30 Ekim 2010 Cumartesi

MS: Maradona'dan Sonra 50






















En güzel 50 yılın kitabı yazılsa Diego Armando Maradona için yazılırdı herhalde. Tüm futbolseverler kutlasın "Futbol Tanrısı'nın" doğumgününü. Futbol için Maradona'nın doğumu milatsa bugünün tarihi MS 50.

Nike'tan Cristiano Ronaldo'ya Yakışacak Krampon

Cristiano Ronaldo'nun yeni kramponu...Yorumsuz...

Fenerbahçe Büyük Maçlarda Kayıp

Trabzonspor, Beşiktaş, Galatasaray ve Bursaspor maçlarından çıkarılan toplamda 3 puan. Fenerbahçe adına geçtiğimiz yıllara kıyasla çok kötü bir gidişin puan olarak yansıması diyebilir miyiz? Aslında dün oynanan oyuna ve Alex şova baktığımızda hayır.

Dün bir kez daha gördük ki Alex tempolu oyunda da pekala oynayabiliyor, hatta rakibe baskı da kurabiliyor. Ama ikinci yarıda özellikle Emre'nin oyundan düşmesiyle etkinliği azalıyor. O zaman sorun Alex değil, etrafında kimin oynadığı. Eğer etrafında oynayan adamlar Semih kadar futbolu bilen oyuncular olsa dün Stoch Alex'in muhteşem driblingi sonrasında önüne uzattığı topu ne yapar eder Alex ile buluşturur ve maçı 2-0'a getirirdi.

Ama Fenerbahçe'de Alex'in etrafına kurulan takımda bir sıkıntı var. Dişliler kağıt üzerinde iyi gibi gözükse de bir yerlerde aksıyor. Bunda belki de en büyük faktör Aykut Kocaman'ın oyun içerisinde yeterli müdahaleleri yapamaması. Daha düne kadar Alex'i oyundan almak en önemli hamlesiydi ve Alex oyundan alınınca neler olduğunu görüyoruz. Dün ise Alex'i alacak cesareti gösteremezdi zira muhteşem bir Alex vardı sahada. Ama onu alamayınca ne yapacağını hiç bir şekilde kestiremeyen bir Aykut Kocaman. Zalim davranmayacağım, Alex olduğu sürece oynatmak istediği oyuna saygı duyuyorum ama Gündüz Feneri de yazmış. Kadrosunda bölgesinin en iyi adamları var bu takımın. O zaman hedef ister istemez teknik ekibe yönelir benim açımdan.

Fenerbahçe'nin önünde kalan maçlara baktığımızda ilk yarıyı zirvede bitirmemesi için hiç bir neden yok. Ancak geçtiğimiz sezonlarda olduğu gibi zayıf rakiplere puan kaybı yaşanırsa, Fenerbahçe derbilerde ve zorluk derecesi yüksek maçlarda kaybettiği puanları çok arar.

25 Ekim 2010 Pazartesi

Yok Artık Lebron James






















Böyle bir transferin Türk spor tarihinde bir karşılığı var mıdır bilemiyorum. Ama Allen Iverson gibi bir adamı Türkiye'ye getirmek benim futboldan hatırlayabildiğim bir Hagi, Anelka, Roberto Carlos ya da Guti transferinden daha büyük birşey olsa gerek.

Adamın geldiği artık her yerde ayyuka çıktığına göre Beşiktaş yönetimini tebrik etmek gerekir. Bu saatten sonra transfer yatsa bile öyle bir gümbürtü kopardılar ki bütün dünya bu transferi konuşuyor. Gerçekleşirse yer yerinden oynayacak.

14 yıllık NBA kariyeri ve 26,7 sayı ortalaması. Kim tutar seni Iverson. Varsın Iverson tek başına oynasın, diğerleri otursun izlesin. Varsın Beşiktaş şampiyon olamasın. Kim takar?

Çifte Şans

Uzun zamandır ayağım gitmiyordu Kadıköy'e ama maçın adı derbi olunca düştük yollara. Beklenti yüksekti Fenerbahçe taraftarları açısından, bunun stadyum önünde köfte ekmeklerimizi götürürken hissedebiliyordum. Ama beklentilerin aksine benim aklıda bahislerde Galatasaray adına çifte şans için verilen 1,9 - 2 gibi yüksek oranlar vardı.

