31 Mayıs 2009 Pazar

Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi



Sezonun en heyecanlı haftası idi Başkan Demirören için. Kişisel olarak Yıldırım Demirören'i sevmem. Onun olmadığı bir Beşiktaş'ın şampiyon olmasını tercih ederdim. Yönetim olarak senelerdir aldıkları tek doğru karar Beşiktaş'ı şampiyonluğa taşıyıverdi.
Senelerdir yönetimde acemice hatalar yaptı ama kimse Beşiktaş'ı sevmediğini söyleyemez. Onunkisi aileden gelen bir aşktı. Aşkı için de çok gözyaşı döktü tribünlerde, çokça da isyan etti. Hatta komik durumlara düştü ama Beşiktaş sevdasından vazgeçmedi. Kendi tribünlerini geçtik rakip tribünler dahi "Yıldırım Demirören yeter" diye alaya aldı Beşiktaş Başkanı'nı. Ama Yıldırım Demirören başkan olalı bir kez doğru hamleyi yaptı ve dökülen gözyaşları üzüntüden değil sevinçten boşaldı dün akşam Denizli'de.

İlk onbirde yeralmayan İbrahim'in oyuna girerken kaptanlık pazubandını geri alması Mustafa Denizli'nin bu takıma nasıl sihirli bir dokunuş yaptığının göstergesi idi. Maç sonrası başta Gökhan Zan olmak üzere birçok futbolcunun Denizli'ye şükranlarını sunmaları da.



Mustafa Denizli bir kez daha bu ülkenin en büyük değerlerinden biri olduğunu kanıtladı. Belki önümüzdeki sezon olası kötü bir sonuç karşısında yine idam sephaları hazırlanacak ama bu adamın başarılarını hiçbir tarih kitabından kimse çıkaramayacak.

Küçük yaşlardan itibaren gönül verdiği renklerin başına geçerek Türkiye'de üç büyük kulübün teknik yönetiminde (Galatasaray'da Derwall'in yardımcısı olsa da gerçek olan teknik kadroda yeraldığı) ligin zirvesine ulaşmak her babayiğidin harcı olmasa gerek. Olmadı da. Mustafa Denizli'nin çokça dillendirdiği bir kelimeyle NİTEKİM o bir Beşiktaşlı'ydı ve ligi bu camiada teknik direktörlük yaparak da göğüslemek istiyordu. Başardı Mustafa Hoca.

İbrahimler'in ikisi de az daha başka kulüplerin yolunu tutuyordu sezon başında. Biri sezonun son golünü atarak şampiyonluğun altına son imzayı koydu, diğeri sezon başında kolundan alınan pazubandı ipi göğüslemeden hemen önce tekrar koluna takarak onurlandırıldı.



Yusuf'a bir önceki yazıda değinmiştik. Hepsinin bir hikayesi var aslında. Rüştü'nün kendi camiasında dışlanıp, bir başka camiada zirveye çıkması, Cisse'nin Ernst ile yeniden doğuşu, Zan'ın onca eleştiriye rağmen şampiyonluk sonrası aşk dolu çocuksu sevinci...Evet herkes bu işi profesyonel yapıyor ama kimse aşk duymadıklarını da söyleyemez. Nitekim onların ki bir aşk hikayesi...

29 Mayıs 2009 Cuma

Çilingir



Yusuf Fenerbahçe'de Mustafe Denizli döneminde şampiyonluğu getiren golü atan oyuncu olarak hafızalarımızda kaldı. Ceza sahasına kesilen ortada ince bir dokunuşla ağları görmüştü. O gün Mustafa Denizli'nin güvenini boş çıkarmayan bu adam bu sene devre arasında Beşiktaş'a transfer olduğunda ben de dahil futbol üzerine düşünen yazan herkes bir burun kıvırdı, dudak büktü bu transfere.

Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra Denizlispor'da nekahat dönemini geçirip Bursaspor'da tekrar parlamaya başlamıştı Yusuf. Geçen sezon gösterdiği performans ve hatta sakatlıklardan kırılan Milli Takım'a Fatih Terim tarafından kurtarıcı rolüyle seçilmesi onu tekrar Türk futbolunun gündemine oturttu. Nitekim devre arasında önce Trabzonspor ile adı anılırken o şık bir çalımla Beşiktaş'ın yolunu tuttu. Hiçbir zaman fizik kondüsyonu üst düzeyde olmadı futbol hayatında. Ve hiçbir zaman güçlü bir futbolcu da olmadı. Ama belkide Türk futbolunun en kolay adam eksilten oyuncusu oldu. Ondaki çalım yeteneği biraz fiziki olarak kendini zorladığında tekrar Beşiktaş gibi Turkcell Süper Lig'de zirveye oynayan bir takımda tek devre de olsa rol almasını sağlayacaktı.



Geldiğinde Beşiktaş zirveden biraz uzaklaşmıştı ama Mustafa Denizli 26. haftayı işaret ederek taraftarı ve camiayı biraz olsun susturabilmişti. Nitekim oynadığı ilk maçlarda çok da fark yaratmadı ama lig ilerledikçe o da 0 kilometre bir otomobilin zamanla açılması gibi üzerine birşeyler koymaya başladı takımın. Ligde golleri ve asistleri ile en kritik virajların alınmasında Yusuf'un da adı geçiyordu liste başında. Belki de Mustafa Denizli hep iyi bir takım görüntüsünde olan Beşiktaş'ın eksiğini görmüştü. Yılardır acemice kaybedilen puanlarda bir çilingiri yoktu Beşiktaş'ın. Yusuf ile o çilingiri buldu Beşiktaş.

Haftasonu Denizlispor karşısında çilingirinden yoksun sahaya çıkacaklar. Stres düzeyi yüksek olan bu maçta aslında çokça ihtiyacı olabilir Beşiktaş'ın Yusuf'a. O bu sefer arkadaşların bu işin üstesinde gelmesi gerektiğini belirtmişti geçtiğimiz haftalarda. Bana çok kolay gibi gelmiyor şu an ki kadrodan çilingir çıkarmak.

Dudak bükülen, burun kıvrılan bu adam şimdi Beşiktaş'ın en kilit oyuncusu konumunda. Yılar önce Fenerbahçe'den kopup başını taşlara vurduğu yıllarda genç futbolcuların büyük takım forması giymenin kıymetini bilmesi gerektiğini söylemişti. Arayıp da bulamayacağı fırsatı futbol hayatının sonbaharında Beşiktaş ile şampiyonluk kovalayarak buldu. Ve belki de en çok o korkuyor bu fırsatın elinden alınmasından.

Son 90 dakika bittiğinde Beşiktaş herşeye rağmen şampiyonluğunu ilan edecek olması kuvvetle muhtemel. Bu şampiyonlukta da Beşiktaş tarihinde Mustafa Denizli'den sonra adının en önce yazılması gereken adam Yusuf. Ve bence Yusuf'un tam da zirvede futbol hayatına nokta koyması gerekiyor. Onun için bu son en muhteşem gözüken final senaryosu. Çilingir'in açılması gereken son kapıyı arkadaşlarına emanet edip Pazar günü kuttlamalarda İnönü'de şampiyonluk turunu attıktan sonra elveda demesi en ideali olur herhalde.

Not: Sergen Yalçın Yusuf Şimşek Beşiktaş'a transfer olduğunda "Yusuf Şimşek artık futbolun son demlerine gelmişken Beşiktaş'ta ne işi olabilir. O Beşiktaş'a göre yaşlı bir futbolcu. Beşiktaş'a katkısı olacağını düşünmüyorum. Bu transfer Beşiktaş'a hiç gerekli değildi. Yusuf Şimşek'in bireysel yetenekleri fazla olabilir ancak performans ve sürat yönünden Beşiktaş'ın formasını hak eden bir futbolcu asla değil' demişti. Ben de aynı görüşteydim, şimdi de bu transferin Beşiktaş'a bir şampiyonluktan fazlasını katmayacağını düşünüyoum. Ama Mustafa Denizli'nin ihtiyacı doğru belirlediğinin de hakkını vermek lazım.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Eto Kupayı Babasına Adadı


Her fırstatta ırkçı saldırılara uğramasına alıştığımız Eto da gol sonrası kolunun iç tarafındaki damarları şişirircesine vurarak sevincinin nedenini bir kez daha açıkladı.

"Attığım gol babamın kanını taşıyor olmam sayesinde geldi, aldığımız kupayı babama adıyorum".

Dersimiz Guardiola'nın Sözleri


Dün akşam basın toplantısında ŞL Kupası'nı Maldini'ye adadığını söyledi genç adam. Bundan birkaç gün önce Pep Guardiola'ya Saygılarımızla yazımızda nasıl kendisine verilen İspanya'nın en prestijli ödülünü haketmediğini ve başkasına verilmesini istediğini yazmıştık. Bir Morinho'ya bakıyorum bir de Guardiola'ya. Morinho'yu da severim ama bu adam Morinho'nun o kadar zıttı bir tavır içerisindeki. Pep'e sevmenin dışında ona saygı duymamak imkansız. Ders alma ders veririm de diyebilirdi ki her sözüyle ders veriyor bu adam.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Kupa 2009'un Rüya Takımı'nın



Barcelona ve Manchester United beklenen kadrolarıyla çıktılar final gecesinde Roma Olimpiyat Stadı'na. Oyunun ilk anlarında oldukça yüksek olan pas hataları içerisinde Manchester United daha çok rakip kaleyi yoklar gözüktü.


Ve fakat gol ilk tehlikeli atağında Iniesta'nın bir ara topunda Eto'nun şık çalımı ile Vidic'i bakkala göndermesi ve sağ ayağının üstüyle topu tokatlaması sonucu geldi. Maç öncesinde kalecilerin form düzeyinin düşüklüğünden bahsetmiştik, Van Der Sar çıkarabileceği bu topta zayıf bir müdahale ile topu içeri almış oldu. Gol sonrası Ronaldo'ya dönen kameralar onun herşey yolunda motivasyonunu izletti bize ama ilk yarı boyunca Manchester United hiç etkili olamadı. Oysa oyun planlarında rakibin sağ ve sol defans bölgesindeki eksiklikleri bu bölgelerdeki savunma oyuncularının arkasına atılan toplarla göbekteki Toure Pique ikilisini ağırlığından da faydalanarak gole ulaşmak vardı ama genelde defansın sol ve sağ kanadı çakılı oynayınca bu planda geçerliliğini yitirdi.

Barca ise maça 4-3-3 dizilişinde başlayarak öndeki üçlünün yerini bolca değiştirdi. Ön alandaki bu hareketlilikte oyunun 30'lu dakikalarında bir beş dakika Eto'yu sağ hücum alanından içeri kaydırdılar ki, bu bölümde Puyol'un çakılı oynamadığı ender sürelere sahne oldu, Eto'nun boşalttığı alana girerek rakibi sürklase ettiği bir bölüm izledik. Kimse böyle bir hamle beklemediği için Puyol bu beş dakikalık süreçte bolca orta kesti rakip ceza sahasına. 40.dakikadan sonra kısa bir süre tam tersini Henry'i içeri kaydırıp Silvinho ile denemek istediler ama çok kısa süre içerisinde vazgeçtiler.



İkinci yarıya Alex Ferguson Tevez'i alarak aslında benim her zaman Manchester United'ta görmek istediği oyun düzenine dönerek başladı. Fletcher'ın yokluğunda Anderson'un kenara çekilmesiyle bu hamle Barcelona için aslında boş alanlar bulması anlamına geliyordu ki nitekim Barca bu hamle sonrası daha rahat oynamaya başladı. Hatta ilk yarıda hiç gözükmeyen Henry'nin bir anda etkinliği arttı.

