlerde ise mimikleri bile benzemeye başladı. Ondan da öte karakterlerindeki büyük beznerlikler aslında. Aşağıdaki demeçleri bile sanki aynı ağızdan çıkmış gibi değil mi?

2008 Avrupa Şampiyonası Eleme Grubu Maçlarında Fatih Terim: Ders almam, ders veririm.

Eylül ayı içerisinde Jose Mourinho: "Elbette ki özel biriyim. Kendi işinizde benim son yıllarda başarılı olduğum kadar başarılı olmak mı istiyorsunuz? Şansınız yok bence..."
Hemşehrilik var mı acaba?

6 Ekim 2008 Pazartesi

Başarı Kıstası



Bir "futbol ülkesinin" güzide kulüplerinden birinin başına tecrübeli sayılabilecek bir Alman teknik direktör gelir. Bu güzide kulübümüz Alman teknik direktörünün yönetiminde ilk iki sezonunu şampiyon tamamlarken diğer sezonda ligin son haftasınının son dakikalarında şampiyonluğu rakibine kaptırır.

Kulüp güzide olunca teknik direktörle yollar ayrılır ve takımın başına bu sefer de teknik direktörlük kariyeri daha yeni yeni olgunlaşan ancak futbolculuk kariyeri müthiş bir Brezilyalı getirilir. Bu Brezilyalı da arada sırada UEFA başkanı ile top sektirmek ve birbirine penaltı atmak dışında takımı ilk sezonunda şampiyon, ikinci sezonunda ise ikinci yapar. Üstüne de uluslararası bir turnuvada bu futbol takımı tarihinde gelemediği bir noktaya gelerek büyük başarı yakalar.

Yine de güzide kulübümüzü bu lig ikinciliği kesmez, Brezilyalı gider yerine tarihinde sadece bir uluslararası şampiyonluğu bulunan Milli Takımı, aradan geçen onlarca yıldan sonra ikinci kez aynı başarıya taşıyan "Futbol Dede'si" getirilir. Üstelik takımın başkanı "Tam da benim gibi düşünen bir teknik adam" der bu teknik direktörümüz için.

Sonuç bu güzide takımımızın Ekim ayına gelinen şu günlerde tarihinde gördüğü en kötü performans. Üstelik bundan yıllar önce lige kendi sahasındaki 6-1'lik yenilgiyle başladığından da kötü. Gerçi o dönemde de Holanda vatandaşı olan gerçekten çok önemli bir teknik adam bu güzide takımın başındaydı ya neyse.

Bir başka futbol ülkesinde ise (ama bu gerçekten futbol ülkesi), yine çok önemli bir futbol takımının başına 1986 yılında gidip bir İskoç'u getirirler. Bu İskoç'un 1993'e kadar kazandığı lig şampiyonluğu yoktur ama takımın başında olmaya devam eder. Sonrasında 1993'ten günümüze kadar 9 lig şampiyonluğu ve 2 kez de uluslararası düzeyde kulüpler seviyesindeki en büyük kupa kazanılır.
Bir "futbol ülkesinin" güzide kulübü teknik direktör öğütürken, diğeri kulübün anahtarını teslim eder 22 yıl boyunca tek bir kişiye. Güzide kulüp patronları ise malesef beş yılda iki teknik adamla yaşanan üç lig şampiyonluğu ve iki ikinciliği, uluslararası düzeyde yakalanmış başarıyı yeterli görmezler. Onların vizyonu çok daha ötesindedir kulübün.
Kulüp bir şirkettir ve şirketler dünyasında kapitalist düzenin acımasız kuralları hakimdir. Nasıl ki şirketler CEO'larını bile gözü kapalı bir şekilde harcıyorlarsa ve gerektiğinde parayı bastırıp başkalarını getirebiliyorlarsa, aynı şey kulüpler için de geçerlidir. Kulüpten büyük futbolcu olamaz, tabi ki olamaz da kulübü sırtında taşıyan adamlar da ödüllendirilmez tıpkı şirketler dünyasında olduğu gibi. Üç kuruş fazla vermektense yeni heyecanlar aranır nedense.

Politika para politikasıdır ama arz-talep dengesi gözetilmez, fiyat dengesi içerideki futbolcu için farklı, dışarıdan alınan için farklıdır. Öyle olunca bu güzide kulübümüz gider o kıtanın en güzide liglerinden birinin gol kralına sırf bonservisi için onlarca milyon dolar sayar, gerçekten iyi de eder. İyi eder ama o lige üç kuruş fazla vermediği için en değerli futbolcusunu kurban verir. Buna ticarette olmasa da futbolda "hayali ihracat" denir.