Bu maçın hiç de kamuoyunun düşündüğü gibi geçmeyeceği daha başında belli oldu. Hagi'nin santraforum yoksa ben de santraforsuz çıkarım taktiği 4-6-0 şeklinde sahada yer bulunca Fenerbahçe'nin bu altı kişilik Galatasaray orta sahası karşısında Emre ve Mehmet Topuz ile ezildiğini, Stoch ve Dia'nın kanatlarda yalnız kaldığını, Alex ile olan bağlantının tamamen koptuğunu izledik özellikle ilk 45 dakika.

Dahası Elano ve Misimovic ile kanatlarda Caner ve Gökhan Gönül'ü hareketsiz bırakıyordu Hagi'nin bu dizilişi. Göbeği Mustafa Sarp, Lorik Cana ve Ayhan ile tutunca oyunu kurmak ve ileriye top taşımak için alan bulamadı Fenerbahçeli oyuncular. Ancak 45 dakika boyunca sürdürülen oyun disiplini, ikinci yarıda Galatasaray'ın yorulmasıyla yavaş yavaş yerini Fenerbahçe'nin etkinliğine bıraktı.

Oyunun ikinci yarısında kenara alınana kadar Alex hissedilir bir etki sağladı ancak Aykut Kocaman ritüelini tekrarlayarak Alex'i çıkarınca Fenerbahçe de ilk yarıdaki karmaşık oyun yapısına geri döndü. Taktiksel açıdan Hagi'nin planı ikinci yarıda oyuna Misimovic, Elano ve Cana'nın yerine sürdüğü oyuncularla maçın sonuna kadar canlı kalabildi. Aykut Kocaman ise oyuna ilk dokunduğu anda Alex'i seçerek etkinlilk kazandığı maçta tekrar Fenerbahçe'yi durduran isim oldu.

Galatasaray 10 yıl aradan sonra berabere bitirdiği bir Kadıköy derbisi ile mutlu dönüyor. Elano'nun Brezilya Milli Takımı'nda oynadığı düzende yeralması onun tekrar kazanılması adına umut verici. Galatasaray adına çifte şans olsa gerek bir paun ve Elano'nun kazanılması. Bu takımda dün her ne kadar etkili işler yapsa da Pino'ya yer yok. Milan Baros'un dönüşüyle çok daha fazla can yakacak bir kimlikleri olacak. Hagi'nin eli değdi, Rijkaard ile ne olurdu polemiğine girmek anlamsız. Yine de Hagi'nin dediği gibi daha çok yolları var demek de biraz hikaye. Bu takımda Elano, Misimovic, Cana, Arda, Baros, Kewell gibi beraber oynayamayacak ama sahada doğru kurgu ile yeraldığında fırtınalar koparacak isimler var.

Fenerbahçe adına ise iç sahada puan kaybedilen ikinci derbi maçı. Derbilerin kralı bu sezon Beşiktaş ve Galatasaray karşısında birer puanla yetinmek zorunda kaldı. Fenerbahçe adına çifte şans kaçtı ve bunu ikinci yarıda deplasmandaki Beşiktaş ve Galatasaray maçlarında anlayacaklar. Bence işler iyi gidiyor ama Aykut Kocaman'dan maç içerisinde sihirli dokunuşlar bir türlü gelmiyor. Aykut Kocaman'ın oynatmak istediği oyuna eyvallah da oyun içerisinde stratejide hep sorun var. Eğer Aykut Kocaman'ın yanıtı daha 20. dakikalarda orta sahada Emre ve Topuz'u destekleyecek bir hamle olsa ve Dia ya da Stoch'tan biri kenara gelse eminim farklı bir sonuç sözkonusu olurdu.

Garip bir ligin garip bir karşılaşması daha geçti. Ligde üç büyükler açısından oturmayan düzenler önümüzdeki haftalarda büyük sürprizlere gebe. Ve bu ligin şampiyonu yine 70 puan barajını zar zor bulacak gibi duruyor.

23 Ekim 2010 Cumartesi

Servet Sabote Etti mi? Günahı Benim Boynuma

Galatasaray kaynıyor ve Mustafa Yücedağ çıkıp takımı sabote edenler var diyor. Hedefteki isimlerden biri Servet Çetin. Kendisi benim için 15 Şubat 2004 tarihinde bitmiş bir oyuncudur. Fenerbahçe'den gittiği günün de benim için özel bir yeri vardır.

Servet Çetin'in karakteri ile ilgili 15 Şubat 2004'e giderek bir anımı paylaşacağım. Fenerbahçe o sezon ligde yine fırtına gibi, Daum yönetiminde oldukça başarılı bir sezon yaşanıyor. 15 Şubat 2004 tarihinde ise önemli bir iç saha maçı var, tam da puan kaybına tahammül olmadığı haftalardan biri. Rakip iç sahada Diyarbakırspor ve Fenerbahçe pozisyonlar bulmasına rağmen rakibi karşısında zorlanıyor. İlk yarı 1-0 Diyarbakırspor'un üstünlüğü ile geçildikten sonra, Servet ikinci yarıda oyuna giriyor ve Nobre ikinci yarının başında beraberliği getiren golü atıyor.

Ve Fenerbahçe başlıyor yüklenmeye. Van Hoijdoonk vuruyor olmuyor, Tuncay vuruyor, Nobre vuruyor olmuyor. Maçın 81. dakikasında da kahramanımız Servet sahaya çıkıyor. Top Fenerium tribünü tarafında ve orta saha çizgisine yakın bir yerde, Fenerbahçe yarı alanında iken Bakadal'ın ayağına geliyor. Servet karşısında ama dönüşleri daha da ağır o dönemde. Bakadal nefis bir hareketle sıyrılıp sağ kanattan içeriye doğru katediyor ama benim gözüm çalımı yiyen Servet'te. Servet önce çalımı yedikten sonra yerdeyken Bakadal'ın arkasından bakıyor. Yetişip yetişemeyeceğini hesaplıyor. Yetişemeyeceğine kanaat getirince de yerde kıvranmaya başlıyor. Olay gözümün önünde 15-20 metrede cereyan ediyor. Eminim hiçbir şeyi yok, yere yatarken en ufak bir acı ifadesi yok, ters bir hareket yapmadı. Ve o top gidip Fenerbahçe kalesinde gol oluyor.

Nobre 82. dakikada çıkıp 2-2'yi getiren golü atıyor ama Servet de benim gözümde o gün bitiyor. Günahı benim boynuma ama ben Servet'e güvenmiyorum malesef. Bugün bu yazıyı kaleme almamın nedeni de Rijkaard'ın gidişinin arkasında onun da olduğuna ve takımı sabote ettiğine inanmam.

Dediğim gibi günahı benim boynuma ama benim kurduğum bir takımda Servet'e malesef yer yok. Servet'in mağlup duruma düşen Galatasaray maçlarında deli danalar gibi teknik taktik saymaksızın ileri çıkışlarını da Güiza'nın ilk geldiği yıl rakibe basıyor gibi yapan saçma sapan popülist deparlarına benzetirim herzaman.

Sonuçta tanımam etmem Servet'i ama gördüklerimi de unutmam. Dileyen arşivlerden araştırıp bulsun o pozisyonda Servet neler yapmış izlesin.

22 Ekim 2010 Cuma

Gecikmeli Bir Mesut Yazısı

Biraz gündem dışı, biraz da herkesin üzerine yazıp çizdiği bir konu ama Mesut Özil'in Almanya ile oynadığımız maçta gurbetçilerimiz tarafında yuhalanması ile ilgili benimle paralel düşünen tek bir yazı okumadım.

Hikayeyi baştan alalım, ben Mesut'un seçimine saygı duyanlardanım. Mesut istediği Milli Takım'da oynayabilir, bunun için milliyetçilik yapmamak gerekir ki ondan öte milli takımların formatı aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu toplulukları temsil ediyor olmaktan çoktan çıkmıştır. Artık temsil edenlerin din, dil ve ırk olarak aynı topluluktan gelme gibi bir durumu yoktur.

Mesut'un Real Madrid ve Almanya formasıyla kazanacağı başarılar bana gurur verecektir, çünkü o kendi ırkını inkar eden biri de değildir. Ancak eğer Milli Takımımız almanya ile bir maç yapıyorsa benim de bir taraftar olarak rakip takımın futbolcularının konsantrasyonunu bozmak, rakibi etkilemek gibi bir misyonum vardır.

Dolayısıyla Mesut'a kendi milli takımım ya da kulüp takımım karşısında şak şak yapmak durumunda değilim. Hatta yuhalamak en tabi hakkım. 90 dakika içerisinde Mesut'un Klose'den ya da Podolski'den ya da Khedira'dan ya da ondan bundan hiçbir farkı yok benim için. Gurbetçiler için de aynı şey geçerli olsa gerek ki  bolca yuhaladılar Mesut'u.