Oyunun son 30 dakikasında Park'ı çıkarıp Berbatovu sokarak bütün riskleri alması Xavi - Messi ortak yapımı bir golle sonuçlandı ki ben Messi'nin kafa ile ceza sahasında bu kadar boş kalarak attığı bir golü hatırlamıyorum. Bu dakikadan sonra maçtan önce zayıfta olsa ilk onbirde oynayabileceği düşünülen Scholes oyuna girdi ama orta sahada dengeleri sağlamak için artık çok geçti.



38'lik Pep muhtemelen dünyada kariyerinin ilk yılında 3 kupa birden kaldıran ve bunlardan bir tanesi Şampiyonlar Ligi olan ilk teknik adam olarak tarihe geçti.



Öte yandan Barca yüzünden kariyerinde önemli bir eksiğe sahip olan Henry yine Barca sayesinde bu eksikliği kapatmış oldu.



Eto giderayak bir daha Barca'ya böyle bir forvetin kısa süre içerisinde gelmeyeceğini gösterdi. Problemlerle geçen iki sezondan sonra Pep ile de elektrikli başlayan ilişkisi sonunda takımın yararına pozitif bir güce dönüşünce çok katkı sağladı bu sezon Barca'ya.



Ve Messi: Artık onun önümüzdeki sezon yılın en iyi futbolcusu ödülünü alması garanti hale geldi. Hatta bu ödül verilene kadar topa dokunmasa bile artık ödül Messi'nin kucağında.

Manu ilk kez çıktığı bir Şampiyonlar Ligi finalinden eli boş ayrıldı. Maçı önce orta sahada kaybettiler ve Barca'nın sürekli saha içinde rotasyona tabi forvet hattı karşısında başları döndü. Ve bu sezonki ŞL finali herkesin görmek istediği sahne ile Platini'nin kupayı Puyol'a teslim etmesi ile sona erdi.

Not: hiçbir şeyden kaçınmadık bu final için ve Roma'ya acar muhabirimiz Ali Baras'ı gönderdik. Cuma final gününe ait eşsiz fotografları yayınlayacağım:-)

İngiliz Taraftarlarla İtalyanlar Arasında Hava Isınıyor


Şampiyonlar Ligi Finali Roma'dan Alınacak mı? başlıklı yazıda İngiliz taraftar gruplarının Roma'daki finalle ilgili endişelerini dile getirmiştik. Şu ana kadar bazı münferit olaylar yaşandığına dair İngiliz gazetelerinde yazılar çıkmaya başladı.

Bugün bir Manchester United taraftarı oteline yakın bir bölgede bıçaklanmış. Ciddi bir yaralanma olmasa da hastanede tedavi altına alındığı bildirilmiş. Şu anda Roma polisi resmen alarmda ve yaklaşık 30.000 Manchester United taraftarının bulunduğu şehirde her türlü güvenlik önlemini almaya çalışıyor. Buna karşılık Ultras ile her an bir olay çıkabileceğine de dikkat çekmek gerekiyor. Ben daha çok maç sonrası olayların yoğunlaşabileceği kanaatindeyim.

Barcelona - Manchester United İlk Tango



1984 Barcelona için her açıdan kötü bir yıl oldu. Copa De La Rey: Savaşın Ardından İlk Buluşma yazısında yaşananları yazmıştık. Bu maçtan iki ay önce 7 Mart günü Kupa Galipleri Kupası'nda Barcelona Machester United ile çeyrek final ilk maçına çıktı.

Bir önceki sezonun başarısızlığı, Menotti'nin başını ağrıtıyordu. Keza Maradona bel ağrısının etkisiyle o sezon da beklenenleri vermekten uzaktı. Bu maç öncesi de yine bel ağrıları çeken Maradona oynamak konusunda ısrarlı olunca yapılan iğnelerle sahaya çıktı. Ama sonuç hüsrandı ve Maradona tek bir etkili top yapamadan Menotti tarafından daha devre arası olmadan oyundan alındı. O akşam Nou Camp'da 80.000 kişinin protestoları arasında sahayı terketti Maradona. Belki de ayrılık rüzgarları esas o günlerde Copa De La Rey'den iki ay önce esmeye başlamıştı.

O yıl Kupa Galipleri Kupası'nda 2-0'a karşı deplasmanda alınan 3-0'lık mağlubiyetle kupaya veda etti Barca. 1990-91'de finalde kaybettiklerinden daha fazlasını Maradona'yı kaybettiler bu maçla. Hoş Maradona hala kalbim Barca ile diyor ama tarihte 7 Mart 1984 bir yara olsa gerek içinde. Kupa Manchester'a da yar olmadı ve yarı finalde Juventus'a elendiler. Zaten o dönemde Ron Atkinson yönetiminde FA Cup dışında da bir başarı kazanamadı kırmızı şeytanlar.


Bu maç Avrupa Kupaları'nda iki takımın ilk eşleşmesidir aynı zamanda. Bu iki maç sonrası ise iki kulübün tarihinde önemli olaylara gebedir. Çeyrek final maçının iki sene sonrasında Manu'nun başına Alex Ferguson gelir. Bu da yükselme döneminin başlangıcıdır Manchester United için duraklama döneminin akabinde ki o süreç günümüze kadar devam etmiştir. Belki bu anlamda Manchester United son 20 yılın en istikrarlı takımıdır aslında. Bu maçtan dört yıl sonra da Barcelona'nın başına Cruyff gelir ki bu da Barcelona'nın Avrupa'da yeniden yükselişe geçişidir.

İlk tangodan Manchester United galip ayrıldı. Bu akşam son tangoya çıkıyorlar. Fergi hala takımın başında, Barca'da ise Pep ilk randevu gerçekleştiğinde 13 yaşındaydı.

26 Mayıs 2009 Salı

Barcelona - Manchester United



Pek çoklarına göre rüya gibi bir final olacak, Laporta da öyle demişti zaten. Bugüne kadar eski statüye göre Şampiyon Kulüpler Kupası finalleri de dahil olmak üzere Barcelona beşinci finaline çıkıyor. Manchester United'ın ise dördüncü finali.



