27 Aralık 2011 Salı

Ben Fenerbahçeliyim

Fenerbahçe Sokağı

Cengiz Çandar'dan avşirlik bir Fenerbahçe yazısı, Fenerbahçeli'liğin ne olduğunun altını birkez daha çizen bir yazı. Haftasonu düzenlenen Büyük Fenerbahçe Mitingi ile ilgili olumlu ya da olumsuz düşünmenizin ötesinde Fenerbahçe'nin ülke tarihindeki duruşundan ilham alarak bugün gelinen noktadaki tepkiyi anlamak adına dahi okunası bir yaz. Aziz Yıldırım ve diğer içerideki Fenerbahçeliler'in suçluluğu ya da suçsuzluğu üzerine dağil adaleti dağıtmak üzerine bir yazı. Buradan okuyabilirsiniz.

Futbol Her Yerde Oynanır

Futbolun her yerde her koşulda oynanabilecek bir spor olduğu konuşulur hep. İki taş koyup bir kale yapmak yeter, bir de topunuz olsun. Topunuz mu yok, o zaman küçük bir taş, gazete kağıtlarını birbirine sarmak gibi çözümler de üretilebilir.

Zemin futbolda önemli derler ama Çinliler zemini de pek takmamış. Christmas'a Noel Baba kıyafetleriyle buz üzerinde futbolla girmek nasıl bilemem ama futbolun her yerde oynanabileceğini gösteriyor bu fotograf bana. Çin'de ve buzda bile.

Futbol Basit Oyundur

Futbol otoritelerinin çokça söylediği bir klişe vardır: "Futbol basit bir oyundur". Nepal'de düzenlenen festival bu klişeye yepyeni bir boyut kazandırıyor sanki.

Futbol basit bir oyundur, hatta fillerin bile oynayabileceği kadar.

Acaba filler tepinir olan çimenlere olur lafı da buradan geliyor olabilir mi?

22 Aralık 2011 Perşembe

Bunu Yapan Ajax Taraftarı Olamaz

Babam hep derin bir nefes al ve ne yapacaksan öyle yap der. Ben çok uygulayamasam da uyguladığım anlardan hiç pişman olmadım. Derin bir nefes alıp vermek insanı o an ki ortamdan birkaç saniye olsun çıkıp olaya dışarıdan bakabilmesine imkan veren ve anlık reaksiyonun önüne geçen çok etkili bir yöntem.

Dün akşam oynanan Ajax-Az Alkmaar maçının 38. dakikasında bir Ajax taraftarı sahaya girerek kaleci Esteban Alvarado'ya saldırdı, buradan izleyebilirsiniz. Daha sonra ifadesinde Esteban'dan nefret ettiğini söyleyen saldırgan karşısında ben de olsam pata küte girerdim. Esteban da öyle yaptı ama hakem bunun karşılığında Esteban'a kırmızı kartını çıkardı. Tabloya bakınca son derece haksız bir durum değil mi?

Aslında pek de değil gibime geliyor bir nefes alınca. Esteban bir saldırı karşısında kendini savunmadı, içgüdüsel bir şekilde bu saldırıyı savuşturduktan sonra tıpkı benim de yapacağım gibi karşı saldırıya geçti. Saldırgan yerde yediği tekmeleri haketti ya da etmedi tartışması değil bu. Esteban'ın yaptığı şeyin adını koymak.

Bu noktada en hatalı davranan da teknik adam Gertjan Verbeek olsa gerek. Eğer bir nefes de o alsaydı, sahadaki durumun kontrolden çıkmasına saldırgan taraftar neden olmuş olsa da kontrolü elde tutabilecek olan kişinin Esteban olduğunu görürdü.  Maçın hakemi Bas Nijhuis açısından çok zor bir durum olsa da doğru karar ama uygulanmaması ileride çok daha vahim sonuçlara yol açabilir.

Ajax'a gelince bana göre tarihin en ağır cezalarından birini almaları gerekiyor. Gerekiyor ki bu tip durumlar bir daha meydana gelmesin. Gelirse de sık tekrar eden değil, korkulan bir durum olsun. Son günlerde sıkça söylenen bir kişinin yaptığı koskoca bir camiayı bağlamaz söyleminden farklı bir yorum bu.

Bir kişinin yaptığı bütün camiayı bağlar, bütün camiayı karalamaz ama sonuçlarını bütün camianın göğüslemesi gerekir. Eminim ki Ajax yönetimi "bunu yapan Ajax taraftarı olamaz" diye bir açıklama yapmayacaktır.

20 Aralık 2011 Salı

Takım Göndermedik Hakem Gönderdik

İyi hakemdir, kötü hakemdir tartışabiliriz. Bana göre Avrupa'daki üst düzey hakem kategorisinde yeralan pek çok hakemden daha iyidir. Fırat Aydınus da öyle mesela. Bugüne kadar bir Türk hakeminin milli takımlar düzeyinde herhangi bir uluslararası turnuvada uzunca bir süredir yeralamamasının birkaç nedeni vardı:
  1. Ülke olarak hakemlerimizi ayağından hep aşağı çektik, en çok da hakem eskileri ve kulüp yönetimleri. Mesela Ali Aydın gibi adamı yedik hep beraber.
  2. Lobi denilen şeyi hiçbir zaman beceremedik, çünkü lobi denilen şeyin bile ardında bir strateji varken biz strateji yoksunu bir ülkeyiz malesef. Bizim lobimiz Haluk Ulusoy döneminde FIFA Başkanı'nın elini öpüp al takke ver külah muhabbetinden öteye geçemedi.
  3. Ülke futbolu şike skandalıyla sarsılınca ve hakemler hiç bu işe bulaşmamış çıkınca biz de bir süreliğine hakemlerle uğraşmaktan vazgeçtik, yoksa Cüneyt Çakır'ın bile ayağını çekerdik biz bugüne kadar. Ama adam rahat kaldı en azından yarım sezon daha ve performansını da artırdı.
Sonuçta bir Türk hakemi Euro 2012'de düdük çalma imkanına kavuştu. Tebrikler Cüneyt Çakır. Benim kriterlerimde çok iyi bir hakem olmasan da günümüz futbolunda senin orada yeralman gerektiğine inananlardanım Pierre Luigi Collinalar geride kaldı artık o düzeyde isimler yok.

Sonuçta ülke futbolu ülke hakemlerinin gerisine düşmüştür. Euro 2012'de takımımız yok ama hakemimiz var.

İki Taş Arasında Temiz Oyun

Biz küçükken mahalle arasında maçlar yapardık her erkek çocuğu gibi. Kale direklerimiz yoktu, iki taş arasından geçen top gol olurdu. O top biraz taşın içinden geçse tartışma başlardı hemen gol değil direk diye. O zamanlar çocukça bir çamura yatma vardı hepimizde ama oynanan oyun temizdi.

Büyüdük futbol maçı oynamaz olduk ama çok futbol maçı izledik. Bizim çocukluğumuzda çamura yatmalarımız bir de baktık ki gerçek hayatın her anında varmış. Futbolda da... Biz futbol izlerken hatalı karar veren hakeme gidip de hocam lehimize yanlış karar verdin diyeni pek görmedik, en azından bir elin beş parmağını geçmez. Gerçek dünyada gördük ki kazanmak için her yol mübah. Ne duruşlar gördük, ne camialar, ne yöneticiler, ne futbolcular...

Gökhan Gönül'ün soyadı gibi gönül adamı olmasının nedeni aslında bizim çocukluğumuzdaki saflığı içinde yaşatıyor olması hala. Muhtemelen mahalle maçlarında da çamura yatmamıştır pek top direğin, pardon taşın üzerinden geçti diye. Tıpkı Trabzonspor maçında Aykut'un kendisine müdahalesi olmadığını Cüneyt Çakır'a söylemesi, meslekdaşının gördüğü kırmızı karta itiraz etmesi gibi. Hem de en kritik dönemçlerden birinde maçın ikinci yarısının hemen başında ve 1-0 gibi riskli bir skor ile takımı öndeyken.

Bu oyun iki taş arasında en temiz haliyle oynanıyordu. Şimdilerde o iki taş da kalmadı, neredeyse her mahallede bir halı saha var. Halı saha maçları daha günümüz gerçeğine yakın, daha sert, daha tartışmalı. Üstelik çocukça çamurlara da yer yok, çamura yatma da profesyonel futbol dünyasına yakınlaştı. Gökhan Gönül işte bu yüzden büyüdü gözümde bir kez daha. İçindeki çocuğu yaşatabildiği ve çocukça çamura yatmaktan bile uzak, tertemiz oynayabildiği için bu oyunu.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Zirveye Tutunma Mücadelesi: Fenerbahçe 1 - Trabzonspor 0

Fenerbahçe'nin Trabzonspor maçını kazanması birçoklarının geçen sezonun ispatı anlamından çok öte bu sezonun dengeleri açısından önemi vardı. Nitekim iki takım da, taraftar da, teknik ekipler de bu bilinçle sahaya çıktılar.

Fenerbahçe adına Semih ve Stoch ikilisinin son iki maçta onbirde yeralmasının yanısıra bu ikiliye Mehmet Topuz'un ve Serdar Kesimal'ın eklenmesiyle ideal düzene dönüş maçıydı diyebiliriz. Geçen sezona göre güç kaybeden iki takımdan Fenerbahçe kayıplarını bu yeni onbiriyle kapamış gözüküyor. Lugano ve Santos'u aramayacak ama bir forvet takviyesi Semih'e rağmen gerekli. Semih bu maçta skor yapamamış olabilir ama bu düzen içerisinde çok önemli bir parça. Sırtı dönük top almasından ve takım öne çıkana kadar rakibi oyalamasından bahsedilir hep ama Semih'i Semih yapan asıl özellik futbol beynini ayaklarına hükmeder hale getirebilmesi. Bunun için maçın ikinci yarısından iki örnek vermek yeterli. Sanırım maçın 58. dakikasıydı, Semih sol taç çizgisi yakınında bir top aldı. Aldığı topu sırtı dönük ve arkası doluyken 45-50 metrelik öyle bir diagonal pasla sağ kanada aktardı ki Fenerbahçe adına bomboş yakalanan bir pozisyona dönüştü atak. Bunu Van Hoijdoonk yapardı, bayrağı Semih'e bıraktı. Yine ikinci yarıda ceza sahası içerisinde Alex'e kafa ile indirdiği topta ustalık işi ve oyun zekasının yansımasıydı. Semih'in devamlılığa ve biran önce form durumunun üst seviyeye taşınmasına ihtiyacı var Fenerbahçe'nin.

Gecenin bu dörtlü içerisindeki en öne çıkan bir diğer ismi Serdar Kesimal oldu hiç kuşkusuz. Yobo ile defansın göbeğinde Milli Takım'ın gelecek on senesine damga vuracağım mesajı verdi. Topu oyuna sokuşu, rakip atakları kesişi ve kademe anlayışı üst düzeydeydi. Genel olarak Fenerbahçe'ninyeteri kadar oyunu domine etmediği söyleniyor olsa da gerek topa sahip olma gerekse oyunu maçın her anında kontrol etme açısından maçın terk hakimi de Fenerbahçe'ydi.

Trabzonspor açısından sadece Burak odaklı bir hücum anlayışının patlayacağını haftalar önce yazmıştım, haftalardır da bunun sıkıntısını yaşıyorlar. İşin kötü tarafı Burak o kadar gole endekslenmiş ki çevresindeki boş adamları göremiyor. 1 hafta önce bu Şampiyonlar Ligi'nin kaçmasına neden oldu belki de. Lille deplasmanında uzatma dakikalarında sağdan aldığı topta kaleye vurmak yerine kafasını kaldırabilse ceza sahası içerisinde bomboş bekleyen arkadaşını (Adrian olabilir) golle burun buruna getirecekti. Dün de bu kadar bariz olmasa kendisinden daha avantajlı arkadaşlarını görmek yerine kaleyi düşünmeye devam etti. Bazı anlaer vardı ki Burak 3-4 kişilik defans duvarına çarpıp çarpıp geri döndü. Trabzonspor'da hücum hattını desteklenememesi kadar Burak'ın da kafasını kaldıramamasının etkisi büyük gol yollarındaki sıkıntıda.

Gün itibayle ilk yarının kapanmasına bir hafta kaldı ve 34 puanla ligin zirvesini Fenerbahçe ve Galatasaray paylaşıyor. Play off sisteminde ne kadar büyük bir dezavantaj gibi görünmese de Trabzonspor'un puan olarak değil, sıralama olarak ciddi kaybı var. O kadar takımı sıralamada geçip ilk dörde kalmak artık çok zor gözüküyor.

Not: Gökhan Gönül kendisinden beklenen ve yakışan hareketi yaptı, yapmasa şaşırırdım açıkçası. Gökhan Gönül böyle bir adam olduğu için hem Fenerbahçeli hem de rakip taraftarlarca seviliyor.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Vurun Emre'ye

Geçen sezon ya da daha önce yaşanmış olsaydı Emre olayı affedilemez bir durumdu. Her ne kadar verdiği kavga takım için olsa da takımın teknik adamının otoritesini sarsacak hiçbir hareket kabul görmemeliydi. Ve şüphesiz ki yaşanan son gelişmede Emre Belözoğlu haksız olan taraf özellikle Aykut Kocaman'a karşı.