Şakşak yapma olgunluğu nasıl beklenir gurbetçilerden anlayamıyorum. Bu Mesut'un dışlanması ya da Almanya'da yaşayan Türkler tarafından kötü muamele görmesi anlamına gelmez, öyle olmayacaktır da. Mesut yine Almanya'ya gittiğinde gurbetçi yakınları vs. ile mutlu bir hayat yaşayacaktır. Kendisinin ve ailesinin geleceği açısından çok da doğru bir seçim yapmıştır kendi benliğini de inkar etmeden. Velhasıl bu toplum nasıl Almanya'nın ve Mesut'un Dünya Kupası boyunca arkasında ve taraf olduysa, kendi milli takımları karşısında da tarafta olmaya devam edecektir.

Çünkü bu işin temelinde taraf olmak vardır ve Mesut seçimini karşı tarafta olmaktan yana yapmıştır. Durum bu kadar basit aslında.

Karambol

Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor Avrupa'da yok.

Bursaspor Şampiyonlar Ligi'nde bırakın puanı 3 maçta tek gol atamadı. Pozisyon bulduğu tartışılır.

Beşiktaş 9 kişi kalan Porto'dan kendi sahasında 3 yedi. Guti ile Quaresma olmayınca pek bir sıradanlaştı siyah beyazlılar.

Sonra da Hiddink'e şunu oynat bunu oynat diye akıl veriyoruz. El insaf, futbolun tekeri yine patladı bize göre Avrupa'nın en büyük 4-5 futbol endüstrisinden biriyiz.

Tablo bu kadar kara olmayabilir ama futbolumuzun da geriye gittiği ortada. Ligdeki yabancı kalitesi artarken, oyunun kalitesi geriye gidiyor.

Rijkaard out, Hagi in. İyi de Hagi'yi gönderen siz değil miydiniz?

Hagi kötü teknik adam mı? Asla, eğer onun yönettiği Galatasaray son birkaç haftaya girildiğinde Fenerbahçe'ye Kadıköy'de 1-0 yenilmeseydi bugün şampiyon hoca diye bahsediyorduk kendisinden.

O Hagi ile tarihinin en farklı galibiyetlerinden birini aldı Galatasaray - Fenerbahçe karşısında. Bugün Kadıköy'de kaç yiyecekler diye makara yapıyor herkes. Ama aynı ata iki kez de binilmez. Örnek Daum.

Schuster kötü hoca mı? Sezon başında bize göre dünyanın sıralı teknik adamlarındandı tıpkı Del Bosque gibi. Yakında o da Yeniköy kasabı olacak bu gidişle.

Rijkaard kötü hoca mı? Zaten Barca'ya yoldan geçen birini koysan takım oynar Ibrahimovic kafasıyla. Genetik kodlarda yakınlaşma olunca onun da kafası bizim gibi çalışıyor.

Tigana, Gerets, Doll, Lucescu... Hadi yabancıları geçelim, Türkler ne durumda? Yine zemin kaygan teknik adam değişimlerine yetişemez olduk.

Bizim Almancılar Bundesliga'da Şahin, Milli Takım'a gelince Kuzu. Sakın bu bizim kendi oyuncularımızın yapısından olmasın.

Velhasıl yine karambole kaldı Türk futbolu. Sezon sonunda kızışırız, önümüzdeki sezon başında lokum gibi kuralar çekip yine elimizde üçün biri kalır.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Sakatlayan Cinsellik mi Yoksa Sakat Olan Zihinler mi?

Belaltı vurmanın sözlük anlamı bu olsa gerek. Zihniyet belatı olunca ülke de futbolcu üreten değil tüketen bir noktaya geliveriyor. Söyleyeni de, haberin yerini belirtmeyelim zaten herkes biliyor. Rivayete göre Arda'nın cinsel hayatı o kadar hareketliymiş ki bu yüzden sakatlanmış.

İnsanın ne futbol yazası geliyor, ne izleyesi, ne de okuyası. Ben kulüplerin ve federasyonun yerinde olsam ne o yazıyı yazanı ne de gazeteyi kapıdan içeri sokmam bir daha. Arda bu haberi yazanlar için "Şerefsizlik ve ahlaksızlık diz boyu" demiş.

Az bile söylemiş, diz boyunu çoktan geçti, bu adamlar şerefsizlikleri ve ahlaksızlıklarının içerisinde boğuluyorlar.