Rakamlar futbol matematik olsaydı Manchester United'ı gösterirdi. Geçtiğimiz yılın en iyi oyuncusu onlarda. Barca'ya karşı galibiyet sayısında tarihsel bir üstünlükleri var. Oynadıkları tek finali 2-1 kazandılar. Bugüne kadar bu kupada çıktıkları tüm final maçlarını kazandılar. Hele bir Bayern Münih ile oynadıkları final var ki Alman takımının tarihindeki en dramatik günlerden biri. Barcelona'ya gelince sanırım 1960'ların başında Benfica'ya kaybediyorlar, son iki finalde ise gülen taraf oldular.



Bu kadar kaliteli kadroları karşılaştırmak anlamsız olur ama teknik direktör farkıyla Manchester United'ın avantajına değinmek gerekir. Pep çok iyi bir takım yarattı, daha doğrusu takım zaten vardı Pep onları yeniden takım yaptı. Ama 38 yaşındaki Guardiola, 68 yaşındaki Alex Ferguson karşısında çokça deneyimsiz aslında. Ben Ferguson'un yarın kora kor bir mücadeleye girmeyeceğini düşünüyorum. Aksi halde Barca kazanır. Zaten o da bunun sinyallerini verdi Chelsea Barca'nın da yenilebileceğini gösterdi diyerek. Hiddink gibi bir kurt hocanın karşısında Pep'in nasıl çaresiz kaldığını izledik yarı finalde. Bu maçta görev alması muhtemel Scholes Manu için kilit oyuncu. Rio Ferdinand'ın hazır hale gelmesi de önemli. Bir başka alternatif 4-4-2 ile Giggs ve Park'ı sahaya sürmek olacaktır. Benim düşüncem Manchester United'ın tıpkı Chelsea gibi rakip hücumlarda kendi yarı alanında boş alan bırakmadan, alanı mümkün olduğunca daraltarak oynayacağı yönündeki burada defansın göbeğinde Ferdinand ve önünde oynarsa Scholes orkestra şefleri olacaktır. Her halukarda aslında Manu'nun orta sahada Barca'ya kıyasla daha zayıf olduğunu kabul etmek gerekiyor. Direksiyonun başında Ferguson ne yapacak göreceğiz.



İki takım açısından da her ne kadar Van Der Sar iyi kaleci de olsa son zamanlardaki form düzeyi nedeniyle yumuşak karınları gibi duruyor. Valdes için düşüncelerimi zaten bu blogda zaman zaman belirtmiştim.

Maçın skoru ne olacak derseniz Barcelona klasikleşmiş 25-30 dakika içerisinde rakibini sürklase eden oyununu ortaya koyabilirse Manchester bir daha ayağa kalkıp geri dönemez. Golsüz geçen dakikalar ilerledikçe ibre United'a döner.

ŞL Finali Öncesi Barca'da Hava Durumu


Barcelona'yı şişirdikçe şişirdik bundan önce, finalde onu tutuyoruz tamam da Barcelona'da da içten içe bir çekince yok değil. Bu çekince ile ilgili öne çıkan isim ise Cristiano Ronaldo değil.

Barcalı futbolcular daha çok Wayne Rooney'den çekiniyorlar. Pique daha önce onun kadar güçlü bir forvet oyuncusu görmediğinin altını çiziyor. Pique'ye göre Rooney dünya klasmanında bir oyuncu ve maçın başlama düdüğünden bitiş düdüğüne kadar durmuyor, defansta onun baskısını hissediyor. İşine odaklandığında durdurulamaz bir oyuncu olduğunu da ekliyor.

Bir diğer Barcalı Iniesta da Pique'den farklı düşünmüyor. One göre de en çok çekinecekleri Wayne Rooney ancak önlerinde tarih yazmak için sadece bir doksan dakika kaldığını ve bunun ayaklarının altına gelen çok büyük bir fırsat olduğunu da ekliyor.

Xavi'ye göre bu sezon en iyi futbolu kendileri oynadı. Bu nedenle de ŞL'de kupayı kaldırmayı en çok Barca hakediyor. Hatta Xavi futbol için bu sene gösterdikleri performansı bir ödül olarak nitelendirerek bir hayli de mütevazi!!! konuşuyor. İki tarafında savunmada eksikleri olması nedeniyle Barca'daki eksiklerin bir özür olamayacağını söyleyen orta saha oyuncusu Messi'nin de dünyanın en iyisi olduğunu belirtmeden edemiyor.

Kaptan Gemiyi Terketmeyecek


Koskaca bir çınar Newcastle United Premier Lig'den düşünce son sekiz hafta takımın başına getirilen Shearer'ın önümüzdeki sezon takımdan ayrılıp ayrılmayacağı konuşulmaya başlamıştı. Geminin büyük kaptanı yola Newcastle ile devam edecek gibi gözüküyor. Yarın yöneticilerle biraraya gelip 4 yılık bir kontratı konuşuyor olacaklar. Anlaşılan Newcastle Premier Lig'den çok fazla uzak kalmayacak.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Pep Guardiola'ya Saygılarımızla


Premio Principe de Asturias yaptığı işte fark yaratanlara verilen bir ödül. Kuruluş 1980'den beri faaliyet gösteriyor ve her yıl İspanya'nın en prestijli ödüllerini farklı kategorilerde başarı kazananlara veriyor. Spor dışında, edebiyat, sanat vs. farklı kategorilerde birçok tanıdık simanın ödüle layık görüldüğünü biliyoruz.

Spor dalında bugüne kadar bu ödülü kazananlar arasında Rafael Nadal, Michael Schumacher, İspanya Milli Basketbol Takımı, Fernando Alonso, Hicham El Guerrouj, Brezilya Milli Futbol Takımı, Fransa Bisiklet Turu Organizasyonu, Lance Amstrong gibi isimler, organizasyonlar ve takımlar var.