Aykut Kocaman ve yönetim kadro dışı kararını tartışarak doğru bir hamle yaptı ama diğer taraftan Emre'nin şu yaşanan süreçte bir kalemde silinecek adam olmadığını kendileri de biliyor. Ve kadro dışı bırakılma kararının konuşulması birçoklarının anladığı gibi Emre'yi kaybetmek için değil kazanmak için yapılmış bir hareketti aslında. Silinecek adam olmaması onun saha içerisindeki rolü için söylenmiş bir söz değil, daha çok bu yaşanan süreçte dimdik kalan birkaç isimden biri olmasından kaynaklanıyor. Emre Aykut Kocaman ve takım arkadaşları Alex ve Volkan ile liderlik yaptılar uzunca bir süre bu takıma ve yapmaya devam da ediyorlar. Ama kimsenin bu yükü kaldırması, taşıması kolay degil, Emre de yıprandı ve yıprandıkça agresif Emre daha çok su yuzune cikti. Birgün Emre'nin patlayacağı belliydi. Haftasonu çıkan Atletico Madrid'e transfer söylentileri üzerine birçok senaryo da yazılabilir son gelişmelerden sonra ama bana tamamen tesadüf geliyor. Haftalardır bir kar topunun bir çığa dönüşmesini izledik zaten canlı canlı.

Emre'yi suçlu ilan etmek doğru mu bilemiyorum. Zira tüm takımın psikolojisi alt üst olmuş durumda. Çünkü bu olay yaşanan süreç icerisinde kimsenin dayanabilecegi bir durum degil. Gökhan formdan düşerek etkileniyor, Volkan içine kapanarak ve sakal bırakarak koyuyor tepkisini, Alex sürekli düşünceli bir ruh halinde, Aykut Kocaman herşeyi içine atarak yaşıyor. Emre de dışarı vurarak yaşadı. Ama bu son dışavurum kolay affedilir olmasa da salt Emre'nin suçu değil. Bu olayı değerlendirirken Emre'nin zihinsel ve mental olarak kendini yönetememesinin bu sonucu doğurduğunu değil, Fenerbahçe'nin camia olarak 3 Temmuz'dan bugüne yaşadıklarının Emre'nin ruh sağlığını etkilediğini söylemek gerekiyor. Neden sonuç ilişkisini çarpıtarak vurun Emre'ye yapmak çok kolay.

Emre hep aynıydı aslında, Galatasaray'da da, N.United'ta da. Sahada agresif ve kendini kaybeden bir oyuncu oldu tıpkı Hagi gibi, Bülent Korkmaz gibi, Lugano gibi, Hasan Şaş gibi, İbrahim Üzülmez gibi... Ama bu yaşananları genel tavrına bağlamak da hata. Bu olay geçen sezon yaşanan Engin Baytar'ın oyundan alınırken Şenol Güneş'e küfretme şımarıklığı, arsızlığı değil.

Aykut hocanın iddia edildiği gibi üzerine yürümesi, "Sen kimsin" diye bağırması" affedilemez hepsini kabul ediyorum, diğer taraftan da bu olayın bir özür ile kapanacağını gün gibi biliyorum, kapanmalı da. Zaten dün hikayenin bu sona ulaşacağını twitter'da yazmıştım. Benim garibime giden bazı Galatasaraylılar'ın ve hiç de azımsanmayacak ölçüde Fenerbahçeli'nin Emre'nin kadro dışı kalmasından yaşadıkları mutluluk oldu. Bazıları büyük bir tatmin yaşadılar twitter üzerinden ya da internette forumlarda. Hadi bazı Galatasaraylı arkadaşların neden böyle yaptığını anlıyorum da, şuursuz Fenerbahçeliler'e ne demeli bilemedim.

Emre'yi savunma yazısı yazmak için oturmadım bilgisayar başına, çoğu zaman da tasvip etmem saha içi hareketlerini. Olay üzeri kolayca örtülecek bir durum değil onun da farkındayım. Ama neden sonuç ilişkisini ortaya koymadan kimse Emre'yi yargılayamaz. Şu günler de Fenerbahçe üzerine en çok konuşma hakkına sahip olan Aykut Hoca da. Ve çok eminim ki yargılamayacak da. Çünkü çoğu Fenerbahçeli'nin olamadığı kadar adil de bir adam. En azından linç kültüründen gelmiyor.

Bugün her Fenerbahçeli'nin birbirine sarılma, hataları affetme, kırgınlıklara yol açmama, birbirini mazur görme dönemi. Emre de bu affedilişi hem hocasından, hem arkadaşlarından, hem de camiadan en çok hakeden isimlerin başında geliyor.

13 Aralık 2011 Salı

Hocam Ters Binmişsin


Balotelli'den fıkra gibi olay...

Herkes Yerini Bilsin

Artık haftasonu oynanan maçtan sonra Real Madrid-Barcelona maçı beklemez hale geldik. Biliyoruz ki Real Madrid'in en iyi döneminde bile Barcelona'yı yenmesi çok düşük bir ihtimal. Daha maçın başında skor avantajını yakalamalarına ve istedikleri oyun planını ortaya koymalarına rağmen Barca yine aldı götürdü maçı.

Beklenen oyun Real Madrid'in oyunun kontrolünü Barca'ya vermesi ki aksi düşünülemez ve kontra toplarla hızlı adamlarını golle buluşturmasıydı. Real Madrid'in beklemediği Barcelona'nın topu aldığında mutlaka gole gidecek yolu bulacağı gerçeğiydi. Öyle de oldu.

Pep ve Mourinho'nun bu fotografı aslında herkesin yerini gösteren bir fotograf. En azından birkaç sene daha bu fotograf değişmeyecek gibi gözüküyor. Zirve Barca'nın, ikincilik Madrid ekibinin.

Futbolda Köle Ticareti

Türkiye'de futbolcular bir türlü sendikalaşamadıkları için kulüplerin ve futbolu yönetenlerin köleleri haline geliyorlar. NBA'de basketbolcuların haklarını korumak adına koskoca bir sezonu çöpe atmayı göze alarak tüm NBA yıldızları birarada hareket edebilirlerken, bu ülke futbolcusu beceremiyor aynı dirayeti göstermeyi.

Kulüpler Birliği bir derebeylik gibi yönetildiğinden Özgür Çek ve Uğur Uçar'ın haklı nedenlerle Ankaragücü'ndeki sözleşmelerini feshetmelerine karşılık bu oyuncularla sezon sonuna kadar hiçbir Süper Lig kulübünün anlaşmayacağı garantisini verebiliyor. Oysa ortada alacaklarını tahsil edemeyen ve ekemk parasını kazanmaya çalışan iki futbolcu var. Ve Kulüpler Birliği bu iki futbolcuya ekmek paranı kazandırmayız diyor. Buna da koskoca ülkenin koskoca futbolcuları gıkını çıkarmıyor.

İyi de futbolcular hakkını aramazsa kim arayacak? Bu hafta hiçbiri maçlara çıkmasaydı ne olurdu? Sadece futbolcu arkadaşlarımızın hakkını istiyoruz deme cesaretini gösterselerdi kim karşuılarında durabilirdi? Yılardır teknik adam, futbolcu transferlerinde yaşanan paralarını alamama ve susup pısma durumu Kulüpler Birliği'nin vermiş olduğu bu kararla futbolumuzda iyice bataklığa sürüklenen bir kölelik düzenine işaret ediyor.

Sonra da hala ligi kurtarma peşinde koşuyoruz. Oldu canım...

Süper Lig Genel Görünüm - 15.Hafta

Sekiz kişi serbest kaldı, Özgür Çek ile Uğur Uçar'a Kulüpler Birliği'nden transfer yasağı geldi derken bir futbol haftasının daha geride kaldığını ama futbolun da yine gölgede oynandığını artık her hafta benzer olayları yaşaya yaşaya öğrenmiş bulunuyoruz.

Oysa haftanın iki önemli maçı vardı ve daha çok heyecan vermesi beklenirdi. Trabzonspor-Galatasaray maçında Fenerbahçe maçından yıpranarak çıkmasını beklediğimiz sarı kırmızılılar tam tersine Trabzonspor'dan daha istekli, daha çok koşan bir görünümde oldular maç boyunca. Daha önceki yazılarımda hep belirtmiştim Burak endeksli bir Trabzonspor'un nereye kadar ilerleyebileceğini kestirmek zor diye. Bu şartlandırma Galatasaray karşısında son derece kısır bir Trabzonspor görüntüsüne yol açtı tıpkı diğer zorluk derecesi yüksek maçlarda olduğu gibi. Galatasaray ise Elmander-Baros ikilisine dönmenin ve Emre Çolak bonusunun getirdiği hücum zenginliğini yaşıyor. En azında artık tek kanadı var ve o kanat da sarı kırmızılı takımın işini görür nitelikte. Böyle olunca da ikinci yarının başında bir kişi eksik kalan Trabzonspor karşısında 3-0 kaçınılmaz bir skora dönüşüveriyor doğal olarak.

Ligin zirvesini ilgilendiren bir başka mücedele olan Bursaspor-Fenerbahçe maçında derbiden ağır hasarlı çıkmış Fenerbahçe'li oyuncuların takımın nereye koşturacağı bir soru işaretiydi. Aykut Kocaman'ın bu noktada herkesçe beklenen ve istenen dokunuşları ile Fenerbahçe rotasını zirveden çevirmeden 3 puana ulaştı. Semih'in ilk onbire girmesi doğruydu. Stoch ise tıpkı Alex'in geçen sezon bolca yediği kesikler gibi haftalarca bekledi ama sonunda o da ilk onbirde yeralarak dün gecenin yıldızı oluverdi. Sadece bu iki değişiklik bile takımın vitesini bir kademe artırırken, defansta da Serdar Kesimal'a kavuşmak önemliydi Fenerbahçe adına.

Beşiktaş-İstanbul BŞB. maçını izleyemedim ancak Beşiktaş'ın belalısı yine yapacağını yaptı. Gerçi Beşiktaş için haftanın nasıl sonuçlandığı değil, Metris'teki tahliye çok daha önemliydi. Belik lig şampiyonu olmuşçasına sevindirici bir haber aldılar dün akşam. Bu yüzden de daha suçları sabit görülmemişken "aklanın da gelin" nutukları atmayan Beşiktaşlıları tebrik etmek gerekir.

9 Aralık 2011 Cuma

Tutku: Real Madrid-Barcelona


Haftasonu dünyanın en tutkulu derbilerinden biri, Real Madrid-Barcelona maçı var. Otomobil markaları içerisinde tutkunun markayla eşleştiği en öne çıkan marka Audi hem derbi tutkusunu hem de Audi tutkusunu ilişkilendiren mükemmel bir reklama imza atmış. Haftasonu yaşanacak bu tutkunun hafızalarda iz bırakması dileğiyle.

8 Aralık 2011 Perşembe

Şeref ve Erdem Üzerine

Şeref ve erdem ruhun süsüdür; bunlar olmasa, beden asla güzel gözükmez -Cervantes

Telegol programını izlemiyorum, ne program ne de programı yapanlar bana güzel gözükmüyor.

Dün gece ki yayınlarını da iş yerinde bir Galatasaraylı arkadaşım anlattı. Ben yorum yapmadan onun ağzından aktaracağım.

Dün gece programın başlamasıyla birlikte uzunca bir süre "Sezer maçı gözaltında geçirdi" manşetiyle o günkü programın içeriğine yönelikte jenerik yayınlamışlar. Ardından habere geldiklerinde görüntüleriyle birlikte Sezer'in Ataşehir'de emniyete gidip maç öncesi ve sonrası imza atması verilmiş. Haber niteliği taşıyor mu, taşıyorsa onlarca aynı durumda olan futbolcu ve teknik adam arasından niye Sezer sorularını sorabilirsiniz. Ama daha önemlisi Serhat Ulueren'in ağzından çıkanlar.

Serhat Ulueren diyor ki Sezer emniyete ilk gittiğinde kameralarla karşılaşınca Serhat Ulueren'i arıyor ve "Abi bak benim bir ailem var, yaşlı bir babaannem var ve bu görüntüleri izledikçe çok üzülüyorlar. Babaabnem yaşlı ve hasta bir kadıncağız. Ne olur bu görüntüleri yayınlamayın. Hem ben birşey yaptığım için de gitmiyorum, yasal prosedürü yerine getiriyorum" ricasında bulunuyor. Ama Serhat Ulueren bunun bir haber olduğunu söylüyor ve yayınlıyor.

Haberde bir dikkat çekici nokta da Telegol kameralarının emniyetin içerisine kadar girip çekim yapmaları. Kaya Çilingiroğlu buna dikkat çekince Serhat Ulueren "Telegol kamerası heryere girer" diyor.

Telegol programını izlemiyorum, ne program ne de programı yapanlar bana güzel gözükmüyor.

