12 Kasım 2011 Cumartesi

Türkiye İçin Uyanma Vakti

1996 Avrupa Şampiyonası uzun yıllar sonra dünya futbol sahnesine ilk kez adım attığımız benim daha yirmi yaşında genç ve ateşli bir futbol seyircisi olmanın doruklarında olduğum yıllardı. Fatih Terim'in imparatorluğunu yeni yeni ilan ettiği o yıllarda biz gençlerin henüz Macar zaferi, 1954'te Dünya Kupası'na giden yolda İspanya ile oynanan üçüncü maçın sonunda Franco'nun çektiği kura ile bu çapta bir organizasyona ilk kez katılışımız dışında elimizde avucumuzda da pek birşey yoktu açıkçası.

Euro 96'da kaderimiz ilk Hırvatistan maçının son 3-4 dakikasında çizildi. Top yekün kazanacağımıza inanmış bir şekilde Hırvatistan kalesine yüklenirken köşe vuruşumuzdan dönen top rakibin ani bir kontratağına dönüştüğünde orta çizgi üzerinde Alpay'ın Vlaovic'i düşürmemesi turnuvaya kötü başlamamıza neden oldu ve ilk Avrupa Şampiyonası deneyimimiz hüzünle başlayıp hüzünle bitti. Garip ama o gün bizi yıkan Hırvatlar da Euro 2008'de on iki yıl önce bizim yaşadığımız acının çok daha büyüğünü 120+2'nin içerisinde iken ve daha birkaç dakika önce penaltılara gidecek denen maçta 1-0 öne geçmişken yaşadılar. Tuncay'ın ayağa kaldırdığı takım, ileriye Rüştü'nün şişirdiği topta Emre'nin sırtından seken topa Semih'in muhteşem vuruşuyla önce 1-1'i sonrasın dabu moral motivasyonla penaltılarda yarı finali yakaladı ve Türk futbol tarihinin en büyük başarılarından birine ama daha da öenmlisi en destansı Milli Takım performansına o turnuvada imza attı.

Bu gece Euro2012 yolunda Euro 2012'ye gidip yine tarih yazmak için son eleme dönemecinde birkez daha Hırvatlar vardı karşımızda. Son on beş yıl içerisinde en dramatik skorlara karşılıklı imza attığımız Hırvatlar bağıra bağıra Euro 2008'in intikamını aldılar. Maç boyunca %37 topa sahip olma oranıyla bize sahanın en etkisiz bölgelerinde %63 topa sahip olma imkanı vererek ama daha da önemlisi acı bir ders vererek geceye imza attılar. Maçın teknik taktik analizine gerek yok. Başka şeyleri sormamız gereken bir geceyi geride bıraktık.

Bu geceye biz toplum olarak şike skandalı ile sarsılan Türk futbolunu kurtarma misyonunu yükledik. Depremle gelen acıları sarmak için bu maçı seçtik. Yetmedi terör lanetinden bu maç ile kurtulacağımızı zannettik. Daha önceki turnuvalarda böyle olmamış mıydı sanki? Hiddink bize çok duygusalsınız dediğinde biz zaten duygusal olduğumuz için rakiplere sahayı dar ediyoruz diyen zihniyet tüm acıları ve sıkıntıları aynı duygusal çerçevede bu maça yükledi. Kağıt üzerinde çok iyi ama iyi olduğu kadar da formsuz bir kadroya sahip olduğumuzu görmezlikten gelerek teknik ekibin veremediği "hadi çocuklar çıkın bu maçı alın" gazını basınıyla, yorumcusuyla, taraftarıyla vererek sahaya çıkmayı tercih ettik.

Hırvatistan Euro 2012'de ilerleyemez, bu çok açık. Ama bizim de Euro 2008 rüyasından uyanma vaktimiz çoktan geldi. Biz nasıl ki depremde çatlayan binaları sıvayınca bütün hasarlı binalardaki sorunları halledeceğimizi zannediyorsak, futbolumuzdaki çatlakları da sıvama yoluna gitmeyi seçtik hep. Sonra Hırvatlar gibi Avrupa futbolunda ikinci sınıf bir takım da gelip bize sıvayınca yine "ne oluyor yahu" diyoruz. Yine işin kolayına kaçıp dünya üzerinde sadece bu ülkede başarısız sonuçlar alan Hiddink'i yerden yere vurup, sistemini değiştirmiyor, bu takıma gaz vermiyor diye hariçten gazel okuyoruz.

Hiddink duygusalsınız deyince darağacına koyasımız geldi. Maçtan sonra Bilic ne dedi biliyor musunuz? "Siz de bizim gibi çok duygusalsınız, ilk golü bulursak işimizin daha kolay olacağını ve moralinizin bozulacağını biliyorduk". Tokat gibi bir yorum ama onu bile duymamazlıktan geliyoruz. Adam aslında hem kendilerinin hem de Türk Milli Takımı'nın neden Avrupa'nın ikinci sınıf takımı olduğunu tıpkı Hiddink gibi açıklıyor ama biz hikayeleri sevdiğimizden, ders almamayı tercih ettiğimizden kulak arkası ediyoruz.


Ders almam ders veririm kültürü buraya kadar aslında. Ders almayıp ders verdiğimiz için her depremde yüzlerce, binlerce ölü veren, üç tane sınır karakoluna devamlı baskın yiyip şehitlerine ağlayan, 30 yıldır şike yapılan topraklarda sanki ilk kez böyle birşey olmuşçasına bir ya da birkaç kişiye bu suçu yükleyip sıyrılan zihniyet malesef 96'dan bu yana yükselttiği futbol çıtasını birinci sınıf olma yolunda ilerletemiyor.

1996'ya geri dönünce gerçekten çok önemli bir yol almışız, geriye bakmadan bugünü eleştirmemek gerekir. Şimdi bir sürü hikayemiz var elimizde anlatacak. Ancak şimdi aynı zamanda ders çıkarmamız gereken de bir sürü hikayemiz var. Eğer kulaklarımızı açıp at gözlüklermizi çıkartabilirsek o zaman biz de Avrupa'nın ikinci sınıf takımı olmaktan çıkabilir ve birinci sınıfta yerimizi alırız. Yoksa üç dört turnuvada bir hikayelermiz olur ama ötesine gitmez futbolumuz.

Malesef her zaman torbadan tavşan çıkaracak bir sihirbaz ya da Türkiye'yi çekecek bir Franco bulamıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder