31 Ocak 2010 Pazar

Fenerbahçe Sivas'ın Yumuşak Karnına Bastı



Sivas deplasmanı belki de herzamankinden daha zordu Fenerbahçe için. Sakat ve cezalı oyuncuların çokluğundan iskeleti zarar görmüştü en başta. Rakibin durumu ve maçın gündüz oynanması da tersliklerdi. Tüm bunların üstüne bir de bir gün öncesinde uçağın hava koşulları yüzünden Sivas'a değil de 400 km uzaklıkta Samsun'a inmesi yorucu bir otobüs yolculuğu dönüştü.

Olumsuz koşullara rağmen Fenerbahçe beklediğinden daha kolay kazandı. Sahada topla oynayan ve zaman zaman pozisyon bulan bir Sivasspor vardı. Özellikle maçın ilk bölümünde topa sahip olma ve oyunu yönlendirme bakımından etkili gözükseler de Fenerbahçe ile başedemediler. İkinci yarıda dağıldılar.

Aslında Fenerbahçe'nin kazanacağı ilk yarıdaki oyunundan da belliydi ancak goller ikinci yarıda geldi. 1-1 biten ilk yarının ardından Fenerbahçe'nin müzmin yedekleri Semih ve Uğur Boral adeta şov yaptılar. İki çapasının yokluğunda Özer ve Selçuk ikilisi de iyi iş görebileceklerini sergilediler. Özellikle ilk golün atılmasında Selçuk çok iyi iş çıkardı ve Semih'e sadece golü atmak kaldı.

Sivasspor'un bu görüntüsüyle kabuk değiştirip savunma takımından hücum yapan takıma dönüşme hevesi bu sezon pahalıya mal olacak kırmızı beyazlılara. Aynı şekilde Daum'un da Vederson'dan sol açık yaratma hayali pahalıya mal olabilirdi. Ancak sanki Uğur Boral'ı ligin ikinci yarısına saklamış. Meşhur bir Sevilla hikayesi vardır ya Boral'ın işte bu Sivasspor maçı da öyle bir maç oldu. Arasına karbon kağıdı geçirip attığı iki gol var ki bir sol açık içeri nasıl katetmelidirin cevabı.

Semih geyiğine hiç girmeyeceğim onun nasıl golcü olduğunu yazmaya ve takımdaki yerini anlatmaya hiç gerek yok artık. Yalnız takım genelinde şunu belirtelim: Sivasspor'un oyun oynama isteğine tamam da bu kadar yumuşak bir takımla bir daha Fenerbahçe zor karşılaşır.

Kaptan Yanlış Limana Demirledi



Ne demişler: Babana bile güvenmeyeceksin. Wayne Bridge kaptanına güvenmenin hatasını pahalıya ödemiş oldu. Son dedikodulara göre Terry ile Wayne Bridge'in partneri Vanessa işi o kadar ileri boyuta taşımışlar ki Vanessa Terry'den hamile kalmış ve çocuk aldırmış.

Wayne Bridge'in City'e transferinden sonra başladığı söyleniyor kaptan ile Fransız modelin ilişkisi. İşin vahim boyutu sadece Terry'nin evli ve çocuklu olması değil, Wayne Bridge'in de Vanessa'dan bir oğlu bulunuyor.

Terry'nin Milli Takıma alınması ya da kaptanlığının alınması bir kenara dünya Kupası öncesinde oldukça sarsıcı bir durum sözkonusu. Milli Takım içerisindeki ahengi bozabilecek bir vaka yaşanıyor ve Ada şu anda bu ihanet haberleriyle çalkalanıyor.

Sonuçta bu durum sadece Wayne-Vanessa-Terry üçgenini değil çok daha geniş bir çemberi etkiliyor. Chelsea kanadında ise şimdilik sukar durgun. Ancelotti kaptanına arka çıkarak bu haberler çıkmadan önce Terry için ne düşünüyorsa yine aynı şeylerin geçerli olduğunu söylüyor.
Takım arkadaşları artık sevgililerini ve eşlerini Terry'den sakınacaktır o başka bir konu.

İşin başka bir boyutu ise aslında herkesin bu ilişkiden haberdar olduğu yönünde. Hatta Terry'nin eşi Toni'nin Vanessa'yı arayıp "Erkeğimle yatıyor musun?" dediği konuşuluyor. Saçını da sırf Vanessa'yı kıskandığından kahverengiye boyattığı bile söyleniyor.

Ada'da işler son günlerde bir hayli karışık.

2010 Dünya Kupası'nın En Renkli Taraftarı

Baloyi at Home from Eject Media on Vimeo.

G.Afrikalı çılgın bir futbol seyircisi ve onunla yapılan röportaj. Abi evinin etrafında nerede bir düz satıh bulduysa futbol temalı resimlerle süslemiş. İlginç bir maç kıyafeti var. Ve evin içerisinde de futbolla ilgili eşyalardan geçilmiyor. Sağlam bir Kaiser Chiefs taraftarı ve 2010'un en renki tribün görüntülerini sergileme konusunda oldukça iddialı.

30 Ocak 2010 Cumartesi

Haftanın Sözü


Nerede okudum, kim söylemiş hatırlamıyorum. Bir göz ucuyla okudum ve devam ettim. Bir daha da nerede okuduğumu bulamıyorum. O yüzden biz bu söze anonim diyelim:

" Barcelona bir Viagra gibidir, hatta ondan daha iyi".

Hak


Şimdi kongre sonuçlanmadan önce yazayım da belki üç beş kişinin aklını başına getiririm. Herkes hakettiği gibi yönetilir. Beşiktaş da yarın neyi hakettiğini gösterecek.

Tanıdık Bir Hikaye


Şimdi bunu yazdım diye ne olur bilemiyorum. Afrika Futbol Konfederasyonu Togo'ya iki kupadan men ve 50.000$ para cezası verince aklıma geldi.

Bu hikaye çok tanıdık. Hani devletin resmi görevlisi olarak çalışırken iş başında ölürsün de ailene bir madalya verirler. Ardından da açılan dava ile devletin resmi aracına zarar vermekten ölü adama ve dolyısıyla ailesine 50.000 bilmem ne para birimi ile tazminat ödemeye mahkum edilirsin ya bu da o hesap.

Angola'ya ne ceza vermişler mesela onu merak ettim. Sonsuza kadar sportif bir müsabakanın veya organizasyonun ülke sınırları içerisinde düzenlenmesinin yasaklanması Togo'nun aldığı cezayı duyduktan sonra hiç de ağır olmaz.

29 Ocak 2010 Cuma

Aşktan Geriye Kalanlar


Bu tişörtün bir hikayesi var ve sezon başına dayanıyor. Hırvatistan'dan Türkiye'ye İstanbul'a gelen bir Hırvat güzeli Zagrep'te 3 yıl kalan ve işlettiği kafenin müdavimi olan iki Türk gencine konuk oluyor. Bunlardan birinin kardeşi de halen o kafenin ortaklarından.

İstanbul gecelerine dalan üçlü pek tabi bu iki gencimizin arkadaş grubuyla da biraraya geliyorlar. Bu iki genç gibi arkadaş grubunun da büyük çoğunluğu Galatasaraylı ve bir haftasonu Galatasaray'ın maçına da gidiyorlar. Arkadaş gruplarındaki gençlerden biri ile o gün stadyumda tanışıyor kızımız. Serdar adlı gencimiz hem hasta Galatasaraylı, hem de tam bir yere bakan yürek yakan. Hırvat kızımızla gel zaman git zaman burada kaldığı 10-15 günlük süre içerisinde işi pişiriveriyorlar.