Hüsran

Resim yazısı ekle
69 günde Şili maden işçilerini kurtarırken biz aylarca iki ölümüzü çıkaramıyoruz ondan sonra da Azerbeycan Türk Milli Takımı'nı yenince nasıl olur diyoruz. İkisinin arasında hiçbir bağ yok demeyin çünkü var. İki sonuçta sistemsizliğin ve uzun vadeli çözümler üretememizin bir sonucu.

Nasıl olsa bir ay sonra madencileri de Azerbaycan yenilgisini unutacağız. Almanya karşısına çıkan kadro değişiyor, bu sefer kamuoyunun istediği kadro Özer'i saymazsak yine saha içinde ama sonuç yine fiyasko. Neredeyse kadronun üçte ikisi kendi takımlarında oynamayan oyunculardan oluşuyor ama elimizde daha iyisi de yok malesef.

Maçın onuncu dakikasında bir pozisyon var evlere şenlik halimizi ortaya koyuyor. Rakip ceza sahasının sağında bir uzun topla Sadygov ceza sahamıza girip kalecimizle karşı karşıya kalıyor ve bütün takım izliyor.Maçla ilgili başka hiçbirşey yazmaya geek yok çünkü özeti bu pozisyonda.

Hiddink'i yerden yere vuruyoruz adamın saçının üç teli bile basınımızdaki bilgelerden dha fazla futbolu biliyor. Ama futbolun geldiği nokta 2008'den bu yana taş koymadan ancak bu kadar. Tuncay, Hamit, Nihat, Semih gibi o başarının mimarları kendi takımlarında ilk onbire giremezken, Arda bu sezon ortada yokken, arkadan da kimse gelmiyorsa bu kadar.

Kimse Volkan demesin, oynayacak adam gümbür gümbür gelir oynar. Nike'ın reklamında oynayan çocuğun sokakta yürürken çıkardığı gibi hepimiz dil çıkarıyoruz Hakan Balta'ya.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Özilmanya 3 - Türkiye 0

Araba yoldan çıktıktan sonra yol gösteren çok olur, ya da böyle bir deyimdi. Aslında hiç önemi yok. 90 dakikanın sonrasında tabi televizyon yorumlarını izlememek olmazdı. Katıldığım çok nokta var ama farklı baktığım noktalar da.

Bölüm bölüm bakmak laım maça. Aurelio çıkana kadar olan bölümde 4-1-4-1 sahada futbol kalitesi anlamında çok şey üretemese de Almanya'ya da ürettirmeyen taraftı. Dolayısıyla Berlin'e Almanya'yı devirmeye gitmek gibi bir ütopik düşünceyle gitmediysek bana göre Hiddink doğru şablonu kağıt üzerinde de sahada da ortaya koymuştu. Özer tercihi çok tartışılır, Sabri'nin savunmanın solunda oynaması da Hamit'in bu çizgide kalması da. Ama işledi ilk 24 dakika. Hatta ilk on dakikada topa bir hayli sahip oldu takımımız.

Aurelio'nun sakatlanması sonrasında ise defansın önünde ikili oyun yapısına geçerek Emre-Nuri ile oyuna devam etmemiz takımı oyunun geri kalan bölümünde daha da kısır bir hale getirip hücum etkinliğini bir hayli zayıflattı. Yine de Almanya ilk 45 dakika tamamlanana kadar gol dışında pozisyon bulamadı. Gol de ise biraz şanssızdık açıkçası.

İkinci devrede ise daha fazla yüklenen taraf olmak durtumundaydık. Yüklendik de... Halil ile kaçan pozisyon aklı almaz, hemen ardından Ömer'in bomboş pozisyonda dağlara taşlara vurduğu kafa da. Ancak yüklenmek isteyince de Dünya Kupası'nda İngiltere'nin, Arjantin'in, Avustralya'nın verdiği açıkları hatırlatan görüntüler çıkmaya başladı yavaş yavaş. Almanya'nın Özilmanya'ya dönüştüğü dakikalar da bu anlara denk geldi zaten. Özil açık alanda dünyanın en etkili ve akıllı oyuncularından biri olduğunu kanıtlar şekilde golünü attı, gollük paslar dağıttı, takımı oynattı.

2-0 maçın sonu demekti bizim için, Volkan'ın Klose'ye kaptırdığı top tuzu biberi oldu. Ben takımı yerden yere vurmayacağım. İyi değildik, tercihleri eleştirmek mümkün ama biraz da kötü bir günümüzdü demek daha doğru sanki. Hiddink'in başlangıcı doğru, oyunun gidişatında yaptığı tercihler ise bence de hatalı. İyi de bu adam da Hiddink kardeşim. Futbol adamı denince Sergen gelmiyor ki insanın aklına Hollandalı teknik adam varken.