Şeref ve erdem ruhun süsüdür; bunlar olmasa, beden asla güzel gözükmez -Cervantes

Tweetball - #Galatasaray

Uzun zamandır twitter günlüğünü yazamamıştım. Yeri geldi derbi üzerine dönen twitter geyiklerini paylaşma fırsatı doğdu. Bir Fenerbahçeli olarak biraz kendimizle dalga geçmiş de oluyorum ama Galatasaraylı arkadaşların aksine hiç koymadı bu derbi mağlubiyeti Fenerbahçeliler'e. Tabi Galatasaraylılar çok sevinçli, haklılar da, zira bu sene yapılan yatırımın psikolojik boyutta en biyik kazanımı oldu bu maç. Neyse biz geyiğe vuralım ve derbinin keyfini çıkaralım. Çünkü bu kadar iğrenç bir futbol ortamında Galatasaray ile derbi maçı yapmak yenilsek bile keyifliymiş.

DisiStoper Işılsu D.

Kasımda aşk başkadır deyip, yıllardır 6 Kasım'ı hatırlatanlara; aşkın Aralık'sız olduğunu gösterelim. Haydi aslanlarım #galatasaray

OsmanGeylan OsmanGeylan

Bence macin adami Sabriydi...Sabri dogru mevkide #Galatasaray icin nasil etkili bir silah oldugunu gosterdi...tribunde

karaerkut Erkut Kara

Şüphesiz ki Alex, biz ''fener 3'ün 1'ini aldı'' espisini yapalım diye gol attı. #Galatasaray

acimasiztweet Acımasız
Bugünün farkı: #illuminati geri sayıyordu, #Galatasaray ileri

cilekhm Hatice Macit
1319 gün sonra gelen galibiyetimizle dalga geçen Fenerbahçeliler; 10585 gündür Türkiye Kupası'na hasretsiniz. #GALATASARAY

slmtsr Selim TAŞAR
Hakiki aslan melo :) tabi birde golu atan küçük melo var :) #Galatasaray #Galatasaray #bugungunlerdengalatasaray

Ebced Enes

ligtv maç sonrası melo'nun görüşlerini alacağı sırada hangi melo'nun röportaj yapacağı şansal büyüka'yı düşündürdü :) #Galatasaray

Blog benim, bir de kendime ait bir şey koyayım, son sözü de söylemiş olurum:-)

futbolmanya futbolmanya

Fenerbahçe üçün birini aldı,geriye kalan 3 maçta da #Galatasaray üçü birarada alacakmış.

Galatasaray Hakkıyla Kazandı

Maç öncesinde senaryo Galatasaray'ın baskılı başlayarak top yapacağı ve Fenerbahçe kalesine yükleneceği, Fenerbahçe'nin ise rakibini geride karşılayarak kontra toplarla gol arayacağı yönündeydi. Bunun için de Stoch ve Dia biçilmiş kaftanlar gibi gözüküyordu.

Ama Aykut Kocaman orta sahada topa hakim ve top yapan takım olmayı tercih etti. Orta sahasındaki rakibe göre daha teknik ve top hakimiyeti yüksek oyuncularına güvendi. Burada ise kritik hata Alex ile bu üçlünün arasındaki bağlantının, Alex'i en uç noktaya koyunca kopması oldu. Bienvenu ile işlemeyen sağ kanatta Fenerbahçe'nin sadece sol kanattan gelebilme girişimlerine dönüştü ki burada da Caner yetersiz kaldı. Galatasaray ise genel takım düzeninin dışına çıkmadan işlemeyen kanatları için küçük bir rötuşla Emre Çolak'ı sahaya sürmüştü. Fatih Terim'in Emre Çolak hamlesi tuttu.

Maç içerisinde tüm bu taktiksel varyasyonlara rağmen skoru belirleyen defanstaki üç kritik hata oldu. Öncesinde Galatasaray özellikle ilk 20 dakikada çok üstün gözükse de oyunun dengeye geldiği dakikalarda önce Yobo, Eboue'nin karşısında ayakta kalamayarak bir defans oyuncusu için ölümcül bir hataya imza attı. Eboue de doğal olarak topu soluna çekip filelerle buluşturdu. Hemen arkasından Bilica'nın kontrolündeki topu Elmander'e bırakması da affedilir gibi değildi.

İkinci yarıya 4-2-3-1'e dönerek ve daha doğru bir dizilişle giren Fenerbahçe 60. dakikaya kadar oyunu kontrolü altına alır gibi gözüktü. Ancak Stoch'un ve ofsayttan da olsa Semih'in girdiği pozisyonlarda direğe takıldı sarı larcivertli takım. Özellikle Stoch'un dakika itibariyle kaçırdığı pozisyon maçın genel havasını bir anda değiştirebilecek nitelikteydi. Yine de bu kadar kötü bir maç performansı koyan Fenerbahçe'nin bu golü atması o ana kadar ortaya koyduğu oyunun hakkı olmayacaktı.

Bir başka ölümcül defans hatasında kornerden gelen topa maçın içerisinde hiç olamayan Bilica'nın Caner'e de çarparak kendini dağıtması sonucu kafayı vuramaması Melo'nun dizinin altıyla Volkan'ın koruduğu kaleye topu göndermesine neden oldu. Maçın fiiili olarak bittiği dakikadır bu an. Ondan sonra geriye kalan yaklaşık 25 dakika için tek kalme yorum yapmaya da gerek yok, çünkü herşey bir formaliteye dönüştü.

Aykut Kocaman oyun stratejisini topa hakim olmak üzere kurmuş olabilir ama zaten stratejiyi eleştirmeyeceğim. Stratejiyi gerçekleştirecek tercihler de hata vardı. Bir tek Alex'in orta üçlünün önüne kayması ve Bienvenu yerine Semih'in oyunda olması ile aslında oyunun hakimiyetini alabilirdi Aykut Hoca. Yine de tek bir maç ve bu yıl hiçbir şekilde takımı eleştirmiyorum. Zira teknik, taktik, futbolcu performansı  ve stratejinin çok ötesinde garip duygularla sahaya çıkan bir takımı eleştirmek abesle iştigal.

Sonuçta Galatasaray iyi oyunuyla haklı bir galibiyet aldı. Bu galibiyet Galatasaray'ı ligin havasına sokar mı, Fenerbahçe'yi uyandırır mı bunu ilerleyen haftalarda göreceğiz. Ama giderek mental yorgunluğun ağır bastığı Fenerbahçe ile mental olarak pozitif bir ivme kazanan Galatasaray var şu anda karşımızda. Ve Fenerbahçe'nin bir an önce silkelenmeye ihtiyacı var. Zira oyun içerisindeki en önemli fark mental güç farkıydı. Mental olarak güçlü olan kazandı.

6 Aralık 2011 Salı

Bu Lig Kaç Para Eder

Bu blogda son dönemde Türk futbolunda yaşananlar üzerine yazdıklarımı Aziz Yıldırımcılık olarak görenler benim Aziz Yıldırım'ın dışarıda olduğu, takımın başarılı olduğu dönemlerde yazdıklarıma bakmalılar. O günlerde yazmışım Fenerbahçe'nin futbolda barışı getirmesinin Aziz Yıldırım ile mümkün olamayacağını, bakınız burada .

Ama gelin görün ki Temmuz ayından bugüne kadar yaşanan süreç bir Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe operasyonuna dönüştürüldüğü için kimse yaşanan sıkıntıları görmek istemedi, işine gelmedi. Bugün gelinen nokta ise çok daha vahim. Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne gönderilmedi, ama Avrupa'ya gönderilen Beşiktaş ve Trabzonspor şu anda kupada yeraldıklarından daha sıkıntılı sonuçlarla karşılaşabilir duruma geldiler. Ligdeki takımların yarısı küme düşme tehlikesi ile karşı karşıyalar.

Biz yargılananlar yargı süreci boyunca hapiste ne işi var dedik, iddianamenin açıklanması ile birlikte dışarıdakiler de mesleklerini yapamaz, stadyumlara giremez hale geldiler. Hatta listede yeralmayanlar da bir hata sonucu maça sokulmayıp sonra "Pardon Can" denilerek Türk futbolunun traji-komik hikayesinde başrolü kaptılar. Hikmet Karaman televizyonlara çıkıp feryat ediyor bu duruma, adam ızdırabından şehadet getiriyor ama kimse duymuyor. Türk futbolu artık son nefesinde ve şehadet getirecek noktaya gelmiş olmasına rağmen herkes gününü gün ediyor.

Gariplikler yine devam ediyor, iddianamede adı geçenlerin bazıları içeride, bazıları dışarıda cezalı. Mesela Aziz Yıldırım çıkamıyor ama Sadri Şener'de maça giremiyor. Sadri Şener Lille maçını otel odasından izlerken Aziz Yıldırım cezaevindeki koğuşundan bakacak ekrana Galatasaray-Fenerbahçe maçında. Serdar Adalı, Tayfur Havutçu şike yüzünden içeride, ama Yıldırım Demirören'in bu maç bağlama işinden haberi yok. Türkiye'de hangi takım başkanının haberi olmaz böyle bir durumdan soru işareti.

Bir ülke federasyonu ile o ülkenin en büyük camiası birbirine girmişler, tam bir savaş yaşanıyor, elin UEFA'sı çok rahat olayları izliyor. Cornu ne dedi, ne demedi hesap soracağına iki taraf da sen onu dedin ben bunu demedim çatışması yaşıyor. Federasyon bizim içimizdeki sıkıntı ne olacak, Göksel de maçlara giremeyecek e böyle olur mu demiyor. Fenerbahçe savunucuları ve düşmanları televizyonlarda birbirini kırıyor ve ratingler patlıyor. Ne için? Boşa harcana enerjiden başka birşey değil. Kim, kiminle, nerede, ne yaptı diye bir oyun oynuyor televizyon yıldızları gerçek yıldızlar üzerinden kazanmak için, kimse bu çene ishali haline gelen duruma son vermiyor.

Ligin marka değeri bu işte... Türkiye'de bu hikaye satmaya devam edecek, çünkü futbol severlikten çok bu tarz hikayelere bayılanlarla, futbolu yerli dizi gibi izleyenlerle, militan ruhlu taraftarlarla dolu ülke. Ama bir de futbolsever var ki kan ağlıyor. Ligde futbol oynanmıyor ligin zirvesindeki takımların maç başına gol ortalaması 1,5 olmuş, maçlarda gol yok, heyecan yok, o heyecansız oyun hafta yedi gün sekiz oynatılıyor olsa ne olur?

O yüzden soruyorum bu lig kaç para eder? Hani bir laf vardı eskilerden öyle cevap verelim kaç para edeceğini: Kaşarın kilosu ne kadar?

5 Aralık 2011 Pazartesi

Süper Fikir

Footballove yazmış, çok da güzel yazmış ama ben de bir pazarlama ve iletişim çalışanı olarak es geçemedim, blogda kaydı olmalı bu cin fikrin.

Bir taraftar için formada ölümsüzleşmekten daha önemli birşey olamaz herhalde. Bu içgörüden yola çıkarak Sevilla sırt numarasının üzerine sadece 25€uro karşılığında küçük bir fotografınızı koyabiliyorsunuz.

Şunu söyleyebilirim ki bu uygulama dünyada çok hızlı bir şekilde yayılacak ve kulüpler açısından ciddi bir gelir kalemi oluşturacak. Düşünsenize tüm bir sezon boyunca sevdiğiniz oyuncunun sırtında onunla beraber mücadele ediyorsunuz. Tabi yedek oyuncular için sırt numarasına fotograf yerleştirmek daha az tercih edilir muhtemelen taraftarlarca ama onu da farklı bir fiyat skalasında değerlendirmek mümkün. Ya da bir takım sezon boyunca üç farklı forma giyiyorsa her biri için ayrı satış yapmak da. Bir de bu işi sırt numarasına fotograf eklenen oyuncunun o taraftara imzalı forma vermesi ile bağlarlarsa çok başarılı bir iş olur.

Her şekilde bu fikir satar ve bu fikir de gösteriyor ki futbol pazarlama için bulunmaz bir alan. Bu fikri hayata geçiren ise Playing2 adlı şirket.

Kara Derbi

Artık fazlasıyla yeşil saha üzerinde oynanan oyunu yazamaz oldum. O yüzden Galatasaray'ın Gençlerbirliği önündeki 1-0'lık deplasman galibiyeti de, Fenerbahçe'nin Ankaragücü'nü 4-2 ile geçişi de teferruat kalıyor bu hafta yaşanılanların yanında derbi öncesi.

Derbiye şike skandalının hukuk skandalına dönüştüğü, Sezer'in ve Sercan'ın bu skandalla takımlarında görev alamayacakları, bırakın takımlarında görev almayı yasal prosedürler gereği maçtan 1 saat önce imza vermelerinin bile gerekebileceği bir ortamda gidiyoruz. Sporda şiddet yasası sonunda kendi şiddeti ile futbolun içine bir alev topu düşürdü, şimdi o topa kimse dokunamıyor. Sahi derbiyi oynamanın bir anlamı var mı? O zaman çıkmasın iki takım da maça. Hatta iki takım oyuncuları anlaşıp karakter birliği göstersinler ve desinler ki "Bizi kimse ilgilendirmez ama meslekdaşlarımızın üzerine sürülen bu leke, daha henüz haklarında hüküm giyme kararı yokken, suçları sabit görülmemişken sırf bir iddianame yüzünden bizimle sahada yeralamıyorlarsa biz de oynamıyoruz."