Sayılı gün çok çabuk geçiyor ve Hırvat kızımız ülkesine geri dönüyor. İlişki de burada bitiyor ama kızımız Serdar'ı unutamıyor. Ondan geriye kalan ise şu anda kendisinin de kiminle oynadığını hatırlamadığı gittikleri o Galatasaray maçında Serdar'ın ona giymesi için verdiği Galatasaray tişörtü.

Hikayenin gerisini bilmiyorum ama formayı görmek isteyenler İstinye Park'taki Aşktan Geriye Kalanlar Müzesi'ni ziyaret edebilirler. Merak edenler hikayeden geriye kalan ve bu hikayenin ispatı olan tişörtü orada görecekler.

Meraklısına Adidas Star Wars Collection

Adidas ve Lucasfilm Ltd. George Lucas'ın yönettiği Star Wars serisinin 30. yılında yepyeni bir koleksiyon hazırladılar. Koleksiyon 3 ana paketten oluşuyor.The Characters Pack, the Vehicles Pack ve the Direct Pack. Meraklısına ayakkacıların fiyatları 300 $ civarında. Koleksiyonun tümünü buradan da görebilirsiniz.












Geçmişten Bir Kare



Josep o zaman formasını kapmaya çalıştığı takımın yıllar sonra formasını giyerken efsaneleşeceğini ve o takımın başına teknik adam olup futbol tarihinin en çarpıcı kulüp performansına imza atacağını bilebilir miydi?

Bu fotograf bana o meşhur GSMobile reklamında kale arkasında hayran dolu gözlerle Hagi'yi izleyen Arda'yı hatırlattı.

Ada'yı Alsaydın



Haldun Üstünel için de iki kelam edeyim: Adam İngiltere'ye bir gitti, yarısını alıp geliyor. Neill, Jo, Dos Santos derken şimdi de Dindane ve Pavluchenko söylentileri konuşuluyor. Üstelik yönetim kanadından bir sürpriz yapabilir ve transferi böyle noktalayabiliriz tarzında açıklamalar geliyor.

Eh artık bu durumda ancak "Haldun Ada'yı da al gel" denir.

Beceremedik Deyin


Taraftar istiyor diye transfer yapılmaz. Transfer gerekli görülen pozisyonlar için teknik heyet ile biraraya gelinerek kararlaştırılır. Eğer teknik adam ihtiyaç duyuyorsa ya da sen çok yararlı olacağını düşünüyorsan teknik adamına danışarak transfer işini halledersin.

Ara transfer döneminin bitmesine birkaç gün kala günlerdir Brezilya'nın altını üstüne getiren sportif direktörüne transfere gerek yok açıklaması yaptırıyorsan bu da transferi beceremediğini ortaya koyar. Çünkü yola transfer yapmak üzere çıkıp, yöneticin çok büyük bir bomba patlatacağız demişse geldiğin noktada size ancak beceriksizsiniz derler.

Ligin ilk yarısı kapandığında transfer yapacağız diye yola çıkmasaydınız ayrı. Roberto Carlos'u elinizde tutabilseydiniz, Kazım'ı göndermeseydiniz ayrı. O zaman farklı şeyleri konuşuyor ya da tartışıyor olurduk. Hoş Önder'i de kadro dışı bırakıp sonra köşeye sıkışınca geri çağırdınız ama konuyu buraya hiç getirmeyelim şimdi.

Geldiğimiz noktada taraftarın ağzına Gökhan Ünal ile bir parmak bal çaldınız, gerisi yok. Şimdi taraftar da güvenmiyor otomatik olarak. Çünkü bizim kadromuz yeterli demek için bir ay beklediniz. Üstelik bu açıklamayı da transfer görüşmeleri yapmak için giden Aykut Kocaman'a yaptırdınız ki herkes güvenebilsin. Aykut Kocaman da kulübe zarar gelmemesi için kendini feda etti bu açıklamayı yaparak.

Aklınızca Aykut'un kamuoyundaki güvenilirliğinden yararlanacaksınız ama olmuyor işte. Fenerbahçe bugün geldiği noktada yönetilemiyor. Çünkü Fenerbahçe artık vaadettiklerinizi gerçekleştiremediğiniz bir kulüp haline geldi.

Yola çıkarken büyük sözler edip arkasından kıvırma olayından da camia sıkıldı. Şampiyonlar Ligi'ni almaya hazırlanmıyor muydu Fenerbahçe birkaç sezon önce? Bu sezon başında hedef Turkcell Süper Lig oldu.

Böyle beşer şaşar olursa, transfer de kaşar olur.

28 Ocak 2010 Perşembe

En Golcü Defans Oyuncuları


Bazı defans oyuncuları vardır ki santraforlar kadar değerlidir duran toplarda. Öyle sezonlar olur ki takımın defans oyuncuları forvetinden daha fazla gol atar. Mesela Lugano...

Dünyanın gelmiş geçmiş en golcü defans opyuncuları listesi yayınlandı IFFHS tarafından. Listenin birinci sırasında Ronald Koeman yeralıyor. Hollandalı oyuncunun 533 maçta 193 gol gibi harikulade bir yüzdesi var. İkinci sırada ise Passarella yeralıyor 451 maçta 134 gol ile. Fernando Hierro ise541 maçta 110 gol ile kendisine üçüncü sırada yer bulabilmiş.

Listedeki en tanıdık isim Roberto Carlos. Gelmiş geçmiş en golcü 29. defans oyuncusu ve 591 maçta 67 golü var. Yine bir başka tanıdık isim Popescu 472 maçta 64 gol ile 35. sırada.
Merak edenler için listenin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Kaplanın Gözleri



Belki de bizim göremediğimiz ama Wenger'in gördüğü şey buydu. Gözlerinin içerisindeki hırs ve istek. Sol Campbell'ın oyuna girerken ki kararlılığına bakınca ona güven duymamak elde değil. 34 yaşındaki oyuncu, genç Arsenal kadrosunda belki de en genç zihne sahip gibi. Çalkantılı kariyerinin sonunda yuvada iyi işler çıkaracak sinyali veriyor.

Golcü Hamburg'a Ayak Bastı



Van Der Vaart ayrılana kadar efsane olma yolunda yürüyordu Hamburg'ta. O Real Madrid'in yolunu tutarken takımın içinde Hollandalı'dan geçilmiyordu. Şimdi ise Hollandalı'ya rastlamak mümkün değil.

Gol makinesi de hüzünlü bir veda yaptı Madrid ekibine. Ve Van Der Vaart'ın bıraktığı yerden Hamburg taraftarlarını artık o mutlu edecek. 3 büyük ligde gol krallığı yaşayan Van Nistelrooy bakalım koleksiyonuna Bundesliga gol krallığını da ekleyebilecek mi?

27 Ocak 2010 Çarşamba

Erman Hoca'nın Şifreleri


Şifre, mifre yok aslında Erman Toroğlu ayan beyan söylemiş: "Beni Aziz Yıldırım istemedi, Digiturk yönetimi de işime son verdi" diye. Ve Aziz Yıldırım'ın el birliğiyle Erman Toroğlu'nu göndermeliyiz açıklamasını kanıt olarak gösteriyor.