Bu sonuç resmi olmasa da Almanya'nın gruptan lider çıkması anlamıan geliyor. Şimdi hesaplar en iyi ikinciler arasına girmek üzerine olacak doğal olarak. Ben bu akşam ki oyunu herkes gibi umut kırıcı görmüyorum. İkincilik hesaplarını da...

7 Ekim 2010 Perşembe

Suyunu Çıkarmak

Mesut Milli marşımızı okuyacak mı, okumayacak mı?

Mesut gol atınca sevinmeli mi, sevinmemeli mi?

Siz Mesut'un yerinde olsanız ne hissederdiniz?

Size göre Mesut vatan haini mi, yoksa ülkemizi temsil eden bir soydaşımız mı?

Mesut konusunun suyu bu kadar çıkarılabilirdi. Bir tek Mesut tuvalete gitsin mi, gitmesin mi, yatağa girerken üzerini örtsün mü örtmesin mi diye sorgulamadığımız kaldı.

Milli Takım futbolcularına da soruyorlar, onlar da saçma sapan cevaplar veriyorlar bu saçma sapan sorulara. Mesut Almanya Milli Takımı'nı seçti ve bu sayede Dünya Kupası'nda gösterdiği performans sonrasında da Real Madrid'e gitti. İyi de sizi bu kadar geren ne?

4 Ekim 2010 Pazartesi

Herkese Nasip Olmaz Böyle October Fest

6-0 mı? İmkansız

Carlo Ancelotti West Bromwich maçına atıfta bulunmuş olsa gerek. Hocam vaktiyle Aziz Yıldırım'ın teklifini kabul etseydin belki yıllarca Fenebahçe'nin başında kalır, bu lafı yıllar önce ederdin.

Hiç Uygun Olmadı

Bülent Uygun'u Bucaspor'dan istifası üzerine yaptığı açıklama altta noktasına virgülüne dokunmadan yeralıyor. Bülent Uygun Eskişehirspor'a gitmeyebilir, ancak eğer yeni gelen yönetim işgüzarca davranıp yollarını ayırmak istemediyse ve Bülent Uygun'un istifasında şu ana kadar gün yüzüne çıkmış başka bir bit yeniği yoksa ben bu açıklamayı son derece iki yüzlü bulurum.

Aksi halde tabi ki o şartları değerlendirip ayrı bir yazı yazarım ama şu açıklama benim için gemiyi terkedip gitmekten öteye geçmez. Yarı yolda böyle karar alan bir teknik adamı da geçmişi ne olursa olsun kendi takımımda görmek istemem. Tekrar altını çizerek bu yazıyı bugünkü koşullar ve bilgiler doğrultusunda yazdığımı belirtiyor ve yazının geri kalanında Bülent Uygun'un sözlerine yer veriyorum:

"Değerli Futbol Kamuoyu, 2010-2011 futbol sezonunda sevgili başkan Mehmet Bektur’la birlikte başladığım Bucaspor teknik direktörlüğüne gelirken, vizyon olarak elimizdeki kısıtlı imkanlarla başarıyı hedefleyen bir kadro oluşturarak iyi futbol oynayan bir takım ve netice alınması hedefini koyduk. Aradan geçen zaman zarfında oynadığımız futbol’un; puan durumuyla paralel gitmeyen göstergesi ve yeni başkanımız sayın Şeref Üstündağ’ın göreve gelmesi daha sağlıklı bir vizyon ve bakış açısı oluşturabilmeleri nedeniyle milli takım maçları nedeniyle verilen aranın da bu değerlendirmeye katkısı olacağını düşünerek bu görevimden istifa ettim. Hiç şüphem yok ki, oluşturduğumuz kadronun yeni yeni uyumu, adaptasyonu ve kaliteli isimlerden oluşması başarıyı da beraberinde getirecektir. Bana duydukları güven, karşılıklı sevgi ve saygıdan dolayı, başta Bucaspor yönetimi olmak üzere, yönetim kuruluna, futbolcularına ve Bucaspor taraftarına sonsuz sevgi ve şükranlarımı sunarım"

Nuri Şahin

Son günlerde sıkça tartışılan bir konu: Nuri Şahin fırtınası Bundesliga'da eserken neden Milli Takım kadrosuna alınmıyor ya da alınsa bile Emre Belözoğlu'nun arkasında kalıyor. Buradaki temel savlardan biri Nuri Şahin'in Emre'nin daha gerisinde bir futbolcu olduğu.