Bu sene ödüle Pep Guardiola layık görüldü. Layık görülmesi doğal tabi Barca'daki değişim ve kazanılan iki kupaya bakıldığında. Ancak Guardiola ödülü geri çevirerek bu ödülü almaya layık olan daha önemli isimler olduğuna inandığını belirtmiş. Bu ödülü almak için çok kısa bir yolculuk yaptığını ancak çok daha uzun sürelerdir spora hizmet veren kişiler olduğunun altını çizmiş.
Pep'in bu tavrı neden Barcelona koltuğuna oturduğunu ve Başkan Laporta'nın neden milyonlarca dolarlık takımı ona emanet ettiğini fazlasıyla anlamamı sağladı açıkçası. Bu olgunluğu ve erdemi göstermek her babayiğidin harcı değildir. Ve sırf bu tavrı onun spor dünyasında çok daha büyük bir ödüle layık kılıyor. Saygı...

Şampiyonluk Denizli'nin Elinde




24 Mayıs 2009 Pazar

Grazie Capitano



ŞL Kupası Collessium'da


ŞL Kupası Roma'da Collessium'un önünde sergileniyor. Finalde takımı olmayan İtalyanlar da bolca hatıra fotografı çektiriyorlar.

Maldini İle Son Kez


16 Mayıs'ta Udinese karşısında 900. maçına çıktı Milan formasıyla. Gönül isterdi ki 1000. maçına da çıksın. Galliani 900. maç anısına özel bir ödül verdi kendisine. Ve bugün veda günü. Güle güle Büyük Kaptan...

ŞL'de Final Öncesi


Şampiyonlar Ligi finali öncesinde havayı koklamaya devam ediyoruz. Final öncesi herkesin Barcelona'nın kazanmasını istiyor olması doğal ama Manchester United'ın sanki biraz ikinci planda kalıyor olması bana haksızlık gibi geliyor.

Katalanlar bu sene müthiş bir performans sergiledi ama son yıllara damgasını vuran Manu da yabana atılmamalı. Yine de esen rüzgardan Ferguson bile etkilenmiş görünüyor. Bernabeu'da Real Madrid karşısında rakibinin performansını izleyen Fergi kendi kendine şöyle dediğini itiraf etti: "Kesinlikle görkemli bir performanstı ve kendime muhtemelen bunlarla oynamak zorunda kalabiliriz dedim".

Stampford Bridge'deki yarı final ikinci maçı üzerine de konuşan Fergie Chelsea'nin onların da yenilebileceğini gösterdiğini belirtiyor. Pep'in yerleştirdiği futbol anlayışına övgüler düzüyor.

Satır aralarında benim hissetiğim ise şu aslında:Fergi rakibinden kesinlikle çekiniyor ve bu ondan çok fazla duymaya alışık olmadığımız sözler. Onlar da yenilebilir ifadesi rakibin üstünlüğünü kabul eden bir ifade.

Eğer Barca cephesinde tam tersi bir özgüven varsa ki bazı oyuncuların demeçlerinde de bunu görüyorum, o zaman karşımıza çok enteresan bir sonuç çıkabilir final gecesi. Sanki Cruyff'lu Barca'nın Milan karşısında finalde aldığı 4-0'lık mağlubiyet öncesi bir hava var. Bir taraf aşırı güvenli diğer taraf ise tedirgin. Bu durumun kimin işini kolaylaştırdığını göreceğiz.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Kurtların Hayali Gerçek Oldu



2004 sezonuna fırtına gibi girmişti VFL Wolfsburg Gerets yönetiminde. D'Alessandro'nun sürüklediği takım Bundesliga'nın ilk yarısında zirve mücadelesi verdi. Tıpkı bu sezonun ilk yarısında Hoffenheim gibi onlarında bu çıkışı sürprizdi.



Ama bu çıkış ligin ikinci yarısında Hoffenheim ile benzer bir kadere sahip. Daha sonraki yıllarda da pek bir varlık gösteremedi Kurtlar Bundesliga'da. Ta ki Magath'ın gelişine kadar. Bu sezon da şampiyonluk şansı verilen takımlar arasında isimleri pek geçmiyordu. Bayern mutlak favoriydi, Hoffenheim müthiş bir çıkış yakalamıştı, Stutgart, Hamburg, Werder Bremen, Schalke, Borussia Dortmund diye sayabilirdiniz sezon başında ancak Wolfsburg bu sırlamada aklınıza pek gelmezdi. Peri masalına Hoffenheim başladı, perdeyi Wolfsburg muhteşem bir galibiyetle Werder Bremen'i 5-1 yenerek kapattı.



Ligin ilk yarısını 26 puanla liderin tam 9 puan gerisinde ve dokuzuncu sırada kapatan bir takımın ligin sonunda ipi en ön sırada göğüslemiş olmasını ancak Magath'ın bir hayali gerçekleşirdik sözleri açıklayabilir. Bundesliga'nın gelmiş geçmiş en sıradışı şampiyonluk hikayesini yazdı Kurtlar kalan 17 maçlarında 43 puan alarak. On sekizinci hafta aldıkları Köln beraberliğinden sonra aralarında Hamburg'u deplasmanda 3-1, Bayern'i kendi sahalarında 5-1 olmak üzere tam on hafta galip geldiler. Bu seri onların 25. hafta zirveye çıkmasına yetti ve bir daha arkalarına bakmadılar.



Josue, Dzeko, Grafite, Misimovic, Barzagli...Hepsi için birşeyler yazılabilir ama bu başarının mimarı Magath için sayfalar yetmez. Seneye başta teknik direktörleri olmak üzere bu takım dağılacak ama Bundesliga bu şampiyonluğu bir daha asla unutmayacak.

Aziz Yıldırım'ın Açıklamalarındaki Çelişkiler


Aziz Yıldırım haftasonu kongre öncesi televizyona çıkarak seçim öncesi kozunu oynadı. Fenerbahçe taraftarları açısından ben açıklamalarını pek tatmin edici bulmadım.

Öncelikle bizim de hatalarımız var dedi ama ben hatalarının ne olduğunu bir türlü duyamadım Aziz Yıldırım'ın ağzından. Daum'un Denizli maçı öncesi yaptığı açıklamalarla zaten gidişini hazırladığını ve şampiyonluktan çok emin olduğunu belirtti. 6+2'nin takımlar açısından yedek oturtulan oyuncu seçiminde büyük sıkıntılar yarattığını belirtti. Daum döneminin ısıran takımının da şampiyon olamadığını söyledi. Emre'nin performansını överken Aurelio'nun yerinin doldurulduğunu ima etti. Maldonado'nun ilk geldiğinde Gaziantep maçında ayakta alkışlanacak bir performans sergilediğini söyledi.