Bu işin arkasında binbir dolap dönmüştür eminim. Aziz Yıldırım Erman Hoca'yı istememektedir buna da hemfikirim. Ama Aziz Yıldırım'ın Digiturk yönetiminin kararını kendi başına aldıracak kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum. En nihayetinde karşısındaki adam Karamehmet ve bu konuda en ufak bir baskı yapılacak işadamı olduğunu düşünmüyorum. Negatif etkisi olmuş mudur? Muhakkak...

Erman Hoca'nın röportajından benim anlamadığım söylemleri içerisinde kendi savını destekleyecek başka bir ifadesi olmaması. Herşeyi dönüp dolaştırıp Aziz Yıldırım'ın etkisine dayandırıyor ama bu beni tatmin etmiyor. En nihayetinde medyada Erman Hoca ve ona ekmek çok. Yani kendisini susturmak da o kadar kolay değil.

İhaleye TT ile Digiturk'ün beraber girmekten son anda vazgeçtiğinden bahsediyor ki bunun da ne konuyla alaksı var ne de mümkünatı. Erman Hoca hala o ihalenin bir yayın ihalesi değil, yeni iletişim teknolojilerindeki tüm platformlar için iki devin kapışması olduğunu farkedememiş.


Bir de bana kalırsa Erman Hoca diğer başkanların söylediklerine de çok itimat etmesin. Önce kuyu kazıp sonra o kuyuya düşene vah vah diyen o kadar adam var ki bu dünyada. Erman Hocam birileri seni fena halde yiyiyor. Sen de olayın üzüntüsüyle farkına varamıyorsun.

Bu işin arkasında neler olduğunu uzun uzun yazmıştım, bir daha girmeyeceğim. Ama ihalenin kendisinin de dediği gibi Erman Hoca'ya kaldığı bir gerçek. Eğer televizyon programlarıda hakem eleştirilerine son verilecekse ihalenin sana patlaması da doğal be hocam. Bu işin piri sensin. Sorun üslubunun iyi veya kötü olması değil, sorun maçtaki bir pozisyonla ilgili danışılacak, sorulacak, tartışılacak birşey varsa senin öne sürülmen.

Hocam seni yaksa yaksa en çok "Akşam Erman Hoca yorumlar" diyenler yakmıştır. Çünkü senin dediğin gibi Merkez Hakem Kurulu da çok meraklı değil bu eleştirilere.

Tombalacı



Adam haftasonu iki muhteşem gol, bir de dirsek attı ki benim diyen futbolcu atamaz kabul ama hiçbir şey Cristiano Ronaldo'nun bir maganda olduğunu değiştirmeyecek. Çek elini oradan, çek elini...

26 Ocak 2010 Salı

Dos Santos'un Yıldızı



Galatasaray Haldun Üstünel'in hüneri ile Türk futbol tarihinin en flaş ara transfer dönemini geçirmektedir hiç kuşkusuz. Jo hakkındaki görüşlerimi yazdım, çok önemli bir transfer değildir bana göre ama bu maliyetle nokta atışıdır sarı kırmızılılar için. Lucas Neill ise bölgesi ve deneyimi itibariyle yerinde bir transfer olarak göze çarpmaktadır.

Giovani Dos Santos'a gelince, henüz resmi olarak açıklanmasa da neredeyse bitmiş gözüküyor bu oyuncunun transferi de. Giovani Dos Santos Barca'da Messi ve Bojan Krkicli son dönem yıldız adayları arasında, Katalan ekibinde aradığını bulamayıp, sezon sonunda o kadrodan ayrılan diğer pek çok yıldız ağabeyi gibi, o da başka bir takımda şansını denemeye karar verip Ada yolunu tutmuş genç bir oyuncu bildiğiniz üzere. Henüz 20 yaşındadır ve çok büyük bir yıldız olma şansını da kaybetmemiştir. Aynı yaş grubundaki Pato, Aguero ve Zarate yürümüş gitmiştir gerçi ama umutları kesmek için hala çok erkendir. Rijkaard'ın son sezonunda karmaşık bir ortamda Barcelona B takımından A takıma yükselmiş olmasıdır belki de şanssızlığı. Daha sonra da yılların istikrarsız takımı Tothenham'da bulması kendisini. O Tothenham'a kendisinden önce ne isimler gelmiş ama hiçbiri şaha kaldıramamıştır Londra takımını.

Futbolculuk kariyerindeki en önemli bireysel ve takım başarısı Meksika Milli Takımı ile 2005'te yaşadığı U17 Dünya Şampiyonluğu ve turnuvanın en iyi ikinci oyuncusu seçilmesidir. Aynı turnuvada Manchester Unitedlı Anderson en iyi oyuncu seçilmiştir.

Bir anektod aynı turnuvada B grubunda Türkiye ile oynayan Meksika şimdi takımarkadaşı ve kanat arkadaşı olacak Caner'in de golüyle 2-1 devirmişti rakibini. Yarı finalde Brezilya'ya toslayan ekibimiz turnuvadaki şampiyonluk şansını kaybederken, o Meksika finalde 3-0 ile şampiyonluğa uzanmıştı.


(Fotograflarda yeralan kareler Dos Santos'un çapkınlık kareleri değildir, hala ayrılmadılarsa şarkıcı ve TV yıldızı Belinda ile beraberlikleri geçtiğimiz yıldan beri devam etmektedir).
2005'teki U-17'de Caner ile karşı karşıya oynayan Dos Santos'un bu oyuncuyla forma rekabetine girmesi de bu açıdan garip bir tesadüfü beraberinde getirmektedir. Harry Redknapp'ın hala gelişim göstermesi gerektiğini düşünerek kiralanmasına izin verdiği ve Ipswich Town yolunu tutan Meksikalı Galatasaray'a gelerek doğru ellere teslim edecektir kendisini.

Dos Santos gelirken beklenti ile ilgili çıtayı da doğru koymak gerekir. Hiç kimse bu adamdan Messicilik oynamasını beklememelidir ancak pekala sistemin önemli bir parçası olabilir. Birkaç sezon içerisinde de kalırsa takımı sürükleyen adam olma ihtimali yüksektir. Doğru ellerdedir ama doğru yerde midir gelince göreceğiz. Umarım Türk futbolu onu yemez ve yıldızını yeniden parlatır.
Not: Tüm bunlar Harry Kewell'ı göndermenin haklı gerekçesi olamaz, bana göre takımın gizli lideridir kendileri. Galatasaray onu getirirken başka bir çözüm bulmalıdır. Dos Santos içinse Galatasaray'ı üst seviyeye taşıyacaktır demek fazla kesin bir ifade olur. Ama ona bu şansı vermemek de olmaz. Karışık işler vesselam. Ama Kewell'ı sadece duygusal açıdan göndermeyelim diyenlere hiç katılamıyorum. 6+2'de 90 dakika oynayamasa bile en ideal yabancı futbolcudur Türkiye'ye gelen. Belki de her zaman 90 dakika oynayamaması bile Galatasaray kadrosu içerisinde çok önemli bir dişli olmasına sebeptir.

Kim Bunlar?