Çünkü bu noktada ne Galatasaray'ın oyun disiplininin yanısıra gösterdiği hücum performansı zaafiyeti, ne de Fenerbahçe'nin ligin başından bugüne kadar getirdiği istikrarlı puan kazanımı ama istikrarsız ve vasat futbolunu analiz edeceğimiz gün değil. Maç oynanırsa yine televizyon karşısına geçip, stadyuma gidip maçı takip edeceğiz, yine bu blogda ya da diğerlerinde üç beş kelam edeceğiz ama bu derbi tarihin en kara lekeli derbisi olacak bu gidişle.

Ben futbolcuların elinde tarihi bir fırsat olduğuna inanıyorum. Tarih boyunca biraraya gelmeyi başaramayan iki camia taraftarının, kulüp yöneticilerinin, hiçbirinin beceremediği bu tarihi mesajı verme şansına sahipler. Yapacakları tek şey yeşil sahaya elele çıkıp "Futbolumuzdan Elinizi Çekin" mesajını vermek ve tekrar soyunma odasına dönmek. Ben bu iradenin karşısında durabilecek bir güç olmadığına inanıyorum. Yalan bir derbiyi yaşamaktansa, gerçek duyguların dışa vurulduğu bir derbiyi yaşamayı bin kere, milyon kere tercih ederim.

Bugün varsa suçlularla birlikte suçsuzları aynı kazana attılar ve futbolu bitiriyorlar. Bugün derbiye rakip takım taraftarını geçtim, derbinin asıl aktörleri olan futbolcular gidemiyorlar. Yarın geldiğinde elimizde bir derbi kalmayacak. Ve elimizde derbi kalmadığında da vakit çok geç olacak. Vakit çok geç olmadan gün elele verme günü.

Suçluların yargılama süreci sonunda cezalarını alacağı, adil bir yargılama için bugün elele verilmezse, bu iş sadece Aziz Yıldırım düşmanlığına indirgenirse en çok bu derbi zarar görecek. Çünkü Türk futbolu demek Galatasaray ve Fenerbahçe demek.

Futbolun Filozofuna Elveda

1982 Dünya Kupası'nı 7 yaşındayken şuursuzca da izleyen şanslı futbolseverlerden biriyim ki bana göre izlediğim en iyi takımlar arasında ilk üçe girer o Brezilya. İtalya'ya kaybedilen maçtaki şiirsel oyunun sahadaki orkestra şefi olarak kaldı anılarımda hep.

O yüzden Socrates'in o Brezilya takımındaki yeri de hep ayrı oldu benim için. 2 yıl sonrasında Fiorentina formasıyla Fenerbahçe karşısında da izleme şansım oldu ama hatrımda kalanlar nadir kareler bunlarla sınırlı.

Adını büyük bir filozoftan alan Socrates'in ölümü üzerine yazabileceğim yeşil sahanın dışındaki şeyler doktor olması, entellektüelliği ve endüstriyel futbolun hep dışında kalması ile sınırlı. Ama hepsinden önemlisi benim için futbol romantizminin izlediğim dönemdeki en büyük iki temsilcisinden biriydi Socrates, diğeri de Maradona. Onun adını taşıdığı büyük filozofun bir sözüyle bitirelim yazıyı, zira ölüm günü ile Türkiye'de futbolun ve adaletin sorgulandığı günler aynı tarihlerde kesişti:

"Haksızlığa uğramak, haksızlık yapmaktan iyidir".

30 Kasım 2011 Çarşamba

Kupayı Eve Götüremeyince

İspanya Milli Takımı 2010 Dünya Kupası'nı alarak ismini tarihe kazıdı ancak bazıları daha da fazlasını yaptılar. Sergio Ramos bu başarıyı ölümsüzleştirmek adına gitmiş kupayı dövme ile vücuduna kazımış, üstelik de oldukça başarılı bir renklendirme ile.

Herhalde kupayı bizim ülkemizdeki bazı yöneticiler gibi eve götüremeyince o da o zaman kupayı vücudumda taşırım demiş olsa gerek.

TFF Ülke Futbolunu Nasıl Koruyor?

Şike soruşturması kapsamında Fenerbahçe'den bir açıklama geleceğinin sinyalleri geçtiğimiz haftadan beri hissediliyordu. Bu konuda en son haftasonu oynanan Gençlerbirliği maçı sonrası Ali Koç düğmeye bastı ve hafta içinde ulaştıkları bazı önemli bilgileri paylaşacaklarını iletti. Dün yapılan basın toplantısında yeralan açıklamalara kısaca bakalım:
  • Sayın Cornu CAS’ta devam eden davamız ile ilgili olarak verdiği savunmasında Sayın Arıboğan ve Helvacı’ya Fenerbahçe’nin %1 dahi şike yapmamış olma ihtimali yok mu?diye sorduğunu bu soruya Sayın Arıboğan ve Sayın Helvacı’nın "hayır Fenerbahçe yüzde yüz şike yapmıştır" diye yanıt verdiğini söylemiştir. Bu toplantıda Sayın Arıboğan ve Sayın Helvacı Cornu’ya şunları aktarıyor: İlk olarak, ’Ellerindeki verilere göre Fenerbahçe’nin şikeye karıştığı kesindir şeklinde görüş belirtmişlerdir. Ancak UEFA müsabakalarına kayıtlı olan ve yetkilileri şüpheli olan diğer 2 kulüp bakımından delillerin yetersiz olduğunu ve bu kulüplerin şikeye karıştıklarına dair şüphe olduğunu belirttiler’ diyor.
  • CAS’a sunulan dilekçeye göre; Ancak bu iddialı ve yönlendirme içeren yorumlarına rağmen kendilerinin Fenerbahçe’yi şampiyonlar ligine göndermeme kararını alamayacaklarını aksi takdirde güvenliklerinin tehlikeye gireceğini söyleyen ikili UEFA müfettişine kendilerine bir mektup gönderilmesini ve bu mektubu kullanarak Fenerbahçe’nin UEFA Şampiyonlar Ligi’ne gönderilemeyeceğini söyledi.
  • UEFA’nın, resmi sitesinden yaptığı açıklamaların da TFF’ce bildirilen ifadeler olduğunu belirten Ali Koç, "TFF’nin burada çıkan metninde ’Şikeden soruşturulduğu için’ diyor, orada ’Şike yaptığı için’ diyor. Bu da bir detay ama önemli bir detay" dedi.
Benim için yapılan uzun basın toplantısında yukarıda belirttiğim 3 madde aslında herşeyi anlatıyor. Bugün gelinen noktada UEFA CAS'a yalan ifade vermiyorsa, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne gidememesinin tek sorumlusu UEFA'nın tüm baskılarına rağmen TFF'dir. Bu noktada da TFF'nin sorumluluğu üzerine alması gerekir.

TFF'nin insiyatif kullanarak masumiyet karinesini de hiçe sayarak iddianamesi hazır olmayan bir konuda Fenerbahçe'nin %100 şike yaptığı yönünde görüş belirtmesi de bir camia adına kabullenilebilecek bir durum değildir.

Öte yandan TFF yine almış olduğu bu kararla Trabzonspor ve Beşiktaş'a UEFA tarafından daha sonra verilebilecek daha ağır cezaların da yolunu açmıştır. Eğer Fenerbahçe mevcut iddialar doğrultusunda Şampiyonlar Ligi'ne gönderilmediyse, bu durumda TFF'nin aynı hassasiyeti Beşiktaş ve Trabzonspor adına göstermemiş olması bugüne kadar TFF'nin Türk futbolunu korumak adına hareket ettiği tezini de çürütmektedir.

Tüm bunların ışığında Fenerbahçe'nin şike yaptığını kabul ettik diyelim, bu bile şu güne kadar TFF tarafından alınan kararların ortaya konulan nedenler açısından çarpıklığını ve tutarsızlığını engelleyemiyor. Ve hatta kanımca taraflı, uzaktan kumanda ile alınan bu kararlar ülke futbolunu iddianamenin sunulması sonrasında Beşiktaş ve Trabzonspor'un da UEFA organizasyonlarından çıkarılmasına yol açacak ciddi bir kaosa doğru götürüyor.

Dava sonucunda çıkan karar neticesinde tüm tazminat haklarının saklı kalması bir yana, kulüplerden çok daha fazla zarar görecek olan ülke futbolu, zira takımlarımız bir şekilde haklı çıktıkları noktada maddi ve manevi tazminat haklarını kullanabilecekler ve yara kapanmasa da üzerine merhem olacak. Öte yandan TFF ise tutarsız kararları ve uygulamaları ile ülke futbolu üzerinde hiçbir zaman kapanamayacak bir yaraya imza atmış olup ülke futbolunun gördüğü zararı asla tazmin edemeyecek.

Keşke Fenerbahçe'yi men etmese ya da şike soruşturmasında adı geçen hiçbir kulübü UEFA organizasyonuna göndermemiş olsaydı. O zaman adil, tutarlı bir davranış sergilemiş olur ve ne futbolda kaos ortamını yaratmış, ne de futbol taraftarlarını kutuplaştırmış olurdu. Sırf bu kutuplaşma yüzünden bugün ahmakça bir kararla derbilerde deplasmana taraftar dahi götürülemez hale gelmiş durumdayız.

Ve bugün belki de en sağduyulu davrananlar ne TFF, ne futbol kulübü yöneticileri, ne de basın. Herşeye rağmen sağduyuya sahip tek grup sadece teknik adamlar, futbolcular ve taraftarlar. Ve tüm bu olanların günahını da malesef futbolun emekçileri ve cefakarları çekiyor.

Son olarak şunu da belirtmek de fayda var: "Herkesin aklına hırsızın hiç mi suçu yok" sorusu gelebilir. Eğer zanlının hırsızlık yaptığı sonucuna ilgili mahmemelerce karar verilirse ve bu karar kesinleşirse bu sorunun cevaplarını o gün geldiğinde arıyor ve birilerinden de hesap soruyor oluruz. Ama bugün o gün değil hala. Bugün TFF'ye kapıya niye kilit vurmadın, eşeğini çalarlarken senin niye haberin olmadı, senin de doğru dürüst bir ahırın bile yok deme günü. Çünkü TFF eşeğini sağlam kazığa bağlayamıyor.

    27 Kasım 2011 Pazar

    Küllerinden Doğmak

    Yazın patlak veren şike skandalından bugüne gelinen noktada geçen yıl şampiyon olunan beş büyük branşta erkekler basketbolu hariç yine zirvede Fenerbahçe var. Bugün çok güzel bir oyunla kadınlar basketbolda 96-82 ile Galatasaray'ı geçen Fenerbahçe'nin zirveye oturmasıyla geriye bir tek erkek basketbol takımı kaldı ki, onlar da NBA'de lokavtın sona ermesiyle birlikte aslında yine TBL finalinin en büyük favorisi haline geldiler. Bir camia için yaşanan bunca travmadan sonra büyük başarı.

    Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım

    LA GAlaxy ile sözleşmesi sona eren ve iyiden iyiye PSG'ye gideceği söylentileri ayyuka çıkan David Beckham için futbol hayatının sonuna geldiğinde önerildiği söylenen rakam bir hayli yüksek.

    Arap sermayedarlar herşey de olduğu gibi futbolda da para harcamasını bilmiyorlar ya da para fazla geliyor. 1,5 yıl için 14 milyon euro konuşuluyor ki bana göre en iyi döneminde bile David Beckham'a bu para ödenmezdi.

    Bu arada yine çıkan söylentiler eşinin de Paris'i çok istediği yönünde. Evin reisi Paris dediyse David Beckham için seçenek kalmıyor zaten.

    24 Kasım 2011 Perşembe

    Gustavo'yu Kurtarmak

    Habertürk'te okudum, hemen google'da aradım. Facebook sayfasını buldum. Futbol tarihinin en güzel karesine bir süre oturup baktım iş yerinde. Gustavo 3 yaşında, benim oğlumdan 6 ay küçük ve kanser. Orduspor'un Portekizli oyuncusu Miguel Garcia'nın meslekdaşı Carlos Martins'in oğlu.

    İlik nakli gerekiyor bu küçük veledin hayatına, umutlarına devam edebilmesi için. Orduspor camiası kan vermek için bir kampanya başlatmışlar. Futboldan nefret eder hale geldiğimiz şu günlerde beni futbola bağlayan bir haber oldu bu. Ama onun da ötesinde dünyanın başka bir yerinde küçük Gustavo için bu kadar hassas olabilmek duygulandırdı beni. Gustavo 3 yaşında, Gustavo'nun babasının ne hissettiğini hepimiz anlayabiliyoruz ama onun ne hissettiğini ancak ben ve benim gibi o yaşta bir çocuğa sahip olanlar hissedebilirler.

    Oğlum bir ay kadar önce nereden ve nasıl öğrendiğini bilmediğim bir şekilde "Örümcek adam beni öldürecek" dediğinde ölümü ve daha kötüsü öldürmeyi nasıl açıklayacağımı bilememiştim. Hala da açıklayamadım bizim oğlana. Açıklamaktan kaçtım. Gustavo'nun babası nasıl açıklar ne anlatır nasıl anlatır, nasıl anlatmaz ve tüm bunları yaparken nasıl oğlunun karşısında ağlamadan durabilir düşünebiliyorum. Düşündükçe de şükrediyorum Allah'a oğlumun bir sağlık sorunu olmadığı için. Ve diliyorum ki hiç olmasın.