Daum dönemine bakarsak zaten Daum dönem dönem garip açıklamalara hep imza attı. Bu yüzden kendisini olası bir şampiyonluk sonrasında daha iyi bir kontrata imza attırtacak bir pazarlığın içine sokması değildir Daum'un gidişinin nedeni bu bir. Üç sezonda ortalama 80 puan civarında bir performans sağlanmıştır bu iki. 6+2 için yedek kulübesinde oturan yabancı futbolcular için sorun olduğunu söylemek daha da abes bu takımda Anelka yedek oturmuştur öyle veya böyle. Daum ve Zico bu problemi yönetebilirken şimdi mi bu durum yönetilememektedir bu üç. Emre - Aurelio performansları üzerine hiçbir şey söylemiyorum bile. Keza Maldonado seçimi için de...

Başkan sportif olarak ve ekonomik "anla"mda "çok "başarılıdır ama futbolda gerileme döneminin önüne geçememiştir malesef.

En çok aklıma takılan da Tuncay'ın bonservisime 5 milyon dolar yazın deyip kendisinin ya kalırsın ya da gidersin tarzındaki yaklaşımı olsa gerek. Cebinden para harcamış olabilir başkan ama Fenerbahçe'nin kasasına girecek fazladan 5 milyon doları nasıl elinin tersi ile iter anlamak mümkün değil. Hani Fenerbahçe'nin çıkarları herşeyin önünde geliyordu.

22 Mayıs 2009 Cuma

Türk Lokumu'nun Son Maçı


Tugay Kerimoğlu futbol dünyamızın yeterince değerini veremediği ama bu değeri İngiltere'de fazlasıyla görmüş bir adamdır. Zaten bu yüzdendir ki futbol hayatının hiçbir noktasında bir daha Türkiye'ye dönmeyi düşünmeyerek en isabetli kararı vermiştir. Blackburn sezonun son maçını bu hafta ligin dibindeki West Brom. Albion ile oynuyor. Bir anlamda Tugay'ın Premier Lig'e vedası...
Blackburn ürünlerinin satıldığı sanal mağazası http://www.roverstore.co.uk/ yukarıdaki tişörtlerden koymuş. Kendisinden ortasahanın maestrosu diye bahsediyor sitede. Sınırlı sayıda ve satın almak isteyenler elini çabuk tutmalı. Ewood Park stadyumu'nda son performansını izleyemeyeceğiz ama anısına bu tişörtü alabiliriz.
Ne diyelim "Sen bizim Türk lokumumuzsun Tugay".

21 Mayıs 2009 Perşembe

Barcelona - Manchester United

Barcelona- Manchester United Şampiyonlar Ligi finali dosyasını artık yavaş yavaş açıyoruz. Maç saatine kadar neler oluyorsa yansıtmaya çalışacağım. Bu maçın en büyük özelliği hiç kuşkusuz Messi - Cristiano Ronaldo düellosu olması.

Sadece kulüpler düzeyinde değil iki futbolcunun birbirilerine karşı gövde gösterisi. Ronaldo yılın futbolcusu, Messi ise önümüzdeki sezon için en büyük aday. Ve önündeki en büyük engel de bu maçı kazanmak zorunda bu ödülü alabilmek adına. Yoksa bu apoleti Ronaldo takarsa Messi seçilse bile biraz ayıplı bir seçim olur bu.

Futbolseverlerin büyük ölçüde Barcelona'yı desteklediğini görüyoruz. Çevremde kim varsa Barca'nın muhteşem sezonu bu üçüncü kupasını alarak kapatmasını istiyor. Geçen senenin şampiyonu ve yıllardır Alex Ferguson ile futbol dünyasını kasıp kavuran Manchester United bir anda ikinci plana itiliverdi.

Bu durumun kendileri de farkında ve aslında hiç de ihtiyaçları olmamasına rağmen bu maçı kazanmak onlar için de bir rüşt ispatına dönüşmüş durumda. Manu kazanırsa tek büyük benim diyecek, Barca kazanırsa senden büyük Barca var diyecek.

Şimdilik hayatımıza bu yoğunlukta girmese de futbolun gündemi aynen bu çerçevede. Ben son yıllarda bu kadar iddialı bir maç yaşadığımı hatırlamıyorum. Bir maçın iki büyük favorisi var ve hangisinin kazanacağını söylerseniz söyleyin savınızı destekleyebileceğiniz bir sürü enstrümana da sahipsiniz. Aynı durum Messi - Cristiano Ronaldo kıyaslaması için de geçerli.

Belki dağ fare doğuracak, belki de beklenen atmosferde bir maç olmayacak (bu çok ufak bir ihtimal ama belki) ama her yönüyle gelmiş geçmiş en büyük Şampiyonlar Ligi finali kapıya geldi dayandı. Herkesin beklentisi uzay futbolu izleyeceğimiz yönünde.

Karakter Sahibi Olmak


Aceto'da iki hafta önce yazmıştı Okay Karacan Xavi Iniesta Barcelona yazısını. Son dönemlerde okuduğum en iyi futbol konulu yazıdır. Tam bu yazının içeriğinin çevresinde dolaşan birşeyler yazmayı planlıyordum ki bu yazı üzerine geldi.

Yazı saha içerisinde herşeyin yolunda gitmesini Ronaldinho, Deco gibi yıldızlar ayrıldıktan sonra takımın altyapıdan yetişmiş ya da İspanyol oyuncularının liderliğinde birbirine kenetlenmesini, bu kenetlenmenin temelinde de Barcelona değerlerinin ne olduğunu bilen güçlü bir sporcu ahlakına sahip olmalarını anlatır. Henry'nin performansındaki artış, Eto'nun uyumu hep bu Xavi Iniesta Barcelona çatısı altında gelişir.