Yukarıdan ilk sıra soldan sağa: Vahap, Burhanettin, 1. kaleci Şekip, 2. kaleci Cevdet, Can Tona, Lemi
Orta Sıra: Naci, antrenör Hulki Bey, Ramiz .... dermişim!

Futbolun Üzerindeki Kabus



Futbolu seksenlerde sevmeye başlayanlar için görmek istemeyecekleri tablo budur. Daha önce sevmeye başlayanlar için de geçerli olsa gerek. Dünya Karması kıvamında bir kulüp kadrosu...

Yukarıdaki foto-montajı internette dolaşırken gördüğümde içim karardı. Hele Arap ya da Rus dolar milyarderlerinin futbolun ruhuna tükürürcesine saçtıkları paraların Manchester City, Chelsea gibi sanal büyükler yaratmasını gördükçe futbola emek verenler adına bu sıkıntım daha da artıyor.

Endüstriyelleşen futbol için artık geri dönüş yok. Bu konuda çoğumuz hemfikiriz. Ancak futbolun daha renkli bir dünya olabilmesi için Ajaxların, Portoların, Anderlechtlerin, bu takımların hepsinin de yaşaması ve başarıya ulaşması gerekiyor. Bugünkü koşullarda yaşıyorlar ama başarıya ulaşmaları neredeyse imkansız.

Futbolun patronlarının bir süredir ortaya attığı yabancı kısıtlamasını bu yüzdendir ki destekliyorum. Ancak burada bir parantez açalım: Eğer rekabet etmek istiyorsak bugünün şartlarında Türkiye'de de yabancı oyuncu sınırlaması olmamalı. Hak eşit rekabet koşullarını gerektirir. Bu şu anda olması gereken. Aslında olması gereken ise tüm Avrupa ülkelerinde Bosman kuralının kaldırılarak yabancı oyuncu sınırlamasının standart hale getirilmesi.

Ancak o zaman Real Madrid'i tekrar eski günlerdeki gibi sevme imkanım olacak. Camacholu, Butraguenolu, Gordillolu, Michelli, Santillanalı, Buyolu bir takımı bugünün Real Madrid'ine tercih edişim de bu yüzden.

Hiç kuşkusuz yabancı sayısının standart hale getirildiği bir ortamda bunun en büyük yararını yine Türk futbolu görecektir. Avrupa futbolunda yabancı sınırlamasının kalkmasının bizim ligimiz ve bizim düzeyimizde futbol ekonomisine sahip ligler için anlamı daha fazla kaliteli oyuncuya daha ekonomik koşullarda ulaşabilmek demek.

Daha kötülerine daha yüksek bedeller öderken daha iyilerini daha uygun rakamlara alabilecekler. Aksi halde kabusu yaşamaya devam edeceğiz.

Çifte Standart Var Kardeşim



Marca Cristiano Ronaldo'nun Malaga maçında dirsek atarak Mtiliga'nın burnunu kırıp kırmızı kart gördüğü pozisyonda yaptığı hareketle Messi'nin Sevilla karşısında benzer pozisyonda Valente'ye yaptığı hareketi karşılaştırarak manşetlerine taşımış.

Web adresinde de bu iki hareketin görüntüleri yeralıyor. Haklı olarak da soruyorlar? Ronaldo'nun hareketinde kırmızı kart, Messi yapınca Valente'ye sarı kart. Üzerine hakemler Real Madrid'i şampiyon yapmayacaklar diye bir geyik de döner artık.

Ama Marca ne kadar Real Madrid'in sözcüsü olursa olsun bu konuda haklı gibi geldi bana.

Harry Cool



Hani bir Fenerbahçeli'ye ya da Beşiktaşlı'ya Galatasaray'dan hangi oyuncuyu istersiniz diye sorulan sorular vardır ya. İşte o sorunun cevabıdır Harry Kewell. Herkes böyle beyefendi, saygılı, sadece topunu oynayan ve oynadıkça da büyüyen oyuncular görmek ister takımında.

Kewell belki Galatasaray'a gelmiş geçmiş en iyi yabancı oyuncu olmayabilir ama karakteri gözönüne alındığında liste başı oyuncudur. Bizim işimiz futbol, burada karakter testi yapmıyoruz diyebilir herkes. Ama oynadığı oyun gözönüne alındığında da halihazırda takımın en formda oyuncularından biri olduğu yadsınamaz.

İki gün önce gündelikçi olmakla eleştirmiştim Fenerbahçe yönetimini. Galatasaray'ın da eşiğine geldiği nokta budur. Giovanni Dos Santos için Harry Kewell'ı feda etmek. Oysa ki adam benim diyen Galatasaraylı'dan daha fazla o değerleri üzerinde barındıran ender sporculardan biri. Oysa ki adam sayısını hatırlayamadığım kaç maçı çevirip Sarı-Kırmızılıların yüzünü güldüren ve tribünleri mest eden bir futbol sanatkarı.

Sakat ve iki ay yok diye kapalı kapılar ardında Kewell'ı gönderme planları yapılıyor. Ne uğruna? Şampiyonluk... Önümüzdeki sene önemli değil, Kewell'ın belki ileri ki senelerde bu takımın teknik kadrosunda yeralabilecek çapta bir adam olması önemli değil. Adamın kalbini kır, gönder yeter ki şampiyonluk kazanılsın. Gerisi Allah Kerim...

Sanırsınız ki Kewell barda, gece aleminde sakatlandı. Yahu adam antremanda daha iyi olabilmek için kendini hırpalarken sakatlandı farkında mısınız? Şimdi de haklı olarak soruyor: "İki hafta önce sözleşmemi uzatmak için menajerimin peşinde dolanıyordunuz, şimdi ne oldu" diye.

Yarın Harry Kewell iyileşti, bir haftaya dönüyor diye haber çıksa o yönetimin tamamı kapısında yatar kalsın diye. Bugün mü? Önemli olan bugün zaten. Peki hep bugünü kurtarmak adına yarınları ve adam satmayı ne zaman bırakacağız?

Bu ülkeye kaliteli yabancı getiremiyoruz, getirmek de zorlanıyoruz. Bunun nedeni sadece bu ülkenin Avrupa'daki lokomotif dört beş ligden biri olmaması değil. Bunun nedeni UEFA'da bekleyen yüzlerce Türk takımına ait dosya. Biz adamları getirirken sırtımıza alıp eşşek yükü ile parayı taahhüt ediyoruz, gönderirken de sepet havası çalıyoruz.

Haydi dürüst olalım: Etik değiliz, adil değiliz, vefalı değiliz, adam hiç değiliz. Kimse hikaye yazmasın. Kewell'ı gönderelimin arkasında yatan bizim henüz olmamış olmamız.

Rio'nun Okul Yılları



Değil tabi, Rio Ferdinand müteşebbis ruhunu burada da ön plana çıkartıyor. Five markası ile yeni lansmanını yaptıkları ayakkabıların tanıtımı için geçiyor fotografçının karşısına.

Jo'ya Bel Bağlamak



Futbolita günün resmine Jo'nun Galatasaray bayrağı ile olan pozunu taşımış. Ne yalan söyleyeyim ben Jo'yu en çok CSKA günlerinden hatırlıyorum. O zamanlar Wagner Love ile müthiş bir ikili oluşturmuşlardı.