    Gustavo'nun büyüdüğünü görmeyi, hastalığını yendiğini duymayı diliyorum Allah'tan. Gustavo'nun kurtulmasını. Ve bütün Gustavo'ların...

    Bir Rio de Janerio Masalı

    Adriano özel bir oyuncuydu benim için, yetenekleri ile aynı paralelde bir kariyere sahip olamadı. Futbolun ağır sikletiydi rakip defanslar için ama aynı zamanda Muhammed Ali gibi son derece hareketli, hızlı bir ağır siklet.

    Inter forması altında geçen yıllar, daha sonra Serie A'daki kiralık dönemleri, İtalya kariyerinin sonuna doğru alkol, uyuşturucu ve kadınlar üçgeninde kaybolan bir kariyer, ardından Flamengo ile 2008 itibariyle yeniden doğuş sinyalleri ve 31 maçta attığı 19 gol.

    Dönmeyeceğim dediği Avrupa'ya Roma'da tekrar bir başlangıç denemesi ama 5 maç kadar süren çok kısa bir geri dönüş.

    2011'de Corinthians ile imzaladığı 1 yıllık kontrat sonrası aşil tendonundan yaşadığı sakatlık. Daha Corinthians imza atalı 1 ay olmuşken yaşadığı sakatlık yüzünden 6 ay sahalara dönmek için geçen sürenin sonunda geçen haftasonu Atletico MG karşısında 88. dakikada attığı galibiyet golüyle sahalara yeniden dönüşün kutlaması.

    Adriano henüz 29 yaşında ama inanılmaz istikrarsız ve sorunlarla dolu bir kariyeri geride bıraktı ki onun yaşadıklarına baktığınızda Brezilyalı'nın 35 yaşına gelmiş olduğunu düşünüyor insan.

    80'lerde gazetelerde fotoroman bölümleri vardı, yandaki fotograflarda Atletico MG maçında attığı golün ve dönüşünün bir fotoromanı. Golü de buradan izleyebilirsiniz eğer fotoromanı çok alaturka buluyorsanız.

    Bugünkü durumu ve kariyerinin nereye gideceği soru işareti ama attığı gol tam bir Adriano klasiği. Eskisine göre biraz daha ağırlaşmış olsa da.

    Umarım kariyerinin geriye kalan bölümünde tekrar Brezilya Milli Takımı'nda onu görebileceğimiz performansa ulaşır. Bu blogda en çok yer verdiğim futbolculardan biri olan Buldozer, iyi olduğu dönemde durdurulması imkansız bir golcüydü. Ve bana göre iyi bir Adriano son on yılın bölgesinde en iyi birkaç isminden biri Rio de Janerio doğumlu golcü. Ne yazık ki bunu çok uzun süre gösterme şansını bulamadı.

    Zevkler ve Renkler

    İyi para kazanmak zor ama harcamasını bilmek daha da zor sanırım. Biraz zevk sahibi olmak gerekiyor.

    Samir Nasri'de pek olmayan bir özellikten bahsediyorum. Siyah üzerine rengarenk kalpli boxerı ile Samir Nasri'nin zevkler konusunda ne kadar kötü bir noktada olduğunu anlayabiliyoruz.

    Berbat bir seçim Samir...

    23 Kasım 2011 Çarşamba

    Moreno Tarzı Sevinmek

    Fotograf Racing Club'ta forma giyen Giovanni Moreno'ya ait. Argentinos Juniors maçının 55. dakikasında takımının galibiyet golünü atan Moreno takım arkadaşlarıyla birlikte son yılların en ilginç gol sevincine imza atıyor.

    Bu golle Racing, Velez Sarsfield karşısında berabere kalan lider Boca'yla puan farkını 8'e düşürerek zirveye oynamak için iştahlansa da, haftasonu Boca deplasmanından 0-0 ile dönerek bu hesapları şimdilik ertelemek zorunda kaldılar.

    Puyol-Xabi Alonso Aşkı

    Birbirilerine sevgi dolu bakmadıkları kesin ama iş ciddiyeti mi yoksa kişisel bir sorun mu yansımış fotograf karesine çözemedim.

    Direkten Döndüler

    Dün akşam Trabzonspor'un ortaya koyduğu oyun hiç kuşkusuz ülke futbolu adına bu yılın en iyi performansıydı. Inter karşısında bu maçtan önce oynanan CSKA-Lille maçının Fransız ekibinin 2-0 galibiyeti ile sonuçlanmasının ardından Trabzonspor tam bir final maçına çıktı.

    Colman harika bir oyun ortaya koydu, hem ofansif hem de defansif olarak görevini eksiksiz yerine getirirken bana yıllar önce Trabzonspor'da yıldızı parlayan Aurelio'yu hatırlattı. Trabzonspor Colman'ı da tutabilecek mi emin olamıyorum bu performansı gördükten sonra sezon sonu geldiğinde. Zokora takımın defansif hattaını ayakta tutan isim olurken Alanzinho ikinci yarıda takımı tam anlamıyla bir vites yükselten performansa ulaştırdı. Defansın önüne kadar gelip top alarak sorumluluk üstlenmesi, aldığı her topta dikine Inter savunma hattını yıpratması dün gece ki seyir zevkinin en önemli parçasıydı.

    Inter pozisyon bulmadı mı, tabi ki ciddi tehlikeler yarattı ve bazı anlarda tıpkı golde olduğu gibi Milito, Zarate ve Alvarez ile defansın arkasına sarkarak Tolga ile  burun buruna geldikleri anlar var. Ama Sneijder'in yokluğunda özellikle ikinci yarıda oyunun tüm insiyatifini Trabzonspor'a bıraktılar. Garip ama gruplar başlamadan önce Inter'den 4 puan alacaksınız deseler herhalde hepimiz Trabzonspor'un grubu rahat bir şekilde lider bitireceğini düşünürdük. Bordo-mavililer sadece 6 puan ile grupta ikinci sırada ve son maçların arkasından grubu dördüncü bitirme ihtimalleri de var.

    Maç performansından bağımsız olarak ve grup ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın aklımı kurcalayan bir konuyu dile getirmeden duramayacağım yine de. Bu maçın üzerine konuşulmayan, geri plana itilen bir konu var ki benim hala aklımın köşesinde. Şike iddianamesininin eli kulağında iken ve ortaya atılan iddiaların bir kısmı Trabzospor'u da bağlarken, hatta son dönemde daha da açık seçik bazı iddialar Mecnun Odyakmaz tarafından dile getirilirken nasıl oluyor da kamuoyu olası bir Avrupa kupalarından men tehdidini görmezden gelip hayal dünyasına kapılıyor anlayamıyorum.

    Dün gece uzun zamandır özlenen futbolla dolu bir gecenin üzerine limon sıkmak gibi olmasın ama bu yazdıklarımda hala yüzyüze olduğumuz bir gerçek.

    Son bir not da dün geceki yayına. Doğuş Grubunun Star'ı satın almasıyla birlikte CSKA-Lille maçını Ercan Taner'in, Trabzonspor-Inter maçını da Murat Kosova'nın ağzından dinleyebilmek büyük bir keyif.

    22 Kasım 2011 Salı

    Süper Lig Genel Görünüm - 11.Hafta

    Onbirinci haftanın geride kaldığı Süper Lig'de hala futbol konuşamıyor ve yazamıyor olmanın sancısını yaşıyorum tüm bloggerlar gibi. Geride kalan onbir hafta sonunda Fenerbahçe'nin geçtiğimiz sezona oranla güç kaybettiği, en azından psikolojik olarak, gün gibi ortaya çıkarken, zaman ilerledikçe şike soruşturmasının deformasyonlarını da beraberinde hissetmeye başladık.

    Kör topal kazanılan Eskişehirspor maçına damga vuran hiç kuşkusuz bu psikolojik yıpranmışlığın Emre ve Gökhan Gönül arasındaki patlama noktasıydı. Olay tatlıya bağlandı ama ne futbolcular ne de kenar yönetim huzur bulmadı. 17 Kasım'dan sonra iddianame açıklanacak haberleri Demokles'in kılıcı gibi durmaya başladı Fenerbahçeli futbolcuların üzerinde. Birçok Fenerbahçeli gibi bu sezon eleştirilerimizi bir kenara bırakıp takımın mevcut konjönktür içerisindeki başarısına alkış tutsak da artık çok rahat hissediliyor tekerleğin dönmekte zorlandığı.

    Bu haftanın bir başka öne çıkan konusu "Maymun" hikayesi de oldukça iyi geçen Beşiktaş - Galatasaray mücadelesine damgasını vurdu. Eboue tam da FIFA Başkanı Sepp Blatter'in futbolda ırkçılık yoktur diye saçmaladığı bir haftada en olmayacak ülkede, en olmayacak taraftar grubu içerisindeki birkaç densiz yüzünden ırkçı bir tacize uğradı. Daha kötüsü vaktiyle bakanlık da yapmış olan bir Trabzonspor Başkanı'nın büyük bir bilnçsizlik ve safiyanelik içerisinde siyahi futbolcusuna "Bizim Yamyam" dediği ülkemizde bunun son derece bilinçli bir şekilde Beşiktaş'ın resmi televizyon kanalından Eboue için seslendiriliyor olması oldu.

    Maça bakacak olursak Beşiktaş beklenildiği gibi daha üstün olan ve pozisyona daha çok giren taraf olurken, Galatasaray hala kağıt üzerinde iyi duran diziliş ve onbirin sahada kreatif işler ortaya koyma noktasında sıkıntılarını yaşıyor. En başta iki kanat oyuncusunun mevcut düzen içerisinde Galatasaray'ın hücum gücüne katkı sağlamaktan ve rakip ceza sahası içerisinde etkin olmaktan uzakta oldukları tespitini ortaya koymak gerekiyor. Ne Kazım ne de Riera sezon boyunca performans olarak bir üst çizgiye çıkamayacaklar. Üzerine forvet arkasında takımın hücum gücünü beslemek adına defansif ve/veya geriden oyun kurma özellikleri ile ön plana çıkan Melo ve Selçuk'tan hayal edilen katkı gelmeyince Galatasaray tıkanıyor. Sabri'sizlik ilerleyen haftalarda önemli bir problem. Engin Baytar'a umut bağlamak ise Galatasaray adına umutsuz durumu daha da netleştiriyor.

    Trabzonspor'u izleyemedim ancak Şampiyonlar Ligi maçı öncesi takılmaları sürpriz olmadı. Ben sonrasında da puan kaybı bekliyorum. Trabzonspor Avrupa'ya veda ederse ligde daha konsantre ve iyi bir futbol ortaya koyabilir kanaatindeyim. Ancak Avrupa, mill maç derken bu konsantrasyonu ve enerjiyi hala sahaya yansıtamadılar. Burak Yılmaz endeksli gidiyor olmak da bir başka ama çok büyük tehlike. 

    İlerleyen haftalarda dört büyükler içerisinden kimin zirve mücadelesinde kalacağı, İBB'nin teknik direktör değişikliğine, Manisaspor'un ve Orduspor'un istikrarlı çizgilerine, Bursaspor'un geçmiş yılları aratan performansına rağmen ne kadar üst sıraları zorlayacakları merak konusu. Ama şimdiden şunu söyleyebilirim ki ilk sekizde bu takımlar olacak diye düşünüyorum.

    21 Kasım 2011 Pazartesi

    BÖ 2011'de Oylama Başladı, Futbolmanya'ya Oylarınızı Bekliyorum

























    Bu yıl düzenlenen BÖ2011'e spor blogları kategorisinde ben de katıldım. Beni takip eden ve yazılarımı beğenerek okuyan arkadaşların oylarını bekliyorum.Siteye üyelik işlemi yapılması ve ardından cep telefonunuza gelen kodun doğrulanarak oylamanın gerçekleştirilmesi gerekiyor. Oyunuzu sayfanın sol üst köşesindeki BÖ2011 bannerı üzerinden ya da buradan verebilirsiniz:-)

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - Son

    Dört tane yazı yazdım bugüne kadar ayrı başlıklar altında ve Milli Takım'ın durumunu incelerken gündemdeki sorulara cevap arayan. Dört yazının finalini de "Peki kimler sorumlu?" sorusunun cevaplarıyla bitirmeyi tercih ettim. Sırasıyla kimler sorumlu bir bakalım hep beraber o zaman:

    Basın ve Yayın Kuruluşları, Medya: Ben İngiltere'de de tabloid gazeteleri var, İspanya'da Marca, AS gibi saygın gazeteler de ateşin üzerine benzin döküyor, İtalya'da bu eleştirilerin çok daha fazlası yapılıyor gibi argümanları anlamam. Benim için doğru tektir, o da basın ve yayın kuruluşlarının tarafsız ve objektif habercilik anlayışı ile iş yapmaları. Hiddink'in kontrat tutarı ne kadar haber değeri taşıyorsa, o ülke futbolunun istikrarsız yönetim anlayışı daha fazla haber değeri taşır. Medya futbolda toplumu en çok etkileme gücüne sahip organsa ki öyle, toplumda Hiddink gitsin, Abdullah Avcı gelsin, yarın Avcı gitsin, Sağlam gelsin rüzgarı yaratarak değil, bu rüzgarın ne kadar yanlış olduğunu anlatarak misyonunu yerine getirebilir. Alex Ferguson 1986'dan beri Manchester United'ın başında deyip, 2 yıl dolmadan Hiddink gitsin yaygarası koparmak, Löw'e Almanya'nın başında methiyeler düzüp, Fenerbahçe'deyken gitmesi için davul zurnayla yaygara koparmak, Rijkaard'ı, Schuster'i, Lucescu'yu, Zico'yu, Tigana'yı, Gerets'i bir göklere çıkarıp sonra yerin dibine batırmak etik bir anlayış olarak değerlendirilemez. Başarı için istikrarın şart olduğunu kabul edersek toplum üzerinde kamuoyu oluşturup gündem yaratma derdinde olmak anlaşılır birşey değildir. Bunda da özellikle bazı hakem ve futbolcu eskileri, hatta futbolun dışından gelip futbol üzerine ahkam kesenler, daha da öenmliisi buna çanak tutan medya kuruluşları sorumludur. Sözüm düzgün, ilkeli ve bu işi bilen futbol yazarlarına değil.