Bu sezonki performansına baktığımızda çok da katılamıyorum aslında. Nuri Şahin'in orta alanda Emre ile beraber görev alması durumunda defansif bir zaafiyet doğabileceği tartışılıyor ancak benim düşünceme göre defansif görevi ağırlıklı olarak yüklenmesi gereken adam zaten Emre Belözoğlu. Ayrıca Milli Takım'da değerlendirilmesi gereken bir başka isim de Mehmet Topla. La Liga liderinde son haftalarda banko oynayan Mehmet Topal ile bu yıl Bundesliga'da fırtına gibi esen Nuri Şahin'in oluşturduğu bir orta saha son günlerde benim kulağıma daha hoş geliyor.

Hiddink geleceğin takımında Nuri Şahin için çok güzel sözler söylemiş ki doğrudur. Ben Emre Belözoğlu'nda yaşı itibariyle değil futbolu itibariyle bu geleceği pek göremiyorum. Zira son on yıldır belki de en az sakatlandığı sezonu geçtiğimiz yıl geçirmesine rağmen hala Emre'nin ligde 25 maçın üzerine çıkabileceği konusunda şüphelerim var.

Ondan da öte Hiddink'e yeni bir yapılanmadan çok Milli Takım ile uluslararası düzeyde başarı misyonunu yüklememize rağmen Hiddink'in bunu yeni yapılanma çerçevesinde başarabileceği kanaatine sahibim. Yeni yapılanma sürecine dahil edilecek pekçok isim de var aslında ama bunların içerisinde en ön plana çıkan ve üzerine bir iskelet inşa edilecek isim Nuri Şahin. Ve bence Mehmet Topal ile de takımı yıllarca taşıyacak potansiyelleri var.

Kara Mamba

Fenerbahçeliler mutlu ama iki haftada alınan bol gollü galibiyetler için şimdilik temkinli konuşmak gerekiyor. Tabi ki Fenerbahçe açısından oyunda iyi olan yönler var ama bu takımın yeterli tempoya ulaştığı ve oyun planını geliştirdiği anlamına gelmiyor.

Van Hoijdoonk'tan bu yana böyle bir forvet oyuncusu görmedi Fenerbahçe. Semih'i bir kenara bırakıyorum ama Kara Mamba Niang 8 Güiza, 12 Kezman gücünde. Çapraz koşularla rakip defansı bayıltıyor, topla dribling yapıyor, adam eksiltiyor, kafaya çıkıyor, sırtı dönük, yüzü dönük oynuyor ve en önemlisi gol atıyor. Altı maçta yedi gollük bir performans çok uzun zamandır görülmedi Fenerbahçe'de. En son yaklaşık on beş yıl önce falan Elvir Boliç yedi maçta on gole ulaştığından beri. Kara Mamba'nın bu görkemli perfomansı düşünüldüğünde aslında Aykut Kocaman'ın elindeki hazine Daum ve Zico'ya oranla ne kadar şanslı olduğunu gösteriyor.

Alex'i kazanıyor olmak doğru tercih, zaten aksi olsaydı Aykut Kocaman sezon sonunu göremezdi. Dia ile birlikte Niang'ı da kattığımızda önemli bir hücum üçgeni oluşturdular. Gençlerbirliği karşısında atılan üçüncü gol ise takımın arzusunu gösteriyor. Bunların hepsi önemli, Yobo'nun her geçen gün defansı daha toparlayan performansı da. Ama hiç kimse farkında değil, Selçuk'un sakatlanmasıyla o bölgede Cristian'a mahkum kalmak yine takımı bir iki vites düşürecek bir etken.  Transfer döneminde bu bölgeyi es geçerek Yobo'yu tercih etmek daha doğru bir karar gibi gözükse de bu bölgede Emre'nin 25-26 maç düzeyinde kalan performansı, Selçuk'un neredeyse sezonu kapatması ve Cristian'ın vasatı aşmayan oyunu şimdi daha çok gözler önüne serecek orta alan zaafiyetini.

Aykut Kocaman'ın çözüm bulması gereken birinci konu artık orta saha. Kara Mamba işini yapıyor, hücum hattı da gerekli desteği sağlıyor. Kanatlar çok iyi olmayabilir ama her maç belirli bir performans sergiliyorlar. Defanstaki sorunlar da gitgide azalırken orta alanının ortasındaki bu sıkıntı acilen giderilmeli.