Ama o zamanlar biraz da yaşının etkisiyle savruk bir oyuncuydu. Neredeyse Wagner Love kadar gol atmasına rağmen partneri kadar da popüler değildi. Buna rağmen yaşının avantajı ve 78 maçta attığı 44 gol onu Premier Lig'e taşıdı. Ada'da gösterdiği performansa kendisine ödenen bonservis de düşünüldüğünde feci. Aslında Premier Lig'in hayalkırıklıkları arasında gösterdi vaktiyle The Guardian onu bu fiyat-performans dengesizliğinden dolayı.

Galatasaray'da ne yapar bilemiyorum. Yaşı, kendisine ödenen para gözönüne alındığında risk alınmaya değer bir ara transferdir. Ama kimse Jo'yu gözünde büyütmesin. Bana kalırsa futbolcu kumaşı Milan Baros'tan da Shabani Nonda'dan da geridedir.

25 Ocak 2010 Pazartesi

3 Puana Değer Kutlama


Werder Bremen karşısında Bayern München'i ancak ilk devre izleyebildim. İkinci yarının ise geniş özetine bakabildim daha sonra. Kimse Bayern'in ilk haftalardaki performansından sonra bu noktaya gelebileceğini ve bir günlüğüne de olsa maç fazlasıyla liderliğe oturacağını tahmin etmiyordu herhalde.

Hatta ilk haftalarda alınan sonuçlar Van Gaal'i de bir hayli tartışılır hale getirmişti. Bugün gelinen noktada ise yapılan işlerin doğruluğunu kanıtlayan bir tablo var. Bu sezon Bundesliga'nın flaş takımlarından Werder Bremen'i (her ne kadar son haftalarda başarısız sonuçlar alıyor ve dört haftadır yeniliyor olsalar da) NBA deyimiyle adete süpürdü Bavyera Bölgesi'nin takımı. Skor olarak değil ama oyun olarak. Bu çarpıcı sonucu şöyle özetlemek mümkün, Bayern München tam altı haftadır kazanıyor. Ve hemen hemen her maçta rakiplerini eziyor.

Werder Bremen karşısında da sayısız gol pozisyonunu harcayan bir Bayern München vardı. Oyunu getiren golün Robben'in ortaladığı topun rakip takım ağlarına takılmasıyla biraz şansla gelmesi işin cilvesi oldu. Bu golde Van Gaal'in sevinci ise görülmeye değerdi.

Yılların soğuk teknik adamı çocuklar gibi şendi saha kenarında. Bir ara ayağı kayıp yere yuvarlanmasıyla Robben'i de üzerinde buldu. Van Gaal'in karizma bu sahnede biraz çizilse de alınan 3 puana değerdi herhalde.

Gündelikçiler



Fenerbahçe Önder Turacı'yı affetmiş. O zaman bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diyesi geliyor insanın. Daha birkaç gün öncesine kadar birkaç milyon bonservis ücreti isteyip, istenmeyen adam ilan ettiğiniz Önder aracılara rağmen affedilmezken, kadro sıkıntısına düşülen ilk anda kendisini takımın antremanında buluveriyor.

Nerede kaldı sizin kurumsallığınız, iş ciddiyetiniz? Önder'in kadro dışı kalmasının gerekçeleri haklı ya da haksız olabilir, bu ayrı bir tartışma konusu. Ama iyi ya da kötü bir karar almışsın ve bunun arkasında duramıyorsun. İşte o zaman tüm kararların sorgulanır. Üç puan uğruna sözünden dönüyorsan kimse sana güvenmez. İşin en trajikomik tarafı kimse Önder'den de bundan sonra Fenerbahçe formasıyla oynayacağı maçlarda ruhunu ortaya koymasını bekleyemez. Çünkü Önder açısından da işin cıvkı çıkmıştır.

Hoş karakteri biraz sağlam olan bir adam da affedildiğini öğrendiğinde dün aklınız neredeydi diye sorar. O da ayrı bir konu. Ama böyle gündelikçi yönetim anlayışı oldukça oyuncuların da böyle karakterli duruşlar sergilemesini beklemek hayalcilik oluyor.

Milano'da Portekizli'nin Gecesi



Tuğba Özay Milano derbisinin skoruna etki edemedi. Sahada Ibrahimovic ve Vierra yoktu ama muhteşem bir Pandev vardı. İlk golde Milito'ya usta işi bir asist yaptı, ikinci golde ise frikikten Milan'ı yıkan golü attı.

Semih'in Serie A şubesi dün gece çok koşan ve Milan defansı ile tek başına boğuşan isimdi. Sneijder'in beklenmedik bir şekilde oyunun hemen başında kırmızı kartla atılması, 1-0 önde olmasına rağmen Inter'e soğuk duş etkisi yaratsa da, takımı ayakta tutan şey sahadaki on oyuncunun bu eksikliği hissetirmeyen performansının yanısıra Pandev'in, Milito'nun da desteğiyle rakip defansı sürekli zorlayan oyun anlayışı oldu.

İkinci gol gelene kadar, yani ikinci yarının 65. dakikasına kadar Milan etkili olsa da bir türlü istediği pozisyonları bulamadı. Ronaldinho hiç kuşkusuz göze hoş gelen hareketlerin sahibiydi kırmızı siyahlılarda. Ne var ki gol pozisyonu anlamında "Bu da kaçar mı?" dedirtecek bir pozisyon izlediğimi hatırlayamıyorum. En azından atabilecekleri pozisyonlarda da Cesar'ın kurtarışları vardı ama bu bir kişi fazla oynadıkları sürenin hakkını verdiklerini göstermiyor benim için.

Mourinho gördüğü kabustan uyandı ve kalktığında takımının 2-0'lık galibiyetini yaşadı. Maçın sonlarında artık tribünleri çoşturan sahadaki oyuncular değil Portekizli teknik adamdı. Cesar'ın son anlardaki kurtardığı penaltı ise galibiyetin üzerine sürülen kaymak oldu.
Maç sonunda Mourinho'nun fotograf karesine yansıyan bu işareti "2 adamımı attınız, 2-0 aldık, 2. kez kazanıyoruz" demekti herhalde.

24 Ocak 2010 Pazar

Çocukluktan Kalan Hasret


Premier Lig'de son günlerin kahramanı Wayne Rooney. Hull City ağlarına 4 gol gönderen ve geçtiğimiz hafta Mhyll'i kahraman yapan Tothenham forvetine nazire yapan Wayne Rooney bir itirafta bulunmuş.

"12 yaşımdan beri bir maçta 4 gol atmadım. Premier Lig'de bir gol atabilmek çok sevindiricidir, 4 gol atınca insan büyük gurur duyuyor".


Bu Fotograf Mazide Kaldı



Bu fotografı herkes hatırlıyor değil mi? Tuğba Özay'ın İtalyan eşi Ludovic Fatizzo ile nikah töreninde çekilmişti bu fotograf.

Tuğba Özay'ın televizyonlarda dönen yeni klibini görünce aklıma bu fotofrag karesi geldi. Acaba Milano şehrinde Tuğba Özay'ın varlığına daha fazla dayanamayan Zlatan İbrahimovic ve Patrick Vierra sırf bu yüzden mi takımlarından ayrıldılar?

İtalya'da sezonun maçı az önce Milito'nun golüyle başladı. Tuğba Özay dua etsin de Mourinho'nun Ronaldinho kabusu gerçek olmasın ve Portekizli sahada 2 eski oyuncusunu aramasın.