    Ülkenin Futbol Adamları: Eğer bu ülke U-15 ya da U17 yaş gruplarında bir takım değerler üretebiliyor da, 20'li yaşlarda bu değerler kayboluyorsa ülkede futbol adamı yok demektir. Alttan oyuncu gelmiyorsa, misal bir Arda on senede bir geliyorsa o zaman özellikle kulüpleri, kulüp yönetimlerini, teknik adamları ve altyapıyı sorgulamak gerekir. Değer üretemeyen bir ülkede futbolu değerli kılmak da mümkün olmayacaktır. Raşit Çetinerlerden, Uğur Tütnekerlerden, Erhan Önallardan medet umarak yani Almanya'da yetişen Türk futbolculardan medet umarak bir ülke futbolu nereye kadar gidebilir? En nihayetinde Almanya alt yapısında yetişen birkaç oyuncu yeralıyor milli takımınızda ve doğal olarak kendi altyapınızdan aynı değerde ve mental yapıda oyuncular yetişmeyince de işler sarpasarıyor. Yine söylüyorum iyi bir milli takımımız var ama mental güçlülükleri ve oyun aklı yeterli olamayabiliyor.

    Medya ve Ülkenin Futbol Adamları: Bu maddede yine medya ve ülkenin futbol adamlarını beraber yazalım hatta futbol hakkında konuşan herkesi. Bir soruşturma ile futbolcuların ve taraftarların bütün psikolojisini bozan, bir kararı aylarca vermekten kaçıp, gündelik kararlarla işi idare eden, üstüne bir de depremdi, şehitlerdi diye futbol üzerinde baskı kuran herkes... Fazla söze gerek var mı?

    Taraftar: Milli takımda futbolcular uluslararası arenada kulübünü değil, o ülkeyi temsil eder. Ama bunu anlamaktan yoksun kıt beyinli bir kitle hala kırmızı beyazlı forma yerinde oyuncuların üzerinde kulüp takımlarının formasını görmeye devam ederse ne o ülkenin milli takımından başarı beklenir ne de taraftarından övgüyle bahsedilir. Türk taraftarları ateşlidir bir Avrupalı uydurmasıdır ve bizi gaza getirmek için söylenmiştir. Türk taraftarı iyi gün dostudur daha doğru bir söylemdir. Maç berabere gittiği ya da takımımız önde olduğu sürece desteğin kralını verir, mağlubiyet halinde ise linç kültürü başlar. Taraftar baskısı rakipten çok kendi takımımız üzerindedir malesef.

    Hiddink, teknik ekip ve futbolcular: Tabi ki hatasız değiller, mesela Hiddink tüm söylemlerini doğru bulmama rağmen keşke mental değişikliği yola çıkarken radikal bir şekilde yapabilse ve kendi istediği mental yapıdaki oyuncuları seçebilseydi. Ya da eldeki mevcut kadroya ne istediğini anlatacak, onları motive edebilecek yardımcı teknik adamları olabilseydi. Futbolcular herşeye rağmen ülke futbolunun bu kirlenmişliğinden etkilenmeyecek profesyonelliği gösterebilselerdi. Ama suç listesi içerisinde onlar en alt sıradakiler.

    Katılmayanlar olacaktır, kısmen katılanlar, tamamen destekleyenler. Herkes farklı argümanlar üretebilir ama asıl olan başarının süreklilik arzetmesi için futboldaki temel taşların hepsinde istikrara, belirli bir stratejiye ve adanmışlığa ihtiyaç vardır. Sanırım bu yazı dizisinde herkesin katılacağı ortak nokta listeye aldığım herkesin ya da her mercinin bu kıstasları yerine getirmek konusunda ayıplı olduğudur. Ayıp büyüdükçe de daha çok Emre'nin, Arda'nın, Volkan'ın taraftarla ve basınla karşı karşıya gelişini izleriz.

    Bu ülke değil midir Dünya Kupası oynanırken daha grup maçlarında Hakan Şükür ile Cuma namazı polemiği yapan? Bu ülke değil midir niye bu milli takım Dünya Kupası'nı kaldırıp gelmedi diye sorgulayan? Bu ülke değil midir Euro 2008'de Portekiz maçı sonrası Fatih Terim'i asan? Bu ülke değil midir yabancı futbolcu geldiğinde on binleri Atatürk Havalimanı'na yığıp adam giderken arkasında neredeyse taşlayacak olan? Aslında yazıyı bırakın ya bu ülke futbolunu adam edemeyiz diye bitiresim geliyor ama bir taraftan da doğru bildiklerimi yazmadan duramıyorum.

    Ülke futbolu adına ne olur biraz makul, mantıklı bir bakış kazanalım. Yoksa milli meselemiz gitgide dibe vuracak ve elimizde milli mesele dahi kalmayacak.

    Dünya Futbolu Annesini Kaybetti

    "Diego bana hayatın bahşettiği en büyük güzellik"diyen kadın vefat etti. Dünya futboluna ve biz futbolseverlere gelmiş geçmiş en büyük futbolcuyu armağan ettiğin için teşekkürler Dona Tota... Huzur içinde uyu.

    18 Kasım 2011 Cuma

    Robinho JR



    Adam olacak çocuk kendini hemen belli edermiş, futbolcu olacak çocuk da öyle...

    Sistemsiz Sistem

    Hiddink 1990'da geldi Fenerbahçe'ye, takımı 3-5-2 oynattı, biz beceremedik. Daha ilk 3-5-2 sınavında Fenerbahçe Aydınspor'a 6-1 yenildi. O maçı radyodan dinlemiş daha 14 yaş aklıyla ne oluyor yahu, bu Hollandalı ne yaptı koskoca Fenerbahçeme demiştim. Sadece ben değil kelli felli bütün futbol medyası bu sistem de neyin nesi, böyle diziliş mi olur diye ayağa kaldırdılar ortalığı.

    Hiddink gitti, ülkede bir dönem bütün takımlarımız 3-5-2 oynadı. Önce ne biçim denilen sistem tüm dünyada olduğu gibi bizde de moda oldu. Geriden de olsa.

    Hiddink 2010'da bu sefer Türk Milli Takımı'nın başına getirildi. Elinde bir Barca örneği vardı 4-3-3 oynayan, bir de oynamaya çalışanlar. Dünya futbolu 4-3-3'e gidiyorken yavaş yavaş, Hiddink milli takımımızda 4-3-3 oynasın, modern futbol dünyasının karakterine önce ayak uydurabilen milli takımlardan olsun istedi.  Biz yine beceremedik, futbol medyası milli takım 4-3-3 oynayamaz dedi, noktayı koydu.

    Hiddink yine gitti.

    Anladım ki bu ülkede sistem işlemiyor. Ülkenin sistemi sistemsizlik. Herşeyde olduğu gibi futbolumuza da yapışan bu kene Türk futbolunun da kanını emiyor.

    17 Kasım 2011 Perşembe

    Dört Büyük Açıkladı: Sizi İstemiyoruz

    Döndük dolaştık yine dar kafaların aldığı kararla sarsıldık. Dört büyük kulübümüz yine baklayı ağzından çıkararak futbolun içine etmişler. Verilen karara göre bu sezon dört büyük kulübümüz kendi aralarında oynayacakları maçlarda rakip takımın taraftarını stada almayacaklarını açıklamışlar. TFF'ye bildirilen bu karara bir çatlak ses de şimdilik çıkmamış gözüküyor. Milli takım nereye gidiyor diye boşuna tartışıyormuşuz, Türkiye'de futbolun içine etmek için herkes el birliği ile çalışıyor. Yuh...

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 4

    Kimin takımı bu milli takım? Milli takımla ilgili yazdığım seri yazıların dördüncüsünde hala hiçbirimizin ve benim de bilemediğim bu soruya odaklanacağım. Kimdir milli takımı vatan sevgisiyle destekleyen ve nerede oynayacak bu milli takım maçlarını? Ne kadar seviyoruz hangimiz bu soruya doğru cevap verebilir bilemiyorum.

    İşin doğrusu galiba şu: Ben şahsen itiraf etmeliyim ki Fenerbahçe'yi milli takımın önüne koyuyorum. Küçükken böyle değildi. Mesela Galatasaray Manchester United'ı Old Trafford'ta 3-2 yendiğinde sevinçten kapıları pencereleri yumruklayarak koşuşturmuştum evin içerisinde. Sonra ne oldu bilmiyorum, hatırlamıyorum ama ne zaman ki toplum olarak Avrupa kupalarında tuttuğumuz takım dışındaki diğer kulüp takımlarını desteklemez olduk, hatta rakip takım Yunaninstan takımı da olsa biz onu destekler hale geldik, işte o zaman milli takım da ölmeye başladı yavaş yavaş. Milli takımda işler kötü gidiyorsa takımımızdaki rakip kulüp oyuncusuyla dalga geçecek kadar değil, ona toplu küfür edecek kadar değil ama bunu yapabilecek bir kitle de hiç azımsanmayacak kadar çok. Özellikle de İstanbul'da. Çünkü Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş rekabetinin en üst düzeyde yaşandığı ve taraftarlarca hissedildiği yer burası.

    Olay bu hale gelmişken milli maçları İstanbul'da oynayalım demenin de anlamı kalmıyor. Oysa Anadolu'da bu rekabetten daha uzakta kalan biraz daha saf ve biraz daha milli takıma aç bir kitle var hala. Eskişehir, Bursa, Adapazarı hatta İzmir hem futbola hem de milli takıma aşık olan iller mesela ilk aklıma gelen. Ama burada dauygun stadyum var mı sorusu ile karşı karşıyayız. allah'tan Bursa'nın stadı renove ediliyor, ama çok geç kalınmadı mı? 3-5 bin kişiye maçlarını oynayan Kayserispor'dan, bu ligde dahi olmayan Rizespor'dan önce yapılması gerekmez miydi bu saydığım illerin stadyumlarında renovasyon? Stratejik, politik ne derseniz deyin hata...

    Yine de biran önce gitmeli milli takımİstanbul'dan. İstanbul seyircisinin de özlemeye ihtiyacı var milli takımı. Üstelik stadyum kapasitesinin yarısının VIP'lere davetiye olarak dağıtılıyor olmasına da bir son verilmeli. Böyle riyakarlık, iki yüzlülük olmaz çünkü. Hem milli takımı destekleyen ateşli bir taraftarımız yok deyip hem de beleş bilet için bile poposunu kaldırıp maça gitmeye üşenen bir zümreye bilet vermek komik kaçıyor.

    Ben özlemek istiyorum bir İstanbullu olarak milli takımı. Bir süre gözden ırak olmalı, gözden ırak her zaman gönülden ırak olmuyor. Araya zaman girmesi, belki de milli takım özlemi İstanbul'a da yarar belki. Hatta Almanya'da gurbetçilere bile oynasak daha iyi bundan sonra bir müddet.

    16 Kasım 2011 Çarşamba

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 3

    İki gündür milli takımımızın durumu hakkında derinlemesine bir inceleme yapmaya ve kamuoyunda sıkça tatışılan konulara futbolmanya penceresinden yorumlar getirmeye çalışıyorum. İlk iki yazıda Hiddink gitmeli mi ve duygusallık mı, mantık mı konularını irdeledim. Bugün ise kadro seçimi ve yeni bir jenerasyona ihtiyaç var mı konularının çevresinde dolaşacağım.

    Dün akşam Hırvatistan karşısında bir önceki maça göre farklı 8 oyuncuyla sahada yeraldık ve 0-0 berabere kalarak en azından biraz daha başımız dik bitirdik Euro 2012 elemelerini. Bazıları zaten maç öncesinde kadroda revizyon veyeni bir jenerasyona ihtiyaç olduğu yönünde kulis yapmaya başlamıştı ama 0-0'lık bu sonuç ekmeklere daha da yağ sürdü. Oysa ilk maçın psikolojik ve saha içi şartları ile hiç ilgisi olmayan ve Hırvatistan'ın kendisini hiç kasmayarak garanti oyun oynadığı bir maç vardı sahada ikinci randevuda. Ama bu tartışmaya teğet geçerek önce kadro seçimlerini değerlendirelim.