Dikkat ettim de bu transfer çılgınlığı içerisinde Barcelona'nın ideal onbirinin çatısını da İspanyol futbolcular oluşturuyor. İlginç ama yabancı transferi serbest bırakılsın diye ortalığın yıkıldığı Turkcell Süper Lig'e nazire yaparcasına Barcelona gibi bir takım ilk onbirinde Valdes, Xavi, Iniesta, Puyol, Pique ve bazen de Busquets olmak üzere 6 yerli oyuncuyu oynatıyor. Üstelik bunlara altyapısından gelen Messi'yi de ve yine zaman zaman ilk onbire dahil olan İspanyol vatandaşı Bojan'ı da eklersek günümüz futbolunda Real Madrid, Chelsea ya da Manchester City gibi transfer çılgınlığına pek de gerek olmadığı görülüyor.

Bir futbol takımının karakteri olması çok önemli, bu karakteri yakalamak için de yerli futbolcularınızın bu kültüre sahip olması gerekiyor. Mümkünse bunu altyapıdan futbolcu çıkararak yapıyor olması da çok önemli. Altyapıdan gelmiyorsa da genç yaşlarda o kulübün tedrisatından geçmesi gerek. Barcelona, Arsenal, Ajax (bakmayın siz son yıllarda Ajax'ın Avrupa futbolunda gözükmemesine) bunu günümüzde çok iyi yapan takımlar.

Turkcell Süper Lig takımlarımızda da kulüp tarihlerinde yaşadıkları en büyük başarılarda hep bu felsefe var. Gordon yönetiminde Beşiktaş'ın efsane kadrosunda Metin-Ali-Feyyazlı, Rıza, Ulvi, Gökhan ve Şifo'nun oynadığı dönemler, Fatih Terim yönetiminde Galatasaray'ın UEFA kupasını kazanmasını sağlayan Akdeniz Oyunları Milli Takımı ve diğer genç oyuncularla yıl be yıl pekiştirilen futbol karakteri, Selçuk, Volkan, Tuncay, Kemal, Semih gibi genç oyuncuların üzerine atılan temellerle Fenerbahçe'nin son yıllarda kulüp tarihinde ulaştığı en başarılı performans düzeyi hep aslında inşaatın temelinde genç ve sağlam karakterli futbolcuların olduğunu gösteriyor. Böyle bir jenerasyon yakaladığınızda ve takım içi liderliği onlara teslim ettiğinizde geriye bu takımı süslemek kalıyor ki bu finansal gücünüz varsa o kadar da zor değil.

Herkes Hagi'yi Galatasaray'ın o döneminin lideri olarak görür, saha içinde de bu hep böyle olmuştur ama saha dışında o takımı ayakta tutanlar da her zaman Hakan Şükür, Bülent Korkmaz gibi o kulübün değerlerine sahip oyuncuları olmuşlardır.

Xavi Iniesta Barcelona bir futbolun takımının, aslında genel anlamda bir takımının nasıl inşa edilmesi gerektiği hakkında ipuçları veren bir yazıdır. Bu yazımda kendimce düşüncelerimi eklemek istedim sadece. Yazının başlığı Hakan Bülent Galatasaray, Şifo Rıza Beşiktaş ya da Semih Tuncay Fenerbahçe olsa da olur, pakete değil muhteviyata eğilmek de yarar var.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Son İmparator



Shaktar Donetsk - Werder Bremen arasındaki UEFA Kupası final maçına şimdiki ismiyle son kez Şükrü Saraçoğlu'nun ev sahipliği yapması ayrı bir anektod ama dün gece ki oyunun İstanbul'a yakışan bir final maçı olmadığı da bir gerçek. Hele ki Liverpool - Milan Şampiyonlar Ligi finalini yaşamış bir şehir için.

Maçın geneline bakacak olursak Shaktar'ın kupayı daha çok hakeden bir oyun ortaya koyduğunu gördük. İlk yarıda dengeler sürekli el değiştirse de ikinci yarıda özellikle 80. dakikaya kadar Shaktar'ın sambacılardan oluşan hücum hattı bir hayli bunalttı Werder Bremen savunmasını. Wiese'nin bu dakikalarda önemli kurtarışları vardı ama öte yandan kurulan baskı bu da kaçar mı cinsinden bir pozisyon getirmedi. Hatta bu baskı süresince dahi en tehlikeli pozisyonu Mesut Özil - Pizarro yapımı bir hücum organizasyonunda Werder Bremen'den izledik. Sürekli yerden paslarla yılmadan Werder Bremen'in üzerine yüklenen Shaktar'ın karşısında Prödl ve Naldo'dan oluşan defansın göbeği neredeyse hatasız oynadı 90 dakikayı. Naldo'nun beraberlik golüne imza atması da performansının üzerine çektiği cila oldu.

Bununla beraber ilk yarıda zaman zaman rakibin hücuma kalktığı anlarda ani olarak topa basarak önemli tehlikeler yaratan Werder Bremen ikinci yarı ile birlikte tamamen kendi yarı sahasına kapandı ve hiç top yaparak çıkamadı ki bu haliyle kupayı haketmeyen bir görüntü çizdi benim gözümde.


Uzatma bölümüne de Shaktar hızlı başladı ve ilk golde ne kadar şanslılar ise ikinci golde o kadar organize bir pozisyonla golü buldular. Hakem Cantalejo'nun defansın görüş açısını kapattığı ara topunda Adriano işi bitirirken ikinci golde hiç mazereti yoktu Werder Bremen savunmasının. Bna göre sahanın en iyisi Srna'nın ortasına Jadson'un dokunuşu yetti. O ana kadar Werder Bremen kalesinde güven veren Wiese bu topu çıkarabilirdi ama nasıl yedi bu golü de diyemem.

Geriye kalan bölümde ise Werder Bremen oyun disiplininden koparken Lucescu önderliğinde Shaktar adım adım kupaya yürüdü. İstanbul'da bu kupayı kaldırmak Lucescu'ya ve uzun vadeli bir proje olan Shaktar takımına yakışırdı ki zaten öyle de oldu.