23 Ocak 2010 Cumartesi

Futbol Takımlarının Önü ve Arkası


Best Eleven çok güzel bir liste yayınlamış, futbol kulüp isimlerinin önünde ve arkasında yeralan bazı harflerin ne anlama geldiğine dair. İşte liste:

FC - First Football Club

1. FC Kaiserslautern
1. FC Köln
1. FC Nuremberg

AC - Associazione Calcio ("Football Association")

AC Milan
AC Siena

AIK - Allmänna Idrottsklubben ("General Sport Club")

AIK (Sweden)

AFC - Association Football Club

Leeds United AFC
Sunderland AFC

AS - Associazione Sportiva or Association Sportive ("Sport Association")

AS Roma
AS Livorno
AS Monaco
AS Saint-Etienne

AZ - Alkmaar Zaanstreek (Dutch teams Alkmaar '54 and FC Zaanstreek merged in 1967)

AZ Alkmaar

BK - Boldklub ("Ball Club")

Aalborg BK
Halmstads BK
Rosenborg BK

CD - Club Deportivo ("Sports Club")

CD Chivas USA
CD Guadalajara
CD Aguila

CSKA - Central Army Sports Club

CSKA Sofia
CSKA Moscow
CSKA Kyiv

IF - Idrottsförening or Idrætsforening ("Sport Society")

Brøndby IF
Hammarby IF
Helsingborgs IF
Vålerenga IF

JK - Jimnastik Kulübü ("Gymnastics Club")

Beşiktaş JK

PSV - Philips Sport Vereniging ("Philips Sport Union")

PSV Eindhoven

RC - Racing Club

RC Strasbourg
RC Lens

RCD - Real Club Deportivo ("Royal Sporting Club")

RCD Mallorca
RCD Espanyol

RSC - Royal Sporting Club

RSC Anderlecht

SK - 'Sporting Club' in Various Languages

SK Brann
Lierse SK
Fenerbahçe SK
Galatasaray SK
SK Rapid Wien

SS - Società Sportiva ("Sport Society")

SS Lazio

TSG - Turn- und Sportgemeinschaft ("Gymnastics and Sport Community")

TSG 1899 Hoffenheim

VfB - Verein für Bewegungsspiele ("Association for Exercise/Movement Games")

VfB Stuttgart

VfL - Verein für Leibesübungen ("Association for Physical Exercises")

VfL Bochum
VfL Wolsfburg

RANDOM NUMBERS - Year of Establishment

1860 München
Hannover 96
TSG 1899 Hoffenheim
Bayer 04 Leverkusen
Schalke 04
Mainz 05………..

Şansal'dan Erman Hoca'ya Destek


Şansal Büyüka'yı seviyorum, düzgün, şahsiyetli, adam satmayan biri benim nazarımda. Lig TV'nin web sitesinde meslektaşına ve bir anlamda iş ortağına sahip çıkmış. Ortalık istifa etti haberiyle çalkalanıyor ki, kaleme aldığı yazıyı sitede göremeyince bana da doğru gibi geldi.

Ne demiş Şansal Büyüka: "Türkiye'de ligin kalitesini düzeltmek için önce sahaları, oyuncuları değiştirelim, Erman belki de bu listedeki en son kişi, hatta o listede yeralmayadabilir. Erman'ı göndermekle bu ligin kalitesi ve değeri artacak mı"?

Şansal Büyüka'ya bir parantez açarak %100 katılıyorum. Şansal Büyüka da biliyor ki en büyük güç medyanın gücü. Ve medyada yapılanlar toplumun her kesimini etkileme gücüne sahip. Erman Hoca medyada yapılacak bir temizlikte son sıralarda yeralır, ona da tamam. Ama yayıncı kuruluş ve hakim güç bu işe ön ayak olacaksa başlayacağı yer bu mentalite olurdu. Onlar da bu yolu seçtiler.

Şansal Büyüka'ya gelince: Gitse de kalsa da bana kalırsa en yakışanı neyse onu yapmış olacaktır. Bir yanda 14 yıllık ortağı, diğer yanda ekibi var. Neyi nasıl seçeceğine en doğru şekilde kendisi karar verecek. Yapılanlar ve bunların sonuçları haksızlık gözükebilir ama bir zihniyetin değişmesi için liderlerin değişmesi gerekir.

Erman Toroğlu da hakem yorumcuları arasında bu işin lideridir. Onun gitmesi demek medyadaki Ahmet Çakarlar'ın da temizlenmesi anlamına gelir. Şansal Büyüka'nın dediği gibi stadyumların, sahaların, oyuncuların kalitesinin artması ise kulüplerin işi.
Ama önce herkes kendi kapısının önünü temizlemeli.

City'nin Mesajı



Acaba City Robinho'ya sahadan uzak durmasını söyleyerek bir mesaj mı vermeye çalışıyor? Bu gidişle Robinho'nun yolu da Galatasaray'a düşer vatandaşları gibi.

22 Ocak 2010 Cuma

Sahi Lig Başladı Değil mi?


Turkcell Süper Lig sessiz sedasız başladı değil mi?Ben Çarşamba gününe kadar farkında değildim bu hafta ikinci yarının açıldığının. Sezon ortası 1 ay tatil koyunca böyle oluyor. Arayı çok soğutmamak lazım malum ligimiz de kalitesiz, olan Digiturk'e olur mazallah aboneler ligi unutup kutularını kapatırlar.

Bereket ki Fenerbahçe futbolu unutmamış. Yine bereket ki o berbat sahada inanılmaz tempo yaptıkları bir ikinci yarı izledik. Belki de son birkaç sezonda ilk defa Alex'siz de bu işi becerebileceklerini gösterdiler. Ben Fenerbahçe adına ligin ikinci yarısında Santos'tan ümitliyim. Öyle ya Brezilya Milli Takımı'nda oynayan adam ilk yarıdaki olamaz. Bunu kısmen de olsa Denizlispor karşısında gösterdi.

Herkes maç içerisinde Semih'e çok kızdı ama bu havada bırakın top oynamak ben akşam eve dönerken marketten alışverişi zor yaptım. Mümkünse bu havada evden dışarı çıkmayacaksın. Fenerbahçe seyircisi de öyle yapmış haklı olarak. Maraton'da Gökhan'ı "Krallar Ordusu pankartıyla karşıladılar ama boşluklar dikkat çekiciydi.

Daum Semih'e bir mesaj verdi kanımca bu takımın ikinci forveti sensin diyerek. En azından şimdilik, ilerleyen haftalarda göreceğiz. Ama öte yandan rekabet de artacak ve bu işten Fenerbahçe karlı çıkacak gözüküyor. Kazım'ın ve Önder'in kadro dışı bırakılma operasyonu da biraz olumlu yansımış takıma. Özellikle 1-0 öne geçip Youla ile 1-1'i yakalayan rakip karşısında son on dakika müthiş iş çıkardılar. Özer'in öne geçirdiği golde Semih, Güiza ortak yapımı görülmeye değerdi. Ama Youla'nın golü var ki 40 yıl kendisinden beklemeyeceğim bir incelikle topu Bilica'nın önünden alıp çok güzel bir gol attı.

Yarın hava şartları nedeniyle maçlar oynanabilecek mi göreceğiz ama Fenerbahçe 3 puanı alarak şimdiden psikolojik baskı kurdu rakipleri üzerinde.