1 Ekim 2010 Cuma

Gömlek Büyük Geldi

Kısa bir Bursaspor değerlendirmesi yapalım. Ligde kayıpsız ilerliyorlar, en iddialı kadroya sahip Beşiktaş'ın da önündeler. Ama Şampiyonlar Ligi çok farklı ve Rapid Wien ile oynamaya benzemiyor işte.

Bu turnuvanın gediklisi olan ama son derece vasat Glaskow Rangers karşısında etkili oynuyor gözüküp elde var sıfır ile dönüyorsunuz vatana. Hiç kuşku yok ki yabancı oyuncuları Türkiye ortalamasının üzerinde ama Şampiyonlar Ligi'nde sahneye çıktığınızda vasat. Insua'nın oyuna Ergiç'in yerine girmesi bayağı bir canlılık getirdi takıma ama Insua dışında oyunu basit oynayan yok.

Volkan bizim ligimizde durdurulamıyor ama vasat Glaskow defansı bile kendisinden ikinci bir şans istendiğinde bu şansı vermiyor. Oysa Şampiyonlar Ligi'nde topu bir sağa bir sola çekeyim yapamazsınız. İki kişinin arasına girme cüretini de pek göstertmiyorlar size. Naismith'in attığı gol ise ancak bizim gibi bir ligde yenecek cinsten. Kafa ile yapılan ortaya altıpas içerisinde iki defans oyuncusu ve kalecinin önünden vurdurmak olacak iş değil.

Nitekim Bursaspor yerelde iyi, globalde kötü bir resim çiziyor. Ama iyi niyetli oynadıkları ve ellerinden geleni tüm tecrübesizliklerine rağmen yaptıkları bir gerçek. Avrupa Ligi'nde daha fazla iş çıkartırlardı ama Şampiyonlar Ligi bir iki gömlek fazla geldi.

Beşiktaş Tam Yol

Uzun zaman oldu ama buradayım. Araya bazı sıkıntılar girince yazamadım. Hatta futbol gündemini de takip edemedim. Ta ki son iki güne kadar. Dün akşam Rapid Wien karşısında Beşiktaş'ın oynamak istediği oyunu izleyip bir kez daha bu sezon ki düzenini beğendim.

Schuster'in Hilbert'ten bir sağ bek yaratması Beşiktaş'ta yapılan en iyi işlerden biri. Schuster rotasyonu o kadar iyi yapıyor ki zaten kadrosu da rotasyona müsait, hiçbir futbolcuyu küstürmüyor, hiçbir futbolcu yedek kulübesinde yatacak zamanı bulamıyor. Takımda herkes hazır. Oynadığı oyun henüz üst düzey değil ama felsefe olarak Süper Lig'in ötesinde. Dün akşam geçen sezonun yerden yere vurulan Tabata'sı bu sezon ki iyi oyunlarına bir yenisini daha ekledi. Bobo açıldı ve devam ediyor gollerine. Holosko'yu çok bencilce davrandığı iki pozisyon için suçlayabilirsiniz. Ama içindeki gol atma isteğini gösteriyor her iki pozisyon da. Tıpkı attığı golde topu kaleci Hebl'dan söküp alışı gibi.

Ernst ve Aurelio'nun performansları, Necip'in ilk onbirde olsun ya da dün akşam ki gibi sonradan girsin hiç farketmeyen oyunu Beşiktaş'ı taşıyan bir başka güç. Defansta sıkıntılar var, hem ilk golde hem de verilen pozisyonlarda dağınık yakalanabiliyorlar. Tek yumuşak karınları belki de ama bu defansif anlayış da vasatın altında değil. Yani Fenerbahçe'deki gibi felaket habercisi görüntü yok.

Guti ve Quaresma'dan hiç bahsetmeyeceğim. Onların varlığı takımın diğer oyuncularını heveslendiren, oynamaya iten etken olarak bile yeterli. 40'a merdiven dayayan İbrahim Üzülmez bugün itibariyle Türkiye'nin en iyi sol beki oldu tekrar.

Rakip yine Beşiktaş ayarında değil, bunu not düşelim ve Beşiktaş zorluk derecesi yüksek maçlarda şu anda sıkıntı yaşayabilir. Ama bu dönemi kayıpsız atlatan bir takımın lig ilerledikçe daha az sıkıntı yaşayacağını düşünüyorum.