Korkak futbol oynatmakla suçlanan ve Galatasaray ve Beşiktaş takımlarının başında bu kulüplerin en başarılı dönemlerinden birine imza atan Lucescu'yu şimdi Shaktar'ın başında izleyenler farkında mıdır bilmiyorum ama Türk futbolu adına önemli bir teknik adamı daha elimizden kaçırdığımızı bir kez daha gördük.

İmparator Lucescu kupayı Ukrayna futboluna armağan ederken bana bir sözü hatırlattı: "Köpekler istedi diye atlar ölmez".

Ne Kadar Kurumsallaşmak


Aziz Yıldırım tekrar başkanlığa adaylığını koydu. Bu yazıda ben başka birşeyleri yazıyor olacağım. İleri ki günlerde yazacağım yazının altyapısı aslında bu yazıda hazırlanıyor olacak.

Kim ne derse desin 2-3 yıl kalan bir yönetim tesisleşme, ekonomik büyüme ve sporda başarı anlamında bu çizgiye taşıyamaz bir kulübü. Bir spor kulübünün büyümesi için idari ve teknik kadrolarının uzun yıllar görev yapmasında fayda vardır. Dolayısıyla sadece sportif başarı değil başka unsurlar da o kulübün başarısında belirleyici rol oynayacaktır. Ama Aziz Yıldırım kendi hatalarından bugüne kadar ders almamışsa, Fenerbahçe'nin de 3 yıl daha kaybedecek zamanı yok. Hataları ve sevapları da bu yazıda yazmayacağım. Ancak bir Türkiye gerçeğine burada girmek istiyorum.

Ülkemizde kurumsallık nedir kimse bilmez aslında ama parayı eline alan iki de reklam filmi çeken herkes kurumsal şirket olmaktan bahseder. Ülkenin en büyük holdinglerinde dahi görebilirsiniz kurumsallığın yönetim kadrolarında aile bireylerinden oluşan ilginç yapısını. Bu kurumsal şirketlerin hepsinde kapital sahibi sahip olduğu markanın ve kurumun yapacağı her işe karar verir, bilmediği işlere de burnunu sokar. Ama ondan da öte bir başarısızlık olduğunda yöneticilerini harcamaktan geri kalmaz. Buna ülkemde göndermek denir. Gönderin bu adamı diye sözde İK yetkilisine talimat verilir.

Fenerbahçe'nin de kurumsallığı bu kadardır işte. Başkan farklı bir profil çizeceğini söyleyerek yola çıkarken ve gazetelere sayfa sayfa röportajlar verirken bile bu kurumsallığı şöyle ele veriyor: "Zico'yu gönderme kararını neden verdiğimi daha önce açıklamıştım".

İyi de Zico ticareti yapılan bir eşya mı ki Başkan teknik direktörü gönderiyor? Ya da bu kararı nasıl tek başına alıyor? Fenerbahçe kurumsallaşırken Sayın Başkanı'n şahsi şirketi haline mi geldi ki bu sözleri söyleyebiliyor?

Daha da önemlisi bir spor kulübüne yakışan "göndermek" değil "yollarımız ayrıldı" demek değil mi?

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Homofobik Futbol Dünyası


Tan Sağtürk tanıdığı eşcinsel futbolcular olduğunu söyleyince futbol dünyası ayağa kalkmıştı. Tanju Çolak "Futbolcular arasından gay çıkmaz, futbolcu adam karda kışta çalışan adamlardır" tarzında bir açıklama ile tartışmayı gay ile gay olmayan arasındaki temel farklılığı fiziksel güç ve dayanıklılık, "erkek"olma boyutuna taşıyıvermişti.

Bu sözlerin tercümesi erkek adamdır futbolcu gerektiğinde tekmeye kafasını sokar gay adam bunu yapar mı hiç demekti aslında. Neresinden bakarsanız bakın dünyada da gay futbolcu olgusuna yaklaşım farklı değil. Mesela Scolari kendi kadrosunda gay futbolcuyu barındıramayacağını açıklamamış mıydı? İtalya'da gay futbolcu polemiğini Lippi 40 yıllık kariyerinde hiç gay futbolcu ile karşılaşmadığını söyleyerek yine de böyle bir futbolcu ile karşılaşırsa onu bu durumdan dolayı kadro dışı bırakmayacağını söylemişti.

Bugün aslında görmezden geliyoruz ama Avrupa Liglerinde pek çok oyuncu gay olduğunu gizlemek adına eskort kızlara para verip görüntüleniyor, sahada kimliklerini saklamak adına daha sert daha "erkek" gibi bir mücadele ortaya koyuyor. Türkiye'de de durum farklı değil. Bugün futbol dünyamız gay bir hakemin itiraflarını tartışıyor yarın bunu bir futbolcu olarak da görebiliriz. Ne ekranı buzlayarak ne de beynimizi buzlayarak bu gerçekliğin dışında kalmak mümkün değil.

Kimse cinsel kimliğini açıklamak zorunda değil, kimse açıkladığı için farklı tacizlere de uğramamalı. Bugün hepimiz Fashanu'nun akıbetini biliyoruz. Adam cinsel kimliğini ortaya koyduktan sonra kariyerinde nasıl bir düşüş yaşamış ve intihara sürüklenmişti. Daha kötüsü intihar ederken bıraktığı mektupta cinsel kimliği yüzünden de özür diledi.
Dürüstçe konuşmak gerekirse eğer bir futbolcu olsaydım gay olduğunu bildiğim bir futbolcu ile aynı ortamda duş almaktan sıkıntı duyardım. Ama bu sıkıntı benim onun futbolcu kimliğine ve hayatını kazanma hakkına saygısızlık etmeme neden olmazdı. Din, dil, ırk ayrımı üzerine futbol dünyasının artık cinsel kimlikle ilgili ayrımcılık konusuna da eğilmesi ve insanları eğitmesi gerekiyor.

Marsilya 1 - Lyon 3

Marsilya intihar etti, şimdi ipler Bordeaux'nun elinde...