21 Ocak 2010 Perşembe

Mavileri Zirveye Tevez Taşıyor



Sezon başında Tevez'in City'e transferi ile Manchester'da yaşanan billboard savaşlarını herkes hatırlıyordur. Sonuçta iki taraf da kaybetmedi bu savaşı olanca şiddetine rağmen.

Manu zirve mücadelesine devam ederken City zirveden çok uzakta. Ancak Tevez gol krallığında zirveyi zorluyor. Maviler takım olarak ligi kazanamasalar da Tevez'i bu yarışta zirvede görmek istiyorlar.

Öte yandan ligin zirvesinden uzakta 4-3'ün rövanşını Tevez'in attığı iki golle 2-1 almaları da çok büyük anlam taşıyor taraftar için. En azından bu sene için de bunlarla yetinmek zorundalar.

İyi ki doğdun Pep



Herşeyden önce mütevazi bir adam bu Pep. Doğumgününü ailesiyle kutlamak için bir konsere gitmek ona yetebiliyor. Üstelik yüzündeki o sevgi dolu ifadeye bakınca onun da bu durumdan çok mutlu olduğu anlaşılıyor.

Hayatta başarılı olabilmek için illa büyük şeyler istemek gerekmiyor. Bazen küçük şeylerin kıymetini bilmek de insanı daha büyük şeylere ulaştırabiliyor. Bu söylediklerimden Pep'in iddiasız, zorlayan bir teknik adam olmadığı anlaşılmasın.

Sadece Pep mutlu olmayı biliyor ve bu yüzden etrafındakiler de onunla mutlu olabiliyor. Aile içerisinde de, takım içerisinde de mutlu herkesin mutlu olmasını sağlamak çok zor. İlk başta insanın kendisinin mutlu olabilmesi gerekiyor.

Mutlu insanlar da başarılı oluyorlar elbet.

Defans Oyuncularının Korkulu Rüyası



Bir adam her yaşta defansların korkulu rüyası olur mu? Oluyor işte... Bu halini o gözlerini patlata patlata oynayan Lugano görse kaçacak delik arar.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Digiturk Erman Toroğlu'nu Neden Çıkarttı: Gerçekler



Digiturk Erman Toroğlu'nu neden işten çıkarttı? Bu sorunun cevabını Digiturk'ten aldığım bilgiler doğrultusunda açıklayacağım. Her ne kadar Digiturk Genel Müdürü Ertan Özerdem bugün yaptığı açıklamada bunu net bir şekilde ifade etmiş olsa da bu beyanatın biraz daha açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

Erman Toroğlu'nun işine son verilmesinde ya da Digiturk'ün deyimiyle Lig TV'de yeni yapılanmada şimdilik görev alamayacak olmasında temel nedenlerden biri hiç kuşkusuz kulüplerin tutumu. Bunu gözardı edemeyiz. Ama bir de kullanıcı şikayetleri var ki en az birinci neden kadar kuvvetli. Lig TV'sini sırf Erman Toroğlu yüzünden iptal edenlerin oranı hiç de azımsanmayacak kadar fazla. Dolayısıyla Digiturk bunun da önüne geçmek istiyor.

Televizyonlardaki spor programlarını düşününce aslında işleri zor. Ne kadar polemik o kadar rating demek aslında. Yine de rating kaygısıyla hareket eden ve işi çığırından çıkaran pek çok televizyoncu var ki Erman Toroğlu onların yanında sütten çıkmış ak kaşıktır. Ancak planlanan tabloda onun bile yorumlarına yer yok çünkü bu sefer Digiturk'ün eli istediği formatı oturtma konusunda sağlam. Rating kaygısı da olmadan herkes tek bir kanal üzerinden görüntüleri izleyebiliyor olacak.

İpleri almış gözüktükleri için harıl harıl programın formatı ve programda hangi yorumcuların olacağı konusunu çalışıyorlar. Yeni dönemde ne olmayacak konusunda benim izlenimim hakemlerin konuşulmadığı, hakem yorumcusunun olmadığı, sadece futbolun, maç içerisindeki güzelliklerin ön plana çıkarılacağı bir format peşinde oldukları.

İhale sonuçlandığından beri hep yetkili ağızlar ligin kalitesinin artırılmasından ve Avrupa'da itibarlı bir lig haline getirilmesinden bahsediyorlar. Burada temel sıkıntıları futbol kamuoyu. Ne olursa olsun dört büyüklerin yöneticileri de, diğer kulüplerin yöneticileri de takımları başarılı olmadığı için kavga ortamından besleniyorlar. Medyadaki bir grup da aynı. Şiddeti körükleyen de, futbolu değersizleştiren ve futbol seyircisini canavarlaştıran da bu zaten.

Canavarlaşmaya hazır bir futbol izleyicisi var ülkede. Aslında onlar futbol seyircisi değiller. Bir başka deyişle bu ülkede futbol değil tutulan takımlar seviliyor. Çünkü tutulan takımların başarısını kendi başarısı, toplum içerisinde bir statü kazanımı olarak değerlendiriyor büyük çoğunluk.

Bu anlayışın önüne geçmenin tek yolu da yayıncı kuruluşun program formatını değiştirmesi. Bu sene ki yayın şartnamesi gereği maçlar oynandıktan sonra Lig TV haricinde görüntüleri izlemek için 24 saat beklemek gerekiyor. Hakim güç her zamankinden daha fazla yayıncı kuruluş. Futbolu ve takip eden kitleyi dönüştürebilme şansları var artık.

Ne yapacak Digiturk? Birincisi Şansal Büyüka ile o kalmak istediği sürece yola devam. Erman Toroğlu'nun yerine taraf olan değil, futbolun güzelliklerini anlatan isimler gelecek. Bu nedenle her ne kadar ekran başında başarılı da olsalar, bazı kitlelerce taraf görülen Mehmet Demirkol'un ya da Rıdvan Dilmen'in şansı yok.

Peki bu dönemde yorumcu olarak kimleri görebiliriz. İsim olarak şu aşamada söylemek zor ama yorumcu profili Bağış Erten, İbrahim Altınsay, Tanıl Bora, Uğur Meleke gibi olacak. Hatta belki biraz kadın kokusu eklenip Banu Yelkovan gibi bir ismi de göreceğiz ekranlarda.

Hakem hatalarının hiç konuşulmaması neden önemli? O zaman geriye konuşacak sadece futbol kalıyor da ondan. Bir programın dörtte üçünü yapılan hatalara ayırmaktansa ruhuna ayırmak bu dönüşüm için çok önemli.

Ayrıca programda atılan bir golü defans üzerine yıkıp eleştirmektense o golü atan adamın becerisini konuşmak da önemli. Nasıl bakmak isterseniz öyle görürsünüz. Ama dünyada kimse Maradona'nın 86 Dünya Kupası'nda attığı golde İngilizlerin defansif beceriksizliğini konuşmaz, konuşmuyor da. Orada önemli olan Maradona'nın şiirsel becerisidir. Yeni yayın döneminde ilham kaynağı olacak olan tema budur. Türk kahvesi çok güzeldir ama İtalyanlar espressoyu öyle bir sunar ki kahvenin değeri birkaç kat artar. O zaman nasıl sunduğun çok önemli değeri artırmak için.