    Elemeler boyunca 35 farklı futbolcunun forma giydiği milli takımın son Hırvatistan maçları da eklenince kadro anlamında istikrarsız bir yapısı olduğu düşünülebilir. Ancak şunu gözardı edemeyiz, sadece rakamsal bazda bakıldığında hepimizi dehşete düşüren bu rakamın aslında futbolumuzdaki istikrarsızlık ve bundan daha önemlisi sakatlık sorunlarından dolayı sürekli alternatif arayışından kaynaklandığını söylememek yanıltıcı bir yorumdur. İstanbul'daki Hırvatistan maçında kamuoyu açısından büyük oranda ideal kadroyla sahaya çıkıldığı gerçeğini de kimseden saklamanın alemi yok. Eğer Nuri hazır olsaydı bir tek onu ilk onbirde görmeyi arzu ederdik hepimiz. Sabri'nin orta sahada oynatılması bir tartışma konusu olmakla birlikte tamamen teknik adam tercihidir. Yani Hırvatistan maçı kadrosu tartışmaya açık bir kadro değil aslında, hepimizin ortak tercihi. Daha da önemlisi hem bu kadar farklı oyuncu oynatılır mı deyip hem de şu isimler formsuz onların yerine bu maçta bunlar oynamalıydı demek bu sayıyı daha da yükseltecek bir tezat kendi içerisinde. Yani hem kadro istikrarı yok diyeceksiniz hem de aslında ideal kadroya en yakın dizilişi bazı oyuncular formsuzdu, bunları da değiştirin teziyle ilk söylediğinizi yalanlayacaksınız. Olmaz... Bir şeyleri doğru bir platform üzerinde tartışmak gerekir.

    Kadro seçimi konusunda ligin dha formda isimlerinin seçimi tartışılıyor. Mesela stoperde Bursaspor'dan Serdar Aziz, Gaziantepspor'da lige harika bir başlangıç yapan Muhammet Demir gibi. Ama dışarıda bırakılan bu isimlerin henüz devamlılık sağlama konusunda herkes için bir soru işaretli. Geçen sezonun ikinci yarısında işte milli takıma yeni bir forvet geliyor dediğimiz Cenk Tosun'un bu sezonki performansı ortada. Ayrıca her oyuncu milli takım oyuncusu olamıyor malesef. Bunu en iyi Aykut Kocaman örneği ile açıklayabilirim. Belki bir iki küçük dokunuş ile fark yaratabilinirdi ama sahada %90 oranında bu onbir yeralacaktı.

    Nasıl bir dokunuş yapılabilirdi sorusuna en güzel cevap Gökhan Gönül'ün oynatılmaması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan şundan eminim ki ilk maçtan sonra ben de Gökhan Gönül'ü oynatmazdım mesela. Ama ilk maç öncesinde formsuz duruşuna rağmen tahtaya banko yazacağım isimdi. Bu örneği pekala çoğaltabilirim ama gereği yok. Yeni jenerasyon mu demiştiniz bu arada? Taş gibi bir jenerasyon var sahada, Hırvatistan maçındaki çöküş ve eleme gruplarındaki genel performans başka nedenlerden kaynaklanıyor.

    Bu çöküşün en önemli nedeni kulüplerde futbolcuların yeteri kadar iyi çalıştırılmaması ve performans düşüklüğü, bakınız geçen sezon ki Galatasaray ve Beşiktaş'ın performansları. İkincil neden özellikle şike soruşturması ile birlikte belki de en kaliteli yerli isimlere sahip olan Fenerbahçe'de milli takıma giden tüm futbolcuların zihinsel ve fiziksel çöküşü. Sadece Fenerbahçe değil, Beşiktaş'lı futbolcular da o kadar ağır olmasa da benzer bir travmayı yaşıyorlar. Bu iki neden zaten başlı başına bir sorun ama bu sorunun kemikleşmiş bir Türk futbolu sorunu haline getirmek yanlış. Sağlam bir jenerasyon var şu anda bundan eminim. Hırvatistan maçına bu etkenlerin üzerine bir de saçma sapan duygusallığı ekleyince işler bu noktaya geldi. Evet duygusallık diyorum. Herkesin tersine ben yine fazlaca duygusallaştığımız için 3-0 yenildiğimizi söylüyorum. Takımın motivasyona ihtiyacı olabilir ama biz Türk halkı ve kamuoyu olarak motivasyon araçlarımız olarak neleri belirledik:
    1. Şike ile sarsılan Türk futbolunu sizler kurtarabilirsiniz.
    2. Depremde yanan canlar için siz ilaç olabilirsiniz.
    3. Şehitlerimiz için oynayın, bu acıyı siz hafifletebilirsiniz.
    Malesef bu yükü profesyonellik de kaldıramaz. Eğer bir takıma devamlı sizden çok büyük beklentiler var ve tüm ulusu siz bu düştüğü durumdan kurtarabilirsiniz yükünün altına sokarsanız o takım daha da ezilir, daha da büzülür ve ortaya facia bir sonuç çıkar.

    Bir şeyi daha açıklığa kavuşturarak bugünün incelemesine son verelim. Kadro seçimi çok fazla tartışılmaması gereken bir konudur. Zira her ne kadar büyük ölçüde Hırvatistan maçı öncesinde sahaya çıkan kadro konusunda mutabık gözüksek de eminim kadroyu görmeden önce 100 kişiye ilk onbir sorulsa ve aday kadro sınırlaması yapılmadan tercih etmeleri söylense 100 farklı kadro alternatifi üretilirdi. Futbol adamları bu işi yapsalar 100 değil de 95 olurdu bu rakam. Çok görece bir konu...
     
    Sonuç olarak ne demiş oldum: Kadro seçimi tartışılması çok doğru bir konu değil, tabi ki bir iki farklı oyuncu seçilebilirdi ama seçilmedi. Bu yenilginin faturasını kadro seçimine bağlamak için son derece anlamsız bir tartışma. Yeni jenerasyon konusuna gelince: Arkadan gelen geliyor ve takıma monte oluyor zaten. Gökhan Töre ilk on sekize yerleşti. Ömer Toprak da geliyor. Ama elinde hala Arda, Nuri Şahin, Hamit, Burak, Gökhan Gönül, Selçuk İnan gibi isimler var ve kadroya eklenecek oyuncu sayısı önümüzdeki dönemde en fazla 3-4'tür. Bu da yeni jenerasyona geçiş değil, zira omurga hala yerinde olacak. Ben jenerasyon değişikliği dendiğinde 7-8 kişilik köklü bir değişilik anlıyorum ki 2 stoper ve yaş itibariyle Emre dışında böyle bir değişiklik sözkonusu olmamalı. 2 stoper değişikliği de eldekilerin yetersizliğinden. Eğer Serdar Kesimal sakatlık sonrası aynı form düzeyini yakalarsa ve Ersan Gülüm sapasağlam dönerse 2 stoper pozisyondaki isimler bunlar olacaktır ya da Ömer Toprak.
     
    Bugünlük nokta...

    15 Kasım 2011 Salı

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 2

    Dün Hiddink ve Milli Takım ile olan geleceğine cevap aramış, gündemdeki bu konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmıştım, buradan okuyabilirsiniz. Bugün ise gündemin bir diğer maddesi olan duygusallık mı, mantık mı sorusuna cevap arayacağım.

    Hırvatistan maçı öncesi birçok kanal Euro 2008'de oynadığımız maçlara yerverdi. Hatta bazı kanallarda 90 dakika tüm maçları yayınladı. Ben de oturdum izledim bir kez daha ama bu sefer son derece objektif bir şekilde. Euro 2008'de futbol tarihi açısından bakıldığında bir destan yazıldı. Öyle bir destan ki Yunanistan'ın Avrupa Şampiyonu olmasının ötesine geçen ve neredeyse Almanya ile oynanan yarı final maçında da gerçekleşmesinin son anda Lahm'ın ayağından engellenen 4 maçlık bir geri dönüş destanı. O turnuva sonrasında Avrupa basınında çıkan haberleri hatırlıyorum da Türkler takım otobüsüne binmeden maç bitmez diye manşetler atılıyordu. Her bir maçın verdiği heyecan ile bu turnuva özelinde maçların teknik ve taktiksel kriterleri çok arka planda kaldı çoğumuz için.

    Geçtiğimiz hafta bu maçları duygusallıktan uzak, sahadaki futbola yoğunlaşır bir şekilde izledim. Portekiz maçını zaten değerlendirmeye almıyorum ve şunu söyleyebilirim ki İsviçre, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan ile oynadığımız üç maçta da rakip bizden daha iyi, nitelikli ve üstün bir oyun koymuş sahaya. Bir tek Çek Cumhuriyeti maçının son 20-25 dakikası oynanan oyun ve yarı finalde birçok eksikle çıkılan Almanya maçları dışında bizim o turnuvada ayakta kalmamız bir mucize. Peki Hiddink bu konuda neler demişti daha önceleri: "Euro 2008'de çok büyük bir iş başardınız ancak bu her zaman yapılabilecek birşey değil. Orada gösterilen karakter çok özel bir durum ve benim de saygı duyduğum bir duruş" anlamına gelen ifadeler kullandı devamlı. ama hep şunun altını çizdi: Bu yakalanan coşkunun sürekli başarıya gidebilmek için yeterli olmadığını aklın bu coşkuyla birleşmesi gerektiğini söyledi. Biz kıçımızdan anladığımız için bu adam duygusallığı bırakın tipik bir orta Avrupalı olun diyor zannettik. Ya da öyle işimize geldi. Oysa söylemek istediği şuydu aslında şifreleri çözersek: İspanya da coşkulu bir futbol oynuyor, devşirme oyuncuların takıma katılışıyla yani son jenerasyonun entegrasyonu sonrası Almanya da. Ama hiçbir üst düzey takım sahada verilen taktiğin, uygulanan sistemin dışına çıkmıyor. Bu ülkelerde tüm futbolcular biliyor ki çarkın birer dişlisi herbiri. Ve dişlilerden biri eksildiğinde çark dönmemeye başlıyor. O yüzden sahada yeralan her bir futbolcu maç öncesi stratejiye sadık kalacak görev bilinciyle oynuyor ve gerektiğinde insiyatif alarak hareket ediyor. Biz de ise durum biraz farklı. Strateji 1-0 yenik durumu düşünce bitiyor, herkes vatanı kurtarma peşine düşüyor. Halk olarak biz de bunu çok seviyoruz. Hatırlayın geçen sezon Galatasaray çok kötü giderken biz futbolseverler Servet'in defansı bırakıp dakikalarca forvette gol kovalamasını avuçlarımız patlarcasına alkışlıyorduk hem tirbünlerde, hem de televizyon yorumlarında. Evet bu mantığın neticesinde geldi Hırvatistan karşısında Semih'in attığı gol. Eğer Emre ileri çıkmasa ve top sırtından sekmese bugün böyle bir destansı hikayemiz yoktu. Ama o son saniyede yakalanmak istenen şans için atılan bir adımdı, bir maç stratejisi ya da oyun planı değil.

    Hikayeler çoğu zaman daha çok hoşumuza giden oldular. Herkes Çanakkale Savaşı'nda top mermisini sırtında taşıyan Seyit Onbaşı'yı bilir ama savaş stratejisini sorsan kimse cevap veremez. Herkes Osman Paşa Plevne'den nasıl da çıkmam dedi diye böbürlenir ama oradaki savaşın savunma stratejisini de kimse bilmez. Herkes Fatih Sultan Mehmet nasıl da gemileri tepelerden aşırarak İstanbul'u fethetti hikayesine bayılır ama nasıl bir strateji ile bu fetih gerçekleşti kimsenin umurunda değildir. İşte Hiddink'in söylediklerinin tercümesi, Türkçe meali bu aslında. Siz Euro 2008'de üç maç üstüste destan yazdınız diyor ama bu üç maç normalde bir takım için yüzyılda olmayabilir demek istiyor. Yani yüzyılda üç kez bile gerçekleşmesi şüpheli olan bir durum bir kupada ardı ardına geldi diye coşku, heyecan, arzu, istek her ne diyorsanız bunların bütünü olan duygular üzerine strateji üretilemez.

    Hiddink diyor ki Seyit Onbaşı gibi top mermisini gerektiğinde sırtınıza alın ama sadece Seyit Onbaşı top mermisini sırtına aldı diye kazanmadık biz Çanakkale Savaşı'nı. Belki Hiddink gider ama bu saptaması yıllarca kalır, çünkü çok önemli bir saptamadır aslında. Hiçbirimizin kabullenmek istemediği, dile getirmekten kaçtığı ve hep hikayeleri dinlemek/anlatmak istediği bir dünyada çok çok önemli. Bu bir savaş ve bu savaşta motivasyon çok önemli diye yorumlar yapıldı maç sonrasında. Mecazi anlamda bu bir savaşsa ki bence de öyle motivasyon ancak stratejiyi besleyen bir faktör olabilir ve strateji olmadan o savaş kazanılamaz. Motivasyon görevi de illa Hiddink'in değil, o takımın yardımcı teknik adamlarının hatta futbol takımının ağabeylerinin işidir pekala. En azından sadece Hiddink'in işi değildir. Öte yandan bir teknik adam maç içerisinde ya da basın toplantılarında ciddi olduğu için futbolcuları motive etmiyor ve onlarla ilişki kurmuyor diye suçlanamaz. Benim gördüğüm birçok fotograf ve okuduğum birçok haber var Hiddink ile ilgili futbolcuların pozitif ilişki ve söylemlerine ilişkin.