Bir de "hayali ithalat" var. Son yedi sekiz sezondur hiçbir varlık gösteremeyen ancak rakip takımda yetiştiği için değerine paha biçilemeyen ülkenin en büyük yeteneği kazandırılır güzide kulübün kadrosuna. Önemlidir bu hamle tabi ki, gerçekten önemlidir ama hem hayali ithalat yapacak lüksün var, hem de hayali ihracat, sen Real Madrid misin demezler mi hiç adama?

Hayallerden bahsetmişken tam da bir camianın artık kurumsallaştık, ülke futbolunun onlarca yıl önüne geçtik derken herşeyi gerisin geriye döndürmek hayal tacirliği değil midir?
Bir takım ancak üzerine birşeyler koyarak bir yerlere gelir. Yoksa o takımın tüm kadrosu yabancı futbolculardan oluşsa da üzerine koymadıkça birşey olmaz. Olsa olsa bu "futbol ülkesinde" ancak Real Mardin olur. Üzerine birşeyler koymadan içini boşaltırsanız da bir gün gelir iflas eder. Tıpkı ülke ekonomisi gibi.

Tüm bu hikayeye rağmen bu güzide kulübün sezon içerisinde performansını artırması, şampiyon olması beni şaşırtmaz. Kimseyi de şaşırtmamalı. Halihazırda ortadaki başarısız sonuçlara rağmen kimse istifa etmemeli. Zaten kimse nasıl istikrarlı bir başarı olmadığı sürece başarılı adledilemezse, istikrarlı bir başarısızlık olmadığında da başarısız adledilemez. Önemli olan bu kadar badireden sonra artık istikrarlı bir politika oluşturmanın ne kadar önemli olduğunun anlaşılmasıdır.

Bu anlayışa sahip olmayan sadece bu güzide futbol kulübümüz değildir. Ülke futbolunda yere göğe sığdıramadığımız diğer büyüklerimiz ve büyüklerin etrafında meze olan küçüklerimiz de istikrarsızlık yumağının faturasını zaman zaman ödemektedirler. Zaten bu nedenlerdir ki kulüpler düzeyinde kazanılan bir Avrupa Şampiyonluğu da diğer bir büyük kulübümüzü o sezon dışında başarılı yapmıyor.
Başarı kıstasını sadece medya belirleyemez, sadece taraftar da belirleyemez, belirleyecek olan öncelikle profesyonel futbol yöneticileridir. Başarı kıstası istikrardan geçer. On yılın üzerinde kulübü yönetmek bir istikrardır ve zaman içerisinde belirli periyotlarda başarıyı getirmiştir. Başarıyı sürekli kılmak için alınan kararların istikrarı da önemlidir. İşte bu güzide kulübümüzün aldığı kararları istikrarlı bir şekilde sürdürememesidir bugünkü tablonun nedeni.

Gün yine futbol çığırtkanlarının infaz gerçekleştirme günü olabilir. Olabilir de buna karşı durmak da yönetimlerin işidir. Ne teknik direktörünü ne de futbolcunu aslanların olduğu arenaya atmamalıdır yönetici. Biz bu takım için herşeyi yaptık yediği önünde yemediği ardında da yapmamalıdır. Sakatlar vardır, cezalılar vardır, formsuzlar vardır ve çıkan kadro malesef yetersizdir. Yetersiz olsa da onursuz değildir. Bugün teknik adamınızı ve futbolcularınızı aslanların önüne atmak sizin adınıza günü kurtarabilir ama o futbol takımından uzun seneler verim alamamanıza neden olur. Kulübe sahip çıkmak da bir istikrar işidir ve eğer her başarısız sonucun ardından aslanlara kurban verecekseniz ancak "tüpçü" olabilirsiniz, kulüp yöneticisi değil.
Kulübün menfaatleri için kavga edilir ama savaş açmak başka birşey. Yıllarca diğer büyüklerle, federasyonla kavga etmek kendi taraftarın ve medyan önünde hoş gelir de iş kendi taraftarın ve medyanla kavgaya dönüştüğünde çığırından çıkar. Çürükleri ayıklamak da yönetimin işidir ama çürükleri ayıklarken pire için yorgan yakmadan. Burada da istikrar aranır, istikrar olmazsa sadece yorgan değil, herşey kül olur.
Kıssadan hisse: Eğer hala anlaşılmadıysa şöyle yazayım, başarının yolu istikrardan geçer. Önce istikrarlı olun...