Bu noktada yöneticilere de maç sonrası mikrofon uzatmak kaldırılmalı. En azından canlı verilmemeli. Futbolun kalitesine zarar verecek her türlü demeci ekranlara taşımaktan kaçınılmalı, her türlü görüntüyü de.

Dedik ya felsefe değiştirilmek isteniyor, böyle bir bakışla hareket edildiğinde Erman Toroğlu'nun bu tabloda yeri olmaması doğal ben kendisinin objektif olduğuna inansam da. Türkiye'de takımını izleyen çoğunluğu futbol seyircisine dönüştürmek için de bu bakış açısı şart.

Ben bu bakış açısının samimi olduğuna inanıyorum çünkü içerideki çalışanlara da bu konuda fikir ve proje üretmeleri konusunda destek veriliyor. Umarım takımımızı körü körüne destekleme seviyesinden futbolu sevme noktasına gelebiliriz. Bu işi kulüp yöneticileri beceremeyecek, Federasyon da.

Penne bir soru sormuş: Futbola kim yön verir? ben buradan yanıtlayayım. Bu yüzyılın en büyük gücü geçen yüzyılda olduğu gibi yine televizyondur. Dolayısıyla futbola nasıl yön vermek isterse öyle yön verir.

Haftanın Sözü _ Volume 2


Haftanın Sözü yazılarını genelde haftanın başında yayınladığımdan bazen çok sağlam sözler kaçabiliyor. Volume 2'ye malzeme Mehmet Demirkol'dan geldi.

Fuat Akdağ ile yaptıkları programda konu Tümer Metin'in Aragones ile ilgili açıklamalarıydı. Fuat Akdağ Tümer Metin'in verdiği demeci okudu, arkasından Demirkol espriyi patlattı:

- Aragones antremanlarda bizimle hiç ilgilenmiyordu. Beş tane yardımcısı vardı, antremanı onlarla yapıyorduk. Hatta Arogones bazen bir köşede uyuyordu.

Mehmet Demirkol: Demek Aragones'in takımı gözü kapalı emanet edeceği 5 tane yardımcısı varmış, şanslı adam...

19 Ocak 2010 Salı

İtalya 90'dan G.Afrika 2010'a




Maradona 5 günlüğüne G.Afrika'da çeşitli etkinliklere katılıyor 2010 Dünya Kupası öncesinde. İtalya 90'da Napoli halkını arkasına alan unutulmaz futbolcu, bu seferde G.Afrika halkının mı desteğini alacak. 2010'da ciddi bir Arjantin desteğiyle karşılaşırsak kimse şaşırmasın. Arjantin Milli Takımı G.Afrika'ya gitmeden Maradona gönülleri fethetti.


Bir Dünya Devi Türkiye Pazarına Girmeye Hazırlanıyor


THY'nin Barcelona'ya sponsor olması bir nesli Barca taraftarı yapmaya yetmeyebilir belki ancak THY'yi dünya markaları klasmanında çok üst sıralara taşıyacağı kesindir.

Bu anlaşma ile THY'nin Barcelona’nın kendi sahası Nou Camp stadındaki reklam panoları başta olmak üzere tüm mecralarında reklam ve logoları ile yer alacak, Barselonalı futbolcularla reklam filmi çekebilecek, tüm dünyada bu sponsorluğun iletişim ve reklamını yapabilecek. Türk Hava Yolları Barcelona’yı İspanya dışında gerçekleştirilecek turnuvalara ve kamplara taşıyacak.

Tam bu anlaşmanın olduğu günlerde bir başka dünya devinin pazarlamadan sorumlu yöneticileri de Türkiye'yi ziyaret ettiler. Bu dünya devinin ve Türkiye'yi neden ziyaret ettiklerinin bilgilerini şimdilik paylaşmayacağım. Ancak Afrika'dan Uzakdoğu'ya çok başarılı bir pazarlama ağı ve stratejisine sahip olan ve dünyanın en büyük beş kulübünden biri diyebileceğiniz bir futbol takımından bahsediyorum.

Türkiye pazarında kendi ülkelerinde ve diğer bazı ülkelerde yürüttükleri bir pazarlama faaliyetini gerçekleştirmek adına bu sektörde çalışan bir elin beş parmağından daha az firmayla görüşmeye geldiler. Çalışmalarını yapmışlar ve araştırma bulgularına göre Türkiye'de 2 milyon civarında bir fan kitlesine sahipler. Bu rakam da onlar için hiç de fena olmayan yeni bir pazar demek.

Üstelik girecekleri iş koluyla müşterilerine kendi stadyumlarında maç seyrettirme, altyapıya her yıl belirli sayıda denenmek üzere futbolcu alma, futbolcularla beraber düzenlenecek aktivitelere katılma gibi birçok promosyonel fayda da sağlamayı planlıyorlar.

Şimdilik malesef adını açıklayamıyorum ama eminim çok yakında kokusu çıkacaktır. Ancak şuna eminim ki en az Barcelona - THY işbirliği kadar ses getirecek bir marka işbirliği yolda.

Tersten Old Trafford



Manchester United'ın yeni yetmelerinden Diouf haftasonu Burnley'i 3-0 ile geçtikleri maçta takımının üçüncü kendisinin bu forma altında ilk golünü attıktan sonra Old Trafford'a tersten bakarak gol sevincini yaşamak istemiş.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Haftanın Sözü



"Galatasaray'ın ya da Fenerbahçe'nin teknik direktörüsün. Sana Ernst ile Fink'i bedava verdiler. Alır mısın söyle? Ben almam. Emre Çolak mesela adam yaratıcı oyuncu. Bunlar ne "Alman kazması". Sivok'muş kim bunlar sen alır mısın takımına"...

Hıncal Uluç

Futbolmanya'nın Yorumu: Bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösteriyor. Hıncal Uluç yine abartmış biraz ama mesele bu adamların düz oyuncu olduğunu söylemekse kendisine katılıyorum.

Mesele bu oyunculardan herhangi birini kendi takımına alır mısın sırusuna cevap vermekse onun da cevabı net: "Almam"...

Elvan Gibi Durabilmek


Futbol dışında mümkün olduğu kadar yazmamaya gayret gösteriyorum. Ancak çok önemli olaylar bu blogun içeriğinde yeralabiliyor. İşte Elvan'ın aldığı Dünya Fair Play Konseyi (CIFP) tarafından ''Davranış'' dalındaki ödül de bu bloga taşıdığım çok az futbol dışı konudan biri.

Elvan Dünya Atletizm Şampiyonası'ndaki 10 bin metre finalinde, ayakkabılarını otelde unutan Etiyopyalı Meselech Melkamu'ya yedek ayakkabılarını vererek bu ödülü almaya hak kazandı.

Elvan gibi olmak sonradan kazanılabilecek bir erdem olmasa gerek. Madalya kazandığı yarıştan sonra Türk bayrağı ile stadı turlamak için canını dişine takan ancak bir Türk bayrağı bile bulamayan Türk atletizminin gelmiş geçmiş en büyük sporcu aslında Abeylegesse. Hatta Türk spor tarihinin.

Ama onu daha büyük yapan şay bu kadar başarılı bir sporcunun aynı zamanda bu kadar mağrur, alçakgönüllü, yardımsever duruşu.
Umarım futbolumuz, futbolcularımız, futbol adamlarımız, aslında tüm spor camiamız da bu duruşa sahip olur.