    Ama biz hikaye yazmayı ve okumayı çok seviyorduk değil mi? Bugün yazı dizisinin ikincisine nokta. Sanırım duygusallık mı, mantık mı sorusuna cevaplar fazlasıyla var bu yazının içinde.

    Sen Kimsin?

    Türk futbol medyasının genel seviyesi için bir tespit yapmak gerekirse, buna kahvehane düzeyi demek en doğrusu olur. Birkez daha gördük ki Lig TV'den ayrıldığında haksızlık yapıldığını düşündüğüm Erman Toroğlu aslında fazlasıyla hakediyormuş gitmeyi.

    Neyseki yerine son derece kaliteli bir isim, Markus Merk geldi de ekran başında futbol üzerine insani düzeyde konuşabilen hakemler olduğunu gördük. "Kimsin lan sen Emre demeyen"...

    14 Kasım 2011 Pazartesi

    Hiddink Traş Bıçağını Değiştirsin

    Belki de bu ülkede ne kadar iyi traş yapıyorsan o kadar kıymetin oluyor. İşin şakası bir yana Fatih Terim'in unutulan bir reklam filmi, buradan izleyebilirsiniz. Başarının sırrının iyi traşta olduğunu belgeler nitelikte.

    Hiddink'e motivasyon, takım tertibi, diziliş, oyuncu değişikliği, futbol vizyonu vs. konularda öneriler yapan arkadaşlara traş bıçağını değiştirmesini önermeleri konusunda bir destek filmi olsun bu da. Bakarsınız sivri zekalının biri izleyip bunu da önerir Hollandalı teknik adama...

    Yazı Dizisi: Milli Takım, Milli Mesele - 1

    Milli Takım'ın kendi evinde Hırvatistan'a 3-0 yenilmesi doğal olarak ülke kamuoyunda sansasyon yarattı. Yaratmayacak gibi de değil zaten sahadaki oyuna ve alınan neticeye bakınca.

    Ülkenin futbol otoriteleri öyle bir tartışmaya girdiler ki içerisinden çıkılacak gibi değil. Yani kafalar da çok karışık şu anda. Ben bu aşamada tartışma konularına genel bir yaklaşım ortaya koymak ve hepsini toparlamak adına biraz kafa yorunca bilirkişiler ve toplum olarak en çok şu konularda cevap aradığımız kanaatine vardım:
    1. Hiddink ve ekibi ne olacak, giderse kim gelecek, yerli mi yabancı mı?
    2. Duygusal mı, mantıklı mı?
    3. Milli Takım'da kadro seçimi doğru yapılıyor mu ve yeni bir jenerasyona ihtiyaç var mı?
    4. Hangi stadyumda oynayalım, bu takım ülkenin mi yoksa İstanbul'un mu takımı?
    5. Kimler sorumlu? Sadece futbolcular ve teknik heyet mi yoksa ülke olarak topyekün bir sorumluluk mu almalıyız?
    Birinci maddeden başlayalım yazı dizisine öncelikle her ne kadar bu soru zurnanın son deliği olsa da. Hiddink ve ekibi ne olacak, giderse kim gelecek, yerli mi yabancı mı? 

    Hiddink bu takımın başına gelirken referans aldığımız nokta onun farklı kültürlerin Milli Takımlarında aldığı başarılı sonuçlar ve özellikle kulüpler düzeyinde de başarılı PSV ve Chelsea performanslarıydı. Bu harika kariyer içerisinde tabi ki Fenerbahçe'de ve Valencia'da uğradığı gibi yol kazaları da vardı ancak genel performans açısından tercih son derece başarılı gözüküyordu. Yardımcıları arasında ikinci adam tercihimizi ise Oğuz Çetin'den yana kullandık. Son üç büyük organizasyon içerisinde yeralan ekibin bir parçasıydı Oğuz Çetin.

    Bu tartışmaya girerken şunu hemen saptayalım, bu tartışmanın konusunun yerli mi yabancı mı ve Hiddink giderse kim gelecek olmaması gerektiğine inananlardanım. Öncelikle bu takımın teknik direktörlüğünü yerli yapsın diyenlere şu soruyu sormak gerekiyor: Yıllarca basketbol takımının koçluğunu neden Tanjevic yaptı? Yıllardır voleybol milli takımlarımızı yabancıya emanet etmedik mi? Kulüp takımlarında yabancı teknik adamlar ne iş yapar? Bu yabancılarla ruh kazanan takımlar iş futbolda milli takım olunca mı ruhsuzlaşıyor?

    Hiddink gidecek peki kim gelecek sorusuyla uğraşanlar var bir de. Daha önce Fatih Terim olmadı,  Denizli gelsin, Mustafa Denizli olmadı, Şenol gelsin, Şenol Güneş olmadı, Denizli gelsin, Mustafa Denizli olmadı, Ersun gelsin, Ersun Yanal olmadı, yine Fatih gelsin, Fatih Terim olmadı, Hiddink gelsin, şimdi de Hiddink gitsin şu gelsinle geçen bir on küsür yıl var geride bıraktığımız. Yerlileri de kapı dışarı etmişiz ulus olarak hep birlikte, arkasından gelecek yeni kurbanı da kamuoyu yaratarak belirlemişiz. Başarı için devamlılığın esas olduğunu bir kenara bırakarak, tüm bu teknik adamlara orta ve uzun vadeli planlama yapma imkanı sağlamadan, günlük başarı ya da başarısızlıklara endekslenmiş bir yaklaşımla hep yanlış şeylere odaklanarak geçen on küsür yıl. Bunun sonucunda gelinen nokta ise 1996-2002 arasında oynanan dört büyük turnuvadan üçüne katılırken, geriye kalan on yılda oynanan beş büyük turnuvadan sadece birine katılabilmek. Orada da 1996-2002 arasında teknik adam devamlılığı kadar jenerasyonun da etkisi var. Zira bu jenerasyon o dönemde çok küçük değişikliklerle yeraldı turnuvalarda. En azından omurgayı büyük ölçüde koruyarak. Teknik adam devamlılığı konusunda ise Türk futbolunun üç duayen isminin ardarda gelip her birinin yaklaşık dörder yıl çalışması ve benzer felsefelerle ilerleyerek bir devamlılık göstergesi sağlamasına dikkat çekmek gerekir. Zira bu üç isim daha önce yapılan işleri silmeden hep üzerine birkaç tuğla ekleyerek devam etme yoluna gidince altın jenerasyon da istikrar yakalama fırsatı buldu.

    Sonrasında ise devamlı bir yap-boz tahtası haline geldi işler. Öyle ki Ersun Yanal'ı daha görev süresi tamamlanmadan ve takımımızın iddiası devam ederken gönderme işgüzarlığını bile yaptık. Bu son dönemdeki temel sıkıntı işi devamlı başa döndürüp bir türlü geçmiş dönemin üzerine birşeyler ekleyerek gidemiyor olmamızda yatıyor. Bu son gelinen noktada ise aslında kilit ismin Oğuz Çetin olduğunu düşünüyorum. Zira son üç organizasyonda hep arka plandaki isim kendisiyken, hem Fatih Terim'i hem de Hiddink'i yönetebilmesi, yönlendirebilmesi ve bu uzun süreçte birşeylerin inşa ediliyor olması gerekirdi. Teknik adamlar değişir, bu kadar sık olmasa da zaman içerisinde giderler, başkaları gelir. Ama sistem devamlı olmalıdır. Eğer siz bu sistemin içerisinde 5-6 yıl kalıyorsanız o zaman sistemin ana hatlarını belirlemesi ya da sürdürülebilir hale getirilmesi konusunda etkin ismin de Oğuz Çetin olması gerekir. Malesef Hiddink ne kadar doğru bir isimse Oğuz Çetin puzzle için doğru parçaymış gibi gelmiyor bana. Tepede devamlılığı yakalayamadığımız ama alt kadroda önemli bir görevde ve önemli bir isimde devamlılık sağladığımız noktada başarı için devamlılığı sonuca dönüştürmesi gereken isim de alt kadrodaki o kilit isimdir.

    Bu noktadan sonra ne olacak? Bu sorunun cevabı aslında biraz bir sonraki yazının da konusu. Duygusal mı, mantıklı mı hareket edelim? Sizce?

    Şu anda en az ihtiyacımız olan şey duygularımız belki de. Siz hiç büyük bir şirketi yöneten bir CEO'nun tamamen duygularıyla hareket ettiğini gördünüz mü? Ya da her 1-2 senede bir başarılı şirketlerin CEO'larını değiştirdiğini duydunuz mu? Bugün milyar dolarlık yaratılmış bir Milli Takım ölçeğinden ve ekonomisinden bahsederken bu tartışmayı "Vatan, Millet, Sakarya" ya da "yerli-yabancı" ya da duygular mı, mantık mı" düzeyinde tartışmak hiç olası birşey değil. Üç duayen isme yaklaşık dörder yıl görev vermek dışında 1923'ten bu yana benzer bir istikrar ne zaman yakalayabilmişiz biliyor musunuz? Bela Toth ile 1927-32 yılları arasında. Bir de Coşkun Özarı ile dört yıl var sanırım hatırlayabildiğim. Onun dışında bir iki yıllık görev süreleriyle dolu bir kronoloji hakim Milli Takımlar teknik direktörlüğü tablosunda. Mesele baştaki teknik adamı değiştirmekte değil, mesele baştaki adama projeleri uzun vadeye yayabilecek, bir felsefeyi oturtmasına fırsat sağlayabilecek düzeni ve altyapıyı sunabilmekte.

    Hiddink kalmalıdır, kendi gitmek istemediği sürece. Zira değişmesi gereken perdenin arkasında olanlar aslında. İlk yapılması gereken iş de Hiddink ile oturup, ne yapacağız, nasıl yapacağız, stratejimiz ne olacak, bunun için kaç yıla ihtiyacımız var planlarını masaya yatırmak olmalı, tozları halının altına süpürmeden. Hepimiz biliyoruz ki ne Mourinho, ne de Abdullah Avcı dayanabilir bu ortama. Hiddink çok yıprandı diyenler olabilir ancak TFF adam gibi ne yapacağını ve nasıl yapacağını anlatırsa eminim ki ülke kamuoyu şimdikinden çok daha tatmin olacaktır. Sonrasında başarı gelir ya da gelmez, bu programın uygulanmasının ardından tartışılacak konudur. Son beş turnuvadan birine katılabilmişiz, gelecek dönemde daha kötüsü olabilir mi?

    Ya da soruyu şöyle soralım: Konuştuğumuz isimler, Türk futbolunun üç duayeni de dahil Hiddink'in kariyerinin yanından geçebilirler mi? Hiddink bize uyum sağlayamamış ve bizi anlayamamışmış. Pardon beyler, bir dakika... Biz bu adamı bize uyum sağlasın diye değil bize vizyon katsın diye getirdik. Eğer bu iş profesyonel düzeyde yapılıyorsa uyum sağlaması gereken, birilerini anlaması gereken Hiddink'ten daha çok bizleriz. Üstelik adamı da yerin dibine hunharca batırıyoruz. Yani Hiddink G.Korelileri anladı, Rusları anladı, Avustralyalıları anladı bir tek bizi anlayamadı öyle mi?

    Biz birşeyleri değiştirmeye çalışmadan bir üst seviyeye çıkamayız. Bir üst seviyeye çıkabilmenin ilk şartı öğrenmeye ve gelişime açık olmaktır. Öğrenmeye ve gelişime açık olmadığınız sürece aynı yerde saymaya veya geriye gitmeye mahkum bir topluluk haline gelmek de kaçınılmaz son. Türk futbolu özelinde konuyu bağlayacak olursak: Evet biz bir Hollandalı'dan birşeyler öğrenmek zorundayız. Dünya futbolunda ekol bir ülkenin günümüz futbolunda ekol bir teknik adamından bu kadar kolay vazgeçmek ve o adamı küçük beyinlerle yapılan sığ eleştiriler doğrultusunda gönderme senaryoları yazmak, yarın daha da küçüleceğimizin kanıtıdır bana göre.

    Ben kendi adıma küçük ülkenin küçük beyinli vatandaşı olamam, değilim de. Eğer futbolcu olsam ya da futbolu yöneten bir adam olsam yemez içmez evimde Hiddink'i beslerim. Hiddink'in hiç mi hatası yok, var elbette. Ama futbola katacağı o kadar çok şey varken ve başkalarına bunu katabilmişken benim ipe sapa gelmez nedenlerle bu adamı gönderiyor olmam abesle iştigal. Tabi bu da benim gözümde.

    Yazının ilk bölümüne şimdilik nokta...